/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +1 -3
    Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini
    yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu. Panzer gibi sert
    sırtının üzerinde yatıyordu ve başını biraz kaldırdığında tepesinde,
    yorganın neredeyse kaymak üzere olduğu kubbe gibi yuvarlak, kahver-
    engi, yay biçiminde sert çizgilerle boğum boğum olmuş karnını gördü.
    Geniş gövdesine oranla pek cılız görünen bir sürü bacağı gözlerinin
    önünde çaresizce çırpınıyordu.
    “Bana ne oldu?” diye geçirdi içinden. Düş değildi gördüğü. Biraz
    küçük ancak içinde bir insanın yaşayabileceği, duvarları tanıdık gelen
    odası hiçbir şey olmamış gibi duruyordu. Kumaş parçalarından oluşan
    koleksiyonun yayılı olduğu –Samsa bir pazarlamacıydı– masanın
    üzerinde, kısa bir süre önce resimli bir dergiden kesip hoş, altın
    yaldızlı bir çerçeveye koyduğu resim asılıydı. Resimde kürk şapkalı ve
    kürk atkılı bir kadın dimdik oturmuş, kollarını dirseklerine kadar
    saran kalın kürk manşonunu kendisine bakana doğru kaldırmıştı.

    edit:dbk şimdiden 3 çüğü aldıysa işimiz yaş saçma sapan hikayeler okuyacağınıza bu kitabı okuyun en azından tartışma konunuz olur.
    edit2:beyler bittiğinde bonus olarak alman edebiyatı hocamın sınavda sorduğu soruyu yazıcam rez alın devam edicem
    ···
  2. 2.
    0
    Okudum amk 30 35 sayfa odadan çıkmaya çalışıyor amk
    ···
  3. 3.
    0
    Gregor’un bakışları bu kez pencereye yöneldi ve dışarıdaki kasvetli,
    kapalı hava –pencerenin çinko pervazına vuran yağmur damlalarının
    sesi duyuluyordu– onu hepten hüzünlendirmişti. “Biraz daha uyusam
    ve tüm bu saçmalıkları unutsam nasıl olur acaba,” diye geçirdi içinden,
    fakat bu kesinlikle olanaksızdı, çünkü sağ tarafına yatıp uyumaya
    alışkındı, oysa şimdiki haliyle sağına dönemiyordu. Sağa dönmek için
    ne kadar uğraşırsa uğraşsın, her defasında sırtının üzerine gerisin geri
    yuvarlanıyordu. Aynı şeyi yüzlerce kez denedi, çırpınan bacaklarını
    görmemek için gözlerini kapattı ve ancak sağ tarafında daha önce hiç
    farkına varmadığı hafif, garip bir ağrı duymaya başladığında açtı.
    “Ah Tanrım,” dedi içinden, “nasıl da güç bir meslek seçmişim
    kendime! Hemen her gün yoldayım. Bütün bunlar bürodaki asıl işler-
    den daha yorucu, üstelik bunlar yetmiyormuş gibi bir de yolculuğun
    çilesi, aktarma trenlerinin stresi, düzensiz, kötü yemekler, sürekli değişen, hiç kalıcı ve samimi olmayan insan ilişkileri. Şeytan görsün
    hepsinin yüzünü!” Derken yukarıda, karnının üzerinde hafif bir kaşıntı
    hissetti; başını daha iyi kaldırabilmek için sırtüstü yavaşça yatağın
    başına doğru kaydı; ne olduklarını anlayamadığı küçük beyaz nok-
    talarla dolu kaşınan yeri gördü; bir ayağıyla o yere dokunmak istediyse
    de ayağını hemen geri çekti; çünkü dokunur dokunmaz her yanını
    titreme sarmıştı.
    ···
  4. 4.
    0
    Aq size adamakıllı kitap yazıyorum şurda aldığımız şey 3 çüğü sizin ben dıbınıza koyum illa birini gibip milliyetçilik yapan trende giriyo size okuduğum ve çok beğendiğim bi kitabı yazıyorum sizin yaptığınıza bakın
    ···
  5. 5.
    0
    Devam ediyorum;
    Tekrar eski yerine kaydı. “Şu sabahları erken kalkmak yok mu,” diye
    geçirdi içinden, “insanı tamamen aptallaştırıyor. Oysa insan uykusunu
    alabilmeli. Diğer pazarlamacılar harem kadınları gibi yaşıyorlar.
    Örneğin ben öğleden önceleri istenilen sözleşmeleri hazırlamak için
    kafeteryaya gittiğimde o beyefendiler henüz kalkmış oluyorlar. Bunu
    benim patronuma yapsam anında kapının dışında bulurum kendimi
    (Ama kim bilir, belki de benim için hiç fena olmaz). Annem ve babam
    için kendimi tutmak zorunda olmasam, çoktan istifa ederdim; pat-
    ronumun önüne dikilir, içimde ne varsa dökerdim. Kürsüsünden yere
    düşerdi herhalde! Zaten çok garip bir şey, zeminden yükseltilmiş kür-
    sü gibi bir masaya kurulup çalışanlarla öyle tepeden bakarak konuş-
    mak, üstelik ağır işittiği için kürsüye iyice yaklaşmak zorunda kalmak.
    Neyse ki ümidimi tamamen kaybetmiş değilim, anne ve babamın ona
    olan borcunu kapatacak parayı biriktirdim mi –bu da en fazla beş ya
    da altı yıl daha sürer–, hemen istifa edeceğim. işte o zaman büyük bir
    olay olacak. Ama şimdi yataktan çıkmalıyım, trenim saat beşte
    kalkacak.”
    Derken komodinin üzerindeki çalar saate baktı. “Yüce Tanrım!”
    dedi. Saat altı buçuktu ve yelkovan sessizce ilerliyordu, hatta buçuğu
    bile geçmişti, altı kırk beş olmak üzereydi. Saat çalmamış mıydı?
    Yataktan bakıldığında saati gerektiği şekilde dörde kurduğu görülüy-
    ordu; kuşkusuz çalmıştı da. Fakat saatin mobilyaları bile titreten sesini
    duymayıp uyuyakalmış olması mümkün müydü? Gerçi pek rahat uy-
    umamıştı ama belli ki derin uyumuştu.
    ···
  6. 6.
    0
    Peki şimdi ne yapacaktı? Bir
    sonraki tren saat yedideydi; ona yetişmek için deliler gibi acele etmesi gerekiyordu, koleksiyon henüz paketlenmemişti; kendini de pek zinde
    ve canlı hissetmiyordu. Ve trene yetişse bile, patronunun hışmından
    kurtulması mümkün olmayacaktı, çünkü onu beş trenine bekleyen
    büro hizmetlisi, treni kaçırdığını çoktan patrona bildirmiş olmalıydı.
    O, patronun bir piyonuydu, kişiliksiz ve akılsız biriydi. Peki ya hasta
    olduğunu bildirse? Fakat bu kendisi için utanç verici olurdu ve kuşku
    yaratırdı, çünkü Gregor beş yıllık iş yaşamında bir kez olsun hastalan-
    mamıştı. Kuşkusuz o zaman patronu sigorta doktoruyla çıkagelir, anne
    ve babasını tembel oğullarından dolayı suçlar ve tüm insanların as-
    lında sağlıklı olduğunu, sadece işten kaytarmak isteyenlerin
    hastalandığını iddia eden sigorta doktorunun sözlerini tekrarlayarak
    yapılan hiçbir itirazı dinlemezdi. Peki Gregor’un şu anki durumunda
    haklı da sayılmaz mıydı? Çünkü Gregor uzun süre uyumaktan kaynak-
    lanan keyfi uyku sersemliğinin dışında kendini gayet iyi hissediyordu.
    Henüz yataktan çıkmaya karar verememiş bir halde tüm bunları
    aceleyle aklından geçiriyorken –tam o sırada saat altı kırk beşi göster-
    iyordu–, yatağının başucundaki kapıya dikkatlice vuruldu. “Gregor,”
    diye seslenildi –annesiydi–, “saat yediye çeyrek var. Gitmeyecek
    miydin?” O kadife ses! Gregor yanıt veren sesini duyunca korktu, gerçi
    kendi eski sesiydi, ancak buna adeta alttan gelen, bastırılması
    mümkün olmayan acı bir ıslık karışıyordu ve bu ıslık, sözcüklerin an-
    ldıbını ilk anda koruyor, fakat karşı tarafın kulağına gittiğinde
    duyanın, doğru mu işittim diyeceği kadar bozuyordu.
    ···