1. 1.
    +2
    http://inci.sozlukspot.co...anlat%C4%B1yorum/@cassiel
    Çalıntı ameke
    ···
  2. 2.
    +2
    peki o siyahlı sen isen bu kim panpa ?

    http://imgim.com/enver.jpg

    cezaevi görmesem neyse de çoluk çocuğa hitap ediyorsun burada çoluk çocuk yok sadece
    ···
  3. 3.
    +1
    anlat panpa dıslerın yok ondan zor anlatıyorsun ama olsun
    ···
  4. 4.
    +1
    bu arada bir caps daha gönderiyorum inanmanız için .özel hayatımı sizin gibi bir maskeli insanlara açıyorum sizi seviyorum lan .zaten bu hikayeyi okuyan 100 kişiden 20 si beni tanıyor
    -link: https://i.ytimg.com/vi/VbytrzaB888/0.jpg (4 kişinin yanındaki siyahlı benim. birinin mutlu günüydü koğuş ağasının oğlu oldu onu kutluyorduk çekmişler.)
    ···
  5. 5.
    +1
    o sidik ve tak kokusunun olduğu koğuşları bilmiyorum, allah da göstermesin. ama dışarıdan ziyaretçi olarak içeri girmek bile insana o kadar büyük bir zulum ki.

    bu arada lafı uzattıkça uzatıyon birader istesek kitabı alır okuruz sen edebi kısımlarını keserek anlat amk. bir saattir dedene ne olduğunu anlatamamışsın.

    ha bu arada geçmiş olsun, allah tekrarını göstermesin.
    ···
  6. 6.
    +1
    ulan allahısz huur çocukları ben yazacağım neden kopyalayıp yapıştırıyorsunuz.bu arada ilerde capsler gelecek ranzam sıçtığım tuvalet kaldığım hücre hepsi elimde
    ···
  7. 7.
    0
    oha reserveddeki suskunlar yarın okuyuceyim
    ···
  8. 8.
    0
    biraz yalpalasam da düşmedim, düşmek de istemedim daha doğrusu… başım eğik bir vaziyette sol elimi kalçama zütürdüm, sopayı indirdiği yeri ovuştursam da acıyı bir türlü dindiremedim…

    hıdır’ın ağzından çıkan biçimsiz “çığks ıçğks” sesiyle, sağ yanımda duran beyaz tenli ve uzun boylu gardiyan, yanıma yaklaşarak koluma girdi… elindeki sopayla odanın ortasında olan masanın köşesini göstererek "oraya geç" dedi...

    bir elim donumda bir elim de sol kalçamda, beyaz tenli gardiyanın gösterdiği yere doğru yürümeye çalıştım fakat yürürken de baldırıma bir sopa daha indirdi hıdır…

    baldırıma o son sopayı yiyince durdum ve hıdır’ın suratına baktım… ben o bakışta hıdır’a ana avrat düz gittim ama neye yarar… biçimsiz bıyığı ve sarı dişleriyle suratıma bakarak sopasını gösterdi…

    beyaz tenli gardiyan omzuma dokunarak "geç "dedi…

    masanın köşesine geçerek bekledim…

    “arkanı dön” dedi beyaz tenli gardiyan..

    döndüm…

    adının rıfat olduğunu öğreneceğim bu gardiyan aslında maden mühendisiydi, sonradan iş bulamayınca gardiyan olmuş tabii bunları daha sonra öğrenecektim o an için bırak gardıyana adını sormayı soru bile soramıyordum soracak halde de değildim daha doğrusu…

    rıfat’ın suratında iyiliğin zerresi bile yoktu ama hadır’a ve diğer esmer gardiyana göre daha iyi davranıyordu…

    “donunu çıkar” dedi o da…
    ···
  9. 9.
    0
    ellerimi donumun üzerinden çekerek...

    “nasıl yani” diyebildim sadece,

    esmer gardiyan yani hıdır, sarı dişlerini altlı üstlü sıkarak arkadaşlarına baktı… iki üç saniyelik bakıştan sonra bana doğru yaklaştı…

    o ana kadar yere bakan sopasının ucu artık bana bakıyordu…

    biliyorum o sopa herhangi bir yerime inecekti ki, insin de ama donumu çıkaramazdım…

    bilmiyorum belki sizler için normal bir şeymiş gibi gelebilir ama ben utangaç bir yapıya sahiptim… ve bana saçma geliyordu birilerinin yanında anadan üryan soyunmak; hem de tanımadığın kişilerin yanında…

    hıdır’ın elindeki sopa, göğüs hizamdan aşağı doğru kaydıkça benim de ellerim tekrar donumun üzerinde birleşti… aklımdan geçeni yapacak kadar gaddar olamazdı bu adam diyordum… ve evet, insan değildi belki ama bu kadar da olamaz diyordum… olmamalıydı da...

    o yanıma yaklaştıkça ben başımı eğdim… hıdır, artık bir nefes kadar yakınımdaydı, yüzüne de bakamıyordum, baktıkça ya küfür ediyordu ya da sopayı indiriyordu…

    “ne soruyon lan sen, ne soruyon, heyvan” diyerek sopayı kaldırdığı gibi kalçamın sol lobuna indirdi…
    ···
  10. 10.
    0
    devam ediyorum
    ···
  11. 11.
    0
    ellerimi donumun üzerinde birleştirmiş aval aval esmer gardiyanın suratına bakıyordum… söylediğini ya yanlış anlamıştım ya da gerçekten cehennemin orta yerindeydim…

    esmer gardiyan yani hıdır, gözlerini bana dikerek;

    “gilodunu çıkar, gilodunu” dedi bir kez daha…
    cehennemin orta yerinde değildim belki ama işittiğimin gerçek olduğunu hıdır’ın o kurşun döven sesiyle anladım…

    yapamazdım, üç kişinin yanında donumu çıkaramazdım, belki yardımları dokunur diye diğer gardiyanların suratlarına baktım ama onların da suratlarından dökülen, çarşamba pazarlarında kurulan pazar tezgahlarından farksızdı…

    hiçbirinin suratında insanlığa dair bir işaret yoktu ya da insan değildi bunlar...

    elinde sopasıyla önümde bir heykel gibi dikilen hıdır’ın önce sopasına, sonra da yüzüne buz kesilmiş bir ifadeyle baktım…

    bakmaz olaydım…

    “ne bağıyon lan it, çıkarsana gilodunu” diyerek sol baldırıma bir sopa daha yedim…

    buz kesilmişti her yanım, baldırıma yediğim sopadan daha ağır geliyordu “gilitonu da çıkar” sözü… gözaltında yaşadığım o beş acı günün sonrasında belki biraz rahatlarım diye düşünmüştüm ama her geçen zaman daha da taka batıyordum…
    ···
  12. 12.
    0
    bu arada bir sözüm var

    yalanına sokuyumculara gelsin,

    hayatı gibilen ben, içerideyken zulmün feriştahını yaşayan benim siz değil, itilen, kakılan, dövülen, dayak yiyen de benim, neden yalan söyleyeyim ki... hem kendimi olmadık durumlara neden sokayım ki, para mı veriyorsunuz bana? bir kazancım mı var da burada olmadık bir hikaye anlatayım...

    bazı şeyleri saklıyorum ki, saklamak da zorundayım; zira hikayede başımı ağrıtacak olaylar var ve kimliğimi ifşa ederek yeniden içeri düşmek istemiyorum...

    her neyse...

    dinlemek istemeyen dinlemez, bir kişi dinlesin bana yeter...
    ···
  13. 13.
    0
    ne mi vardı fotoğrafta; bir tarafında cennet, bir tarafında da cehennem, bense omzumda cehennem ateşi, cenneti ateşe vermeye gidiyordum…

    yaptım mı, yaptım...

    cenneti, cehenneme çevirdim mi, çevirdim...

    yalnız şunu bilin ki, şu an bunları yazarken bile kendimden utanıyorum... ölüm çare değil ve biliyorum öyle kolay da olmayacak benim ölümüm...
    ···
  14. 14.
    0
    uzun paltolu bıyıklı polis gözlerini gözlerime dikmiş kimi öldürdüğümü soruyordu, donup kalmıştım, öylece boş gözlerle öndeki adama bakıyordum… bu bir rüya olmalıydı, yaşadıklarım gerçek değil, olmamalı da zira bir insanı öldürebilecek kudrete sahip değildim… kim sahip ki?

    kimdim ki ben, hayatı olmayan bir adamdım… tamam, kendi ailemin ölümüne sebep oldum belki ama bunun azabını yıllardır çekiyordum… kimseyi öldürmedim ben, öldürmedim… ön koltukta oturan uzun paltolu adamın gözlerinin içine baktım…

    “kimseyi öldürmedim ben” dedim…

    adının zaim olduğunu öğreneceğim cinayet büro amiri ön koltukta oturmuş, gözlerini bana dikmişti…

    sağ elindeki sigarasından bir fırt daha alarak yüzüme doğru üfledi…

    “arif, dedi…”

    bıyıklarının ortasını kaşıyarak…

    “arif nerede…”

    “bilmiyorum amirim” dedim…

    “bilmiyorum ki, arif mi adam öldürmüş… kimi öldürmüş” dedim…
    ···
  15. 15.
    0
    zaim komiser bana dönerek…

    “cevat’la hilmi’nin soyadı ne lan” dedi..

    “aktürk” dedim, cevat aktürk, hilmi yılmaz”.

    ben soyisimleri söylerken, ön kapıdaki ayyaş kılıklı polis cebinden çıkardığı not defterine baktı…

    -aldık onları amirim” dedi.

    bir yandan konuşmalarını dinliyor bir yandan da dikiz aynasından zaim komiseri izliyordum… kendi kendime de düşünüyorum; ben öldürmedim, acaba arif mi birisini öldürdü... arif kimi öldürmüş olabilir ki, ustasını mı? neden öldürsün… başka kim var, hiç kimse… zaim komiser bıyıklarının ortasını kaşımaya devam ediyordu… babasını mı öldürdü acaba, insan babasını öldürür mü? öldürmez… iyi de kim, cevat’la hilmi’yi de almışlar… beraber mi öldürmüşler… iyi de beni neden alıyorlar… bilmiyordum… hiçbir şey bilmiyordum...

    o an, içimden ellerimle dizlerime vurmak geçti ki, ellerimi de çektim ama bileklerimdeki ağrıyla kelepçeli olduğumun farkına vardım...

    yine de kısık bir sesle "eşek kafam, ne vardı o kadar içecek... " diye hayıflandım...

    o sırada arabanın önünden içerideki beyaz pardösülü bıyıksız adam geçerek şoför kapısından içeri girdi…

    beyaz pardösülü bıyıksız adam arabaya binince ayyaş kılıklı adam da yanıma oturdu…

    zaim komiser beyaz pardösülü bıyıksız adama dönerek.
    ···
  16. 16.
    0
    zaim baş komiser, konuşmuyor sadece dinliyordu arada bir de bıyıklarının ortasını kaşıyordu…

    “bilmiyorum komiserim, vallahi bilmiyorum, akşam beraberdik, yani gece geç saatlere kadar, biraz içtik, dertleştik falan meyhaneci rıfkı’nın orada o da biliyor, ona da sorabilirsiniz, sonra eve geldim ben… bilmiyorum, hatta airf’e de sorabilirsiniz” dedim..

    zaim komiser gözlerimin içine bakarak dinliyordu beni ama yüzünde inanıyor bakışı yoktu ki, inanmıyordu da… sağ elindeki sigarasını ağzına zütürerek dişlerinin arasına aldı, o ana kadar varlığından bile bihaber olduğum tespihini bileğini bükerek eline aldı… tespihi birkaç kez döndürdükten sonra dudaklarında ve yüzündeki şekilsiz bir ifadeyle…

    “arif’e de sorabilirim” dedi…

    komiserin bu şekilsiz ifadeleri ve konuşma tarzı fena halde taka battığımın resmiydi.

    “evet komiserim,” dedim başımı sallayarak, hatta dün akşam yanımızda cevat’la hilmi de vardı. onlara da sorabilirsiniz yani biz kimseyi öldürmedik, ben kimseyi öldürmedim, yani onlar da öldürmedi… görmedim, bilmiyorum...

    ne yapacağımı şaşırmıştım, ne yapsam da inandırsam diye düşünüyordum ama "bilmiyorum"dan başka bir şey aklıma gelmiyordu çünkü ben bir şey yapmamıştım...

    zaim komiser beni dinliyor ama söylediklerim bir kulağından giriyor bir kulağından çıkıyordu.

    ben bunları söylerken ön kapının cdıbına, biraz önce yanımda oturan ayyaş kılıklı polis geldi.

    -“cafer geliyor amirim” dedi..
    ···
  17. 17.
    0
    “ne yaptınız” dedi.

    “silahı bulduk amirim.” dedi.

    zaim komiser “silahı bulduk” haberinden sonra arkasına dönerek gözlerimin içine baktı, bıyıklarının ortasını kaşıyarak tekrar önünde döndü…

    beyaz pardösülü adama eliyle gidelim işareti yaptı…

    aslında zaim komiserin bana o son bakışı her şeyin habercisi gibiydi…

    “silahı bulduk…” nerede bulmuşlar ki, beyaz pardösülü bıyıksız adam benim evimdeydi, sivil polislere arama emrini veriyordu… benim evimde mi, ne alaka.. nerede bulmuşlar peki, yok canım, hem ne silah, benim evimde.. silah ne arar bende… hem ben kimseyi öldüremezdim, silahım da yok ki benim, nasıl öldüreyim…

    keşke olsaydı ve keşke ben öldürseydim...
    ···
  18. 18.
    0
    reserved
    ···
  19. 19.
    0
    okurum ki la
    ···
  20. 20.
    0
    reserved
    ···