1. 26.
    0
    reserved
    ···
  2. 27.
    0
    neyi tartışıyorsunuz anlaşılmıyor. işkence kime nerede yapılırsa yapılsın insanlık suçudur. terör var diye orada yapılan işkenceleri haklı göstermek işkence görenlere aynı zulümü yaşatmaktır. solcu tanımlarınıza hiç değinmeyeceğim. zira sol dediğin zaman her zaman ezilenin yanında yer almak ve muhalif olmak vardır. solcu tanımınızı bir gözden geçirin. mantığınız şimdiki siyonistlerin yaptığına bakarak hitlerin yahudi katlidıbını haklı çıkarmaya benziyor. o yüzden yeniden söylüyorum işkence utançtır. yapanlar umarım kendi kanlarında boğulurlar
    ···
  3. 28.
    0
    kendimden utandım dıbına koyayım
    ···
  4. 29.
    0
    Biraz geç olsada bugün derin bir şekilde araştırdım. Arkadaş yaşananları okurken insanlardan utandım, gözlerim doldu. Ama Burda hala gelip olayı Türk Kürt diye ayiranlar olmuş. Nerede sizin insanliginiz, nerede hee amk beyin yoksunu gavatlari?

    Not:gavat demedim, kravat dedim.
    ···
  5. 30.
    0
    Can Dündar:Ahmet Türk’ün üç hali ...

    Sahne 1:

    12 Eylül’den önce milletvekiliydi. Milletvekili ağabeyi öldürülünce siyasete girmişti.
    Darbeden sonra tutuklanıp Diyarbakır Cezaevi’ne nakledildi. Kapıda dayakla karşılandı.20 gün hücrede tutuldu. işkencede 56 marş ezberletildi. Yaşadıklarının bir kısmını, 78’liler Vakfı’nın sözlü tarih çalışmasında şöyle anlattı:
    “Havalandırmada hepimizi cop ve kalasla döverlerdi. Ortalık kan gölüne döner, bizi orada sürüklerlerdi. Foseptik çukurunda, pisliği alıp üstümüze sürmeye zorlarlardı. Üstünde az pislik olan daha fazla dayak yerdi. O yüzden insanlar daha çok pisliğe bulanmak için birbirleriyle yarışırdı.
    “Mahkemeye giderken ring arabasında bir asker sırtıma oturur, dizini üzerime koyar, salona kadar sırtımda giderdi. Dönerken yine ring arabasında etrafımızda halka oluşturup ‘Yürüyerek marş söyleyin. Birbirinize çarparsanız dayağı yersiniz’ diye küfür ederlerdi. Tabii ellerim arkadan bağlı halde marş söyleyip yürürken dengem bozuluyor; birisine çarptığım zaman coplar kafama inerdi.
    “Bir gün mahkemeye girerken birisine ‘Merhaba’ dediğimi Esat Oktay’a ihbar etmişler. O, 300 askeri büyük salonda toplamış. Çırılçıplak soydu beni, külotumu da çıkardı. Copunu aldı. Bütün vücudumu dövdü. Sonra askerlere, ‘Yok mu bunu becerecek kimse’ diye bağırdı.
    “Yıkadığımız bulaşıkların pis suyunu içirirlerdi bize... Bazı insanlara pislik yedirildi. O insanlar gözümüzün önünde işkencede öldürüldü. O dayak ve işkenceden 35’e yakın insan yaşdıbını yitirdi Diyarbakır Cezaevi’nde...
    “Bir kinin, bir nefretin gelişmesinin nedeni oldu orası... Eğer Diyarbakır Cezaevi’ndeki o uygulamalar olmasa, belki bu kadar insan silahını alıp dağa çıkmazdı.”

    • * *

    Sahne 2:

    Ahmet Türk, Diyarbakır Cezaevi’nde 3 yıl yattı. Sonunda beraat etti.
    1983’te çıktığında boynunu çeviremez haldeydi, sol kolu tutmuyordu, bağırsakları jiletlenmiş gibiydi. Kalbine yıllar sonra pil takılacaktı.
    Yaşadıklarından kinlenmedi, dağa çıkmadı, yeniden siyasete girdi.
    1993 Nevroz’unda, Öcalan sivilleri çekip ateşkes ilan ettiğinde ben de Bekaa’daydım. Onca acının içinden kalkıp gelmiş Ahmet Türk, orada yine barıştan, ille barıştan söz ediyordu.
    Ama yetmedi, bitmedi.
    2012 Nevroz’unda üniformalı bir polis yumrukladı milletvekili Ahmet Türk’ü... Yumruktan ağırı, köşe yazısı kılığına girmiş şovenizmin, yumruğu alkışlayan dili oldu.
    Ama hastanede nefret kusanları yatıştıran yine oydu:
    “Bu yol, aklın yolu değil. Sorunlar diyalogla çözülür” diyordu.

    • * *

    Sahne 3:

    30 yıl önce Ahmet Türk’ü çırılçıplak soyup kalasla döven, foseptik çukurunda yüzdüren, bulaşık suyu içiren devlet, 30 yıl sonra “Ben kendi zulmümden bir nefret dağı yarattım. Baş edemiyorum. Gel sen görüş” diye yardıma çağırdı.
    Onu çağırdı, (bugün utanması gereken ırkçıların dalga geçtiği gibi soyadı “Türk” olduğu için değil), çektiği onca eza, onu hala aklın yolundan, sağduyusundan, barış tutkusundan çeviremediği için...
    “imralı dönüşü gözleri parlıyordu” demişler onun için...
    Dileyelim daim olsun.
    Parıltı, en çok onun gözüne yaraşır çünkü...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 31.
    +1
    malesef guzelim memleketim diyarbakirin yuz karartici aci olaylarin yasandigi mekan...
    ···
  7. 32.
    +1
    işkence mekanı
    ···
  8. 33.
    0
    Andy Dufresne nin kaçtığı cezaevi bumuydu beyler yardım
    bide filmi vardı
    ···
  9. 34.
    0
    doğuda milliyetçilik kavrdıbının oluşmasına neden olan cezaevi
    ···
  10. 35.
    +1 -1
    sadece 30 entrynin girildiği başlık
    sözlük genelinin olaya ne kadar tek taraflı baktığını bu başlıktan görüyoruz
    burası sadece işkence yuvası değil aynı zamanda bir asimile yuvası olmuştu 80 dönemide
    sadece orada ölen insanlara yazık değil ordan çıkıpta nefretle kinle hareket edip silahını sırtına alıp dağa çıkan ve onların karşısına yollanan tüm gençlere yazık
    ···
  11. 36.
    0
    http://www.youtube.com/watch?v=Al5vSucoBx0
    ···
  12. 37.
    0
    burada yatan bir insanın gördüklerinden bir kesit.

    Orada, normal hayatın dışında bir hayat sürüyordunuz. Bir insanın algılamakta zorluk çekeceği şartlarda yaşıyordunuz. Bu, gerçeklik duygunuzu nasıl etkiliyordu?
    Yaşadıklarımızıngerçekliğinden kuşkuya düşebiliyorduk tabii. Mesela Mehmet Salih Besen olayında gerçeklik duygumu ben tamamen yitirdim. 50 yaşlarındaydı. TKi'de memurdu. Kendisini ve bizleri ölü zannediyordu. 'Biz ölüyüz, şu anda kabirdeyiz' diyordu. Biz, ' Amca yok öyle bir şey, gerçek hayattayız' desek de, koğuşun aslında bir mezar olduğunu öyle mantıklı savunuyordu ki, ben dahil bazılarımız ölü olduğumuza inanmaya başlamıştık. Mesela cuma günleri görüşme günümüzdü. Bize soruyordu. 'Bizi ziyarete gelenlere biz dokunabiliyor muyuz? Hayır. Bize uzaktan bakıyorlar, ağlıyorlar ve gidiyorlar. Çünkü onlar bizim kabrimizi ziyaret ediyorlar. Cizre'de biliyorsunuz kabir ziyareti cumalarıdır' diyordu. Gardiyanların da Zebani olduğunu söylüyordu. Gerçekten de koğuşun camları boyalıydı. Biz dışarıyı göremiyorduk, koklayamıyorduk, duyamıyorduk. Bu durum uzun sürdü ve ona yaşadığımızı bir türlü ispat edemiyorduk. Bir gün mazgal açıldı ve 'Mehmet Salih Besen hazırlansın, tahliye oluyor' dendi. Ben şahadet getirdim. Dedim ki, 'Biz yaşıyoruz... !'
    Peki o yaşadığına inandı mı?
    Hayır. 'Seyidim beni gönderme. Sen bana sahip çıkıyordun. Şimdi tek başıma mahşere hesap vermeye gidiyorum' diye ağladı. Sonradan onunla birlikte tahliye olan gençten öğrendik ki, onları Siirt'teki sivil cezaevine zütürmüşler. 'Eğer beni hanımımla, çocuklarımla konuşturursan ölmediğime inanırım' demiş. Cezaevi müdürü de telefon etmelerine izin vermiş. Genç, Salih Amca'nın evini aramış, karşısına hanımı çıkmış. Telefonu Salih Amca'ya vermiş. Salih Amca, hanımına 'Ben sağ mıyım, ölmedim mi?' diye sormuş. Ve ahize yere düşmüş. Salih Amca, içerideki vahşeti görünce, oradan sağ kurtulacağına inanamadı. Sağ kurtulduğuna inandığında ise buna kalbi dayanmadı.
    ···
  13. 38.
    0
    başındaki eleman halk otobüsünde suikaste kurban gitmiştir

    bkz: http://inci.ca/ur6faaj_ky
    ···
  14. 39.
    0
    kelimeler kifayetsiz kalıyor
    ···
  15. 40.
    0
    Burada Allah yok, peygamber izine çıktı.
    ···