+1
rus edebiyatının dünyaya kazandırdığı büyük yazar. sadece yazıları ile değil yaşamıyla, kişiliği ile de hayranlık uyandıran kişi. daha ilk gençlik yıllarında çok büyük zorluklara göğüs geriyor dostoyevski. politik sebeplerden dolayı* idama mahkum edilmesi, sonra çarın affetmesi ile sibirya'ya kürek mahkumu olarak sürgüne gönderilmesi, bu talihsizlikler sırasında sara hastalığına* yakalanması, yazarlığa ilk başladığı zamanlar dünyada çok bilinmiyor olması dolayısıyla fakir bir hayat, çok sevdiği ilk karısının ölmesi hemen ardından da kardeşini kaybetmesi, ilerleyen yaşlarında kapısını sıklıkla çalan sara nöbetleri ve ardından gelen kısa süreli çıldırma durumu... ve daha bir çoğu. cesur, dayanıklı bir insanın bile göze alamayacağı acılarla dolu korkutucu bir yaşam.
işte belki de dostoyevski'yi büyük yazar yapan sebeplerden birisi bu çalkantılı hayat. büyük yazarların normal olmadığı, ortalama bir insanın yaşadıklarının üstünde görüp geçirdiği ve bu haliyle çoğunluktan sıyrılan bir bakıma yabancılaşan insanlardan çıktığı daha bir inandırıcı geliyor. zaten dostoyevski'nin atlattığı badireler romanları için o kadar çok esin kaynağı olmuş ki; romankarakterlerinde hep kendi yaşamından izler görüyoruz.
çok alçakgönüllü birisi. belki de ömrü boyunca sefalet içinde yaşamasnın tek sorumlusu bu alçakgönüllülük. paraya sürekli ihtiyacı var fakat ömrünün son birkaç senesi hariç hiç rahat yüzü göremiyor maddi açıdan. kusursuz yazma aşkı o kadar büyük ki; bu sıkıntı içinde bile hiçbir zaman para kazanmak amacıyla yazmıyor eserlerini.
"ne olursa olsun yemin ettim: yoksulluğumun son sınırına bile varsam, dayanacağım ve ısmarlama yazmayacağım. ısmarlama sanatı öldürür" diyor bir seferinde.
eserlerini gerçekten beğendiği zamanlar yazıyordu ve yazdıklarının üstünde uzun uzun çalışıyor, düzeltmeler yapıyor hatta yeni baştan yazıyordu. beğenmediği zamanlar da rahatlıkla yakabiliyordu yazdıklarını. "tiksintiye dek varan bir hoşnutsuzluk duyuyorum romanıma karşı" diyordu bir mektubunda budala'yı yazarken. zaten budala'yı yazarken ilk çalışmalarını yakmış ve romana yeniden başlamamış mıydı. çalışmaları ne kadar yoğun olursa olsun, gerçek bir eser ortaya çıkarmak için sınırlarını aşmak için insanüstü bir çaba içindeydi.
tüm bu yoğun çalışma temposu, hastalığının sürekli nüksetmesi yaşama olan tutkusunu baltalamadı hiç. geleceğe dair şaşılacak derecede büyük umutlar besliyordu her zaman sibirya'daki o berbat yaşam şartlarında bile umudu yitirmiyordu. böylece bir çelişki ortaya çıkıyordu, ilerde romandaki karakterlerini oluşturmak için gerekli olan çelişki buydu. "çelişkiler ve tutarsızlıklar yönünden dostoyevski'den daha zengin bir yazar tanımıyorum" diyor `andre gide. öyle değil mi zaten. anlık ruhsal değişimlerde boğulan roman karakterleri, net olarak çözümlenemeyecek kişilikler, diyaloglar...
bu çelişkilerin sonucunda ortaya çıkan derin karakterler okuyucunun da romanın gerçekmiş gibi algılanmasına ve adeta okuyucunun romanı yaşamasına sebep oluyor. karakterlerin her zaman bilinmeyen tarafları oluyordu ve buna bir de karmaşık/değişken duygular eklenince okuyucunun ilgisini her zaman kendine çekiyordu.
peki neden okuyucu bu karakterlerle kendisini özdeşleştirebiliyordu veya neden romanı okuyorken sanki kendisini de o sahnedeymiş gibi hissediyordu? çok basit. karakterlerdeki bu merak edilen boşlukları okuyucu kendisnden bir şeyler katarak dolduruyordu ve o karaktere yakınlık duyuyordu. onun yaşadıklarını yaşıyor, diyaloglar sırasında sanki yanındaymış gibi hissediyordu.
sonuç olarak; bu büyük yazarın her dönemde keşfedilecek bir özelliği gizli sanki. yeni bir özelliği her bulunduğunda değeri daha da çok artacak, hayranlığımız yüzlerce kat daha fazlalaşacak. ve kendimizi şanslı hissedeceğiz en azından eserlerini okuyabildiğimiz için.
Tümünü Göster