/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +15 -2
    eklem ağrısı
    diz ağrısı
    bel ağrısı
    boyun fıtığı..
    kıl dönmesi
    bel fıtığı..
    ayak kokusu
    sedef
    egzema
    sünüzüt..

    tüm sorunlarınıza derman olacak bir hikaye ...

    Kireçlenmeye faydası yok ... onu baştan söyleyelim..

    Edit:Teşekkürler 12 kişi beğenmiş.Şu ülkede birilerine bir şeyler anlatabilmek çok zor amk. Beğendirebilmek daha da zor.
    Eyvallah...
    ···
  2. 2.
    +3
    Sabırsızsın biliyorum…

    Beynin , künefe dolu tepsiyi artistik bir hareketle çevirmeye çalışırken deviren teyze videosu seyredip buna seri bir şekilde tepki vermek istiyor farkındayım;ama acele etmeyin.

    Baştan söylemeliyim küfrün ve özlü sözün dibine vuran hatta b.kunu çıkartan bir hikaye olacak.. Eğer buradaki sevilen, beğenilen, ilgi gören uzun hikayeleri okuduysanız, bir çok küfür kulağınıza tanıdık gelecek.Bu hikayede bir çoğuna selam çakmayı düşünüyorum.. Aykut Kocaman’ın Beşiktaş’la oynanan kupa maçında bahanelerin ardına sığınma konusunda boyut atladığı gibi burada “taç hırsızlığı” var diye düşünmeden edemeyeceksiniz ;fakat hikayeyi tamamlayabilirsem ve bir sonuca bağlayabilirsem yaptığım kolaj sayesinde inanın küfür hazneniz genişleyecek..IQ seviyeniz tavan yapacak ve kulaklarınızdan fışkıracak !…Eğer biraz sakin olup okumaya devam edebilirseniz yeni bir şeyler de öğreneceksiniz s.ktiğimin hayatında emin olun …
    ···
    1. 1.
      0
      anlat panpa sen yaz okuyacam ben bitince
      ···
  3. 3.
    +5
    Uzun bir yazı olacağını sezip , okuyanı g.tünden s.ksinler demek için son hazırlıklarını tamamlayarak , q klavyesinin tuşlarına dokunmak üzere uzanan parmakları, hayatı boyunca Ömer Seyfettin’in kaşağı hikayesi haricinde bir şeye dokunamamış incici sen ufaktan uzayabilirsin.. Neden biliyor musun?.Çünkü hayatım boyunca ,görmekten nefret ettiğim, etrafta öylece dolanmasından tiksindiğim bir tip varsa o da hiçbir şey üretememesine, hiç bir şey yaratamamasına, sorgulayamamasına rağmen hayatını bir şeylere tak atmaya adamış ve bu uğurda heba etmiş olan insan tipidir.Bu tarz insanların etrafındaki görüş açılarını maskeleyen dev aynaları, sorgulayan, düşünen,yaratan insanları görmelerini engeller, görüş açılarını sıfıra indirir, bu kibrini s.ktiğim yav. aklar işte bu kör noktaları göremezler. Görebilen insanlarla karşılaştıklarında da maç esnasında ta.aklarına top çarpmış futbolcu sancısı çekerler. Dediğim gibi az sonra okuyacaklarınız bir çok hikayede duyduğunuz çalıntı cümleler, çalıntı küfürler, çalıntı karakterler, çalıntı düşünceler içerir. Hayal gücü de bunu gerektirir amk. Sürekli hayattan bir şeyler çalmalı ve bu çaldıklarını değerlendirebilmelisin..
    Eğer şu hayatta hiçbir şey çalmadığını düşünüyorsan neden kitap okuyorsun ki ?.. Bir kitap okuduğunda bir insanın düşüncesini çalmıyor musun ?..veya mükemmel bir müzik dinlediğinde bu benim şarkım,bu bizim şarkımız amk , diyerek onu sahiplenmiyor musun? Elindeki cep telefonundan, bindiğin arabaya, yediğin yemekten ,içine s.çarken üzerine oturduğun klozete kadar her şey çalıntı değil mi ? hayatında...

    Bu da köküne kadar çalıntı bir hikaye işte.

    Anlayabilene!!!
    ···
  4. 4.
    +2
    Ayakkabılarınızı çıkardıysanız şöyle buyrun…



    “Hayatı çok da ciddiye almamalı daha canlı kurtulan olmadı” dedi.
    Evet çok ciddiye alıyordum; ama “kabilesini gibeyim lan bu ızdırabın” dedim. Brokoli gibi hissediyordum , sağlıklıydım; ama tadım tuzum yoktu. Eskimiş boxerdan fırlamış bir y.rak gibiydim adeta..iki dakikalık keyfim pi.in yüzünden buz görmüş t.şşak gibi çekilmişti.(bknz ya..ak s.ken kelebek *

    “Kardeş bende hipermetrop var biraz uzakta dur.”dedim. Sürekli olarak, özlü sözler söyleyerek, felsefe yaparak, orta saha pres altındayken göbeğe oynamaya devam ediyordu.
    Kafasını karıştırmak için :
    “Hepimiz salgı bezleri, kimyasal maddeler ve biraz da sabah kahvaltılarında yediğimiz şeylerden ibaretiz aslında ”değil mi? diye sordum i.neye.
    “Ortamı antik yunan dönemine çevirdiler. Herkes felsefeci am. koydumunun yerinde.”diye cevapladı.
    “Senin kalibreni ölçünü ayarını s.kiyim lan.Şu hayatta bir kerede sıradan bir cümle kur” diye azarladım i.bneyi ,ellerimiz ceplerimizde titreyerek üst geçitte ilerlerken.
    “Üstüne ne kadar palto giyersen giy, cebinde paran yoksa üşürsün” dedi.
    ···
  5. 5.
    +3
    Cebimizde beş kuruş para yoktu gerçekten de.Saçlarımdaki karları silkelerken bunun ne kadar da doğru olduğunu düşündüm. Cebimde sadece iddaa’dan 5 liraya 500 tutturduğum ve kötü günler için sakladığım bir kupon vardı. Herkes bir yerlere gidiyordu. Etraf kendini farklı sanan aynılarla doluydu. Uzakta bir fest food dükkanının önünde gö. tünü büyütmezse ölecek hastalığına yakalanmış insanlar sıra bekliyorlardı. Hepsi benim için uzayda yer kaplayan birer cisimden ibaretti.Ülke adeta “walking dead”e dönmüştü amk. Beynini süs olarak taşıyan insanlardan çok sıkılıyordum.Kar yağmaya, rüzgar esmeye devam ediyordu ve Dilberay ile Hipopotam karışımı bir kadın ağzındaki sigarası ile karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. Günün bu saatlerinde canım her zamankinden çok sıkılıyordu.Üst geçitte durduk. Aşağıdan geçen arabalara bakarken bizim Aristo’ya dedim ki:
    “Bu akşam içelim mi lan kafaları dağıtırız?”
    “Üzüldüğümüz kadar içeceksek paramız yetmez”dedi
    “Ya senin içine çektiğin oksijenin her metreküpünü s.kiyim. 500 liralık tutmuş kupon var cebimde lan işte. Gider ezeriz”dedim. Bunları söylerken arka fonda Eye of te Tiger çalarken çimento torbaları taşıyan Rocky Balboa gibi gaza gelmiştim.

    “Dostoyewski: “Dünyanın en zor hissi, kendini ait hissetmediğin bir yerde bulunma zorunluluğudur”demiş, dedi bizim Friedrich Nietzsche’nin ruh öküzü!!
    “Ne yapmış amk koduğumun Dostoyewskisi? Düğüne mi gitmiş amk?” diyerek Twitter’dan alıntıladığım bir kontra atakla cevaplayarak, ayaklarımızın altında hareket eden şehri seyretmeye devam ettim.
    Gülümsedi. Felsefi de olsa gülümseyebiliyordu.
    “A.ına rövaşata attığımın delisinin gülümsemesi bile felsefi”diye düşündüm. Türünün tek örneği olduğunu düşünüyordum. Evet,felsefi gülüşüyle beni farklı düşüncelere daldıran dostum Sokrates, milattan önce 11.000 yıllarında nesli tükenmiş bir mikroorganizmaydı ;fakat ne yapayım seviyordum peze. engi..
    ···
  6. 6.
    +1
    Bir üst geçitte, ayaklarımızın altında akmaya devam eden bu şehri, yaşayan nefes alıp veren insanların olduğu bir mezarlığa benzetiyordum. Eğer bir karınca ölürse diğer karıncalar onun öldüğünü fark etmez, sanki o karınca yaşıyormuş gibi ya da hiç yokmuş gibi yanından geçip giderlermiş. Ta ki üçüncü güne kadar. Eğer karınca yuvada ölmüşse üçüncü gün bir başka karınca onu yuvanın hemen dışındaki çöplüğe kadar yuvarlarmış. Peki neden hemen değil de üç gün sonra? çünkü karıncalar öldükten üç gün sonra oleik asit adlı bir kimyasal salgılarlarmış. bu kimyasalın kokusu çürüyen karıncanın kokusuymuş ve diğer karıncalar bu kokuyu tanırlarmış, böylelikle ölen karınca yuvadan atılırmış. işte bu mezarlığın içerisinden buram buram oleik asit kokuları geliyordu burnuma. insanlar bu kokuyu benimsemişlerdi ve ölen bedenleri mezarın dışına taşımıyorlardı.
    Bu düşüncelerimi bizim Hegel ile de paylaştım.Bu sefer gülümsemedi. Ciddi bir surat ifadesi takındı ve :
    “Sen hiç miyavlamaya çalışan bir köpek gördün mü;veya haylamaya çalışan bir kedi?..insanlar da böyle işte, kaderlerine razı olmak zorunda ”diye mırıldandı.
    ···
  7. 7.
    +3
    Çakma Sokrates’in açığını yakalamıştım. Beklemediği yerden hızlı bir kontra atağa çıktım ve dedim ki :
    Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir.
    Bu sebepten, “ ne yapalım, kaderimiz böyle” deyip, boyun bükmek cehalet göstergesidir.
    Kader yolun tamdıbını değil, sadece yol ayrımlarını verir.
    Güzergâh bellidir; ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.

    Gerçekten de bu defa fena si.ertmiştim !

    Üst geçidin paslı demirlerine tutundu. Titremeye başladı. Epilepsi hastaları gibi vücudu kasıldı ve karların içerisine gömüldü. Kendi felsefesini çökerten karşı bir görüş karşısında vücudu böyle garip bir tepki veriyordu.Ne yapayım amk “kibir en sevdiğim günahtı” ve bazen onun bunu sonuna kadar hak ettiğini düşünüyordum. Cebimden bi selpak çıkarttım karlara gömülmüş kafasını kaldırıp ağzının kenarlarındaki köpükleri sildim.
    ···
  8. 8.
    +2
    Kolundan tutup kaldırırken:
    “Adamın kı. ından trancodent şırıngayla kan alırım lan.”dedim.Sen kardeşini ne zannettin yarr.. ağam! (Gemide iyi film amk.)

    Elini tersiyle ağzının kenarlarında kalan köpükleri silerken :“Bazı insanlar alçak gönüllüdür. Bazıları ise alçak olmaya gönüllüdür” deyip garip bir kahkaha attı.Ya da onu ilk kez kahkaha atarken gördüğüm için bana çok garip geldi amk. insanın perspektifi zamanla genişliyor ve yıllar geçtikte olaylara bakış açısı farklılaşıyordu.Ben de Spinozanın sol taşağı gibi bir adamla takıla takıla bir şeyler kapmaya başlamıştım sanırım.

    Akşamki planımız kesinleşmişti.Ömrünün büyük bölümünü, Akif babanın Taş Plak Meyhanesinde geçiren, 1930’lu yılların nüktedan akşamcılarından Adalı Hüseyin gibi, g.te kadar çekip ,bir lüfer balığının yanağıyla bir büyüğü devirecektik.

    Hava yavaştan kararmaya başlamıştı “önce gidip iddaa bayisinden paramızı alalım ”dedim.

    Dar bir sokakta ilerliyorduk.Yol ayrımına geldiğimizde:
    “Ne taraftan gidelim lan Jean-Jacques Rousseau” deyip bunun yüzüne baktım ve ne cevap vereceğini biliyordum amk. Yemin ederim biliyordum.O yüzden kendi sorduğum soruyu kendim cevapladım:
    “Nereye gideceğini bilmiyorsan ,hangi yoldan gittiğinin bir önemi yok”... Eee !!! ne de olsa bıyık burkula burkula kaytan ,insan s.kile s.kile şeytan oluyordu. Gel dedim bu taraftan gidiyoruz. içerisinde toz, toprak ,alüvyon ve aklınıza gelebilecek her türlü kimyasal maddeyi barındıran paketten bir dal sigara çekip yaktım.(Slm. gibko)Tahin Pekmez karıştırmanın bile bir matematiği vardı ;ama bu sigarayı ciğerlerine çekmenin belli bir açıklaması,bir izahı olamazdı. Ciğerim şu son 13 yılda ne hale gelmişti acaba?
    ···
  9. 9.
    +1
    Hayatının sonuna kadar beraber yaşadığın kalbini çıkartıp eline verseler bu ne amk dersin. Yaşamın boyunca seninle beraber olan akciğerlerini, karaciğerini çıkarıp önüne koysalar şok geçirirsin herhalde. Düşünsene , doğduğun andan öldüğün ana kadar senin yaşamanı sağlayan hiçbir organı çok ekstrem bir durum olmadıkça görmeden ölüyorsun.iç organlarım dile gelse, bana kocaman bir “hasktirrrrrr” çekerdi... Çukur dizisindeki Vartolu karakteri gibi galeyana gelip:Senin sigaranı da si.eriiim, dumanını da si.eriiim, beyefendiliğine de sokarıııım! ölüyorsun dıbına koyiim bunun neyini anlamıyon!... A.ına koduuum!... A.ına koduum diye küfrü basardı.
    Ana caddeye çıktık. Kafamı sağa çeviriyorum Kahve diyarı..iki adım ilerliyoruz Kahve kültürü... Sola bakıyorum “Kahve dükkanı”... Aşağı bakıyorum “Telvecim”….Yukarı bakıyorum “Starbucks” ….Bu ne lan her köşe başında bir kahve dükkanı.. Soner Yalçın boşuna bas bas bağırmıyormuş ,adamın bildiği bir şey varmış gerçekten de..Son yıllarda çoğalan bu kahve sevgisinin Endüstriyel şirketlerin büyük bir oyunu olduğuna her zamankinden daha çok inanıyordum.. Bu işte bir iş vardı... Nescafe 2’si 1 aradalar, 3 ü bir aradalar, fındıklısı, çikolatalısı, sütlüsü, sütsüzü, soğuk kahvesi…. türemeyen kahve çeşidi kalmadı anasını satıyım.. “Kahve kolon kanserini önlüyorrrrrrrrrrrrrr”... Günde 5 fincan kahve içmezseniiz zikiii tuttuğuzzzzz. diye bağıra bağıra milleti bağırta bağırta bağımlı hale getirdiler.
    ···
  10. 10.
    +1
    Sokratesle tanışmamızın üzerinden 3 yıl geçti.Şu anda 29 yaşımdayım. Tanıştığımızda 26’ydım ,Sokrates 30 yaşına girmişti. Doğum gününde tanışmıştık izzet-i nefsini si.tiğim i.nesiyle. Ertesi gün ona ölmekten son anda yırtmış bir “mezgeldek” hediye etmiştim.(Eyv. Yaban Tv)

    Tanıştığımız gün bana:
    “Dünya sana hiçbir zaman bir hediye sunmaz.Bir yaşam istiyorsan, onu çalmalısın” diye taş. klı bir cümle kurmuştu. Böylesi taş. klı bir cümleyi Nietzsche'yi ve Sigmund Freud’u bile baştan çıkartmayı başarabilmiş zeki bir kadının dile getirmesi oldukça düşündürücüydü.(Gerçekten de büyük bir kaltakmışsın Lou Andreas Salome)

    Doğum gününde ona bir hediye veremediğimden, bilinçsiz avcılığı yaşam felsefesi haline getirmiş, beyinlerini süs olarak taşıyan, günahları genellikle sek içmeyi tercih eden,kaz kafalı bir kaç avcı tarafından vurulduktan sonra rehabilitasyon merkezinde sağlığına kavuşturulan nesli tükenmekte olan bir kuşu çalıp, hayvanın boynuna, kırmızı renkli bir kağıda şunu yazmıştım:
    “Dünya sana hiçbir zaman bir hediye sunmaz.Bir yaşam istiyorsan, onu çalmalısın.” ve notun hemen altına da:
    “Rehabilitasyon merkezinden çaldım amk.!”.diye eklemiştim.
    ···
  11. 11.
    +1
    Bu,Mezgeldek nesli tükenmek üzere olan bir kuş türüydü. Maksimum beş veya on çift kaldığı tahmin ediliyordu. Tahnitçilik yapan birisi için eşsiz bir hediye olabilir diye düşünmüştüm. Kuşu rehabilitasyon merkezinden çaldığımda ,hayvan öldükten sonra onu sonsuza kadar ölümsüzleştirecek olan birisi için eşsiz bir hediye olur diye düşünmüştüm.
    O gün aslında birçok şeyin başlangıcı olmuştu.
    Sokrates, canlı bir bedene tahnit işlemi yapma fikrini ilk defa o gün düşünmüştü.Önümüzdeki zaman diliminde de “insan kırkayak” filmindeki Pgibopat Doktor olma yolunda emin adımlarla ilerleyecekti. Kısacası sıra dışı bir dostluğumuz olacağı daha o günden belliydi.
    ···
  12. 12.
    +1
    iddaa bayii’nin önüne geldik.Şu iddaa bayilerinin önünde dolaşan kolay yoldan para kazanmaya çalışan tiplere hiç bir zaman acımadım, zira “iyileşmek elinde olan bir hastaya acınmaz.”(Montaigne denen herife eğer bir şans verilseydi iddaa’da maç sonucu mu oynardı; yoksa karşılıklı gol mü ?... Bence kesin üstçü olurdu amk.)

    365 günün 360 gününü depresyonda geçiren insanların travmalarına, ukalalıklarına ve dibe batmalarına tanık olmak istemiyorsanız kumardan ve kumar oynatılan yerlerden uzak durun. Bu yerlerde dolaşan tiplerin içerisinde bulunduğu duruma uyan bir teşhis var P:K... yani “ patolojik kumarbazlık” ; önünde durduğumuz iddaa bayii’ndeki insanların yüzleri, paralarını çarçur edebilecek durumda olan, belli bir refah seviyesinin üstündeki insanların mazoşist duygularını bastırmak adına paralarını çarçur etmesine benzer duygular barındırmıyordu ya da Peridispozan( zemin hazırlayan, yatkınlaştıran) antidepresan bir faktör kumar oynama duygusunu tetiklemiyordu; ama Patolojik kumarbazlığın belirtisi olarak gösterilen “yenilgilerden asla ders almaz ve mali kayıpları ne kadar büyük olursa olsun, sonunda gelecek başarıya inançları sarsılmazdır.”düşüncesi buradaki insanların içerisinde bulundukları ruh halini anlatmaya yetiyordu.. Göğse vuran bir ağrıyı kalp krizi zannedersin ama tüm tahlilleri yaptırıp bir şey çıkmadığında üşütmüşüm herhalde dersin ve kendi kendinin teşhisini koyarsın ya!... Bu da böylesine basit bir mantık içeriyordu aslında... Son kez kazanma duygusu…Gerçeği kabullenememek insanoğlunun en büyük handikaplarından birisidir ve içerisinde handikap geçen bir kelime duyması bile patolojik bir kumarbazın beyninde tek bir şekilde yorumlanabilir. Beynin bu kelimeyi başka bir anlamıyla yorumlayabilmesinin imkanı yoktur.
    ···
  13. 13.
    +1
    içeriye girdik.
    Çakma David Hume, hemen yanı başımda her olayın bir nedeni olduğunu; aynı koşullar altında, aynı nedenlerin, aynı sonuçları doğuracağını falan düşünüyordu sanırım. Cüzdandan kuponu çıkartırken yüz yüze geldik.
    “ Ne var lan?... Doksan artı üçte oyuna giren futbolcu isteksizliği var üzerinde hayırdır”dedim.
    “ilk yapılan yanlışa kaza, ikinci yapılan yanlışa hata, üçüncü yapılan yanlışa tercih denir.Ben burada bir kaza ya da hata göremiyorum dedi.
    “Eeee ne olacak…. Ben de tercihimi yaptım 500 lirayı kaptık amk diyerek kuponu bunun gözüne gözüne soktum. Sonra kısa bir süreliğine düşündüm.

    Ne var ki tespitinde sonuna kadar haklıydı. Zalimlerin çarkı, cahillerin çalışmayan kafalarıyla dönmeye devam ediyordu.(bknz. victor hugo/sefiller)... Kabul etmeliyim ki bizi çürüten ;ama öldürmeyen bir kısır döngü içerisindeydik.
    ···
  14. 14.
    +1
    Kuponu makinenin başında duran elemana uzattım. Makineye sokmadan önce gözüyle saliseler içerisinde kazanç miktarını kontrol etti. Göz bebekleri bir anlığına, ‘gö. üne merdane soktuğumun şanslı pe.evengi’, der gibi büyüdü, kocaman oldu. Anasını,babasını bıçaklasalar, bıçaklayana bile bu kadar kin ve nefretle bakamazdı. insanlardaki bu bencilliği hayatım boyunca anlayamadım. Evet ölüm konusunda bile bencil insanlarız... Evet, en yakının, can dostum dediğin kişi bile ölse ardından ‘Ahh ben onsuz ne ederim... O olmadan ne yaparım diye ağlıyoruz’... Böyle bencil bir yaradılışımız var, farkındayım ;lakin 500 lira cebinden mi çıkacak lan at ağızlı.. Böylesine amansız, çaresi bulunamayacak bir gö. veren hastalığına yakalanmış insanlara hep gıcık olmuşumdur.
    Bezgin bekir gibi çekmeceye uzandı paraların içerisinden 500 lirayı ayırdı. Parayı bana doğru uzatırken ağzından tek bir kelime bile çıkmadı. Herifin ruhu resmen osururken gö. ünden kaçmıştı.(Syg. Nihat Genç)... Sokrates’in içini doldurduğu ölü hayvan bedenlerinden hiçbir farkı yoktu.
    ···
  15. 15.
    +1
    Parayı cebime koyarken diğer kapıdan yarasa suratlı genini genetiğini si.tiğim bi herif girdi içeriye. Diliyle garip hareketler yaparken ellerini cebine sokup, çürümüş soğan cücüğü kokusundaki bir ses tonuyla :
    “Tilkiiiiii” diye bağırdı.
    Kupon doldurulan bölmede domalmış bir tip kafasını sesin geldiği yere doğru çevirdi.
    “Gel lan buraya a.cık ağızlı.Al şu parayı köşedeki kahvede Rıfat diye biri var ona zütür. Selamımı söyle”
    Sokratesle aynı anda Tilki diye seslenilen ezik yaşam formuna doğru baktık. Aynı şeyi düşündüğümüzden adım gibi emindim amk.

    “Trakya Ahalisi buz tutmuş bir nehirden geçmeye niyetlendiğinde önden bir tilki salarmış .Tilki nehir kenarında kulağını buza yaklaştırıp, aşağıdaki suyun sesinin yakın mı? uzak mı? olduğunu öğrenir, buzun kalınlığını tahmin eder böylece ya ilerler ya da geri çekilirmiş.
    “Tilkinin nasıl akıl yürüttüğünü, kafasında nasıl bir sıralama yaptığını hayal etsene.!”

    1)Kulağıma gelen ses çıkaran şey, hareketlidir.
    2)Hareketli olan bir şey , donmuş değildir.
    3)Donmuş olmayan şey, sıvı bir haldedir.
    4)Sıvı olan bir şey, benim ağırlığımı taşıyamaz..
    5)Benim ağırlığımı taşıyamayacak bir yere basamam.!!!
    ···
  16. 16.
    +1
    Demek istediğim; eğer bi insana “Tilki” lakabını takıyorsan karşındaki kişiden bunun hakkını verebilecek bir zeka pırıltısı,bir ışık beklersin.Bu adamda lakabını hak edecek en ufak bir ışık yoktu amk. Herif, Stanley Kubrick’in Otomatik Portakal filminde de gönderme yapıldığı üzere “Mk Ultra” projesinde denek olarak kullanılmış ve zihni elektroşok yöntemiyle bir kaç parçaya bölünmüş bir köle gibi yavaş hareketlerle kendisini çağıran yarasa suratlı ib.enin yanına geldi. Parayı aldı. Dışarı çıktı ve gözden kayboldu.
    ···
  17. 17.
    +1
    Mekan yüksek bir duvarla ikiye ayrılmıştı.Yan taraftan gelen sesleri işitebiliyordun;fakat görüntü yoktu.
    Duvarın ardından bir ses:“Ben bilim kurgu sevmiyorum amk.”diye bir cümle sarf etti.
    Sesin sahibini merak ettim.Üç dört adım geriye gelip, duvarın ardına doğru bir iki saniyeliğine kafamı uzattım... Yirmi bir , yirmi iki yaşlarında üniversite iki veya bilemedin üçüncü sınıf öğrencisi olduğu her halinden anlaşılan üç eleman, soslu fiyonk makarna kıvamında ,ütüyle bastırılmış karışık tost tadında ayaküstü bir muhabbet çeviriyorlardı.
    ···
  18. 18.
    +1
    ‘Bilim kurgu sevmiyorum’ lafı eğer ağzından çıkanı kulağın duyabiliyorsa ağır bir laftır amk.

    içerisine doğduğumuz “4,5” milyar yaşında olduğu tahmin edilen ucu bucağı olmayan bir evrende, bir nokta kadar yer kaplayan bu mavi renkli Dünya kendi ekseni etrafında ve aynı zamanda Güneş’in etrafında dönüyorken; yaşadığımız bu “Dünya” samanyolu galaksisinde bulunan 300 milyar yıldızdan sadece bir tanesiyken , Samanyolu Galaksisi ise evrendeki 100 milyar galaksi içinde sıradan bir galaksiyken “Ben bilim kurgu sevmiyorum”diyen birisi aslında yaşadığı hayatın başlı başına bir bilim kurgudan ibaret olduğunu göremeyecek kadar sığırdır.
    Hiç dinlenme tesislerinde ayaküstü çay içtiğin oldu mu?... Ha işte bazı insanların hayata bakışı ,dinlenme tesislerinde 2.5 liraya kakalanan çay kadar bayat, tabağın kenarına iliştirilmiş kesme şeker kadar ucuzdur. Damağınızda bıraktığı tat ise hayatı tekrar tekrar sorgulamanıza neden olur.
    Bilim kurgu sevmediğini belirten bu, suratına steven spielberg attırasıca elemana ufaktan bir ayar vermek gerekiyordu.
    ···
  19. 19.
    0
    Kapının önüne çıktığımızda elimi Sokratesin omzuna attım ve :
    “Hedef , içerdeki üç eleman. Yarışma programı yapıyoruz .Kameramansın.Ben cebimdeki kulaklığı mikrofon olarak kullanıcam.Sen sırt çantandaki kamerayı çıkar.”dedim.

    Birbirimizi iyi tanıyorduk amk. Sesi bile çıkmadı i.nenin... Hatta hemen harekete geçti.Üstünü başını düzeltti. Kamerayı çıkardı.

    Elemanlar da hemen arkamızdan çıkıyorlardı. Bunlar kapıdan çıktıkları anda magazin muhabirleri gibi bunların üstüne yürüdük.

    Ben saniyeler içerisinde kontrolü elime alarak gayet profesyonelce :

    “iyi günler arkadaşlar. Fox TV’de yeni başlayacak bir ‘Bilim-Teknoloji’ programı için yarışma yapıyoruz.. Size 3 Adet sorumuz olacak. Soru başına bizden 5.000 Türk Lirası kazanacaksınız. Bizimle yarışmak ister misiniz?”dedim.
    ···
  20. 20.
    0
    Elemanlar şoka girdiler amk 5000 lirayı duyunca... Az önce bilim kurgu sevmediğini söyleyen tipin gözleri parladı. ‘ Eee oo oll….olur abi ’ diye kekeledi pe.evenk. Beklediğimden daha çabuk oltaya gelmişlerdi. iki saniyede bir pişmiş kelle gibi sırıtarak birbirlerine bakıyorlardı.

    “Hazırsanız ilk soruyla başlayalım”dedim.
    ···