Not : HiKAYE BiR ÖĞRETMEN AiLESi TARAFINDAN YAŞANMIŞTIR SiZE AKTARIMI BANA AiTTiR
*
Aşağıdaki hikaye Öğretmen Fuat Erdağ ve eşi Füsun Erdağ'ın başından geçen olayları konu alacaktır.
Kişilerin izni sonucu buraya ve belli sosyal ortamlarda yazıya geçilmesi için izin alınmıştır.
"De ki ; Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım."
(Felak 4)
• Hikaye Fuat Erdağ'ın ağzından yazılmaktadır*
__
1950'li Yılların başıydı... Genç bir öğretmendim. Eşimle de çalıştığım okulda tanışmıştım. Kendisi daha sonradan sağlık problemleri nedeni ile işi bırakmıştı.
Çocuğumuz olmuyordu , o dönemin şartlarıyla bir çok tedavi yöntemi uygulasak da Allah bize bir evlat sahibi olmayı bağışlamamıştı.
Hayatımı eşimin mutluluğuna adamıştım , birlikte güzel bir yaşantımız vardı.
Füsun'un bir ailesi yoktu... Çocukluğundan beri yalnızdı , zaten 10 yaşından beri yetimhanede yetişmişti.
Birbirimize hem aile hem arkadaş hem de hayat arkadaşı olmuştuk.
Bir gün yine babamlarla birlikte otururken eve faks gelmişti... Faksın içeriğinde tayin olduğum şehir yazıyordu.
Aslında internette araştırırsanız yine göreceksinizdir.Şanlıurfa'nın Karakeçi köyündeki N*** C*** A*** Orta okuluna tayinim çıkmıştı.
Okulun adını okumamla evdekilerin suratı düşmüştü... O dönemler Karakeçi köyündeki hikayeler bütün ülkece yaygındı... Büyüye , cine inanan birisi değildim...
Bana yapılan uyarılara da gülüp geçiyordum... Eşimle 1-2 ay gibi bir sürede hazırlandık ve yarı yıl tatilinin gelmesiyle Şanlıurfa'ya yola çıktı.
Dönemin otobüsleri ağır ağır gidiyordu... Aslında yaşadığım şehir ile Şanlıurfa arasında çok fazla bir mesafe de yoktu (Yaşadıkları şehrin saklı tutulmasını istedikleri için burada detay vermiyorum.)
Beş-altı saatlik bir yolculuğun ardından Şanlıurfa'ya varmıştık... Sömestır dönemiydi ve ortalığı kar zütürüyordu.
Karakeçi köyüne varabilmemiz zor gözüküyordu ve o geceyi Şanlıurfa'daki öğretmen evinde geçirmemiz gerekecekti.
Merkezdeki öğretmen evine geçtik... Saat 2-3 sularıydı sabah erkenden yola çıkacağımız için uyumaya başlamıştık.
Bizden başka kalan öğretmen ya da öğretmen yakını da yoktu... Aslında içerisi biraz terk edilmiş gibiydi.
Sabah olmuştu , kahvaltı yapmak için kafeteryaya indik.
O sırada orta yaşlı bir esnaf vardı... Macun , kağıt helva gibi şeyler satıyordu.
"Hoşgeldiniz Şanlıurfa'ya" dedi.
"Hoşbulduk" dedim.
"Maşallah , çok gençsiniz... Talebe misiniz muallim mi ?" dedi.
"Öğretmenim bey amca." dedim.
Hangi okulda çalışacağımı sordu.
"Karakeçi köyü N***C***A*** Orta okulu" dedim.
Yüzü düşmüştü.
"O köye daha önce gittin mi ?" diye sordu.
"Hayır bu ilk gidişim olacak" dedim...
"O köye gidişin olursa dönüşün olmaz evladım... O köyün bütün yolları yine o köye çıkar.O köyün halkı kafirdir kafir... Gitme o köye , gerekirse bırak mesleğini ama gitme o köye" dedi.
Eşim huzursuz olmuştu... Onu da alıp odaya çıktım.
Biraz endişeli gözüküyordu , ona nedenini sordum... Sinirliydi ayağa kalkıp
"Bak işte duyduğumuz kaçıncı kötü söz... Belli değil mi yeterince ? Ben bu köyde yaşamak , çocuğumu orda dünyaya getirmek istemiyorum." dedi.
Duyduklarımızın birer kuruntudan ibaret olduğunu söyledim... Halen rahatlamış durmuyordu.
Daha sonra sarılıp
"Tamam söz , sadece 1 ay deneyelim eğer ki rahatsız olursak döneriz.. Anlaştık mı ?" dedim.
istemeye istemeye kabul etmişti... Keşke o zaman henüz oraya hiç gitmeden dediklerini kabul etseydim.
Kahvaltıdan sonra balıklı gölün yakınındaki otobüs durağına atlayıp Karakeçi köyüne doğru yola çıktık...
Köyün girişine 5 km kala otobüs durdu... Otobüste bir tek ben ve eşim vardı.
"Ne oldu" diye şoföre sorduk.
"Son durak burası , bundan sonrasını yürüyün" dedi.
Köye daha 5 km yol olduğunu ve bavullarla oraya kadar nasıl gideceğimizi sorduk.
"Beni ilgilendirmiyor , o köye yolculuk buraya kadar.He eğer bana sorarsanız , girmemeniz sizin için hayırlı olandır." dedi.
Ben şaşırmıştım , iyiden iyiye bu iş canımı sıkmıştı. Eşim şoföre sinirli bir şekilde bakıyordu , adam rahatsız olmuş olacak ki ;
"Hadi , Allah sizi korusun... " dedi...
Biz hiç bir şey demeden otobüsün bizi bırakıp gidişini izliyorduk.
Bavulları ben almıştım , eşimde peşimden beni izliyordu... Sessiz , sakin bir yolda yürüyorduk.
Bir yandan sohbet ediyorduk...
"Bu köyde anlaşılan bayağı bi aksiyon yaşayacağız" dedim gülerek.
"Bu kadar rahat konuşman beni sinir ediyor" dedi.
Üstüne çok varmadım , sonuçta eşimin bazı problemleri vardı... Bazen ani tepkiler verebiliyordu.
Köye aşağı yukarı 1-2 km kala çalılardan bir ses duydum.
Gülüşme sesleri geliyordu... Füsun korkmuştu.
"Hadi hızlanalım" dedi...
"Dur , ne olduğuna bakayım" dedim.
"Fuat gel buraya , gidip ne yapacaksın" diye çıkıştı ama dinlememiştim.
Ben çalılara bakarken bu sefer yolun karşı tarafındaki çalılardan da bir hareketlilik geldi ve eşimin başına büyük bir taş gelmişti.
Füsun'un alnı yarılmıştı , alnı kan içindeydi...
Ordaki çalılara doğru koşmaya yeltendim ama eşimi yolda yalnız bırakamazdım...
Kim var ulan orda diye bağırdım... Ses seda yoktu , kaçma sesi dahi gelmemişti ve gülüşmeler devam ediyordu.
Füsun korkmuştu , elleri ayakları titriyordu.
Onu bir süre kucağımda ileri bir noktaya taşıdım... Çantadan bir penye çıkarıp alının sardım...
Daha sonra köyün girişine kadar konuşmadık... Sanırım ikimiz de korkmuştuk...
(Füsun hanım burada olanlar anlatılırken doktorların gözetiminde ayrı bir odada tutulmuştur.)
Köye girmiştik. Füsun halen kendinde değil gibiydi. Açıkçası az önce yaşanan taş atma olayı beni de bayağı etkilemişti.
Köye giriş yaptık... Bütün dikkatimi köydeki evlere , sokaklara , meydanlara veriyordum.
Kalabalık sayılacak bir köy değildi..55-60 tane hane vardı.Bu hanelerin bir kısmı da anlatılan olaylar yüzünden köyden göç etmişti zaten.
Köy meydanına gittik , daha öğlen olmamıştı...
"Daha iyi misin" diye Füsun'a sordum...
Cevap vermiyordu. Etrafa korkarak bakıyordu sadece. Alnından damlayan kan yerdeki karları kırmızı hale getirmişti.
Köyde küçük bir muhtarlık vardı , köy kahvesinin yanında.
Zaten o dönemlerde köy kahveleri muhtarın emrinde olur , bir bakıma onun ofisi gibi olurdu.
Füsun ve ben oturup muhtarın gelmesini bekledik...