/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +17 -4
    Başlangıç

    Spirit dünyasında işler iyice kızışmıştı. Dört ulus hem birbiriyle hem de melezler adı verilen acımasız ve kendilerine göre üstün olan ulus ile savaş halindeydiler. Ama dünyaya her zaman böyle bir kaos ortamı hakim değildi. Bundan iki bin yıl önce dört ulus da yoktu.

    insanlık, kendi arasında düşmanlık yapmıyor, herkes Demonlara karşı birlik olmuş şekilde, içlerindeki dört kutsal canavar elementini de kullanarak savaşıyordu. Bu dönemde Druidler, Büyücüler ve Doğa Elfleri barış ve uyum içinde yaşıyordu. Sonra bir gün kimsenin anlamadığı şekilde dünya'nın merkezinde bulunan, iki fil büyüklüğündeki "Ruh Taşının" kırılması düzeni bozdu. insanlık o döneme kadar bu taşın, kutsal canavar ruhları için önemli olduğunu biliyor ve ona gözleri gibi bakıyordu. Ancak kimse taşın bu denli önemli bir rolü olduğunu tahmin edemezdi.

    Taş kırıldığı anda, dünyanın dört bir yanına küçücük parçalar halinde dağılmıştı. insanlık birden, büyük bir acı çekerek yere yığılmış ve içlerindeki dört ruhtan üçü, kimisinde dördü de onları terk etmişti. Büyü güçleri dörtte bire düşmüş ve önceden dört elementin hayvanlarına da dönüşebilirken, artık sadece içlerindeki elementin hayvanına dönüşebilir durumda kalmışlardı. Bu da yetmezmiş gibi, bu olaydan önce yakın arkadaş olan iki kişi bile, içlerinde farklı element ruhu kaldıysa birbirlerine kin gütmeye başlamıştı.

    Bu dönemde birlik olamayan insanlık demonlara karşı savaşı kaybedecekken, onların yıllarca tekrar bir olması için çabalamış ve bu yolda büyük kayıplar vermiş olan doğa elfleri, hep birlikte kendi tanrıları olan toprak ana'ya dua edip, bildikleri bütün büyüleri kullanarak, o zamanlar tek bir kıta halinde olan Spirit dünyasını iki kıtaya ayırmış ve Demonların öbür kıtada kalmasını sağlamışlardı. Artık demon tehlikesinden kurtulan insanlık kendi arasında; ateş, su, toprak ve hava olmak üzere dört ulusa ayrılmış ve çatışmaya başlamışlardı.

    Her hangi bir şekilde iki farklı elementin insanlarının çocuğu olursa, bunlar melez oluyor ve anne ve babalarının ikisinin de elementlerini taşır bir halde dünyaya geliyorlardı. Melezlerin içindeki ruhlar, ruh taşı hala toplu bir halde olmadığından sürekli çatışma halinde bulunduğundan, bu insanlar sinirli ve gaddar oluyordu. Kabilelerin bu insanları dışlamasıyla kendilerine yeni bir kabile kuran melezler, gün geçtikçe güçlenmiş ve insanlığın başındaki en büyük tehlike haline gemişlerdi. Melezler kısırdı ve bu yüzden ırklarının devamı için bazen zorla, bazen de farklı kabilelerdeki insanların kendi kendilerine sevişmesi sonucu oluşan melezleri kendilerine katıyorlardı.

    insanlık aradan geçen iki bin yılda, başlarındaki ana düşman olan Demonları unutmuş, kendi içinde savaşa başlamıştı.

    Her şey Terberis ve Vexus adında iki gencin, Spiritualem Druidlik ve Büyücülük okuluna gitmeleriyle değişecekti..

    Wattpad'de de yazıyorum. Oradan okumak isteyenler ;

    https://www.wattpad.com/story/94987412-spiritualem
    ···
  1. 2.
    +7
    Uyanış

    Terberis 15 yaşında, uzun boylu, toprak ulusuna has açık kahverengi saçları ve gözleri olan, normal bir çocuktu. Annesi ve babasının kim olduğunu bilmeden, toprak kabilesi sınırları dışında yaşayan büyücülerin arasında bir koca karı olan Hyuna tarafından yetiştirilmişti. Akrabası olmamasına rağmen Hyuna ona çok iyi bakmış, onu yetiştirmiş ve en çok yapmak istediği şey olan büyücülük mesleği için onu eğitmesi amacıyla Aurel adındaki baş büyücünün yanına vermişti. Terberis'in hayatı yoksulluk içinde geçse de kendilerinden çok daha yoksul ve tehlikede olan insanların varlığının bilincinde olup, hayata küsmemişti.

    O gece çok düşünceliydi. Yakında yaşı 16 olacak ve Spiritualem adı verilen, Druidlik ve Büyücülük okuluna gidecekti. Kendisinin bir büyücü olduğunu varsayıyordu. Druid olsa toprak kabilesinin içinde yaşardı. Ustası Aurel, Terberis'te yakın arkadaşı Vexus'dan daha fazla büyü gücü olduğunu ama Vexus'un öğrenmeye aç bir yapısı olduğundan bahsederdi sürekli. Vexus'a göre Terberis bir druiddi. Bu onun uçuk kaçık teorilerinden sadece biriydi. Terberis'e göre Vexus her zaman biraz kaçık gelmişti zaten. Kurallara uymayan, ustalarının "bu tehlikeli, sakın tek başınıza denemeyin" dediği şeyleri özellikle yapan, başına sürekli bu yüzden dertler açan, arada sırada kutsal şeylere de ağıza alınmayacak laflar edebilen bir yapısı vardı. Bu akşam da düşünceli olmasının sebebi, Vexus'la kutsal ormanda gördükleri şeydi.

    Öğlen saatlerinde ustaları onları kutsal ormana göndermiş ve kendi ruhlarıyla iletişime geçmelerini söylemişti. Terberis, aynen kendisine söyleneni yapsa da Vexus "ya yeter ruhumuzla iletişime geçtiğimiz, ben yine geçen hafta öğrettiği hayvan çağırma büyüsünü yapacağım" demişti. Usta Aurel "bu büyüde ustalaşmak için içinizdeki ruha ulaşmalısınız" demiş olsa da Vexus inatla bunu yapabileceğini söylemiş, o günden beri hiç metitasyon yapmamış ve her gün bu büyüyü denemişti. Terberis de metitasyon yapmış, usta Aurel'in istediği kıvama gelmeden, büyüyü denemek istememişti. Çünkü insan ruhu ile, yapacağı büyünün gerektirdiği kadar bağlanmamışsa, çok kötü sonuçlar doğabilirdi. Vexus bunu hiç bir zaman önemsememişti.

    Tam Terberis "yine başaramayacak" diye düşünürken, büyülü sözlerini bitiren Vexus'un etrafında bembeyaz enerji dalgası ortaya çıkmış ve etrafa yayılmıştı. "Ahaaa. Başardım işte. Bizim yaşlı bunağın meditasyonunu uygulamadan hayvan çağırmayı başardım" diyerek, Vexus'a has o çılgın dansını yapmıştı. Etrafta bütün vücut organlarını oynatarak koşturmuş ve garip bir mutluluk şarkısını çığırmıştı. Terberis'de odaklanacak dikkat kalmadığından oturup, Vexus'un çılgın dansını kahkahalarla izlemiş ve hangi hayvanı çağırmayı başardığını görmek için beklemeye başlamıştı. Sonra hiç beklenmedik bir şey olmuştu. Vexus dans etmeyi ve şarkı söylemeyi bırakmıştı. Şaşkın bir ifadesi vardı ve Terberis'in arkasına bakıyordu. Terberis de onun neye baktığını görmek için arkasına döndü ve dona kaldı.

    Karşısında bembeyaz kıllarıyla, parıldayan boynuzuyla, etrafına ışık saçan endamıyla duran bir unicorn vardı. Terberis, hayatında bundan daha güzel bir şey görmemişti. Hemen onu sevmek için yaklaşmaya çalıştı ama unicorn çok ürkekti ve hemen geri adım atmıştı. Terberis insanların, bu hayvanlara nasıl olup da kıydığını anlamıyordu. O kadar narin ve güzeldi ki onu incitmeyi düşünmek bile neredeyse imkansızdı. Sonra hayvan birden arkasını dönüp kaçmaya başladı ve ağaçların arasında kayboldu. Terberis onun neden korktuğunu anlamaya çalışıyordu ve onu bir daha göremeyeceğine üzülmüştü. Bilinçsizce, her üzüldüğünde yaptığı, boynunda asılı duran kristali tutma hareketini yapmaya başlamıştı. Bunu yaptığında taş ışıldıyor ve onunla konuşuyordu sanki. Yanına koşarak gelen Vexus nefes nefese konuşarak "yakalayamadın değil mi?" dedi. Hayvanı neyin kaçırdığını anlayan Terberis "Sen neden bahsediyorsun?" dedi. Vexus "tabii ki de onun kalbini yemekten bahsediyorum" dedi. Terberis duyduklarına inanamayarak "Sen delirmişsin. Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirsin. Ayrıca bu yasak." dedi.
    Vexus umursamaz bir tavırla "Başlatma şimdi yasağından, onun kalbinin insana ne kadar güç verdiğini duymadın mı? Yenilmez olabilirdim" dedi. Terberis "Ama senin peşine ruh yiyenler düşmesinden korkmuyorsan, tam bir aptalsın. Bilmiyor musun, güç verdiği doğru ancak onu yiyen diğer insanlar tarafından ruhun çekilebilir" dedi. "Benim onların ruhunu çekmeyeceğim ne malum?" diye cevabı yapıştırdı Vexus. Daha fazla tartışmanın bir şeye yaramayacağını bilen Terberis evin yolunu tutmuştu. Bu akşam da ormanda gördüklerini düşünüyor, Vexus'un ciddi olamayacağına kendini ikna ediyordu. insan unicorn kalbi yiyebilecek kadar acımasız olsa da ruh yiyen melezlerin hedef tahtası olmak riskini göze alamazdı. Sonra birden çadırına Vexus geldi. "Bu gün söylediklerimden ustaya bahsetmezsin değil mi?" Dedi. Terberis "bahsetmem tabii ki de çünkü gerçekten onu kastetmediğini biliyorum" dedi. Vexus "Senin tuzun kuru tabii, sen bir druidsin. 16 yaşımızda okula gidince toprak bölümüne yerleşecek ve muhtemelen bir çitaya ya da bir kurta dönüşebileceksin." Dedi. "Sana kaç defa söyledim. Druid olsam, neden toprak kabilesinde yaşamayayım? Ailem ölmüşse bile ben neden dışarıdayım?" Dedi Terberis artık aynı tartışmayı yapmaktan sıkkın bir halde. "Boynundaki o ruh taşı nereden geldi o zaman? Yine bana hyuna beni ormanda bulduğunda, boynumda asılıymış deme. Bence ailen öldükten sonra birisi seni buraya getirdi ve ailenden sana miras kalan, ruh taşını boynuna astı." dedi. Terberis tam konuşmak için ağzını açmıştı ki bağırışlar ve patlama sesleri, söyleyeceklerini boğazına tıktı. Hyuna hemen çadıra gelmiş ve korkudan göz bebekleri büyümüş ve sesi titrer bir halde, onlara tek kelime söylemişti "melezler".

    Hemen çadırdan çıkan Terberis adrenalinle dolmuştu. Köyün büyükleri ve baş büyücüsü Aurel seslerin kaynağına doğru gidiyordu. Vexus'la beraber peşine takıldılar. Hyuna da peşlerinden geliyordu. Melezler genelde büyücü köylerine değil, varlıklı olan element kabilelerine saldırırlardı. Bu köyler fakir ve "değersiz" insanlardan oluştuğu için buralara saldırmak, zaman ve enerji kaybıydı. Meydana vardıklarında kocaman tazıların sırtında 3 tane melezin Aurel ile konuştuğunu gördüler. Üçünün de yüzünde onları gördüğünüz an sizi tiksindirecek bir ifade vardı. Üstlerinde hafif demirden yapılma, kan kırmızısına boyanmış zırhları vardı. Zırhlarının dönüşüm geçirdiklerinde, vücutlarını sıkıştırmaması için bazı bölgeleri ekgibti. Bu yüzden, renkleri aynı olsa da her birinin dönüştüğü hayvana göre zırhları farklıydı. iki tanesi çelimsiz ama kaslı bir görünüşe sahipti. Ortalarındaki melez ise en tehlikeli görüntüye sahip olanıydı. Çok çevik ve güçlü görünüyordu. Çevik olanı, Aurel'e "bana yalan söyleme pis ruhsuz. Bu köyde bir ruh taşı bulunduğunu biliyorum. Ya taşı kolayca bize verirsiniz, ya da buradaki herkesi öldürür ve onu biz buluruz" dedi. Aurel "Burada savaş çıksın istemiyorum, ancak bana inanmalısınız. Köyümüzde ruh taşı yok. Hem ruh taşı olan birisi bu köyde ne arasın? Gider, taşı toprak kabilesinde satar ve orada rahat bir hayat sürer" dedi. Terberis, Hyuna'nın ve Vexus'ın gözlerinin kendisininkilerle buluştuğunu gördü. Taştan sadece onların haberi vardı ve oonlar melezlerin buraya gelmesinin sebebinin, Terberis olduğunu biliyorlardı. Belki de onu suçluyorlardı. Çevik melez konuştu "Zırvalamayı kes. Taşı vermek için gün doğumuna kadar vaktiniz var. Verdiniz, verdiniz. Vermesseniz, en yaşlısından en gencine, sırasıyla herkesi öldürecek ve burayı yerle bir edeceğiz" diyerek o sırada onun sinirlenmesiyle coşmuş ve hırlamakta olam tazısını çevirdi ve diğerleri de onu takip etti. Gözden kaybolmuşlardı. Terberis onların nasıl olup da taş hakkındaki bilgiye ulaştıklarını merak ediyordu. Taşından vaz geçmek istemiyordu. O taş ona ailesinden kalan tek şeydi. Köyün büyükleri, orayı üç tane meleze karşı savunabilecek güçteydi. Ama melezler takviye ile gelirlerse köyün hiç bir şansı kalmayacağından o duruma düşerlerse, her ne kadar istemese de taştan vaz geçmesi gerektiğini biliyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 3.
    +7
    Uyanış part 2


    Herkes dağılmıştı. Sadece melezlerle savaşabilecekler kalsın demişti Aurel. Vexus kalmak istese de zorla onu kovmuşlardı. Sabah vakitlerinde birden yaşlı bir kadının sesi herkesi çadırından dışarı çıkarmıştı. Melezlerin saldırmaya cüret edemeyeceklerini düşünmüşler ve yanılmışlardı. içlerinden birini yakalamış ve taşı almazlarsa boğazını keseceğini söylüyorlardı. Terberis kimi yakaladıklarını görmek için parmak uçlarına kalktı ve şok oldu. Yakaladıkları kişi Hyuna'ydı. Bağırıp çağırıyordu. Çevik melez elinin iki parmağını pençeye dönüştürmüş ve Hyuna'nın boğazına dayamıştı. "Taşı verin, yoksa kadın ölür!" dedi. Terberis istemsizce boynundaki taşa uzandı. Taş yine hafiften parladı ve onu anlıyormuş gibi yaptı. Ancak o an bir şey oldu ve melezlerin üçü birden tazılarını etrafa çevirerek bir şey aramaya başladılar. "O burada. Burada bir yerlerde. Birinizin yanında." dedi çevik melez ve hiç bir uyarı olmaksızın, hyuna'nın boğazını parçaladı. Birden sessizlik çöktü.

    Terberis için zaman durmuştu sanki. Etrafında olan biten hengamenin farkında değildi. Aurel'in bağırarak büyü yapmaya başladığının, köyün gençlerinin kılıçlarına ve oklarına davrandıklarının, melezlerin dönüşüme başladılarının, Vexus'un gözleri dolarak saldırı büyülerini yapmaya çalıştığının farkında değildi. içinde çok büyük bir acı vardı. Eğer ilk geldiklerinde taşı verseydi, şu an Hyuna ölmemiş olacaktı. Ona bakan, büyüten, yediren ve içiren kadın. Hyuna'nın kendisi yüzünden öldüğü düşüncesi içinde bir alev uyandırdı. Bunun sorumlusu kendisi olduğu kadar, o melezlerdi de. Onların ölmesini istiyordu. Bunu düşündüğü anda bir şey oldu. Vücudu değişmeye başlıyordu. Önce görüşü güçlendi. Ardından, koku alma duyusu arttı. Hyuna'nın ölümü pgibolojik acıyı aşmış, her nasılsa fiziksel bir acıya dönüşmüştü. Kemikleri kırılıyor ve derisi yarılıyor gibi bir acı çekiyordu. Ellerine baktığında tırnaklarının olması gereken yerde kocaman pençelerin oluşmaya başladığını gördü. Ardından sırtı ve bacakları genişlemişti sanki. Tüm vücudunu saran bu acı düşünmesini engelliyordu. Düşünmek de istemiyordu zaten. Düşünürse aklına Hyuna'nın ölüm anı geliyordu. Kendisini fiziksel acıya teslim etti ve dönüşümü tamamlandı. Dışarıdan bakıldığında yarı insan, yarı ayıydı.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 4.
    +7
    Spirtus Proelium

    Vexus sinirinden düşünemiyordu. Tek yapmak istediği şey, o melezlere Hyuna'nın ölümünü ödetmekti. Nasıl ve hangi büyüleri kullanarak bunu başaracağını bilemiyordu. Ustaları Aurel, onlara kendi deyimiyle "temiz büyüler" öğretmişti. Vexus "karşımızda bir melez veya bir saldırgan, bize karşı yasak lanetler ve büyüler kullanırken, senin öğrettiğin bu temiz büyüler ne işimize yarayacak. Bunlar çocuklar için büyüler. Bize gerçek lanetleri, karşımızdaki düşmanı şok edecek büyüleri öğret" dese de Aurel her zaman onları kendi gibi "pısırık" yetiştirmeye çalışmıştı. Vexus'a göre karşındaki düşman sana ne kötülükler yapacaksa, sen de en azından aynı seviyede cevap vermeliydin. Bu yüzden, yasak lanetler, gizli tılsımlar ve tehlikeli büyüler, her zaman Vexus için en önemli şeylerdi. Kullanabildiği en zarar verici büyü, istediği noktaya yumruk büyüklüğünde, hedefe değdiği zaman kavuran bir enerji dalgası yollamaktı. Bunu kendi kendine icat etmişti. içindeki enerjinin, hedefine doğru yönlendirdiği ve bileklerinin iç tarafından birbirlerine değen ellerinin içinde toplanmasını sağlayıp, birden serbest bırakarak seri bir şekilde hedefini vurmasını sağlıyordu.

      Bu yöntemi Aurel'e göstermiş ve kızmasını beklerken, onun beğenisini almıştı. "Fazla zararlı olmayan ve yemek için hayvan avlama işinde kullanılabilir bir büyü" demişti Aurel. Ama Vexus uygulayamasa da çok daha gelişmiş bir lanet biliyordu. Bunu Aurel'in onları yaklaştırmadığı sandığındaki bir kitaptan gizlice okumuştu. Hemen nasıl yapıldığını öğrenmiş, ancak denemeye fırsatı olmamamıştı. Tanıdığı kimse üzerinde deneyemezdi, çünkü bu lanet sadece melezlere karşı işe yarıyordu. Lanet yapıldığında, melezlerin içlerinde bulunan ve birbirlerine kin güden ruhların, savaş haline geçeceği ve kendi ruhları içinlerinde savaşmaya başlayan melezlerin, inanılmaz bir acı çekeceği, hatta lanet uzun süre uygulanırsa, ölebilecekleri yazıyordu. Tek kötü tarafı laneti uygulayan kişi, uyguladığı süre boyunca tamamen odaklanmalı ve hiç kıpırdamamalıydı. Yani karşınızda birden fazla rakip varsa, bunu uygulayamazdınız.

      Vexus Hyuna'nın ölümü ardından saniyeler içinde ne yapacağına karar vermişti. Ancak öncesinde köyün baş büyücüsü ve kendisinin ustası olan Aurel'in neler yapacağına bakmak istedi. Eğer Aurel onları alt ederse, enerji dalgası büyüsünü suratlarına atarak, onlardan öcünü alacaktı. Eğer Aurel zor durumda kalırsa, kimseye böyle bir lanet bildiğini göstermek istemese de mecburen "ruh çatışması" lanetini kullanacaktı. Ancak dehşetle fark etti ki Aurel gerçekten de çok komik derecede güçsüz büyüler yapıyordu. Düşmanın yolunu engellemek için enerji duvarları oluşturuyor, onlara gözbağı büyüsü uygulayarak, hayal görmelerini ve sabit kalmalarını sağlayıp, çakra hapishanesine kapatmaya çalışıyordu. Vexus'a göre Aurel'in yaptığı en iyi hamle, en başta yaptığı dev tazıları uyutma büyüsüydü. Çünkü onlar sahiplerine bağlama büyüsü ile bağlanmış olan hayvanlardı ve sahiplerinin akıllarından geçirdikleri şeyleri hemen uygulamaya koyulacaklardı. Tazı tehlikesinden kurtulmuş olsalar da üç melez hala etrafa ölüm saçıyordu. içlerindeki en çevik ve en güçlü görüneni hem hava elementinden bir atmacaya, hem de su elementinden bir timsaha dönüşmüştü. Kanatlı, pençeli, kıllı, güçlü ve uzun çeneli bir yapısı vardı. Bir insan boyu yükseklikte, sırtındaki zırhın boşluklu bölgesinden dışarı fırlamış kocaman kanatlarıyla etrafta hızlıca uçuyor, elinde tuttuğu uzun ve ince kılıç ile altındaki köy halkının büyü gücünden yoksun, mızrak ve tırpanları ile köyünü savunmaya gelmiş gençlerine saldırıyordu. Yaşı onyediden fazla olmamasına rağmen, tüm vücudunu dönüştürebilmişti.

      Melezler, kendileriyle savaşmak için kurulmuş olan Spritualem'e gitmemiş olduklarından, büyü güçleri normal büyücülere ve druidlere göre iki kat fazla olsa da, bu güçlerini okulda büyü kullanmayı öğrenenler kadar iyi kullanamıyorlardı. Bu yüzden daha çocuk yaşta dönüşüm yapmaya başlayıp, erken yaşta bunu tam anlamıyla kullanabiliyorlardı. Bildikleri büyüler sınırlıydı. Saldırırken çoğunlukla kara büyüler kullanıyor olsalar da savunma büyüleri en çok işlerine yarayan büyü türüydü. Zaten düşmanını alt etmek için büyü kullanmak zorunda değildiler. Çocukluktan beri bir yırtıcı olarak yetiştirildiklerinden, en tehlikeli yaratıklar kadar etkili bir taarruz yetenekleri vardı. Normal bir druid'in onsekiz yaşından önce tamamen dönüşmesi, görülmemiş bir şey olsa da, melezler için çok normaldi. Diğer iki melez bariz kardeşlerdi. ikisi de su elementinden kurbağa ve hava elementinden yarasaya dönüşmüştü. Bacakları kurbağa bacağı gibi çömelik, gözleri ise tamamen kapalı duruyorlardı. Sürekli açık olan ağızlarındaki dişler, insana korku salıyordu. Hiç bakmadan, arkalarından gelen bir saldırıyı görüyor ve saldırgan onları gafil avladığını zannederken çok seri bir şekilde dönüp zıplayarak, dişlerini avlarının boyunlarına geçiriyorlardı.

      Aurel, sürekli atmaca timsahı melezini engellemeye çalışıyor, hiç karşı atak yapmıyordu. Diğer melezlerden birini uzaklardan gönderilen ve büyü ile savuşturamadığı bir alevli ok yaralamıştı. Hareketleri yavaşlamış, daha tahmin edilebilir olmuştu. Vexus "işte şimdi tam zamanı" diye düşünerek ellerini o meleze doğrultup, enerjisini avucunun içinde topladı. O sırada Hayatındaki en büyük odaklanmayı gerçekleştiren Vexus, yarattığı enerji küresinin her zamankinden daha büyük olduğunu farketti. Hemen serbest bırakmayıp, daha da büyütmeye çalıştı ve bir insan kafası boyuna eriştiğinde hedefine ulaşmasını umarak, serbest bıraktı. inanılmaz bir çatırdama sesi çıkararak ellerinin arasından çıkan enerji dalgası, yaralı olan melezin açık olan ağzına isabet ederek, büyük bir patlama meydana getirdi. Kafası yüzlerce parça halinde etrafa saçılan melez anında ölmüştü. Kendi yaptığına hayret eden Vexus bu kadar güçlü bir büyü kullanabildiğine sevinmişti. Diğer melez yarasa halinde büyünün geldiği noktaya dönerek, kaynağını saptadı. Ancak Vexus kendine doğru döndüğünü düşünse de gözleri kapalı olan melezin kendisinden 3 adım sağa yöneldiğini farketti.

      Oraya doğru baktığında yarı ayı yarı insan bir druid gördü. Toprak druid'i olan bu yarı ayının üzerinde zırh yoktu. Hatta üzerindeki kıyafetler, dönüşüm geçirdiğinde yırtılmış olmalıydı ki, tamamen çıplaktı. Vexus, toprak kabilesinden gelmiş olabileceğini düşündüğü druid'in neden saldırmadığını, kendilerine yardım etmediğini anlamıyordu. Druid kendi pençelerine bakıyor ve hareketsiz duruyordu ama toprak kabilesinden bir druid'in varlığını farkeden yarasa kurbağası melez, geri adım atmaya başladı. Hem köyün güçleri hemde eğitimli bir toprak druid'ine karşı, iki melez kalmışlarken şansları olmadığını biliyordu. Bu sırada Vexus sol tarafından bir bağırtı duydu. Hemen o noktaya doğru döndü ve Aurel ile atmaca timsahı melezinin tamamen birbirine girdiğini gördü. Her nasılsa Aurelin savunma büyülerinden kurtulan melez, Aurel'i yere sermişti. Ve kılıcını havaya kaldırıp, üzerine doğru uçarak saldırıya geçmişti.

      Vexus, hiç düşünmeden bir yıl önce okuduğu laneti hatırladı. iki kolunu dirseklerinden kırarak göğüs hizasına getirdi, sağ avuç içi gök yüzüne bakarken, sol avucu yere bakıyordu. Meleze odaklanarak avuçlarını birbirine yaklaştırdı ve parmaklarını birbirine kenetlerken "spirtus proelium" dedi. Anında işe yaramıştı. Melez yavaşça insan formuna dönüşmüş, elindeki kılıcı yere düşürmüş ve acı içinde bağırmaya başlamıştı. Vexus onu acıdan bayıltana kadar devam etmek istemişti. Parmaklarının kenetlenmesini ve odağını bozmadığı sürece lanet devam edecekti. Ancak Vexus'a garip şeyler olmaya başlamıştı. Kendisi de acı çekmeye başlamıştı. "Belki de lanet için ödenmesi gereken bir bedeldir" diye düşünüp, laneti devam ettirdi. Ancak çektiği acı gittikçe artıyor ve hayat enerjisi tükeniyormuş gibi geliyordu. Acıya daha fazla dayanamayacağından parmaklarını ayırmaya çalıştı. Ancak her nasılsa parmakları birbirine kenetlenmiş ve açılmıyorlardı. Acı dayanma eşiğini çoktan aşmış olan Vexus, gözlerinden yaşlar süzülerek, avazı çıktığı kadar bağırmaya başlamıştı. Yardıma gelen insanlar onun ellerini birbirinden ayırmaya çalışsa da bunu başaramıyorlardı. Acıdan Vexus'un gözleri karardı. Her yer kap karanlıktı ve gerçek olan tek şey acıydı. "Ölmek istiyorum" diye düşündü. "Bırak öleyim" diye yalvardı. Sonra Aurel'in sesini duydu. Şarkı söyler gibi, eski lisanda konuşuyordu. Kadimlerin lisanında. Vexus bütün vücudunu saran acının hafiflediğini fark etti. Ardından bayılmıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 5.
    +7
    Toprak Kabilesi

    Terberis, şaşkınlıktan dolayı bir süre kendine gelemedi. Çok farklı bir durumdaydı. Görme, duyma, koku alma duyuları aşırı artmış olmasına rağmen, vücudunu hissedemiyordu. Kafasını, pençelerini, kollarını, bacaklarını hareket ettirmeye çalışsa da organları verdiği komutlara uymuyordu. Öylece heykel gibi kalmış, sanki başka birinin vücudunu kontrol etmeye çalışıyormuş gibi hissediyordu.

    Az önce olanlar, bir bir aklına gelmeye başladı. Bir melez Hyuna'yı öldürmüştü. Kendi kendine "Sonra ne oldu?" diye sordu. Cevabı bulamıyordu. Her şey çok önce olmuş, bitmiş ve unutulmaya yüz tutmuş gibiydi. O da artmış olan duyularını kullanarak, nerede olduğunu ve etrafında neler olduğunu anlamaya çalıştı. Bir sürü insanın bağırmasını, acı ile dolu çığlıklar atarak, yere düşmesini ve etraftaki kan kokusunu algıladı. Bu, Hyuna'nın ölümünden hemen sonrası olmalıydı. Şu anda köy halkı, melezler ile çarpışıyordu. Onlara yardım etmek için, hareket etmeye çalıştı. Ama nafileydi. Vücut organları hala en ufak bir hareket belirtisi göstermiyordu.

    O anda kargaşanın ortasında bir patlama sesi ve ardından yakınında bir yerde Vexus'un sevinç çığlığını duydu. Sonra her şey birden gerçekleşti. Vexus, büyülü bir söz söyleyerek bir şey yaptı. Terberis, ne olduğunu göremese de bunun işe yaradığını anlamıştı. Etraftaki sesler kesilmiş, sadece bir adamın acı dolu inlemeleri kalmıştı. Sonra Vexus da inlemeye başladı. ikisinin de inlemeleri, yerini kulak tırmalayan çığlıklara bırakmıştı. Zaten duyma yetisi normalin çok üstüne çıkmış olan Terberis'in kulakları, korkunç şiddette çığlıklarla dolmuştu. Sonra usta Aurel'in şarkı söyler gibi sesini duydu. Ne zaman eski lisanda konuşan birini duysa, üzerine bir rahatlık çöken Terberis, kendini müziğe bıraktı.

    Göz kapaklarının kontrolü kendisine geri gelmişti. Gözlerini de kapatıp, tamamen sese odaklandığında, vücudu yavaş yavaş eski haline dönmeye başladı. Dönüşüm tamamlanıp da, normal haline döndüğünde hemen yerde bilinçsizce yatan ve titreme krizi geçiren Vexus'un yanına koştu. O da ölmemeliydi. Ne gerekiyorsa yapardı. Terberis'in ailesi Hyuna ve Vexus'tu. Vexus'u da kaybederse yapayalnız kalacaktı. Gözlerinden süzülen yaşlara hakim olamadı. Kendini bildi bileli arkadaşı olan, beraber sayısız maceralar yaşayıp, sayısız badireler atlattığı, ailesi o daha yeni doğmuşken melezlerin toprak kabilesine saldırması üzerine savaşmaya gidip ölerek yalnız bıraktıkları Vexus, bu gün, burada ölmemeliydi.

    Hemen, kendisine getirilen kıyafetleri giyerek, Aurel'in neler yaptığına baktı. O yanına büyü ile iki kuş çağırmış, toprak kabilesine kuşlar aracılığı ile haber yolluyordu. işi bittiğinde gelip, Vexus'u kucağına alarak, kendine bağladığı dev tazıya bindi. Terberis'e de diğerine atlaması gerektiğini anlatan bir bakış attı ve tazının son sürat hareket etmesiyle birlikte toprak kabilesine doğru gitmeye başladı. Terberis, diğer tazının üzerine çıktığı anda tazı Aurel ve Vexus'un tazısının peşine düştü. Terberis de Vexus da, hiç toprak kabilesinin sınırlarından içeri girmemişlerdi. Kabile uzun, kalın ve derin bir kanyonun arkasında kalıyordu. Doğal korumaya sahipti. Eğer kanyonun girişini korursanız, düşmanın şehri ele geçirmesinin tek yolu havadan saldırmaktı. Onun için de kanyonun tepesine konuşlandırılmış nöbetçi askerler ve balista adı verilen, kocaman oklara sahip, yatay yaylar vardı.

    Tam sürat kanyonun altındaki geçite geldiler. Orada üzerlerine toprak ulusu arması olan, yeşil ve kahverengi kıyafetli dört savaşçının geçiş için izin vermesini bekledikten sonra kanyonun içine girdiler. Güneş ışığı burada etkisini kaybetmiş, akşamüstü karanlığında yol almaya başlamışlardı. Uzaklarda, şehrin kalesi ve kabile reisinin, sarayı olan Malkuth bütün ihtişamıyla, şehri tepeden gözetliyordu. Kanyondan çıkıp, şehrin iç kısımlarına geldiklerinde, Terberis hayatında ilk defa bu kadar fazla insan, hayvan ve eşyayı bir arada görüyordu. Şifacıların bulunduğu bölgeye giderlerken pazarın içinden geçmişlerdi.

    Her tarafta dükkanlar, ürünler ve alış-veriş yapmaya gelen insanlar vardı. En ucuz olan şeyler, aslında değerli olması gereken büyü, iksir ve kehanet için kullanılan madenlerdi. Bunların ucuz olmasının sebebi, toprak kabilesinin madenciliğinin çok yaygın olması ve bu madenlerin bol olduğu bir coğrafyada bulunmasıydı. Hayvancılık da yaygın olduğundan, et ve süt ürünleri de ucuzdu. Ancak şifalı bitkiler, halılar, kitaplar, ipekler ve şaraplar servet değerindeydi. Bunların hepsi diğer uluslardan, tüccarlar aracılığı ile gelen ürünlerdi. Bu kadar pahalı olmalarının sebebi hem diğer ulusların bunları pahalıya satması hem de tüccarların, bunları getirirken aldığı risklerdi. Her an yağma amacıyla bir melez saldırısı gerçekleşebileceğinden, bir sürü koruma bulundurmak, ıssız ve uzun bir rota kullanmak sebebiyle fiyatlar pahalıydı. Kitaplar ve değişik icatlar hava kabilesinden, şifalı bitkiler ve bazı iksirler su kabilesinden, halılar, ipekler ve şarap da ateş kabilesinden geliyordu. Aurel ve Terberis, pazarın baştan çıkarıcılığına kapılmadan yollarına devam ettiler.

    Şifacıların bulunduğu bölgede geniş bir alanda kurulu olan, üzerlerinde hangi hastalık ile ilgilenildiği yazılı onlarca çadır vardı. Üzerinde ruh yazan çadırın önüne geldiklerinde Aurel, Vexusu içeri taşıdı. Terberis de yanlarına girdi. Bu çadır, kokusu nedeniyle insanı içeri girdiğine pişman ediyordu. Kesif ve acı bir kokusu olan çadırın içi tertemizdi. Kokunun kaynağı pislik değil, başka bir şeydi. içeride bulunan şifacı kadın, Vexus'un halini görür görmez konuşmadan, hal ve hareketleri ile yatağı işaret ederek yatırılmasını ima etti. Yatakta baygın duran Vexus'un boynuna iki parmağını koydu ve çok kısa bir süre sonra hemen arkasından bir tas alarak, içine koyduğu bitkileri tahta bir alet yardımı ile dövmeye başladı. işlemi bitirdiğinde, tasın içerisindeki çamur kıvdıbına gelmiş ilacı Vexus'un ağzına döktü. Etki çok çabuk gerçekleşti. Vexus öksürerek uyandı ve korku dolu gözlerle etrafına baktı. Hala titriyordu ve rengi çok solgundu. Kadın görünüşüne göre çok yumuşak bir tonda, sakin olmasını ve getireceği şeyin dumanını içine çekmesini söyledi. Hemen çadırdan çıktı ve elinde balon gibi şişkin bir bitki ile geri geldi. Bitkinin mor yaprakları vardı ve ortasında, polenlerinin olması gereken yerde bir karış çapında daire şeklinde bir şişlik vardı. Şişliğin içi boştu ancak garip bir tıslama sesi ile tepesindeki delikten dışarı bir gaz yayılıyordu. Kadın, bu deliği Vexus'un burnuna tutarak, gazı solumasını sağladı. Gazı içine çekerken hala titremekte olan Vexus'un titremesi hemen kesildi ama ten rengi hala solgundu. Kadın bitkiyi yatağın yanına bıraktı ve "ruh bağının yetmediği bir büyü kullandığı için, ruhu tükenmiş" dedi. Terberis her zaman Vexus'un başına böyle bir şey geleceğini düşünmüş olsa da şok olmuştu.

    Aurel ustaları, Vexus'un kullanmaya çalışıp sonunun böyle olmasından korktuğundan, onlara kendilerini çok aşacak hiç bir şey öğretmemişti. Kadın yapılması gerekenleri anlattı ve Vexus'un iyileşeceğini söyleyerek çadırdan çıktı. Vexus, Aurel'e bakıp zar zor konuşarak "neden onlara saldırmadın. isteseydin hepsini altedebilirdin. Niye sadece savunma yaptın" dedi. Aurel "saldırı konusunda ne düşündüğümü biliyorsun Vexus. Dövüşmekten kaçabildiğim kadar kaçarım. Sizlere de bu fikri aşılamaya çalışsam da görüyorum ki hiç bir işe yaramamış. Sen saldırdın da ne oldu? Neredeyse kendi ölümüne sebep olacaktın. Ben onları etkisiz hale getirip, colostrum'a yollayacaktım. Son saldırısını gerçekleştirirken, dosdoğru kurduğum tuzağın içine giriyordu. Ama sen işe karışmak zorundaydın değil mi? Hem böyle bir laneti nereden öğrendin?"dedi. Vexus ağzını açmaya çalışınca "yalan söylemeye kalkarsan, boğaz çakrası sayesinde bunu anlarım" dedi. Vexus "senin sandığında bulduğum bir kitapta okumuştum." dedi. Pişman olduğu her yerinden belliydi "özür dilerim" dedi. Terberis, konuşmanın bittiğini fark edince, aklındaki soruyu sordu "usta, bana orada ne oldu?" Aurel gözlerini Vexus'tan, Terberis'e çevirdi ve "Hyuna'nın ölümü üzerine çok üzüldün, sinirlendin ve nasıl olduğunu, başka bir örneği olup olmadığını bilmediğim şekilde, tam bir dönüşüm gerçekleştirdin. Eğitim almadan, Druid olduğunu bilmeden, kimse tamamen dönüşemez." dedi ve "sanırım sen dışında" diye düzeltti. Bu konuşmaları ağzı açık dinleyen Vexus, Aurel'in konuşması bittiği anda hiç hasta değilmiş gibi sevinçle bağırarak "bir Druid olduğunu biliyordum" dedi.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 6.
    +7
    Ayı Pençe

    Terberis, ertesi günün sabah saatlerinde Vexus'un yanına kurduğu yatağında uyandı. Kendine geldi ve derin bir uyku çekmekte olan Vexus'a baktı. Önceki gün Aurel'in, Terberis'in bir Druid olduğunu söylemesi ardından hasta olmasına aldırmayıp, heyecanla hiç durmadan "dönüşüm nasıl bir his? Dönüşürken canın acıyor mu? Hayvan formundayken nasıl hissettin? Şu an dönüşebilir misin? Etrafı nasıl gördün? Kendi vücudun gibi mi hissettin?" gibi sorular soran Vexus haliyle yorgun düşmüştü. Bulut özü çiçeğinin şişliğine bakılırsa, az sonra uyandırılması gerekecekti. Terberis, odadaki o kesif kokunhn kaynağını bulmuştu. Bulut özü çiçeğinin saldığı gaz iğrenç kokuyordu. Çiçek, günde beş kere olgunluğa erip tamamen şişerek, ürettiği gazı üzerinde bulunan delikten salıyordu. Yapraklarından birisi tamamen kalkmış pozisyona geldiğinde, içindeki gaz bitene ve ortasındaki balon inene kadar tıslıyor, beş saat sonra tekrar başka bir yaprağın kalkması ile şişerek bu işlemleri tekrarlıyordu. Şifacı kadın, bu çiçeğin yaydığı gazın, insanın ruhunu güçlendiren bir gaz olduğunu söylemişti. Vexus beş gün boyunca, günde beş kere bu gazı içine çekecekti.

    Normalde bunu duyduğu zaman, Terberis'in tanıdığı Vexus'un yakınması gerekirken, o kadının söylediklerini pür dikkat dinlemiş ve bunları şimdiye kadar harfiyen uygulamıştı. Hatta kadın akşam son kez kontrole geldiğinde ona "bu bitkiyi her zaman kullanamaz mıyız? Yani iğrenç bir tadı olsa da kullandıktan sonra mükemmel hissediyorsun. Ruhunun güçlendiğini fark ediyorsun" demişti. Kadın ise "bulut özü çiçeğinin gazının öyle bir etkisi var. Zaten bu yüzden kullanman gerekiyor. Ancak şu anki şartlar altında beş günden fazla kullanırsan, çok güçlenirsin evet ama bağımlısı olur ve onu kullanmadan büyü yapamassın. Colostrum hapishanesindeki mahkumlara, bağımlı olana kadar zorla bu gaz koklatılır ve bağımlı olduktan sonra büyü yapamaz, dönüşemez hale gelirler" demişti.

    Önceki akşam yapması gerekn bazı işler olduğunu söyleyip onları burada bırakan Aurel hala dönmemişti. Terberis, bitkinin tısladığını görünce Vexus'u uyandırdı. Hemen bitkinin tısladığını fark eden Vexus, onu burnuna zütürüp çıkardığı gazı, tiksindiği her yerinden belli olan bir ifade ile balon inene kadar soludu. işini bitirdikten sonra hemen yanı başında duran bir sürahi suyu kafasına dikti.

    Akşam saatlerine kadar fazla konuşmadılar. O kadar fazla olay gerçekleşmişti ki Hyuna'nın ölmüş olduğunu, tam anlamıyla daha yeni kavramışlardı. Şifacı kadın Mirri, Vexus'un artık orada yatmasının gerekli olmadığını, isterlerse bulut özü bitkisini alarak ayrılabileceklerini söylemişti. Onlar da oradan ayrılmak için Aurel'in dönmesini beklediler.

    Güneş batıp da hava karardıktan sonra Aurel dönmüştü. Yanında da toprak ulusundan kırk yaşlarında, kahverengi, uzun saçları hafiften beyazlamış, güçlü bir görüntüsü olan bir adam vardı. Adam, Terberis'i andırıyordu. Aurel adamın kim olduğunu ve ona nasıl ulaştığını anlattı. Adamın adı Germoth'du ve Terberis'in amcasıydı. Bu bilgiler karşısında ne yapacağını şaşıran Terberis, ailesinin nerede olduğunu, kendisinin neden toprak ulusunun dışında bir köyde terk edilmiş olduğunu sordu. Germoth konuşmaya başladı

    "Senin baban, yani kardeşim Altor çok güçlü bir Druiddi. Yıllarca toprak kabilesini gelen saldırılardan korumuş ve daha yirmili yaşlarda kanyon korucularının başı olmuştu. Sayısız savaşta, sayısız melez alt etmiş ve Ayı Pençe lakabını almıştı. Hayvan formuna dönüşüp de saldırmaya başladığı zaman, adeta bir sanat iştirak ederdi. Toprak ulusundaki kadınlar tarafından en gözde erkek ilan edilse de, hiç bir kadınla işi olmadı. Yıllarca, çocukluktan beri sevdiği tek kadın olan, toprak ulusu reyisinin kızı, yani annen Olymph ile evlenmenin hayali ile yaşadı. Sonunda bir gün, her ne kadar uyarsam da reyisin huzuruna çıkarak kızını istedi. Reis çok sinirlenmişti. Kızına ne kadar düşkün olduğu, onu herkesten soyut bir şekilde yetiştirdiği bilinirdi. Orada bulunan muhafızlara, Altor'u öldürmelerini emretti. Ama oradaki beş druid muhafızın da onun karşısında hiç bir şansı yoktu. Muhafızlarının hepsinin Altor tarafından yenildiğini gören reyis, kızımı benden iyi koruyacak birisi varsa o da sensin. Olymph ile tek bir şartla evlenebilirsin. Hemen bir torun istiyorum dedi. Düğünler ve festivallerden sonra evlenmişlerdi. Ancak bir sorun vardı ki, aradan iki ay geçmesine rağmen, annen hamile kalmamıştı. Kadın bir Druid hamile kaldığı anda çocuğunun içinde olan antik canavar ruhuna göre gözleri, Toprak ise yeşil, ateş ise kırmızı, hava ise sarı ve su ise mavi şekilde parlar. Tabii senin ailen Toprak elementi taşıdığından yeşil parlaması gerekiyordu ama bu hiç gerçekleşmedi. Sonunda baban bir gün kutsal ormana gitti. Bir hafta sonra ikiz ay gününde elinde iki tane unicorn kalbi ile geri geldi. ikiz ay günü senin de bildiğin gibi, yılın ruhlarımız ile en bağlı olduğumuz, dolayısı ile en güçlü olduğumuz günüdür. Unicorn kalplerini yiyerek ilişkiye girdiler. Ama o gece birden uyarı boruları öttürülmüş, şehire melez saldırısı geldiğinin haberini verilmişti. Melezler, o güne kadarki en büyük saldırılarını gerçekleştiriyorlardı. ikiz ay gününde bizim güçlerimiz ikiye katlanıyorsa, onlarınki dörde katlanırdı. Baban anneni bırakarak savaş meydanına geçti. Unicorn kalbi yediği için, her zamankinden güçlüydü. Ordular birbirine girerken, Altor'un saldırdığı Melez kanadı büyük kayıplar vermişti. O gece tek başına on güçlü melez gücünde savaştığı söylenir. Sonra savaş meydanında Ruh yiyen Alevkanat Drakh'tar adlı melezin kardeşi, Ruh yiyen Kılıçkol Drakh'mar ile duelloya tutuştu. Altor, bir peygamber devesi ve şahin Melezi olan Drakh'mar'ı, ağır yaralar almış olsa da öldürmeyi başardı. Yüz yıllardır Dünyamıza korku salan en güçlü melezlerden birini katletmişti. Sonra hiç beklemediği bir anda, yukarıdan, alev alev yanan kanatları ile Drakh'tar saldırdı. Üzgünüm ki o gece boynundaki unicorn zayıflatma işareti olan kardeşimin, ruhunu çekti. Melezler ağır kayıplar verdikleri bu savaştan, geri çekilmek zorunda kaldılar ve annenin karnı, o gecenin ardından büyüdükçe büyüdü. Sana hamileydi. Seni doğurduktan bir ay sonra, onu intahar etmiş olarak bulduk. Boynundaki ruh taşı kolyesi ve sen ortalıkta olmadığın için, cinayet sandık. Yıllarca seni aradım. Ama seni toprak kabilesinden dışarı çıkarmış olabileceğini düşünmüyordum. Bütün muhafızlara, Olymph'in dışarı çıkıp, çıkmadığını sorsam da hiç biri öyle bir şey görmediklerini söyledi. Sanırım onlara bir şekilde göz bağı uygularayak dışarı çıkmış ve seni o köye bırakmış. Ardından da, Altor'un ölümünden sonra kendine gelemediği için intahar etmiş." dedi ve "kolyene bakabilir miyim?" diye ekledi.

    Germoth'un konuşması bitene kadar pür dikkat onu dinlemiş olan Terberis, bu istek karşısında konuşamadan kolyesini çıkarıp gösterdi. Kolyeyi ve ruh taşını inceleyen Germoth "Evet. Bu kesinlikle o taş. Sen Altor'un oğlusun" dedi. Hüzünle "Onun gibi bir ayıya dönüşebildiğini duydum" diye ekledi. Terberis "evet sanırım öyle" dedi. Öğrendiği bilgiler çok fazla gelmişti. Şu an bunları kaldıracak güçte değildi. Aurel'e dönerek "Mirri buradan gidebileceğimizi söyledi. Hyuna'nın cenazesine gitmek isiyorum" dedi.

    Terberis, Vexus ve Aurel köylerine doğru yola çıktılar.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 7.
    0
    Rez kardeşim sardı
    ···
  7. 8.
    +1
    Oo fantastik. Alırım bi dal
    ···
  8. 9.
    0
    Reserved
    ···
    1. 1.
      0
      Kardeşim beğendiysen, burada ve wattpad de oylama yaparsan daha çok kişiye ulaşmış olurum. Bu sayede çok daha şevkli yazacağımdan daha hızlı ve güzel bir anlatımım olur. Şimdiden teşekkürler.
      ···
  9. 10.
    0
    Yallah wattpad e
    ···
  10. 11.
    0
    Rez yavuşek
    ···
    1. 1.
      0
      Kardeşim beğendiysen, burada ve wattpad de oylama yaparsan daha çok kişiye ulaşmış olurum. Bu sayede çok daha şevkli yazacağımdan daha hızlı ve güzel bir anlatımım olur. Şimdiden teşekkürler.
      ···
  11. 12.
    0
    Bro muhteşem bir hikaye
    ···
    1. 1.
      0
      Kardeşim beğendiysen, burada ve wattpad de oylama yaparsan daha çok kişiye ulaşmış olurum. Bu sayede çok daha şevkli yazacağımdan daha hızlı ve güzel bir anlatımım olur. Şimdiden teşekkürler.
      ···
    2. 2.
      0
      Tamada yeni part yokmu ?
      ···
    3. 3.
      0
      Halen bekliyorumda *
      ···
      1. 1.
        0
        Her gün en azından 1 part giriyorum. Şu an finallerim var ve yine de günlük 2 part gireceğim.
        ···
    4. diğerleri 1
  12. 13.
    0
    Reserved
    ···
  13. 14.
    0
    Rezervasyon
    ···
  14. 15.
    0
    Rezerve
    ···
  15. 16.
    +1
    Unicorn

    1. ## Bilgilendirme ; Demonlar, iblisler olarak değiştirildi ###

    Vexus, at sırtında yolculuk yapmaktan yorulmuştu. Hala tamamen iyileşmemiş olan ruhu yüzünden, sürekli biktin bir haldeydi. Hiç bir şekilde aksatmadan bulut özü bitkisinin gazını solumuş, iyileşeceği zamanı sabırsızlıkla beklemeye başlamıştı. Hayatı boyunca sabırlı bir yapısı olmadığını bilen Vexus, Spirtus Proelium lanetinden sonra bu huyunu değişirmeye karar vermişti. Özellikle, Terberis'in ailesinin de aynı kendi büyücü ailesi gibi, Melezler tarafından katledilmiş olması onu kendine getirmişti. Bu bir oyun değildi. Gelişmeli, hiç kimsenin güçlenmediği kadar güçlenmeli ve Melezlerin hepsinin kökünü kazımalıydı.

    Eskiden kendisini güç uğruna her şeyi yapabilecek birisi olarak tanımlardı. Ancak şu an, intikam için yapamayacağı şey olmayan birine dönüşmüştü. Güçlenip, intikam alabilmesi için aklına gelen her yöntemi uygulayacaktı ve sabırlı olacaktı. Güce giden yol kolay, kısa ve güllerle dolu bir yol değildi. Her hatasından ders çıkarmalı ve sürekli çalışmalıydı. Toprak kabilesinden ayrıldıklarından beri Terberis'in ruh halinin ne kadar kötü olabileceğini düşünüyordu. Babası sadece öldürülmemiş, ruhu çekilmişti. Altor'un normalde yaşayacağı günlerin hepsi Drakh'tar denilen Meleze geçmişti. Terberis'in yüz ifadesinden neler düşündüğünü anlamak imkansızdı. Donuk ve düşünceli bakıyordu etrafa. Vexus, "acaba o da benim gibi intikam planları mı kuruyor? Köye gittiğimizde yapmayı planladığım şeyi ona anlatsam mı?" Diye düşündü. Ancak sonradan bu planından Terberis'e bahsetmenin iyi bir fikir olmayacağını düşündü. Terberis "beyazdı" ve "intikam için bile olsa biraz grileşmek" fikri, onun için imkansızdı.

    Aurel önde, Vexus ve Terberis arkasında, köye yaklaştılar. Hala o çarpışmanın izleri etraftaydı. Köy halkı cesetleri kaldırmış olsa da kanları temizleyecek vakit bulamamışlardı. Aurel, Vexus'un tam olarak anlayamadığı bir tonda bir şeyler söyledi ve kanlar temizlendi. Terberis'in gözleri, Hyuna'nın boğazının kesildiği yere sabitlenmişti. Vexus onu rahat bırakması gerektiğini düşündü. Son üç günde çok fazla şey yaşamışlardı ve kendisi de yalnız kalmak isterdi. Çadırlarına geçtiler. Gece vaktiydi ve sabah olduğunda mezarlığa gitmek için anlaştılar. Vexus, bir süre bekledi, bulut özü bitkisinin gazını soludu ve harekete geçti.

    Çok sessiz hareket etmeye özen göstererek çadırından çıktı. En ufak bir çıtırtı dahi ççıkarmadan çadırlardan uzaklaşabilmişti. Kutsal ormana doğru hızla yürümeye başladı. Gece karanlığında önünü göremediğinden etrafı aydınlatmak için sol elini hafif soğuk olan havada gezdirdi ve birden, bir şey yakalarmış gibi yumruk yaptı. Üç metre önünü gösteren bir ışık saçıyordu eli ve gözlerinin aydınlığa alışması biraz zaman aldı. "Aurel'in öğrettiği en aydınlık büyü de bu" diye aklından geçirdiğinde sinirleri bozuldu ve gülümsemeye başladı. Şu an yapmaya çalıştığı şey duyulsa, bir yıl hapise atılırdı. Ama bunu göze almıştı. Madem Melezler bunu kullanarak güçleniyordu, o da güçlenmeliydi.

    Kutsal orman sınırına geldi. Eğer elindeki ışık olmasaydı buradan sonra burnunun ucunu bile göremezdi çünkü koca ağaçlar, ayın bulutların arasından süzülen ışığını hiç bir şekilde geçirmiyordu. Rüzgarın, kulağına yaptığı oyunlar yüzünden takip ediliyormuş hissine kapılıyordu. Daha hızlı hareket etmesi gerektiğinden bir daha etrafını kontrol etmeden yoluna devam etti. Yeterince derine geldiğini düşündüğünde, derin bir nefes aldı. işe yaramasını umarak ellerini göğsüne, kalbinin hizasına getirip işaret ve baş parmaklarını birbirine değdirerek, ellerinin arasında bir üçgen şekli oluşmasını sağladı. Ardından odaklanıp, "Terminus Animalia" dedi. Hiç bir şey olmamıştı. Tekrarladı "Terminus Animalia" yine bir şey gerçekleşmedi. Büyük ihtimal ruhunu yeterince toplayamamıştı. Hala içten içe hastaydı. Bütün gücü ile odaklanıp, bağırarak tekrarladı "Terminus Animalia" ve olmuştu. Kendisini çok bitkin hissetse de büyüyü gerçekleştirmişti. Dengesini kaybedip yere düştü. Gözleri kararıyordu ve bayıldı.

    Kendisine geldiğinde yorgunluktan gözlerini bile açamamıştı. Biraz sonra vücudunu hissetmeye başladı. Gözlerini açmadan söyleyebildiği kadarı ile hava aydınlanmıştı. Ve tırtıklı, ıslak bir şey yüzüne değiyordu. Bir yaratığın onu yaladığını farkettiği an bir korku vücudunu sardı ve bu korku sayesinde yattı yerde dikilebildi. Kendisini yalayan şey, bir unicorndu. Bembeyaz tüyleri, insanı mest eden bir şekilde parlayan yelesi ve spiral şekilde alnının ortasından çıkan boynuzu ile Vexus'un karşısında duruyor, gözlerini ona dikmiş, bakıyordu. Vexus ona gülümsediğinde, unicorn üst dudağını kaldırıp, dişlerini göstererek karşılık verdi. Vexus zar zor ayağa kalktı ve unicornun yanına gitti. Unicorn onun geldiğini görünce kaçmadı, tersine ona yaklaştı, kafasını eğdi ve Vexus'un onu sevmesine izin verdi. Yelesinin ipek gibi bir yapısı vardı ve Vexus'a elinde tuttuğu, parmaklarının arasından akan bir su gibi hissiyat veriyordu.

    Unicorn o kadar güzel ve o kadar uysaldı ki Vexus bir an için böyle bir şeyi asla yapamayacağını düşündü. Sadece küçük bir an için tereddüt etti ancak, kendine "intikam için yapamayacağım şey yok" diyerek, yanında getirdiği bıçağı çekti ve unicornun boğazında inca bir kegib açtı. Bıçağı keskindi ve onu çok seri hareket ettirmişti. Yarım bir saniye boyunca hiç bir şey olmadı. Sonra birden o kesiğin bulunduğu yerden kovadan dökülürmüş gibi çok kıvamlı, gümüş renkte ve cıva kıvamında bir sıvı boşaldı. Unicorn titredi ve önce dizlerinin üzerine, sonra onlarda da güç kalmayınca yere düştü. Vexus, bu görüntüye daha fazla bakamadı çünkü unicorn ölürken çok tiz bir ses çıkararak ağlıyordu. Unicorn'un gözlerinden yaşları gören Vexus'un gözlerine bir yanma hissi geldi. Gözlerini kırptığında, ikisinden de birer yaş süzüldü. Kendi kendine "Yapılması gerekiyordu. Bunun yapılması gerekiyordu" dese de daha fazla dayanamayıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

    Hayvan tamamen hareketsizleşene kadar ağlaması durmuştu. Kendini iyice halsiz hissediyor ve tüm bunların Melezlerin suçu olduğunu söylüyordu. Ardından ayağa kalktı ve hayvanın göğsünü parçalamaya başladı. Kalbine ulaştığında elinde tutuğu şey sanki canlıymış gibi sıcacıktı. Yaydığı enerjiyi hissedebiliyordu. Hemen bağlantılarını kesti ve kalbi oracıkta çiğ çiğ yedi.

    Her ısırıkta enerjisi yerine geliyor, sanki kendisi yemiyor da ruhunu besliyormuş gibi hissediyordu. Bitirdiğinde kolundaki ve elindeki damarların kan dolduğunu, kaslarının gücünün arttığını ve kalbinin korkak bir tavşan kalbi kadar seri attığını fark etti. Şimdi sırada unicorn'u gömmek vardı. Eğer birisi ormanda ölü ve kalbi çıkarılmış bir unicorna rastlarsa, bir sorun ortaya çıkabilirdi. Elini boynuna zütürdü ve kulağının dört parmak altında, eskiden olmayan bir çıkıntı hissetti. Unicorn kalbi yediğinin işaretini artık ölene kadar taşıyacaktı. Gömme işlemini tamamladıktan sonra köye dönerken yoldaki bir derede üzerini temizledi ve yanında getirdiği kumaş parçasını boynuna bağladı. Köye döndüğünde direkt olarak mezarlığa gitti ve ölülere taziyelerini sundu. Hyuna'nın mezarının başında Aurel ve Terberis'i gördü.

    Yanlarına gitti ve içinden "Senin öcünü alacağım. Ailemin ve Terberis'in ailesinin ölümlerini onlara ödeteceğim. Ve yapacağım son şey olsa bile Drakh'tar'ı bulup, öldüreceğim"
    Tümünü Göster
    ···
  16. 17.
    0
    Beyler wattpad'de de takip ederseniz iyi olur, önce oraya yazıyorum.

    https://www.wattpad.com/story/94987412-spiritualem
    ···
  17. 18.
    0
    Bro günlük dizi gibi olması gayet güzel olur ama 2part deilde 3 part elinden fazlası da geliosa doyurucu olur ama 3 iyidir
    ···
    1. 1.
      0
      Kafamda ana kurguyu hazırlamış olsam da özel isimler, karakterlerin olaylardaki düşünceleri, bulut özü çiçeği gibi şeylerin nasıl işleyeceğini falan yeri geldikçe yazmaya çalıştığımdan, bir partın ön düşüncesi 1 saati alıyor. Yazması da yarım saat kadar tuttuğundan günlük en fazla 2 çok zorlarsam 3 part girebilirim. Finallerim 12sindd bittiği için, o tarihten sonra günde en az 3 part girerek ilk kitabı bitiririm inş.
      ···
    2. 2.
      0
      inş kardes sınavda bol şans
      ···
  18. 19.
    0
    Deri tayt giyenler okulu da olsun
    Övgüleriniz ve sövgüleriniz için
    (bkz: kunduranizigiberim)
    ···
  19. 20.
    0
    rezervasyon
    ···