1. 1.
    0
    Din Üzerine-Schopnhauer http://www.ilknokta.com/urun/98869/Din-Uzerine.html

    Bir Diyalog

    Demopheles:Aramızda,aziz dostum,felsefeye olan yeteneğinizi sergileme tarzınızdan zaman zaman hazzetmediğimi bilmenizi isterim; dini iğneleyici düşünceler,hata açıktan açığa alay için malzeme yapıyorsunuz.Herkes kendi dininin kutsal olduğunu düşünür ve bu yüzden siz de ona saygı göstermelisiniz.
    ···
  1. 2.
    0
    Philalethes:Nego consequentiam!(1)Başkalarının kalın kafalılığından dolayı yalanlara ve sahtekarlıklara neden saygı duymam gerektiğini anlamıyorum.Her yerde hakikate saygı duyarım ve bu sebepten ötürü ona karşı olan hiçbir şeye saygı duymam. insanların akıllarına böyle pranga vurduğunuz sürece bu yeryüzünde hakikat asla ışıldamayacaktır. Benim bu konudaki düsturum, hukukçunun Fiat Justitia,et pereat mundusu ile aynıdır:Vigeat veritas,et peret mundus(2).Her melekenin her mesleğin takip edeceği benzer bir düsturu olmalıdır.

    (1) sonucun doğruluğundan kuşkuluyum
    (2) sırasıyla: isterse dünya için felaket olsun yeter ki hakikat hükümran olsun Değişik şekli :Fiat Justitia ruat coeleum
    ···
  2. 3.
    0
    Demopheles:O zaman hekimlerin takip edeceği düstur da Fiat pilulae,et pereat mundus(3) olacaktır herhalde ki kolayca gereği yerine getirilebilecektir.

    (3) isterse dünya için felaket olsun yeter ki tabletler yapılsın
    ···
  3. 4.
    0
    Philalethes:Tanrı saklasın! Her şeyi cum grano salis(4) ele almak gerekir.

    (4) ihtiyat kaydıyla ihtiyatı elden bırakamazsın.
    ···
  4. 5.
    0
    Demopheles:Kesinlikle.Ben de bunun için dini cum grano salis ele almanızı ve insanların ihtiyaçlarının anlayış güçlerine göre karşılanması gerektiğini anlamanızı istiyorum ya.Din günlük hayatın iğrenç uğraşları ve angaryası içinde kaybolmuş kitlelerin kaba aklına ve sakar anlayışlarına hayatın yüksek önemini bildirmenin ve hissettirmenin yegane yolunu sunar.Çünkü kural olarak sıradan insan esas itibariyle maddi ihtiyaçlarını ve özlemlerini tatmin eden ve dolayısıyla bir parça eğlendiren ve hoşça vakit geçirmesini sağlayan şeylerden başka bir şeye ilgi duymaz. Din kurucuları ve filozoflar dünyaya onun bu uyuşukluğunu sarsmak ve ona varoluşun yüksek anldıbını göstermek için geliler;filozoflar özgülüğüne kavuşmuş olan(5) azınlık için,din kurucuları çoğunluk, insanlığın büyük bölümü için.Çünkü Platon'un da söylediği gibi philosophian plaethos adnaton enai(6) Kalabalıkları felsefi olarak aydınlatmak imkansıdır. ve bunu unutmamamız gerekir.Din kalabalıkların metafiziğidir, herhalde onların dini olmalı ve dolayısıyla ona haricen saygı göstermeliler;çünkü onu gözden düşürmek dini onların ellerinden almak anldıbına gelir. Nasıl ki bir halk şiiri ve darbımesellerde bir halk bilgeliği varsa bir halk metafiziği de olmalıdır; çünkü insanlar kesinlikle bir hayat yorumuna ihtiyaç duyarlar ve bu onların anlayış güçleriyle uyumlu olmalıdır.Bu yüzden bu yorum her zaman hakikatin alegorik-mecazi bir anlatımıdır ve pratik hayat ve duygularımız söz konusu olduğu kadarıyla, yani davranış için bir kılavuz ve ıstırap ile ölüm halinde bir iç rahatlığı ve teselli olarak, eğer sahip olsaydık muhtemelen hakikatin kendisinin başarabileceği kadar çok şey başarır. Onun inanılmaz, tuhaf ve görünüşte saçma formu karşısında öfkelenmeyin; çünkü almış olduğunuz eğitim ve sahip olduğunuz bilgiyle insanlara eğitilmemiş, kaba halleri içinde derin hakikatleri anlatmak için kullanılması gereken dolambaçlı yollar hakkında en ufak bir fikre sahip olamazsınız. Farklı dinler insanların yalın haliyle kendi başına anlayamayacakları hakikati kavrayıp anladıkları değişik sistemlerden ibarettir; onlar için hakikati bu form yahut sistemlerden koparmak mümkün değildir.Bu yüzden ,aziz dostum bu sistemeri alaya almanın hem dar kafalılık hem de haksızlık olduğunu söylersem gücenip aldanmayasın sakın.

    (5) herkesin tabi olduğu kurallardan muaf olanlar
    (6) Kalabalıkları felsefi olarak aydınlatmak imkansızdır.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 6.
    0
    Philalethes:Fakat halkın ihtiyaçlarına ve anlayış gücüne uygun gelecek şekilde kesilip biçilmiş olanın dışında başka bir metafizik olmasın demek de bir o kadar dar kafallık ve haksızlık değil mi? Neden onun öğretileri insan araştırmalarının sınırı ve her türlü düşüncenin miyarı veya kılavuzu olsun ve azınlığın, sizin söylediğiniz şekliyle, muaf olanların metafiziği neden bu kalabalıkların metafiziğine uymak ,onu güçlendirmek ve yorumlamak zorunda kalsın? Ve insan aklının en yüksek melekeleri etkinlikleri sırf halk metafiziğini baltalamasın diye neden kullanılmamış ve gelişmemiş, hatta daha tomurcuk halindeyken kesilip budanmak zorunda kalsın? Aslına bakarsanız dinin iddialarının da bundan farklı bir yanı var mı? Bizzat kendisi tahammülsüzlük ve insafsızlık timsali olan birinin tahammül, itidal ve sabır tavsiye etmesi biraz fazla olmuyor mu?
    Sapkınlar için kurulan mahkemeleri, engizisyonları,din savaşlarını, Haçlı seferlerini, Sokrates'e içirilen baldıran zehrini, Bruno ve Vanini'nin yakılarak öldürülmelerini düşünün. Bütün bunlar bugün için geçmişte kalmış olan şeyler mi? Hakiki felsefe çabasına, samimi hakikat araştırmasına ,en soylu insanların bu en soylu çağrısına bir devlet tekeliyle uydurulmuş olan bu ananevi metafizikten daha karşıt bir şey olabilir mi? Onun düstur ve dogmaları her kafaya en erken yaşlarda öylesine büyük bir gayretle, öylesine derin ve sağlam bir şekilde kazınmaktadır ki o kafa, mucizevi bir esnekliğe sahip olmadıkça, bir daha ömür boyu bunların etkisinden kurtulamamaktadır. Bu şekilde her sağlıklı aklın temeli bir daha iflah olmamak üzere bozulup alt üst edilmektedir; bir başka deyişle, kendi başına yeterince zayıf olan özgün düşünce ve yansız yargı yeteneği, ilgili oldukları şeyler bakımından ebediyen felç ve harap edilmektedir.
    ···
  6. 7.
    0
    Demopheles: Ki öyle zannediyorum bu, insanların yerine sizinkilerini kabul etmek için vazgeçmeye yanaşmayacakları bir kanaat edindikleri anldıbına gelmektedir.
    ···
  7. 8.
    0
    Philalethes: Ah, keşke bir kanaat derin kavrayışa dayansaydı! O zaman kanıt ve deliller ileri sürebilir, savaş eşit silahlarla yapılabilirdi. Fakat dinler temellendirmelerle kanaate değil, fakat vahiyle inanca hitap ederler. inanca yatkınlığın en güçlü olduğu dönem çocukluktur; bu yüzden insanlar öncelikle en fazla bu nazik dönemi ele geçirmek için her yolu denerler. inanç öğretileri mucize hikayelerinden korkutmalardan çok daha fazla bu şekilde kök salarlar. Eğer erken çocukluk döneminde belli temel görüşler ve öğretiler alışılmadık bir huşu ve başka herhangi bir şeyde asla görülmemiş ciddiyette bir tavır ile tekrar tekrar anlatılırsa ve bunlar hakkında ortaya çıkabilecek bir kuşku ihtimali ya bütünüyle göz ardı edilir ya da kuşkunun sonsuz felakete zütüren ilk adım olduğuna işaret etmek için şöyle bir değinilip geçilirse, bunların bıraktığı iz ya da etki öylesine derin olacaktır ki kural olarak, yani neredeyse her durumda, onlardan kuşkulanmak hemen hemen kişinin kendi varlığından kuşkulanması kadar imkansız olacaktır.
    Dolayısıyla binlerce kişi içinden ciddiyetle ve dürüstlükle bunun mu yoksa şunun mu doğru olduğunu soracak ruh gücüne sahip bir kişi zor çıkacaktır. Böylelerine güçlü ruhlar, esprist forts demek zannedildiğinden çok daha uygun bir tariftir. Fakat geri kalanlar için en sağlam inancın, eğer bu şekilde talim ettirilip kafalarına kazındıysa, kendilerine kök salmaması kadar insana saçma ya da itici gelen bir şey yoktur. Sözgelimi bir sapkın ya da bir dinsizin öldürülmesi gelecekte ruhunun kurtuluşu için elzem olsaydı herkes bunu hayatının en başta gelen, ilk sırada halledilmesi gereken işi yapardı ve öldürürken başardığı, elde ettiği şeyi hatırda tutmaktan güç teselli bulurdu; nitekim eskiden neredeyse her ispanyol bir auto da feyi(8) Tanrı'yı en ziyade hoşnut eden, en dindar bir iş olarak görüyordu.
    Hindistan'da bunun bir benzerini ancak yakınlarda ingilizler tarafından yasaklanmış ve çok sayıda mensubu idam edilmiş olan Thungların (9) dini cemaatinde görüyoruz. Bunlar din duygularını ve tanrıça Kali'ye hürmetlerini, mallarını mülklerini ele geçirmek için her fırsatta kendi dostlarına suikast düzenleyerek ve yolcu kafilelerinin yolunu kesip katliam yaparak gösteriyorlardı ve böylelikle takdire değer bir şey yaptıklarına ve sonsuz mutluluklarına katkıda bulunduklarına ciddi biçimde inanıyorlardı.
    Dolayısıyla erken yaşlarda belleklere kazınmış olan dini dogmaların gücü o kadar çoktur ki vicdanı ve sonunda her türlü merhamet ve insani duyguyu boğup yok edebilir.Ama eğer erken yaşlarda akıllara kazınmış inancın ne yaptığını kendi gözlerinizle ve yakından görmek istiyorsanız ingilizlere bakın. Doğanın başka herkesten çok kayırdığı, başka herkesten çok akılla, anlayışla, yargı gücüyle ve karakter sağlamlığıyla donattığı bu ulusa bakın; kiliselerinin aşıldığı ve diğer yetenekleri arasında bir saplantı ya da sabit bir fikir gibi görünen ahmakça boş inançlarıyla bütün milletleri geride bırakarak nasıl da küçük düşürüldüklerini, hatta alay konusu yapıldıklarını görün. Bunun için başka bir şeye değil, sadece eğitimin ruhban sınıfının eline bırakılmış olmasına şükretmeliler. Onların üzerine titrediği tek bir şey vardır, en erken yaşlarda bütün inanç umdelerini körpe dimağlara kazımaktır, öyle ki bu tekrarlı talim beyinlerin bir bakıma kısmen felç olmasıyla sonuçlanır. Bu da bütün hayatları boyunca kendisini ahmakça bir bağnazlıkla dışa vurur. Aralarındaki yüksek derecede zeki ve anlayışlı kimseleri bile bu bağnazlıkla kendi düzeylerine indirirler ve biz bunlar hakkında ne düşüneceğimizi ya da ne yapacağımızı bilemeyiz.
    Eğer böyle bir şahaser için erken yaşta körpe dimağlara inanç esasalarının yerleştirilmesinin ne kadar önemli olduğunu düşünecek olursak, misyonerlik sistemi, şayet kendisini Hotantolar, Kaffirler,Güney Denizi Adaları Yerlileri vb. gibi hala çocukluk çağında olan ve aralarında gerçekten başarılı oldukları milletlerle sınırlandırmıyorsa, artık sadece insanlara özgü usandırıcı ısrar, boş kibir ve küstahlığın doruğu olarak değil, fakat aynı zamanda bir saçmalık olarak da görünür.Ama beri yanda Hindistan'da Brahmanlar misyonerlerin öğretilerini ya küçümseyici bir onaylama gülümseyişiyle hoşgörürler ya da omuzlarını silkerek reddederler.Ve genel olarak ifade etmek gerekirse, misyonerlerin bu insanları dinlerinden döndürme çabaları, en uygun fırsat ve koşullara karşın, tam bir hezimetle sonuçlanmıştır. 1826 tarihli Asiatic Journalin XXI. sayısında yer alan sahih bir rapor Hindistan'ın bütününde (ki sadece ingilizlerin ellerinde tuttukları bölgenin nüfusu, Nisan 1852 tarihli The Times'a göre ,yüz elli milyonu bulmaktadır) bunca yıllık misyonerlik çalışmasının neticesinde dinden dönenlerin sayısının üç yüzü geçmediğini göstermektedir; ve aynı zamanda Hristiyanlığı kabul edenlerin aşırı ahlaksızlıklarıyla tanınmış kimseler oldukları kabul edilmektedir. Bu kadar milyon kişi arasından çıka çıka üç kuruşa ruhunu satmış üç yüz rüşvetçi çıkmaktadır. Hindistan'da hiçbir yerde Hristiyanlık bakımından işlerin bundan daha iyi gitmesi için bir sebep göremiyorum, her ne kadar misyonerler şimdi, Hinduların büyük bir ihtimamla sakınarak gözcülük ettikleri sınırları delip Hristiyanlığı ülkeye sokmak için, münhasıran laik ingiliz eğitimine tahsis edilmiş okullardaki çocukların, anlaşmanın şartlarını hiçe sayarak, körpe ruhları üzerinde çalışmayı deniyorlarsa da. Çünkü söylediğim gibi, inanç tohumlarını ekmek için en uygun dönem yetişkinlik değil çocukluktur; özellikle daha önceki bir inanç zaten kökleşmişse bu daha da fazla böyledir.
    Fakat yetişkin dönmelerin sahip olduklarını iddia ettikleri edinilmiş kanaat kural olarak kişisel bir çıkarın maskesinden başka bir şey değildir. Olgunluk çağında dininden dönen bir kişinin her zaman her yerde çoğu kimse tarafından küçümsenmesine neden olan da bunun kolay kolay başka türlü olamayacağı yolundaki hissiyattır, her ne kadar onlar bu şekilde dini akla uygun bir kanaat meselesi olarak değil, fakat erken yaşlarda, herhangi bir sınamaya tabi tutma imkanına sahip olmazdan önce, yerleştirilmiş bir inanç meselesi olarak gördüklerini gösterirlerse de. Onların dine bu şekilde bakmakta haklı oldukları sadece körü körüne her şeye inanan kitlelerin değil , fakat her dinin, bu sıfatlarıyla dinin kaynaklarını, delillerini, dogmalarını ve tartışmalı konularını incelemiş olan ruhban sınıfının da toplu olarak ülkelerinin dinine şevkle, sadakatle ve gayretle bağlı olmalarından anlaşılır. Dolayısıyla bir dinin rahibinin başka dine veya inanç sistemine geçmesi dünyada en nadir rastlanır şeydir.
    Sözgelimi Katolik rahipler zümresi kiliselerinin akidelerinin tümünün hakikatine, aynı şekilde Protestan rahipler de kendi akidelerininkine tam olarak inanmışlardır ve her ikisi de inanç esaslarını, onun dogmalarını ve düsturlarını benzer bir şevk ve gayretle savunurlar. Ancak bu kanaat yine de her birinin doğduğu ülkenin şartlarının bir sonucudur sadece; dolayısıyla Güney Almanya'daki rahipler için Katolik dogmanın, Kuzey Almanya'daki rahipler için de Protestan dogmanın hakikati mükemmelen açık ve aşikardır.Şu halde eğer bu kanaatler nesnel temeller üzerine oturuyorsa, o zaman iklim koşullarınca belirlenecek demektir ve tıpkı bitkiler gibi kimisi bir yerde kimisi bir başka yerde gelişip serpilecektir. Fakat şimdi insanlar her yerde mahalli koşullarda ikna olmuş olanların kanaatlerini inanç ve güvenle kabul etmektedirler.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 9.
    0
    Demopheles: iyi ya işte, bunda ne kötülük var, hem değişen de çok fazla bir şey yok; sözgelimi Protestanlık aslında Kuzeye, Katoliklik de Güneye daha uygundur.
    ···
  9. 10.
    0
    Philalethes: Öyle görünüyor; fakat ben daha yüksek bir bakış açısından baktım ve göz önünde bulundurduğum şey daha önemli bir konu, yani insanlar arasında hakikat bilgisinin ilerlemesi. Ve bu açıdan, bir kimse her nerede doğmuş olursa olsun, daha çocukluktan gençliğe adım atar atmaz, onun zihnine belli önerme yahut kaziyelerin yerleştirilmesi ve sonsuz kurtuluşunu tehlikeye atmaksızın kendisine belletilen şeylerden asla kuşku duyamayacağına kesinkes ikna edilmesi korkunç bir şeydir.
    Sözünü ettiklerim diğer her türlü bilgimizin temelini etkileyen, dolayısıyla ebediyen bakış açımızı belirleyen önermelerdir. Bunların kendilerinin yanlış olması halinde bakış açımız ebediyen bozulup çarpıtılmış olur. Ayrıca bu önermelerin doğal sonuçları her yerde her noktada bütün bilgi sistemimizi etkilediği için karşılaşacağımız şey bilgi bakımından tam bir çarpıtma ve sakatlanma olur. Her edebiyat bunun misalini ya da kanıtını sunar, en çarpıcı olanıyla Ortaçağ edebiyatında karşılaşırız, ama 15. ve 16. yüzyıl edebiyatlarının da bu bakımdan pek geri kaldığı söylenemez. Hatta bütün bu dönemlerin en büyük kafalarına bakın ve zihinlerinin bu yanlış temel fikir ya da faraziyelerle nasıl felç olduğunu ve bilhassa doğanın hakiki özü ve işleyişine dair derin kavrayışların deyiş yerinde ise, önünün nasıl tıkandığını görün.
    Bütün Hristiyanlık tarihi boyunca teizm (tanrıcılık) her türlü düşünsel ve özellikle felsefi çabanın önünde bir kabul gibi durur ve her türlü ilerlemenin önünü tıkar veya gelişmesini engeller. Tanrı, şeytan, melekler, cinler bütün tabiatı dönemin bilginlerinden gizlemiştir; hiçbir araştırma sonuna kadar zütürülmemiş, hiçbir derinlemesine tetkik edilmemiştir; en açık ve anlaşılır illiyet bağının ötesinde yer alan her şey derhal bunlara atfedilmiştir; dolayısıyla böyle bir mesele ele alındığında tıpkı Pomponatius'un yaptığı gibi: Certe philosophi nihil verisimile habent ad haec, quare necesse est, ad Deum, ad angelos et deamones recurrere (De incantationibus,bl. 7).(10) Kuşkusuz Pomponatius'un bu ifadesinde bir alay ya da istihza havası sezinleyebiliriz, çünkü onun sadakatsizliği başka şekillerde de bilinen bir şeydir, ama bu çerçeve içerisinde o sadece çağının genel düşünce tarzını dile getirmiştir.
    Diğer taraftan eğer bir kimse, prangaları kırıp atacak nadir rastlanır bir düşünce esnekliğine sahip olsaydı, tıpkı Bruno ve Vanini'nin başına geldiği gibi kendisi ve yazdıkları ateşe verilirdi. Fakat sıradan kafaların metafiziğin bu ilk hazırlık aşamasıyla nasıl felç oldukları, böylelerinin yabancı ve bildik olmayan bir inanç sisteminin öğretilerini eleştirmeye girişmeleri durumunda en çarpıcı biçimde ve en gülünç yanıyla görülebilir. O zaman böyle bir adamın kural olarak sadece, onun dogmalarının kendi inancının dogmalrıyla uyuşmadığını dikkatli bir şekilde göstermekle ilgilendiğini görürüz. Çünkü o bunların sadece kendi inancının dogmalarında dile getirilenle aynı şeyi söylemekle kalmayıp, kesinlikle aynı anlama gelmediklerini açıklamak için didinir durur. Böylelikle o çocukça düşünceleriyle, yabancı inanç sisteminin sahte özünü açığa çıkardığını hayal eder. Asla bu ikisinden hangisinin doğru olduğu sorusunu sormak gerçekten aklına gelmez; bilakis kendi inanç esasları onun için a priori kesin ilkelerdir. Mh. Mr. Morrison Asiatic Journalin Çinlilerin dini ve felsefesini eleştirmeye kalkıştığı 20. cildinde bunun eğlendirici bir örneğini sunar; gerçekten eğlendiricidir.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 11.
    0
    Demopheles: Demek ki sizin yüksek bakış açısı dediğiniz bu; fakat ben sizi bundan daha yüksek bir bakış açısının olduğuna temin edebilirim. Primum vivere, deinde philosophari (11) ilk bakışta zannedilenden daha etraflı kucaklayıcı bir anlama sahiptir. Her şeyden evvel şiddete başvurmaktan, haksız ve gaddarca ya da yüz kızartıcı nitelikte olan herhangi bir şey yapmaktan alıkoymak için kalabalıkların kaba ve kötü eğilimleri dizginlenmelidir. Şimdi eğer onları hakikati tanıyıp kavrayıncaya kadar beklemek isteseydik hiç kuşku yok çok geç kalırdık. Ve zaten bulunduğunu varsaysak bile hakikat onların anlayış güçlerini katbekat aşacaktır. Her halükarda onun alegorik dile büründürülmüş bir anlatımı, bir mesel, bir mitos onların amaçlarına hizmet eder. Kant'ın söylediği gibi doğru ve erdemin açık, aleni bir miyarı olmalıdır; ve doğrusunu söylemek gerekirse bu her zaman yükseklerde kanat çırpmalıdır. Kastedileni işaret ettikleri sürece bir yöreye veya bölgeye mahsus figürlerin onun üzerine kazıdığı şeyin pek bir önemi yoktur. Böyle bir alegorik hakikat tasavvuru her zaman her yerde bir bütün olarak insanlık için, asla erişemeyecekleri hakikatin ve genel olarak hiçbir zaman anlayamayacakları felsefenin uygun bir ikamesidir; bu hakikat yahut felsefenin her gün biçimini değiştirmesinin ve henüz genel kabulle karşılanan bir biçime sahip olmamasının sözünü bile etmiyorum. Dolayısıyla, sevgili Philalathes, pratik hedefler her bakımdan teorik olanların önünde gider.
    ···
  11. 12.
    0
    devam edecek...
    ···
  12. 13.
    0
    araya kaynıyım uyuyom ben, önümü kapatın görmesin hoca
    ···
  13. 14.
    0
    din'e fazla bulaşmayınlan sakat.
    ···
  14. 15.
    0
    reserved
    ···
  15. 16.
    0
    özet geç dıbına kodugum cocugu.
    ···
  16. 17.
    0
    bak dostum, seni anlıyorum eyvallah saygım da var inanmak istiyorsun birşeye ama ben bunların ağa babalarını gördüm okudum yaşadım, polevga yı bilir misin ? bunları bil ama uzak dur, eroin gibidir zerkettin mi dönüşün olmaz... bir dost

    unutulmuş edit: google da felan arama nafile, bulamazsın...
    ···
  17. 18.
    0
    @1 özet geç amk bu ne böyle gözüm yoruldu
    ···
  18. 19.
    0
    @1 özet geçsen iyi olurdu .
    ···
  19. 20.
    0
    sayfanın aşağısına inene kadar bile 10 dakika geçti amk, bırak özeti mözeti sigigit buradan.
    ···