- 3.
-
2.
0Haklısın
-
1.
+1Cennet kavrdıbının ortaya çıkışı çok eskidir ve savaş kaynaklıdır. Eskiden çeşitli bahanelerle savaşa katılmayanların ruhlarının ulu kartal tarafından göğe çıkartılmayacağına inanılırmış.Özellikle islam peygamberi savaştan kaçmaları engellemek için kadın ve zevk düşkünü araplara 72 huri, cennete şelaleler vb bir çok zevk vadetmiştir.Tümünü Göster
insanlarda kalıcı olma arzusu vardır.Bu arzuyu tetikleyen bir çok şey vardır. Aileyle daha fazla vakit geçirme, eğlenme, dindar kişilikse daha fazla ibadet yapma, çoğunluklada yok olma korkusu üzerine insan dünyada kalıcı olmak ister.Çünkü inandığı ideolojide vaat edilen zevkleri kesin alacağından emin değildir .Tanrı ile tanışma faslı,Çok eskiden yaşamış insanların aklı muğlak şeylere erdiği için bu anlaşılması zor şeyleri hep bir gücün yaptığına inanmıştır
insan iki şey için ölmek istemez
1-Yok olma korkusu
2-Sevdiklerini kaybetme korkusu
Bir laf vardırherkes cennete gitmek ister fakat kimse ölmek istemez
Kendisi yok olurken dünyanın bir kısmını da peşinde sürüklemenin yoludur bu, yalnız başına çekip gitmez insanoğlu. Onla beraber evrenin en azından bir bölümü de birlikte yol olacaktır ona göre; ‘’Ben öyle yok olup gitmeyeceğim.’’ Oysa yok olacağız. insan denen ‘iki ayaklı hayvan’ bunu kabullenmekle başlamalı işe. Yoksa kendi içimizde yeni bir değer yaratamadığımızda, Herostratos olmayı göze almaya başlarız. Bu yüzden, insanlık tarihinde bireysel ve toplumsal alanda yeni değerler yaratan insanlardan daha çok; erdemsiz, suçlu, katil, sahtekâr insanların yıktığı maddi ve manevi değerler üzerinden elde ettikleri parlak mezar taşlarına şahit oluyoruz.
Temeli biraz daha kazarsak, bu kalıcı olma arzusunun kökenlerini nerede bulabiliriz? Büyük ölçüde ölüm korkusunda ve zoraki hapsolduğumuz bencilliğimizde. insanoğlu hem birey olarak kendini hem de tür olarak varoluşunu mutlak bir üstünlük düzeyine yükseltmiştir. Kalıcılık arzusu ve köksüz olmama duygusu ortalama bir bireyin kimliğini oluşturur. Çocuk sahibi olmaktan, dinsel mitlere ve ismini duyurmaya kadar tüm içgüdüsel atılımlar bu pgibolojik zeminde varolagelmiştir. Eğer ortalama toplumsal kabuller kişiyi denetim altına alamazsa, yaratamayan yok etmeye başlayacaktır.
Erdem bunu bastırabilecek tek olgudur. Fakat erdem öğretilemez, keşfedilir. Bu keşif, kişinin kendi iç dünyasında ve kendisiyle verdiği mücadeleler sonucu ortaya çıkar. Oysa insanlar kendilerine atalarının ve kültürlerinin dayattığı dışsal değerleri benimseyerek yaşamayı daha güvenli bulurlar.
Bu tür insanlar başarıya ulaştığında her tür öfke ve adalet arayışı çaresiz kalmakta ve soruna çözüm olmamaktadır. Herostratos’a teslim olmamanın yollarından biri, -belki de en doğrusu- olaylara sonsuzluk açısından bakmaktır. Zira evreni bile kendi dar aklına sıkıştırmaya kalkarak çevresi ve dünya üzerinde şahsi damgasını vurmak için plan yapan bir canlıya olabilecek en geniş açıdan bakabilmeliyiz. Böylece her tür eylemi, milyarlarca yıllık bir evrenin içinde mikroskobik bir debelenmeden öte bir anlam taşımayacaktır. Hem Herostratos’u bugün silik sayfalar dışında kim biliyor ki? Bu yüzden tam olarak başarılı da diyemeyiz belki de.
Teselli veremediğimin farkındayım. Bu konuda başarısız olmam da doğal bence. Çünkü hepimiz bir Timon’uz, ölürken; ‘’Güneş sakla ışıklarını, Timon yok artık yarın!’’ diye haykıran Atinalı Timon. Tam da bu yüzden Felsefe; öncelikle, insanın evrendeki varlığını küçümseme veyahut evrenin merkezine yerleştirme yollarına karşı, insanların ayaklarının yere basmasını sağlamak için var.
başlık yok! burası bom boş!