0
sen istedin amk
Peki, sünnetin zararları nelerdir? Şimdiye kadar bilinen tek faydası, bir önlem olarak HIV'e karşı direnç kazandırmasıdır. Bunun haricinde saydığımız bazı hastalıkları tedavi amacıyla kullanılabilir; fakat bu bir tedavidir, bir önlem değil. Dolayısıyla, yukarıda dediğimiz gibi, kangrenin önüne geçmek için bir kolu kesmezsiniz, kesmemelisiniz. Benzer şekilde, evrimsel süreçte -tıpkı bir kol, bacak, burun, diş gibi- kendi hastalıklarıyla evrimleşmiş bir organı doğuştan kesmek son derece tehlikeli ve yanlıştır. Bu tehlikelere bakacak olursak...
Özellikle bilimin ilerlemesi ve Evrimsel Biyoloji sayesinde insanların bilim anlayışındaki gelişme sonrasında, geleneklerin ve inançların dayattığı, bilim dışı uygulamalara karşı daha ciddi cepheler doğmaya başlamıştır. Bu organizasyonların doğması 1990'ların ortalarına rastlamaktadır. Haziran 1999 yılında BJU International dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, sünnetli insanlarda, sünnetsiz insanlara göre:
- Penis yaralanmasının %33 daha fazla,
- Ereksiyon için gerekli penis derisinin olmaması şikayetinin %27 daha fazla,
- Eşit olmayan deriden ötürü penis kıvrımlanması sorununun %16 daha fazla,
- Ereksiyon sonrası kanamanın %17 daha fazla,
olduğu tespit edilmiştir. Aynı araştırma, pgibolojik durumu da içermektedir. Yapılan bu araştırmada, sünnetli erkeklerin sünntesizlere göre:
- Yaralı gibi hissetme oranlarının %60 daha fazla,
- Kendine güvensizlik ve aşağılık kompleksinin %50 daha fazla,
- Genital güvensizliğin %55 daha fazla,
- Öfkenin %52 daha fazla,
- Depresyonun %59 daha fazla,
- Saldırganlığın %46 daha fazla,
- Aileye ihanetin %30 daha fazla,
olduğu görülmüştür. Çünkü olay sadece bir deri parçasının alınması değildir. Hayvanların tamamı hayatta kalmaya ve üremeye odaklanmıştır ve bütün sistemleri bu ikiliyi gerçekleştirmeye yönelik olarak evrimleşmiştir. insanda da kültürel evrim buna paralel olarak gelişmiştir. Bu evrimsel süreç içerisindeki her yapay müdahale, olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Sünnet, bunların başında gelen unsurlardan biridir. Elbette burada cerrahi müdahale gerektiren durumlardan değil, keyfi uygulamalardan bahsetmekteyiz. Gerçi cerrahi müdahale sonrası da güvensizliğin arttığı bilinen bir gerçektir.
Özellikle,
- Avusturalasyalı (Avusturalya ve Asyalı) Kraliyet Fizisyenleri Koleji,
- Kanada Pediyatri Cemiyeti,
- Hollanda Kraliyet Tıp Birliği,
- ingiliz Tıp Birliği,
- Amerikan Pediyatri Akademisi,
- Amerikan Tıp Birliği,
- Amerikan Aile Fizisyenleri Akademisi,
- Amerikan Üroloji Birliği,
gibi kurumlar sünnet konusunda çok kapsamlı literatür incelemeleri ve pratik araştırmalar yapmışlardır. Bu araştırmaların sonucunda sünnetin herhangi bir gerekliliğine rastlamadıklarını farklı raporlarda net bir şekilde açıklamışlardır. Bu birliklerin, cemiyetlerin ve akademilerin (ve çok daha fazlasının) hiçbiri sünneti, gereklilik durumu doğmadıkça uygulamayı desteklememektedirler.
Bu kadar ciddi karşıtlığın sebeplerini farklı şekillerde verdik. Ancak sünnetin daha teknik bazı olumsuzlukları da bulunmaktadır. Bunların başında hypovolemik şok gelmektedir. Sünnet hakkında araştırmalar yapan tıp birliklerinden birinin yaptığı araştırmaya göre 4.000 gram (4 kilogram) doğan bir erkek çocuğunda 340 mililitre kan bulunmaktadır. Yani kilogram başına 85 mililitre kan düşmektedir. Sünnet sırasında, en başarılı doktor bile, 68 mililitreye kadar kan kaybına sebep olabilmektedir (çoğu zaman bundan daha azdır) ve bu konuda vakaya rastlanmaktadır. Bu da doğum sırasında bebeğin %20 oranına kadar kan kaybetmesine sebep olmaktadır. Bu da bebeklerin hipovolemik şoka girerek ölmelerine sebep olacak kadar ciddi bir kan kaybıdır. Sünnetin herhangi bir faydası, bu riski almaya kesinlikle değmemektedir.
Öte yandan bir diğer önemli sıkıntısı Metisilin Dirençli Staphylococcus aureus bakterisine yakalanma riskidir. Yapılan araştırmalarda, son dönemlerde sünnet vakalarında bu bakteriden kaynaklı hastalıkların oranında çok ciddi bir artış olduğu ortaya çıkarılmıştır. Üstelik sünnet olan çocuklarda, sünnet yaralarından bu hastalığın kapılma ihtimali ömür boyunca sürmektedir. Çünkü ön derinin salgıladığı bazı kimyasalların, cinsel bir hastalık olan bu bakteriyel enfeksiyona engel olduğu düşünülmektedir. Bu derinin kesilmesi, hastalık riskini arttırmaktadır.
Bunlar haricinde sünnetli erkeklerde ilerleyen dönemlerde bazı hastalıkların görülme ihtimali artmaktadır. Bunlar arasında:
- Meatal stenoz: idrar kanalının daralıp kapanması hastalığıdır. Normalde erkeklerin %0.9'unda görülmekteyken, sünnetlilerde bu oran %9-10'a kadar çıkmaktadır.
- Üriner Retensiyon (isküri): idrar yapamama hastalığıdır.
- Venöz stasis: Penis damarlarında kan akışının yavaşlaması hastalığıdır. Ön derinin kesilmesiyle damarların ortadan kaldırılması, bu hastalığa yakalanma riskini arttırmaktadır.
- Gömülü Penis: Penisin ereksiyon sırasında bile dışarıya çıkamamasına sebep olan hastalıktır. Ön derinin kesilmesiyle penis başının hareketi "özgürleştirilmiş" sanılmaktadır, ancak alt derinin iltihabı veya hasarı, penis hareketine engel olmaktadır.
- Adhezyonlar: Penis etrafındaki deri, ön derinin kesilmesine cevaben genişleyebilir ve penis başını kapatacak şekilde kaynaşabilir.
- Deri Köprüleri: Ön derinin kesilmesiyle birlikte salgıların azalması derinin penis başına veya penis şaftına yapışmasına ve köprüler oluşturmasına sebep olabilir. Bu da ağrıya ve acıya sebep olabilir.
- Acılı Ereksiyon: Genellikle köprü oluşumu ve ön derinin salgılarının kesilmesinden ötürü katılaşma-kuruma durumlarından ötürü erekte olurken acı duyulması durumu gerçekleşebilir. Sünnetli erkeklerde ereksiyon sonrası ağrıların da daha fazla olduğu tespit edilmiştir.
Sünnetle ilgili sorunlardan bir diğeri ise etik problemlerdir. Sünnet, cinsel organların gelişimsel uyumu ve pgibolojik gelişimin etkilenmemesi adına küçük yaşlarda yapılmaktadır. Ancak bu, etik bir problem doğurmaktadır: Bir birey, ebeveyn dahi olsa, çocuğunun ömrünü etkileyecek, geri döndürülemez ya da değiştirilemez fiziksel bir karar almaktadır. Bu karar, basitçe çocuğun sırtına bebekken koca bir kartal dövmesi yaptırmaya benzemektedir. Hoş, bir dövme sildirilebilir; ancak evrimsel süreçte, milyonlarca yılda evrimleşip de bir makas darbesiyle koparılan bir deri geri getirilememektedir. Bunun kararı, yetişkin bireyin kendisi tarafından alınmak durumundadır. Muhtemelen hiçbir insan, eğer ki büyüyüp HIV'e yakalanacak olursa ebeveynlerini "Sen neden beni küçükken sünnet ettirip HIV'e yakalanma şansımı düşürmedin!" diye sitem etmeyecektir. Dolayısıyla burada etik, geleneklerin önüne geçmek durumundadır.
Tüm bu bilgiler göz önüne alındığında, şu sonuca varmak mümkündür: Sünnetin bazı yararları bulunmaktadır, bunlar göz ardı edilemez. Ancak çok ciddi zararları da bulunmaktadır. Bu zararlar sadece fiziksel ve morfolojik değil, aynı zamanda pgibolojiktir de. Bu durum tıpkı sigara içmek gibidir. Sigaranın da bazı ufak tefek yararları bulunmaktadır. Örneğin mide ülseri üzerinde olumlu etkileri olduğuna dair araştırmalar bulunmaktadır. Ancak sigara içmenin zararları bir tarafta toplandığında, bırakın mide ülserini, mide kanserini bile %100 önlese bu yine de göz ardı edilebilecek kadar küçük bir etki olacaktır. Sünnet de aynen bu şekildedir.
Canlılar, nesiller boyunca evrimleşerek günümüze gelmişlerdir ve bu süreçte birçok organ edinilmiş ve kaybedilmiştir. Günümüzde, kimi zaman körelmiş organlar (20 yaş dişleri, apandiks, vb.) sorun yaratabilmektedir; bunlar sorun yarattıkları zaman alınırlar. Ancak ön derinin körelmiş bir organ olmadığı net bir şekilde ortadadır, hem filogenetik verilerden, hem fizyolojik verilerden, hem de pgibolojik verilerden bunu anlamamız mümkündür. Eğer ki bu yapıda bir hasar/hastalık oluşacak olursa elbette alınması gerekmektedir. Ancak bir önlem olarak bu yapının kesilmesi, tartışmasız bir şekilde cehaletten kaynaklanmaktadır.
Bu yüzden mümkünse, Dünya çapındaki tüm profesyonel bilim kurumlarının önerdiği gibi, sünnetin yapılmaması gerekmektedir. Eğer yapılırsa, bir karaciğerin alınması kadar ciddi bir etki elbette yaratmayacaktır, ancak birçok olumsuz etkinin oluşacağı öngörülmelidir. Bu sebeple de, eğer ölüm-kalım meselesi değilse, sünnete yanaşılmaması akılcı ve yerinde bir davranış olacaktır. Elbette, insanların dini inançları ve şahsi görüşleri çoğu zaman bilimin önüne geçmektedir. Ancak ironiktir ki aynı kişiler, bu tip sorunlardan muzdarip olduklarında yine bilimin kanatları altına sığınmaktadırlar. Bu sebeple, iki yüzlülük yapmamak ve tükürdüğümüzü yalamamak adına en baştan bilimsel olan tercihe gitmekte fayda görüyoruz.
Tümünü Göster