1. 101.
    0
    neyse beyler benden bu kadar yarın çok işlerim var yayınevine falan gideceğim siz okuyun annen babanızın ellerinden öpüyorum. kız kardeşlerinize selam söyleyin hadi eyvallah kendinize iyi bakın canım kardeşlerim sizden başka kime dökebilirim içimi
    ···
  2. 102.
    0
    @171 enrty girme demedim mi sana enişte
    ···
  3. 103.
    0
    @179 amacın ne gerizekalı ahlaksız herif .ama dur aslında iyi oldu onu oraya koyman yalanına sokuyumcular gidip 31 çeker
    ···
  4. 104.
    0
    reservedleri alın millet akşam son hız devam edeceğim
    ···
  5. 105.
    0
    geldim beyler ben son hız devam eder bu arada bazılarına iki çift lafım var
    @196 ben liseli falan değilim 26 yaşındayım ve size bir şey inandırmak zorunda değilim
    @195 kimsin sen lan benim ömrüm hapishane de senin gibileri gibmekle geçti
    @191 elimde isanbul cezamahkemesi ve istanbul adiyesi istanbul emniyet merkezi falan filan belgeler var onların da hepsini caps olarak atacağım
    @184 ben genel açıklmayı yaptım
    ···
  6. 106.
    0
    18 eylül 2003

    elimde siyah beyaz bir fotoğraf… dedemin giderken bana bıraktığı miras…

    fotoğrafa bakıyorum… dedem, babam, annem, sadık, elif ve ben…

    ben dedemin elinden tutuyorum, elif babamın kucağında, sadık annemin elinden tutmuş gülümsüyoruz dedem hariç …

    bir aile olarak çektirdiğimiz ilk ve son fotoğraftı bu ki, varlığından bile habersizdim o ana kadar… dedemin sakalları kısa ve siyah, başı dik ve başında kasketi, gömleğinin düğmeleri sonuna kadar ilikli, siyah yeleği, cep saatinin zinciri, bir eli yeleğinin cebinde diğer eliyle elimi avuçlamış , gözleri boncuk boncuk, yüzünde de ciddiyet hırkası…

    hepimiz gülümserken bir o ciddi, bir o… güzel dedem, dedem…

    elimde fotoğraf çekyatın yanına yaklaştım, dedeme baktım, fotoğraftaki ciddiyet yerini solgun bir yüze bırakmıştı, elleri göbeğinde bağlanmış, boncuk gözleri kapalıydı… çekyatın dibine yere oturdum… sakallarına dokundum dedemin, sakalları bile ölümün soğuk nefesini soluyor gibiydi… dedemi ilk kez böyle solgun görüyordum…

    dedemin yüzüne dokunarak, güzel dedem böyle yığılacak mıydın sen" dedim, dedem… böyle yığılacak mıydın dedem, böyle gidecek miydin? yığılmıştı ve gitmişti artık...

    şimdi uyansa da nefretini kussa diyordum ama o susuyordu... hep af dilemek istemiştim dedemden ama korkuyordum, konuyu açmaktan bile çekiniyordum... o da bunu biliyor olacaktı ki hiç açmadı konuyu... babamın, annemin ve kardeşlerimin ölümünden ben sorumluydum...

    affet beni dedem, affet… dedim ağlamayla karışık... sonra da sarıldım, öyle bir sarılıyorum ki hani daha çok sıkarsam belki kendine gelir de gözlerini açar diyordum… ama açmıyordu gözlerini, açmıyordu…

    dedeme o sarılma anında kendime ettiğim lanetleri bir ben bilirim ki, hala da ediyorum ve ben dedemi çok ama çok özlüyorum… biliyorum beni hiçbir zaman affetmeyecek ki, hakkı da ama ben de affetmiyorum kendimi…
    ···
  7. 107.
    0
    ben dedeme sarılı bir şekilde ağlarken bir elin omzumdan çekerek beni dedemden ayırmaya çalıştığını hissedince daha çok sarıldım, omzuma dokunan el sanki sarılma hissimi kırbaçlıyor gibiydi… daha sıkı çok sıkı sarıldım.. ben ne kadar sarılmamı güçlendirdiysem o el de beni dedemden ayırmaya kararlıydı…

    gelen yunus amcaydı, elinde beyaz bir nevresim, “kalk evlat, kalk”… diyordu bana…

    yunus amcanın evde olduğunu bile unutmuştum…

    “yunus amca” dedim,

    “dedem” dedim, ağladım…

    dedemi yunus amcaya göstererek,

    “dedem” bir kez daha… “dedem”

    “dedem diyordum tıkanıyordum, yunus amcaya “dedem öldü” diyemedim… öldüğünü söylemekten bile korkuyordum ki, yakıştıramıyordum da… ölüm bana yakışırdı da dedeme hiç yakışmıyordu… o an ben ölseydim de dedem yaşasaydı diyordum ki hala da öyle diyorum…
    ···
  8. 108.
    0
    yüzümle dedemi yunus amcaya göstererek,

    “dedem” dedim bir kez daha…

    dedemin sağ eli göbeğinden düşmüş çekyatın kenarında hareketsiz duruyordu…

    dedemin elini o halde görünce eline sarılarak öptüm, ağladım… öptüm ağladım… avuç içini, elini… parmaklarını öpüyordum… avuç içini yanağıma koydum, ağladım… yunus amca yanıma yaklaşınca elini diğer elinin üzerine koyarak sırtımı çekyata dayadım, başımı bacaklarımın arasına alarak lanet ettim kendime bir süre daha…

    o sırada yunus amca dedemin üzerine beyaz nevresimi örtüyordu… kendi evinde kefenini giymişti dedem… kendi evinde kendi nevresimi ona kefen olmuştu…

    çekyatın kenarında beyaz nevresimi gördükçe ağlamam pişmanlığa karıştı… keşke diyordum, keşke işe gitmeseydim bugün, keşke erken gelseydim, keşke son bir kez daha sarılsaydım, dokunsaydım o sıcak ellerine… öpseydim o güzel ellerinden… o da öpseydi beni, öpseydi… yalan da olsa o da sarılsaydı bana bir kez daha… can bedendeyken, yani ruh candayken bir saniye bile olsa dokunabilseydim dedeme… bir saniye bile olsa, bir saniye… dokunamadım, sarılamadım da ki hayatımda yaşadığım en büyük pişmanlık da o anda yaşadıklarımdır...
    ···
  9. 109.
    0
    yunus amca kolumdan tutup kaldırmaya çalışınca kalktım, kalktığım gibi sarıldım yunus amcaya… o da bana… omzuna başımı koyarak hıçkıra hıçkıra ağladım… ben ağladım, o sustu… ben ağladım o sustu…

    saçlarımı okşayan eli sırtıma indi, avuç içiyle sırtıma vurdu birkaç kez…

    “tamam evlat, tamam” dedi…

    o tamam dedikçe ben sarıldım, ağladım…

    “harap etme kendini”…

    “ibrahim” dedi…

    sustu…

    “ibrahim” dedi bir kez daha…

    “sahibine gitti ibrahim… ailesine gitti… evladına, gelinine, torunlarına... "
    ···
  10. 110.
    0
    "bırak artık evlat" dedi " bırak , huzurla uyusun"

    "bırak da kavuşsun sevdiklerine…”

    o bırak dedikçe ben gözlerimden akan yaşı durduramadım, sanki vanası bozuk bir musluk gibi akıyordu gözlerimden yaşlar…

    başımı omzundan alıp yanaklarımı avuçlarının içine aldı…

    göz göze geldik yunus amcayla, gözlerimi silmeye çalışsam da izin vermedi…

    “bırak kalsın” dedi…

    başımı eğerek yunus amca dedim…
    yunus amca dedeme bakarak…
    “yolu ışık olsun…” dedi…

    ben de dedeme baktım…

    üzerinde beyaz bir örtü… göbeğinin üzerinde de bir bıçak vardı, öylece uyuyordu…

    ben dedeme bakarken bahçeden ağlayan bir kadının sesi geliyordu… ama öyle bir ağlama ki, sanki onunla beraber yer gök ağlıyordu…
    (
    ···
  11. 111.
    0
    beyaz torosun arka koltuğundan dışarıyı izliyordum... arada bir de telsiz sesleri geliyordu... daha önce de binmişliğim vardı polis arabalarına ama o zamanlar ne halt yediğimden haberdardım ve ne olacağını az çok kestirebiliyordum ama bu sefer her şey başkaydı, arabaya oturuşum, yanımdaki polisler, telsiz sesleri, şehir, şehir bile farklıydı... yanlarından geçtiğimiz arabalar, arabanın içindekiler hepsi tek ağız olmuş "taku yedin oğlum sen" diyordu... bir şey de yapmamıştım üstelik, ama yine de korkuyordum ve mutlaka yanlış bir anlaşılma vardır diye de ümit ediyordum..

    iyi de silah neyin, nesi? nerede bulmuşlar ki, bilmiyordum... içim içimi yiyordu... o an kaç dakika gittiğimizi, nerede olduğumuzu bile kavrayamıyordum artık... dışarı bakıyordum ama gördüklerimin sadece gözlerimin önünden geçiyordu, zihnimin kenarına dahi ulaşmadan gözden kaybolurdu...

    silah'ı sorsam mı diye düşündüm? ya terslerse...

    zaim komisere baktım, koltukta yan oturmuş, tespihini sallıyordu...

    "amirim" dedim...

    zaim komiser dikiz aynasından bana bakarak...

    "ne var lan" dedi..

    "silahı nerede bulmuşlar ki" dedim...
    ···
  12. 112.
    0
    benim evde mi? diye de ekledim...

    gözlerini kapatıp, ağzını yamultarak...

    "yok" dedi,

    bir anlık rahatladım ama o da çok sürmedi..

    zaim komiser arkasını dönerek bana baktı... o bakışta bana ana avrat gittiğinin farkındaydım ama o küfürlü bakışın daha da ilerisine giderek...

    "ebenin amında bulmuşlar" dedi..

    "amirim" dedim...

    "vallahi benim silahım yok, ben hiç silahım olmadı ki, kullanmasını da bilmem, benim ne işim olur silahla amirim, yemin ederim amirim" dedim...

    zaim komiser, tespihini avuçlarının arasına aldı, yumruğunu alnımın çatısının hizasına getirerek...

    "sana buradan bi korum, görürsün amirini, dön lan önüne lale... " dedi, ama öyle bir söyledi ki, bakışı ettiği küfürden daha tesirliydi...

    tam yine "amirim" diyecektim ki yanımdaki ayyaş dirseğini böğrüme indirerek...

    "şşşş" dedi...
    ···
  13. 113.
    0
    ayyaşa baktım,

    yüzüyle, yönümü çevirmemi istedi...

    zaim komiser önüne dönünce ben de kapının camından dışarıyı izlemeye başladım...

    yanımızdan sari bir taksi geçiyordu, müşterisi kim acaba? bana bakıyor mudur? bakıyorsa nasıl bakıyordur diye taksinin arka koltuğunda oturana baktım...

    bakmaz olaydım...
    ···
  14. 114.
    0
    donumu giymiş, hıdır'la yanındaki uzun boylu esmer gardiyanın kıyafetlerimi bana teslim etmelerini bekliyordum... aklımda da "iso" vardı?

    kimdi bu?

    "karpuza çevirsin" dedikleri nasıl bir şeydi ki, işkence türü mü acaba... yediğim onca dayaktan sonra düşünebilme yetimin varlığıyla az da olsa mutlu oluyordum zira her tarafım ağrı içinde ve bazı yerlerimde kurumuş yara izleri vardı...

    çift kale maç mı yapacaklar benle, iyi de öyle olsa "top'a çevirsin derdi" ama o şişko hıdır "karpuza çevirsin" demişti... aklımın en ücra köşelerine düşün komutu göndersem de oralı bile olmuyordu... yüzde yüz "top gibi sekecek" beni bunlar, bari kıyafetlerimi giyeyim de vurdukları tekmelerin acısını daha aza indirgeyeyim diye de düşünüyordum...

    hıdır, pantolonu bitirmiş, odanın ortasındaki tahta masaya bırakmıştı; elinde de atlet vardı. diğer uzun boylu, hırkayı masaya bırakmış elinde de gömlek, gömleğin her tarafını yeniden dikiyor gibi kayda değer şeyler arıyordu...

    rıfat'a kendimi göstermek için öksürme numarası yaptım...
    ···
  15. 115.
    0
    yalandan öksürüğüm işe yaramış rıfat bana bakıyordu ama hesapta olmayan bir şey olmuştu, hıdır ve diğer gardiyan da bana bakıyordu...

    hıdır, öksürük sesime geçmiş olsun mahiyetinde "geber" dedi; ama öyle bir söyleyiş şeklini aylarca denesem de yapamam... ve eminim ki hıdır'dan başkası da yapamaz...

    neden derseniz şöyle açıklayabilirim...

    "g" harfi, sarı dişlerinin arasından dökülürken ses telleri tarafından tecavüze uğradığı barizdi...
    "e" harfine gelince, "i" harfini kendine metres yapmış, "y" adında da bir veled-i zinası olduğu aşikardı...
    "b" ve "e" harfleri meskun mahalledeki efendi kızlardı...
    "r" harfine gelince bunu tarif etmek gerçekten zor, ama şöyle anlatayım sanki biri "r" harfini dağa kaldırmış da ki, bu dağ da toros dağları olsun, orada adını söyleye söyleye ırzına geçiyordu...

    nasıl yazabilirim diye çok düşündüm ama az çok bu şekle benziyordu...

    "gieyeberrrrrrrrrrr" tabii buna bir de hıdır'ın ses tonunu ve şivesini eklemekte fayda var...

    diğer uzun boylu esmer gardiyan hıdır'ın "geçmiş olsun"una sırıtmakla yetindi...
    ···
  16. 116.
    0
    yalandan öksürüğüm işe yaramış rıfat bana bakıyordu ama hesapta olmayan bir şey olmuştu, hıdır ve diğer gardiyan da bana bakıyordu...

    hıdır, öksürük sesime geçmiş olsun mahiyetinde "geber" dedi; ama öyle bir söyleyiş şeklini aylarca denesem de yapamam... ve eminim ki hıdır'dan başkası da yapamaz...

    neden derseniz şöyle açıklayabilirim...

    "g" harfi, sarı dişlerinin arasından dökülürken ses telleri tarafından tecavüze uğradığı barizdi...
    "e" harfine gelince, "i" harfini kendine metres yapmış, "y" adında da bir veled-i zinası olduğu aşikardı...
    "b" ve "e" harfleri meskun mahalledeki efendi kızlardı...
    "r" harfine gelince bunu tarif etmek gerçekten zor, ama şöyle anlatayım sanki biri "r" harfini dağa kaldırmış da ki, bu dağ da toros dağları olsun, orada adını söyleye söyleye ırzına geçiyordu...

    nasıl yazabilirim diye çok düşündüm ama az çok bu şekle benziyordu...

    "gieyeberrrrrrrrrrr" tabii buna bir de hıdır'ın ses tonunu ve şivesini eklemekte fayda var...

    diğer uzun boylu esmer gardiyan hıdır'ın "geçmiş olsun"una sırıtmakla yetindi...
    ···
  17. 117.
    0
    rıfat, önce hıdır'a sonra da bana baktı ki, benim istediğim de buydu...

    rıfat bana bakınca göz işaretiyle pantolonları gösterdim...

    "dudaklarını altlı üstlü dışarı kavisleyerek, başını salladı" bu, "pantolonlarını giyebilirsin" manasına geliyordu...

    mühendis adamdı, anlayacaktı tabii...

    ben tam pantolonları giymiş atleti beklerken, içeriye elinde çantayla bir adam girdi..

    kısa boylu, hafifçe şişman, kel, bıyıklı ve esmer bir adamdı...

    kel ve bıyıklı olması sorun değildi de esmer olması korkmama yeterdi...

    "iso" dedikleri bu olsa gerek... elindeki çantada ne vardı bilmiyordum ve az da olsa tedirgindim aslında az da değil çok...

    acaba ne yapacaklar bana... elindeki çanta neydi peki, bir gözüm adamda bir gözüm de hıdır'ın elindeki atletteydi...

    ne olur ne olmaz diye hemen hırkayı giydim...

    adam yaklaştıkça çift kale maça top olmak korkusu ağır basıyordu...
    ···
  18. 118.
    0
    esmerdi adam...

    ve kel...

    ama bu adamda farklı bir hava vardı, yürüyüş şekli ve yüz hatları kötü bir adama benzemiyordu, "hem belki de kötü değildir... bütün esmerler kötü olacak değil ya" diye geçirdim içimden...

    geçirmez olaydım...
    ···
  19. 119.
    0
    er de ağlasın gök de, öyle ya değirmenci ibrahim'in hayatı, öğütülmüş bir buğday tanesiydi şimdi...

    toprağa verecektik ve toprak olacaktı bedeni... peki ya adı, o da toprak olacak mıydı? sanmam... değirmenci ibrahim'in torunu yani ben, vefasız bir adam, ailesinin katili... alnımda geçmişin kara izleri...

    dedemin ak örtüsüne bakıyordum, sonra bıçağa...

    saplasam mı kendime diye düşündüm, deşsem mi bağırsaklarımı? iyi de, kirli kanım hangi günahımı temizler ki?

    öldürsem mi kendimi?

    neye yarar, ölüm aklar mı ki beni?

    peki ya vefa borcu?

    vefa borcu dedikleri neydi ki?

    dedemi toprağa vermek mi? böyle mi aklanacaktım ben, böyle mi af dileyecektim değirmenci ibrahim'den...

    bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum, zihnimle adeta bir savaşa girmiş gibiydim, ölüm bana yakışırdı da dedeme asla diyordum...

    salonun ortasına öylece yığıldım...

    ellerimi bacak aramda birleştirip odanın tavanına baktım...
    ···
  20. 120.
    0
    ağlamayla karışık "oradaysan" dedim, al canımı, dedemi yaşat, dedemi yaşat, yaşat dedemi... benden al ona ver, ona ver ömrümü... ömrümü ona ver... bunları söylerken istemsizce vücudum öne ve arkaya doğru gidip geliyordu... tavandan bir ışık ya da bir ses bekliyordum ama ne ses ne de bir ışık belirdi... tavana dikili olan yüzümü omzuma gömerek, "oradasın biliyorum" dedim... biliyorum... ona ver ömrümü... ömrümü ona ver... olmayacak bir şey istiyordum biliyorum ama yine de söylemek istedim ve galiba biraz da aklanmak istedim ve fakat kendim söyledim, kendim duydum... ha bir de yunus amca vardı...

    yunus amca saçlarıma dokunarak yanıma oturdu...

    eliyle yanaklarıma dokunarak kendine doğru çekti...

    "yüzüme bak" dedi,

    bakmadım...

    "evlat" dedi...
    ···