1. 67.
    0
    Baba, Üstümü ört

    Bu olay Bursa’da olmuş. 17 yaşında bir genç kız aniden ölmüş. Aile, perişan olmuş ama n’apsınlar, kızı defnetmişler tabii. Aradan birkaç gün geçmiş. Baba, kızını rüyasında görmüş. Kız sürekli titriyomuş ve, "Çok üşüyorum baba. Yalvarırım üstümü ört!" diyomuş. Adam, sabah kalktığında rüya aklına gelince hüngür hüngür ağlamış. "Gül gibi evladımı kaybettim. Rüyama giricek tabii." diye düşünmüş. Karısının üzülmemesi için de ona hiçbir şey söylememiş. Ama ertesi gece, sonraki gece, daha sonraki gece, hep aynı rüya: "Çok üşüyorum baba. N'olur üstümü ört!" Baba, bir gece yine aynı rüyayı görürken kan ter içinde uyanmış. Dayanamamış. Karısının, "Nereye bey bu saatte?" demesine aldırmadan sokağa fırlayıp soluğu mezarlıkta almış. Kızının mezarına gelince ne görsün? Mezar açık ve bomboş! Adam, ne yaptığını bilmez bir halde mezarlık bekçisinin kulübesine yönelmiş. Allahım, o an gördüğüne yürek dayanmaz. Bekçi, resmen kıza tecavüz ediyomuş! Meğer bu aşşağılık herif her zaman, yeni gömülen ölülere belli bir süre bunu yaparmış.
    ···
  2. 66.
    0
    hala bunlara inanan var mı lan asdasd
    ···
  3. 65.
    0
    reserved ama şimdi okursam altıma sıçarım
    ···
  4. 64.
    0
    Yardımsever Zenci

    Olayın geçtiği yer, Beyoğlu, Asmalımescit Sokak, 50 numaralı evdir. Olayın geçtiği tarih, 1912-1914 yılları arası; olayın kahramanı ise, bu yazarın (Giovanni Scognamilla) büyükannesi, adı ile Mariana Filipucci. ***n oldukça dar bir gelirle yaşamakta olduğu o yıllarda (Birinci Dünya Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı evin geniş avlusunu süpürmekte olan, kara kara düşüncelere dalmış büyükanne Mariana üst kat merdivenlerinden birinin inmekte olduğunu, yaklaştığını görmüş, dönmüş bakmış ve hayretler içinde kalmıştı.
    Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç görmediği bir zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. "Bir paşa gibi giyinmiş, sırmalarla süslenmişti" diye anlatırdı büyükanne. Zenci önünde durmuş, eğilip selam vermiş sonra da redin***n cebinden bir kese çıkatıp Mariana’nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişti. Büyükanne, hayretten dona kalmış, bir süre sonra kendine gelmiş, keseyi açtığında ise içinin altınlarla dolu olduğunu görmüştü. Tam o sırada, sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş; büyükanne de sormuş ona sokakta böyle bir zenciyi görüp görmediğini. Hayır, kızı böyle bir kimseyi görmemişti, ne o ne de başka birileri. Sanki birden cisimlenmiş, büyük***n parasal sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı. Kesin olan bir şey varsa o da o gün, o evde herhangi bir zencinin kalmadığı, daha önce ve daha sonra hiç gelmediği görünmediğidir. Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı esnasında üç bacaklı yuvarlak bir masanın dört kat merdiven boyunca indiği seansa katılanlar tarafından görüldü!
    ···
  5. 63.
    0
    Siyah Şey

    Yaklaşık 6 sene önce, 15 yaşındaydım ve arkadaşlarla her zamanki gibi evin önünde oturup muhabbet edecektik. Aşağı indiğimde bir çocuğu korkutuyorlardı. Ben de buna katıldım ve, "Bu apartmanda gizlice biri öldü. Biz de onu duvarların arasına gömdük." dedik. Ruhunun hep gezindiğini ve herkesin çok korktugunu da söylemiştik. Tabii çocuk aklıyla inandı buna. Biz de bunu korkutmaya calışıyoruz... Bunlar, evin arkasında yürürlerken; ben, dışarı çıkardığım müzik setinin kolonlarıyla mikrofondan çıkardığım garip garip sesleri aşağıdakilere dinletiyordum. Çocuk, öylesine korkmuştu ki, bunu bilmeyen başka çocuklar da buna inanmaya baslamıştı. Biz de bunun devam etmesi için yan bloğun bodrum katına bir yer hazırladık. Sanki bir insan ölüsü varmış gibi duruyordu. Arkadaslar da duvarların arkasından yerlere camlar atıyor; içerde, çıkan sesler yankılanıyodu.
    Artık bütün mahallenin çocukları buna inanmıştı. Hepsi de, "Olamaz böyle birseş!" diyordu. Sonunda bir aksilik cıkmadan akşamı getirmiştik. Bu arkadaslardan bir gurubu, yine aşağı ineceklerdi. inanmışlardı ama gece ne olacagını merak ediyolardı. Biz, bunların gece oraya gideceğini öğrendik ve arkadaşlarla birşey yapamayacağımız için kara kara düşünmeye başladık. Çünkü oyunumuz ortaya çıkacaktı. Çardakta oturuyorduk. O sırada, kapkara birşey önümüzden geçti. Biz, "Ya kedi, ya köpek" dedik bunun icin. En sonunda karar aldık. Gizli saklanma yerimize gidecektik. Burası, boş bir evdi. Apartmanın zemin katı panjurundan giriyorduk. Eve girdik. Işıkları açmaya çalıştık; ama yanmadı ve birden önümüzden yine o siyah sey geçti. inanamamıştık. Kedi değildi. Köpek olsa saldırırdı. Çok ürkmüştük. O sırada, çığlıklarla arkadaslar bizi aramaya basladılar. Biz, bize bir oyun oynadıklarını düşündük. Fakat, oyun degilmiş... Aşağı indiklerinde, bodrumun ışık alan camları kırılmaya baslamış ve duvarların içinden sesler gelmeye baslamış. Biz de buna inanmayıp aşağı indik. Gördüüğmğz şey, sonunda bizi de korkutmuştu. Orada, birşeyler fazlaydı ve bunu bir insan, bizden habersiz yapamazdı. Anahtarlar da bizdeydi.

    Oradaki masa ve bıçak... Resmen kanlıydı ve o sırada içeriden yine o siyah şey dışarı çıktı. Artık altımıza kaçıracaktık. Kaçtık... En iyisi, herkesin evine gitmesiydi. Evlerimize döndük. Ben, durmadan dua ediyodum. En sonunda, anneannem bizde kaldığı icin salonda yatacağımdan, eşyalarımı aldım ve salona gittim. Uyumak icin gözlerimi kapadığımda hep bir ses duyuyordum. Bunlar, sanki birinin bana doğru yürüdüğü ve yaklaştığı ayak sesleri gibiydi. Gözümü açtım ve sesler kesildi. Tekrar gözümü kapadığımda, yine bir şeyler yaklaşıyor gibiydi. Hemen gözümü açtım. Dayanamıyordum... Çığlık atacaktım... En sonunda bildiğim bütün duaları okudum ve uyudum. Fakat çare etmedi. Resmen içimden bir ses, "Kesinlikle dua etme ve gözünü açma!" diyordu. Dayanamamıştım. Birden cıglık atarak kalktım ve içeriye koştum. O gün, abimin yanında yattım. Ertesi gün uyandığımda, buluşma yerinde birşeyler olmustu. Sabah, o ışık girmeyen evde onlarca göz ve insan gölgeleri görmüşler, sesler duymuşlardı. Hepimiz de delirmiş gibiydik. iyileşene kadar cıkamadık bir yere. Sonradan, bu oyunu yaparken birilerinin ruh çağırdııını ögrendik. Bir daha böyle birşey yapmamaya kendime söz verdim...
    Tümünü Göster
    ···
  6. 62.
    0
    reserved
    ···
  7. 61.
    0
    Ruh Çağırma

    Bu olayı anlatırken hala daha tüylerim kalkıyor ve ağlamamak için kendmi zor tutuyorum. Fakat bunu bilmenizi isterim ki benim başımdan böyle bir olay geçti ve ben bu olaydan sonra bir daha ruh çağırmamak üzere yemin ettim! isteyen inansın istemeyen de inanmasın birini inandırmaya da zorlamıyorum zaten!! Adım belli, adresim belli, saklamıyorum onlar da yayınlansın!

    Bundan beş altı yıl önce, ben daha o zamanlar 14-15 yaşlarında iken, bir yaz günü aynı mahhallede oturduğum bir arkadaşımın evinde 4-5 kişi ruh çağırmak için taplanmıştık. O zamanlar da bu ruh çağırma olayları çok moda idi. Herkes birbirine hikayeler anlatıyor, ruh çağırıyor, başından geçenleri anlatıyor ve çoğu zaman da korkutmak için kafadan atıyordu. Yani şahsen ben hiç inanmıyordum. Bir çok defa da ruh çağırmıştık ve hepsi fiyasko idi. Hatta bir çoğunda aramızdan birini kurban belirleyip onu korkutuyorduk. Ortada bir şey yokken ruh gelmiş gibi yapıp o seçilen arkadaşımızı korkutmak için ruh çağırıyorduk.

    Herneyse, fakat bu son ruh çağıracağımız zaman gerçekten aramızda, ne seçilmiş bir kurban, ne de numara çeken biri vardı! Saat gecenin üçüydü ve arkadaşımızın anne ve babası uyuyordu. Biz de evin oturma odasına tam teşkilat yerleşmiştik. Gerçekten herkes o ortamdan biraz da olsa ürkmüştü ve herkes cidden ruh çağırmak istiyordu. Derken hazırlıklar bitmiş ve Klagib ruh çağırma olayı başlamıştı. Üzerinde harfler ve birtakım gerekli yazılar falan bulunan büyük karton kutu, üzerinde okunmuş fincan, dualar falan işte herşey hazırdı ve herşey ciddi bir şekilde yapılıyordu. Ben de biraz gerilmiştim artık çünkü herşey gayet ciddi ve bilinçli idi. Ne kadar da inanmasam böyle şeylere gene de ya gelirse diye bir heyecan vardı içimde.
    Artık ruhun gelmesini bekliyorduk. Herşey yapılmış, ruh belirlenmiş, dualar okunmuş, herkesin işaret parmağı fincanın üzerinde bir hareket bekliyorduk. 10 dakika geçmeden fincan kıpırdamaya başladı. O anda herkes bir birine suç atmaya başladı, parmağınla kıpırdatma şu fincanı, ben kıpırdatmıyorum ya gerçekten kim kıpırdatıyor gibisinden ama kimse kıpırdatmıyordu! Derken sorular başladı ve fincan bize bu soruları cevaplıyordu. Yanıtların hepsi doğruydu! En son artık öyle sorular soruyorduk ki aramızdaki şahısların bilemeyeceği türden şahsi sorular, fakat onları da biliyordu! Çok korkmuştuk!

    Evin sahibi olan arkadaşımızın böyle şeylere çok zaafı vardı ve çocuk birden ağlamaya başladı! Bu arada belirteyim ruh çağıranların ben dahil hepsi erkek. Çocuk çok kötü olmuştu ve kurban olarak seçilenin kendisi olduğunu sanıp bize yalvarıyordu. Artık oyun oynamamızı, çok korktuğunu, bu kadarın aşırı olduğunu söyleyip duruyodu ve ağlıyordı! işte o an korkum 2 ye katlanmıştı. Atık ruhu göndermeye çalışıyorduk ama o da gitmiyordu. Ruh gitmeden de fincanı kaldıramıyorduk. Ev sahibi arkadaşımız git gide fenalaşıyordu ve resmen ağlıyordu haykıra haykıra, benim de gözlerimden yaş gelmedi desem yalan olur yani!!
    Öyle bir an oldu, arkadaşımız dayanamadı artık ve herkese küfrederek fincanı kaldırdığı gibi pencereden dışarı yola fırlattı. Fincan kırılmıştı. Böylelikle ruh çağırma olayı da bitmişti tabii ama herkesin içinde bir endişe vardı ve o arkadaşımıza ne yapıyorsun sen gibisinden bakıyorduk endişeli gözlerle. Ev sahibi arkadaşımız hala daha sövüyordü ve siz arkadaş değilsiniz diye hem bize hem de ruhlara kadar sövüyordu. Allahtan anne babası gürültüye uyanmamışlardı. Bizde daha fazla gürültü rezalet çıkmadan yavaş yavaş evlere dağılmanın iyi olacağını anlamıştık. Öyle böyle herkes kendi evine gitti ve yattık uyuduk.

    Ertesi sabah kalktığımda mahallede bir bağırışmanın olduğunu duydum. Bu sesler ruh çağırdığımız arkadaşımızın evinden geliyordu. Herkes ağlıyor, bağırıyor ve sağa sola anlamsızca koşuyordu! Ben resmen şok olmuştum! Ruh çağırdığımız evde oturan o arkadaşımızın babası uyurken sabaha karşı kalp krizi sonucu vefaat etmişti!!...
    Tümünü Göster
    ···
  8. 60.
    0
    Kara Keçi

    Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı... Urfa'da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların devam edip etmediğini bilmediğini ama yine de emin olmadığını söylerdi bize. Çünkü köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin adı "Karakeçi", nam-ı diğer "Cinli Köy". Çevre kasaba ve köylerin insanları, cinlerin musallat olduğu bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış.

    1900'lü yıllarda Karakeçi'nin çok dindar birisi olan çobanı ibrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Rehavet basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun suratını yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey çevresinde toplanmış ve başında bekleyen, ona sinirli sinirli bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve ev ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar "Gul Yaban"i rivayetleri çok yaygınmış ama yine de ibrahim'in anlattıklarını çok saçma bulmuşlar. Hatta onun delirdiğini sanmışlar.

    Olay bir süre sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. ibrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için evden çıkmış ve ertesi sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir vaziyette, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş.

    Çobanın oğlu Hüseyin, bir kaç yıl sonra evde yalnız kaldığı bir zaman, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, ev hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, iblisler gider diye; ama her ne kadar Allah'a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamen seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bazı koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş bile. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının ardından sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş.
    Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı zaman herkes ona inanmış, çünkü bir iki dakika önce her zaman evlerinin duvarına asılı ılan Kuran-ı Kerim'i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de çevre köylere bu olay yayılmış ve köy bundan sonra "Cinli Köy" diye anılmış. Ama bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin'de bu hadiseden sonra bir daha ağzına "Allah" lafını almamış. 10 sene sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın ölmeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını farketmiş. Ondan sonra bütün eve ve de ev halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin'in nasıl öldüğü anlaşılamamış, zira o gece yanında kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bazı homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş ama önemsememiş.

    Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara'ya taşınmış, evlenip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu çok severdik. Bazı tuhaf hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük. Ölmeden önceki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 59.
    0
    "Gizli ilimler" Kitabı

    Dershaneden tanıştığım Ramazan adında çok samimi bir arkadaşım vardı. Ramazan, bana birgün, "Bizim köye gidelim. Sana köyü gezdireyim Hem de ailemle tanışırsın." derdi. Ben de, "Tamam. Müsait bir zamanda evden izin alır gideriz." demiştim.

    Neyse, ÖSS sınavına yirmi gün kala, yorgunluğumuzu atmak için kendi kendimize tatile girmeye, gezip eğlenmeye karar vermiştik. Ramazan, "Fırsat, bu fırsat," dedi. "Git babana durumu anlat... ". Ben de durumu babama açıkladım. "Arkadaşımın köyüne gitmek için bana izin verir misin?" dedim. O da, "Tamam, üç-dört gün birlikte gezebilirsin." dedi.

    Ramazan’ı buldum ve köylerine gittik. işte, ailesiyle tanıştık. Çay filan içtik derken; Ramazan, "Gel dışarı çıkalım." dedi. Biraz gezdikten sonra tekrar eve döndük.

    Ramazan’ın ailesi biraz zengindi. Bahçelerinde iki tane ev vardı. Evin birisi eski, diğeri yeni, yani oturdukları evdi. Ramazan, "Gel eski eve girelim, Eski eşyalara bakalım." dedi. Neyse, girdik eve. Eski gaz lambalarına, çakmaklara, tüfeklere baktık. Girdiğimiz odada eski kırmızı koltuklar, eski bir vitrin, dolaplar sandıklar vardı. Bir kaç eşyaya da baktıktan sonra, sandıklara geldi sıra. Ramazan ve ben, ayrı birer sandık aldık. Açtık sandıkları... ikimizinkinden de kitaplar çıktı. Kitapları karıştırırken içlerinden bir kitap gözüme çarptı. Kitabı elime aldım zor çıkardım sandıktan. Adeta dökülüyordu. Kitabın kalınlığı 30-40 cm vardı. Yeşil ciltli ve başlığı "GiZLi iLiMLER" adlı bir kitaptı.

    Kitabı aldım ve koltuğa oturdum. Karıştırmaya başladım. Kitabın içeriği cinler, ruhlar, dualar vb. korkutucu kavramlar. Kitabı okurken başım ağrımaya başladı. "Ramazan, bana bir hap bul, dayanamayacağım." dedim. Neyse, kitabı okuyorum... Hem korkutuyor, hemde heyecan veriyor. Bu arada Ramazan da başka şeylerle uğraşıyor. Kitap, cin çağırmadan ruh çağırmadan filan bahsediyordu. Bir saat kadar kurcaladım kitabı. Son sayfasına baktığımda, korkudan ölecektim. Ne mi yazıyordu? "Bu kitabı okurken başınız ağrıyabilir... " yazıyordu. Bir titreme geldi bana. Geriye yaslandım. Kulaklarıma uğuldama geldi. Ramazan'a gösterdim kitabı. O da inceledi. "Başınız ağrıyabilir." yazısını ona da gösterdim. Hayret etti. Kitapta yazanlardan, "Ruh çağırmayı yapalım." dedi. Ertesi gün, şehre dönüp yapacaktık.
    Akşam oldu, yatma vakti geldi. Üzerimdeki yorgunluk gitmemişti. Ben, uyuyamadım. Korkuyordum. Ramazan, uyumuştu. Onu kaldırdım. "Ben uyuyum, sonra sen uyu." dedim. Işığı filan yaktırıp başımda beklettim. Ben uyuduktan sonra o da uyumuş. Sabah olunca şehre döndük. Bizim evde kitabı açtık, tekrar inceledik. Kitapta yazan "Ruh çağırma"yı yapacaktık. Ramazan, "Yalnız ikimiz olmaz. Bir kaç kişiye de söyleyelim." dedi. Bir arkadışımıza daha söyledik.
    Kitabı açtık. Ruh çağırmayla ilgili gerekli eşyaları temin ettik. Eşyalar ise; yemek tepsisi büyüklüğünde cam parçası ve iki adet metal kapaktı. Karanlık bir odada cam parçasının üzerine kapakları koyduktan sonra iki kişi parmağını koyacak diğer kişi kitaptaki duayı okuyacaktı.

    Kitap; yapılacakların aklı bilinci yerinde, korkusu olmayanların yapmasını söylüyordu. Gelecek ruhun söylediklerimizi veya soracaklarımızı yapacağını, daha sonra itaat etmeyip bizi korkutacağı söyleniyordu. Örnek olarak da; "Mesela, gece yolda gidiyorsunuz. Bir adam gördünüz. Adama doğru yaklaştığınızı farz edin. O, adam değil aslında ruhtur. O da sizi korkutacaktır." diyordu. Yani en sonunda kafayı bozdurur, diye yazıyordu. Onun için çok tereddütteydik.
    Neyse, arkadaşlar, "Yapalım." dedi. Akşam, bizim evde toplandık. Işıkları kapattık. Eğer ruh gelirse, ya üniversiteyi kazanacak mıydık yada ÖSS soruları ne diye soracaktık. Cam parçasını yere koyduk. Kapakları da koyduk. Ramazan ve ben de parmaklarımızı kapaklara koyduk. Öbür arkadaşımız da kitaptaki duayı okumaya başladı. Korkudan terlemeye başladık. Öbür arkadaşımız kekeleyerek konuşmaya başladı. Yapamadık. Korkuyu yensek yapacaktık. Bir de karşımıza ne çıkacak, onu da bilemiyorduk. Başaramadık.
    Ertesi gün, kitabı Ramazan’a verdik, "Git, zütür." diye. "Ben, zütüremem; sizde gelin." dedi. Biz de, "Gelemeyiz, sen zütür." dedik. Sonra, Ramazan Köye gitti. Annesinin anlattığına göre, Ramazan, eve gelmiş ve eski eve çıkmış. Uzun bir süre gelmeyince o da meraklanmış, gidip bir bakayım demiş. Sonra gitmiş. Bizim Ramazan, odanın ortasında kitap önünde diz çökmüş ve gözleri kapalı bir şekilde duruyormuş. Annesi, "Ramazan!" diye seslenmiş. Hiç ses çıkmamış. Bir kaç dakika sonra, annesi Ramazan’ın aklını yitirdiğini anlamış. Evet Ramazan, aklını yitirmişti. Bu basit bir şey değil; koca bir insan telef olmuştu.

    O günden sonra benimde uykularım bozuldu. 5-6 ay uyuyamadım. ÖSS yi de kazanamadım. Ara sıra Ramazan’ın yanına gidiyordum. Derdinin devasını kimse bulamamıştı. Sizlere tavsiyem; birgün, olurda "Gizli ilimler" adı altında bir kitap görürseniz yanına bile yaklaşmayın...
    Tümünü Göster
    ···
  10. 58.
    0
    Gece Müzik Dinlerken

    Geçici bir süre için annemin babaannesinin şehir içindeki eski evine taşınmıştık. Evin bulunduğu bölge, diğer binaların arka kısmında kalıyordu ve evin ön tarafı bahçe olmakla birlikte yan tarafındaki okulun bahçesine bitişik olarak bir duvarla ayrılıyordu. Okulun bulunduğu bölge, uzun zaman önce mezarlıkmış. Kentleşme büyüdükçe, mezarlığı taşıyıp okul kurma kararı alınmış. Fakat "Sarı Kız" isminde bir yatırın mezarını bir türlü kaldıramamışlar. Buna yeltenen makinaların her biri muhakkak arızalanıyormuş. Bundan dolayı kaldığımız evin bahçesinden hemen çıkışında sol tarafta bu yatırın mezarı vardı. Temiz kalpli insanların bu yatırı gece yarısı saatlerinde bölgesinde bulunan eski bir çeşmeden takunyalarıyla giderek su aldığını gördüğü söylenir. Topuklarına kadar uzun sarı saçlarıyla genç bir kız görünümünde olduğunu duymuştum. Bu yatırın eve yakın olmasından rahatsızlık duyuyor ve geceleri evde rahat olamıyordum. Zamanla bir şey olmadığını görmüş ve rahatlamıştım haliyle. En büyük zevklerimden biri de müzik çalarken uyumaktı. Tarkan'ın ilk kaseti çıkmıştı ve Asla isimli parçasından çok hoşlanıyordum. Kaseti aldığımın ilk gecesiydi. Ve o şarkıyla uyumak üzere teybimi hazırlamış ve üstelik eğer uyuyamazsam tek kaset yetmez diye düşünerek ikinci bir kaset koymuş ve continue play durumuna yani ilk kaset bitince ikinci kasete başlaması için hazırlamıştım. 01:00 civarı yatağıma uzanarak müzikli düşüncelerle uyumaya çalışıyordum. Hava biraz soğuk olduğu için yorganıma iyice gömülmüştüm. Uykunun o ince çizgisine gelmiş ve müzikten dolayı iyice gevşemiştim. Artık uyku moduna geçtiğimi düşündüğüm bir anda, teybimden "çıt çıt" diye bir ses geldi. Bu ilk kasetin bittiğine işaretti. Fakat sessizlik olmamıştı; yani çalan parça, yarıda idi. Buna anlam veremeyerek gözlerimi açmıştım. Yanılmış olabilirdim. "ikinci kaset başlamalıydı bu sırada... " diye düşünürken tekrar "çıt çıt" diye gelen iki sesle ikinci kasetinde başlamadan önce kapandığını hissettim. Yıllardır kullandığım teybimi iyi tanıyordum. Bu şekilde kapanmasına mekanik olarak imkan yoktu -ki elektrikler gitmiş olsa bile otomatik olarak kapanmazdı-. Bu anlam veremediğim olaya karşı yatağımdan doğrularak yavaşça teybimin olduğu tarafa bakmaya çalıştım. içerisi loş olduğu için teybimi seçemiyordum. Anlam veremediğim bu olaya karanlığın içinde öylece bakakalmıştım. içimde kötü bir his belirmişti ve korktuğumu hissederek kımıldayamıyordum. Nitekim annemler de hemen yan odamda uyuyorlardı. Bu, bana az da olsa cesaret veriyordu. Fakat odada yalnızdım. Bu olanlar, bir kaç saniye içerisinde oluyordu. O doğrulmuş halimle yatağımda tuhaf bir sallanma olduğunu sezmiştim. Hafif bir biçimde sağa ve sola sallanıyordu bedenim. kalp atışlarımı da duyuyordum. Bu sallantı kalp ritmlerimdenmi kaynaklıydı çözemedim. Evin tavanı ahşap malzemedendi ve tam üstümden başlayarak gittikçe güçlenen bir gümbürtü diğer odalara kadar hızla ilerledi. Bu an, şok anımdı. Bir veya iki saniye gümbürtünün dinmesini bekledim. Ne annemlerin varlığı ne de yatağımdaki sallantı aklımdaydı. Mantıksız olaylar üst üste geliyor ve canıma okuyordu. Tüm bedenim kaskatı olduğu halde beynimden bir-iki saniye içinde sayısız dua döküldü. işe yaramış mıydı bilmiyorum; ama o gümbürtü geri dönmemişti. Bundan istifade ederek yatağımdan dualarla birlikte fırlamamla hiçbir şey göremediğim o karanlık içinde lambayı yakmamı sağlayacak olan düğmeyi tek hamlede tokatlamıştım. Florasan olduğu için iki saniye daha beklemem gerekiyordu. iki gün gibi geçen o iki saniyeden sonra göz kırparak florasanın yanmasıyla içerini net olarak görebildim. Odamda hiçbir tuhaflık yoktu. Kalp atışlarımın gürültüsünden başka bir ses var mı, yok mu anlayamıyordum. Bir cesaret daha göstererek bilinçsizce kapımı açarak hemen yan odadaki annemlerin odasının kapısını araladım. Odamın ışığından yansıyan ışıkla annemin uyuyan yüzünü gördüm. Uyanmamışlardı. Hemen odaya daldım ve birkaç saniye başlarında sağa sola bakındım. Annem, tavşan uykusu olan biriydi ve benim odadaki varlığımı hissederek gözlerini açtı. Ne olduğunu sordu. O gümbürtüye uyanmamış olması, hayret verici birşeydi benim için. Anlaşılan benden başka bunu duyan olmamıştı. Annemi odama çağırdım ve ondan önce giderek az da olsa rahatlamış biçimde teybimi inceledim. Herşey normaldi. Beni asıl hayrete düşüren içindeki kasetin durumuna baktığımda iki kasetinde hiç ilerlememiş gibi en başında sarılı biçimde durduğunu görmem oldu. Kendimden kuşku duydum. Anneme de hiçbir şey ispat edemedim. Annemin yorumu, gece tavan arasında dolaşan kediler hakkında oldu. Ben de o gümbürtüyü bir kedinin yapabilmesi için ancak dört bacağını ve kuyruğunu altından toplayarak deli gibi poposu üstünde zıplayarak ilerlemesi gerektiğini söyledim. Bir kedinin işi olamazdı. Sanırım başka güçler tarafından uyarılmıştım. Kısık bile olsa müzikten rahatsız olan komşularım vardı. O evden taşındıktan sonra da müzik dinleyerek uyumayı denesem de uyuyamadığımı gördüm. Bir zevkimden daha mahrum bırakılmıştım.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 57.
    0
    A-N-N-E

    Anlatacağım olay başımdan geçtiğinde, Bursada Milli Piyango Anadolu Lisesinde lise 1. sınıf okumaktaydım. 7 kişiden oluşan bir arkadaş gurubumuz vardı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez ve ne yaparsak hep beraber yapardık. Okulda canımız çok sıkıldığında kimin evi boşsa o arkadaşın evine gider ve akşam okul çıkış vaktine kadar orada vakit geçirirdik.

    Birgün gene, "Okuldan kaçıp ne yapalım?" derken; S. isimli arkadaş, evlerinin boş olduğunu, ailesinin Rusya'dan gelen akrabalarını almak için istanbul'da olduklarını söyledi. Ve en erken 1 gün sonra geleceklerdi. Biz, her zamanki gibi makarna, patates vs. alıp onların evine gittik.

    Yemek yeme faslı falan bittikten sonra oturup televizyon izliyorduk. Hepimiz, sıkılmıştık ve yapacak bir şeyler arıyorduk ki, arkadaşlardan biri, cin çağırmayı önerdi. ihtiyacımız olan şeylerse bir kahve fincanı ve alfabenin harflerini yazacağımız kağıt parçalarıydı. Geniş bir tepsinin üzerine bütün bir alfabeyi dairesel şekilde kağıt parçalarına yazdık ve fincanı ortasına koyduk. Yapmamız gereken, okumasını söylediği duaları okuyup cinle sohbet etmeye başlamaktı. Bu gibi olaylara o güne kadar kesinlikle inanmadığımdan dolayı ben hala işin ciddiyetinde değildim ve zaten bilmediğim için dua okumadım.

    7 kişi birden parmağımızı fincanın üstüne koyup duaları okuduk sonra, cine, "Geldin mi?" diye sorduğumuzda, fincan, "Evet." yazısına doğru kaydı. Ben, hala inanmıyordum; ama ortam bozulmasın diye hiçbir yorum da bulunmuyordum. Yaklaşık yarım saat boyunca,"cin" e çeşitli sorular sorduk ve kimi zaman güldüğümüz, kimi zaman inanmadığımız cevaplar aldık. Ama bütün gülüşmelerimiz ve eğlencemiz, dehşet anını yaşadıktan sonra ortadan kayboldu!
    "Cin" , sorularımızdan birini cevaplarken, birden fincan tepsinin ortasına geldi. 2-3 defa dairesel bir hareket yaptıktan sonra, sırasıyla "A", "N", "N", "E" harflerine gitti. Hiçbirimiz bi anlam veremedik. Ancak 1-2 saniye sonra evin kapısı açılıp S.nin annesi eve geldiğinde hepimiz şok olmuştuk!
    ···
  12. 56.
    0
    panpa bu tarz hikayelerin olduğu kitap arıyorum isim verirmisin biliyosan ama hikayeler daha uzun şekilde
    ···
  13. 55.
    0
    Allahsız Osman

    istanbul'da 1800'lü yıllar... O zamanın ünlü kabadayılarından Ustura Kemal ve arkadaşları, Karacaahmet Mezarlığı'nın karşısında bir evin bahçesinde çilingir sofrası kurmuşlar. içki masası muhabbeti tüm hızıyla devam ederken, laf dönüp dolaşıp mezarlık ve ölü konusuna gelmiş. içinde zırnık Allah korkusu ve vicdan bulunmadığını iddia ettiği için lakabı Allahsız Osman olan bir kabadayı, "Ulan ölü ne ki be?! Sen sağ olanlardan kork, ölüden kimseye zarar gelmez" demiş. Ustura Kemal da muhabbeti koyulaştırmak için, "Ulan Osman, madem ölüden korkmuyosun, gel şunu iyiden iyiye ispatla bize!" diye dalga geçmiş.

    Allahsız Osman, bunu nasıl yapacağını sorunca; Ustura Kemal, "Aha şu karşıdaki Karacaahmet mezarlığını görüyosun. Madem Allah'a inanmaz ve ölüden korkmazsın, bu gece 12'de mezarlığa girip sana vereceğimiz kazığı mezarlığa içinde bi yere çak. Sabah biz gidip, kazığın orada olup olmadığına bakarız. Eğer orada bi kazık varsa seni takdir ederiz" demiş. Allahsız Osman, aslında, gece mezarlığa girmek bir yana, yanından geçerken bile türkü söyleyen bir adammış. Ama yiğitliğe leke süremeyeceğinden, "Peki ama siz de benimle gece gelip, mezarlık çıkışında bekleyeceksiniz." demiş. Zaten bu konuşmalar akşam saatlerinde yapılıyomuş, gece yarısı kalkıp Karacaahmet Mezarlığı'na gitmişler.

    Osman, gece karanlığında mezarlığın büyük kapısından içeri girmiş. Herkesin Allahsız Osman olarak bildiği o cesur (!) kabadayı, mezarlığın içinde salavatlar getirerek bi elinde kazık, bir elinde çekiç ilerlemiş. Bir mezarın yanına geldiğinde alelacele eğilip kazığı yere çakmış. Korktuğu için de hemen oradan uzaklaşmak istemiş. Ama birşey, giydiği setrenin, (o zamanlar erkeklerin giydiği uzunca eteği olan bi tür giysi) ucundan tutmuş. Allahsız Osman vargücüyle, "imdaaat! Ulan yardım edin. Ölü beni tutuyooor!" diye feryat etmiş; ama kendinden epey uzakta olan arkadaşlarına sesini duyuramamış. Bağıra çağıra mezarın üzerine yığılıp, kalp krizinden oracıkta ruhunu teslim etmiş.
    Uzunca bir süredir mezarlığın dışında bekleyen arkadaşları, Allahsız Osman'ın kendilerine oyun oynayıp, mezarlığın öteki kapısından çıktığını düşünüp dağılmışlar. Ertesi sabah ise, Ustura Kemal ve arkadaşları kazığın çakılı olup olmadığına kontrol için Karacaahmet Mezarlığı'na gelmiş. Bi bakmışlar ki, Allahsız Osman, kazıkla beraber setresinin ucunu toprağa çakmış durumda, bir mezarın üzerinde cansız yatıyomuş.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 54.
    0
    @52 uydurma değil, yaşanmış hikayeler bunlar.
    ···
  15. 53.
    0
    Ölen Babaanne

    Liseli bir genç kız, babaannesiyle yasamaktadır. Birgün, okuldan eve gelir. Babannesi, salonda oturmaktadır. Babannesi, genç kıza bakar ve kendisine su getirmesini ister. Kız da mutfağa doğru yürürken, telefon çalar ve arayan babaannesidir. Komşuya gittiğini, yarım saate kadar geleceğini söyler kıza ve kız hayretle sorar: "Babanne, sen evde değil misin? Burda, sana çok benzeyen biri var." der. Babannesi kıza, "Senden su mu istedi?" diye sorar ve kız, "evet!" der. "Derhal ona suyu ver ve evi 5 saniye içinde terket!" der. Kız, şaşkınlık içinde mutfağa gider ve suyu verip evi terkeder. Arkasına dönüp baktığında, ev yıkılmıştır ve ölen, kızın babannesidir...
    ···
  16. 52.
    0
    Musalla Taşı

    Köyümüz, Tipi Köy Iç Anadolunun en eski köylerindendir. Köyümüzün mezarlığı, evimizin tam karşisındaydi. Komşumuzun bize, "Orada garip seyler gördüm,." demesi, bizi ne kadar ürkütse de inandırmıyordu. Ta ki Burak arkadaşımın sünnet gecesine kadar. Birden, arkadaşımın hediyesini evde unuttugumu farkettim. Gece, garip olayların olduğunu bildigim için, eve gitmeye korkuyordum. Eve yaklaştığımda, bazı çığlıklar duymaya basladım. Musalla taşının üzerinde garip ışık büzmelerinin daire biçiminde döndügünü gördüm ve birden at sesleri gelmeye basladı. ileriye dogru baktığımda, atin üzerine binmiş bir gelinin hızla musalla taşına doğru geldigini gördüm. Gelin, bir süre musalla taşının etrafında dolaştıktan sonra, mezarlığa girerek ağıt yakmaya basladı. Ben, bu arada korkudan ne yapacağımı şaşırdım. Daha sonra, bir düğün alayının gelip gelini alarak oradan hızla uzaklaştığını gördüm. Ben de düğün yerine koşup olanları dedeme anlatmaya basladım. Dedem, bana inanmadı. Ertesi sabah, mezarlığa bakmaya gittiğimde, bir gelin duvağını bir mezara baglı olarak buldum.Bu duvaği dedeme gösterdigimde, dedemin ağladığını ve bu duvağın savaşta, gelinken sehit olan ablasına ait oldugunu ve mezarınsa sevdiğine ait oldugunu söyledi. Birkaç yıl sonra, Akşehir Gölü'nün taşmasıyla köyümüz sel altında kaldi. Bir daha böyle bir olay görülmedi.
    ···
  17. 51.
    0
    Mezarlıktaki Heykel

    Genç kızlar, korkunç efsanelerin çoğunda başroldeler. ingiltere’de yaygın olan bir hikayede anlatıldığına göre, bir grup kız, bir gece korkunç hikayeler anlatıyorlarmış birbirlerine. Laf dönüp dolaşmış ve gece mezarlığa girip giremeyecekleri tartışmasına dönüşmüş. Kızlardan biri, “Girmek ne ki, sabaha kadar bile otururum ben orada.” demiş.
    Yaparsın, yapamazsın tartışması sürerken, korkmayacağını söyleyen kız, üzerine montunu alıp fırlamış dışarı. Giderken de, “Sabah beni mezarlıktan almaya gelirsiniz. Herhalde gündüz vakti korkmazsınız di’mi?” demiş gülerek. Kızlar, engellemeye çalışmışlar ama nafile, dönmemiş sözünden cesur kızımız.
    Evde kalan kızlar, sabahın ilk ışıklarıyla arkadaşlarının yanına yani mezarlığa gittiklerinde, onu yanında mermer bir heykel olan bir mezarın üzerinde bulmuşlar. Kız, gözleri pörtlemiş bir halde cansızmış ve mezardaki heykelin elleri kızın boynundaymış. Sonradan öğrenmişler ki, mezarın sahibi, nişanlısı son anda evlenmekten vazgeçtiği için intihar eden bir gençmiş. Heykel, ölü kadınlardan intikdıbını işte böyle, kızı öldürerek almış.
    ···
  18. 50.
    0
    mılletın aklını karıstırma huur cocugu bunların hepsı hıkaye uydurmaa..
    ···
  19. 49.
    0
    reserve
    ···
  20. 48.
    +1
    Garip Bir Hikaye

    Bu olayın tüm tanıklarıyla ayrı şehirlerde ve farklı zamanlarda görüşme olanağım oldu. Hepsi de, harfiyyen aynı şeyi anlattı bana. Ben de aynı garip olayı, olayın şahitlerinden birisinin ağzıyla size aktarıyorum;
    Babamız, evimizden uzaktaydı. Evimizde sürekli bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı. Yedi kardeştik ve köy evimizde biz kızlar, annemizle birlikte aynı odada uyuyorken, abilerimiz yan odada uyuyordu. Ben, o devirde 13 yaşındaydım. Evimizin odası beyaz kireçti. Geceleri korkmayalım diye, bir gaz lambası, kısık ateşte sürekli yanardı. Ancak duvarlar beyaz olduğundan, az ışık da olsa odada herşey seçilebiliyordu. Ben, iki kız kardeşimle yer yatağında yatıyordum. Annem, divanda yatıyordu. Yatağa gireli bir kaç saat olmasına rağmen, ben uyuyamamıştım. Tavana bakıyordum. O sırada odamızın kapısı açıldı. içeri kafasında şapka bir adam girdi. (Bu şapka dediği şey, örgü bere) Babamız evde olmadığı için, dayım köyümüze gelerek sık sık bizde kalırdı. "Yine geç vakitte dayım geldi." diye düşündüm. Ardından adamın arkasından odaya bir kadın girdi. Adam önde kadın arkada, gaz lambamızın asılı durduğu duvara yürüdüler. Adamda pantolon yerine, aşağıdan iple bağlanmış bir kapri vardı. Kadın, beyaz bir elbise giymişti. Siyah saçları beline kadar arkadan uzanıyordu. Hiç konuşmadılar ve lambanın yanında durdular. Her ikisi de bir süre lambanın fanusundan içeri baktılar. O anda, her ikisinin de yüzünü net olarak gördüm. Bu kişileri tanımıyordum. Dayım olmadığını anladığım da çok korktum. Heyecandan dilim tutulmuştu. Ardından adam, gaz lambasının ışığını biraz açtı. Herşeyi artık daha net seçebiliyordum. Işığı açtıktan sonra, yine adam önde, kadın arkada yürüyerek odanın duvarından dışarı çıktılar. işte o anda, “Anneee !!!” diyerek sessizce ağlamaya başladım. Annem, hızla ellerimi tuttu. “Korkma kızım sende gördün mü?" dedi. Olaya odada bulunan annem, ben ve ablam, aynı anda şahit olmuştuk. Annem, sonra bizi şöyle teskin etti. “Kızlarım!!! korkmayın, bunlar bize zarar vermek için gelmedi. Hanemizin ışığını arttırdılar. Herşey daha iyi olacak.” O gece korkuyla biribirimize sarılarak uyuduk. Annem, o gaz lambasını korkudan bir daha söndüremedi. Onu yanık bir şekilde vitrinin üzerine koydu. Lamba, orada kendi kendine gazı bitene kadar yandı. Lambayı söndürmememiz içinde bize tembihte de bulundu. Sanırım, evimize gelenlerin açtığı ışığı söndürmeye korkmuştu…Bu olayı kimseyle paylaşmadık. Aile sırrımız olarak uzun süre içimizde yaşattık…»
    Bu olayı, olayın tanıklarına ayrı zaman ve mekanlarda sordum. Hepsi, yaşanan bu olayı aynen teyit etti. Yaşları şu anda epey ilerlemiş bu sıradan kadınların, aradan yıllar geçtikten sonra böyle bir hikaye uydurmalarının hiç bir anlamı olmayacağı kanaati bende oluştu. Hatta, olayı duymuş olmama epey şaşırdılar. Sanırım, birbirlerine çok iyi tembihlemiş olacaklar veya bu sır dolu olayı unutmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Genelde, olayı anlatışları yorumdan uzak, kısa ve özdü. Bu tip olayı anlatanların heyecanla, ballandırarak bezedikleri cümleler kurmadılar. "Yaşandı bitti! üzerinde durmuyoruz." havasındaydılar. Tüm bu izlenimlerim, bana bu olayın gerçekliliği konusunda daha da inandırıcı düşünmeme neden olmuştur.
    Tümünü Göster
    ···