1. 26.
    0
    devamı...
    «Güneşin», pardon, «Cehennemin» yediklerinin artıkları nedir?..

    "SEMÛM!.."

    Nedir «nârı SEMÛM».?..

    Arapçada «semûm» kelimesi iki mânâya gelir. Birincisi: «Gözeneklere (mesâmet) işleyen ışın». ikincisi: «Zehirleyici», ateş yâni radyasyon!..

    Termonükleer tepkime içinde olan GÜNEŞ'in, bu tepkime sonucu yaydığı çeşitli radyasyonlar, ışınlar acaba bundan daha başka nasıl anlatılabilirdi 1400 küsûr yıl önce?..

    Evet, Rasûlullâh, tamamıyle bilimsel gerçeklere dayanan din olgusunu en mükemmel şekilde açıklamıştır. Ne var ki, insanlar dine ilimle değil, şartlanmaların hükmü altındaki önyargı ile baktıkları için bu gerçekleri görmekten mahrum kalmışlardır.

    Esasen dünyanın ve içindekilerin âkibeti, son derece açık seçik basîret sahiplerinin idrâkları önüne serilmiştir!.. Ancak ne var ki, çeşitli vesilelerle ortaya atılmış bulunan bu gerçekler, yüksek akıl sahipleri tarafından derlenip toparlanıp, sayısız mozaiklerden oluşan ana sistem olarak, bir resim gibi gözler önüne serilmemiştir!..işte bu mümkün olmamıştır geçmişte, bilimin yeterli düzeyde olmaması sebebiyle.

    Günümüzde ise ilâhi lûtuf ve merhamet, bizlerin bu gerçeği öğrenmesine yol açmaktadır. Öyle ise aklımızı son zerresine kadar değerlendirip, 1400 sene öncesinden işaret edilen bu gerçekleri çok iyi idrâk etmeye çalışalım.

    Dünya, tüm üzerindekilerle birlikte, neticede büyüyecek olan «Güneşin» yâni bir diğer ifade ile «cehennemin» içine girecektir!..

    insan ise «ruh» beden ya da diğer bir ifade ile hologramik «dalga» bedeninin elde ettiği enerji durumuna göre ya dünya üzerinden kaçıp sayısız yıldızların boyutsal derinliklerindeki üst yaşam boyutlarına yâni cennetlere gidecek; ya da dünyanın ve hemen sonrasında da güneşin manyetik çekim alanından kendini kurtaramayarak; neticede, ebedi olarak cehennemin içinde yâni güneşin içinde kalacaktır!..

    Zaten ilk anda kendilerini kurtaramayanların daha sonraki devirlerinde güneşin içinden çıkmaları gittikçe artan yoğunluk ve «karadeliğe» dönüşme olayı sebebiyle ebedîyyen mümkün değildir.

    işte bu yüzden cehenneme girip de oradan kaçamayanlar ebedî olarak orada kalıcıdırlar; cennetlere girenler de ebedî olarak orada kalıcıdırlar, denilmiştir!..

    Acaba niye açık açık «Güneşin cehennem» olduğu tasrih edilmemiş de, sadece bir iki hadîste bu noktaya işaret edilip geçilmiştir?..

    Üzerinde açık açık durulmamıştır. Çünkü, içinde bulunulan toplum zaten taşa toprağa, aya güneşe tapan bir toplumdur!.. Zaten insanlar, yıllar yılı aya, güneşe, yıldızlara tapagelmişlerdir!..

    Bir de buna üstlük Hazreti Rasûlullâh «cehennemin güneş» olduğunu sarih bir şekilde açıklasa idi, gene insanların güneşe tapınmaya başlayıp, ondan meded dilenmeleri;

    - Aman Güneş sen yücesin, ulusun bizi yakma!

    diye secdelere kapanmaları son derece doğaldır!.. Düşünün ki, bugün bile Güneşi bayrak edinip, ona tapan; Güneşinoğlu'na âdeta ibâdet eden toplumlar yaşıyor dünya üzerinde.

    Esasen şu gerçeği de gözlerden uzak tutmayalım;

    insanlığın içinden sivrilen çok ender, beyinler dolayısıyla teknolojik bir sıçrama olmuş ve aya gidilmiş, Plütona uzanan uydular atılmış ise de; gerçekte, genel seviyesi itibariyle toplumlar hâlâ yüzyıllarca mazide yaşamaktadırlar. ister Amerikan toplumu için olsun, ister Sovyet toplumu için olsun, ister Japon toplumu için olsun bu böyledir!..

    Yiyen, içen, zevk aldığı şeyler peşinde koşan, ciks yapan, daha fazlasına sahip olmak için elinden geleni ardına koymayan, korktuğundan kaçıp sevdiğine erişmek için didinen; toplumun şartlanma yollu güttüğü insan!.. Asırlar ve asırlardır bu böyle süregeliyor!..

    Bu süregelen gerçeklere insanın hakîkati ve gideceği yer itibariyle işaret etmiş olan son derece yüce insan Hazreti isâ aleyhis'selâm!.. Allah bize değerini idrâk ettirsin. Ama ne çare ki 2000 senedir geçen milyonlar içinde hesaba ve kıyasa girmeyecek kadar az sayıda insan O'nu anlıyabilmiş!.. Sözlerine kulak vermiş! Milyarlık Hıristiyan kütlesinden sözediliyor günümüzde, oysa Hıristiyanların hiç birisi Hazreti isâ'ya kulak vermiş değil!.. O'nun ne dediğini anlamış değil!..

    Hazreti Rasûlullah Aleyhi's-Selâm’ın bildirdiği üzere, kendisi hâlen yaşamakta olduğu âlemden geri dönecek, bir süre aramızda yaşayacak halkın yanlış anladığı gerçeklerin doğrusunu açıklayacaktır.

    Ve insanlığa O'nun, gelişini müjdelediği zirvedeki insan:

    Hazreti muhafazid Mustafa salla'llâhu aleyhi ve sellem!..

    Olağanüstü bir beyin kapasitesi ile yaratılmış. ilâhi lûtuf ile insanların ve dünyanın gelecek aşamaları kendisine seyrettirilmiş. Mi'râc olayı ile boyut sıçraması yapıp, cennet ve cehennem yaşamlarını müşahede etmiş. Ve nihâyet tüm yaşdıbını, insanların gelecekte karşılaşacakları olaylara karşı almaları icabeden tedbirleri anlatmakla değerlendirmiş bir Zât!..

    Geçmiş sayısız Nebi ve Rasûller insanlara özetle şunu vermeye çalışmışlar:

    «Sayısız putlara ve hayalî TANRILARA tapınarak ömrünüzü boş ve faydasız şeyler ile harcamayın; âlemlerin, kâinatın, yerlerin ve göklerin yaradıcısı olan ALLAH'a ibâdet edin. Kimseye kötülük yapmayın, elinizden geldiğince insanlara hizmet edin. ALLAH'ın ne olduğunu tanımaya çalışın ki, O'nun halifesi olan kendinizde mevcût olan sayısız cevherleri değerlendirebilesiniz.»

    işte bu temâ, Hazreti isâ Aleyhi's-selâm'da son haddine varmış ve şöyle ifade olunmuş:

    - Göklerin krallığına inanıyorsan, benimle beraber olmak istiyorsan, her şeyini terket ve benimle gel!..

    Göklerin, yâni ölümötesi ebedî yaşamın krallığından sözeden Hazreti isâ aleyhi's-selâm, özellikle dünya krallığı peşinde koşan ve sadece yahûdî asâletine inanan ilkel beyinler tarafından kabûl edilmemiş; sayısız çilelere katlanmış ve nihâyet mucizevî bir olayla dünyadan ayrılmıştır.

    Ve O'nun, gelişini müjdelediği Hazreti muhafazid Aleyhi's-selâm!..

    Dünyaya ve ölümötesine dair hiç bir gerçeğin ekgib bırakılmadığı bir kitabı, insanlığa sunan Zât!..

    Gerçek yaşamın dünya hayatı değil, ölümötesi ebedî yaşam olduğunu bütün yönleri ile açıklayan; ölümötesi yaşamın bütün aşamalarını teferruatıyla târif eden eşsiz insan!..

    Allah'ın hükmü ve takdiri sonucu 1400 sene öncesinin çöl toplumu içinde dünyaya geliyor ve onlara hitap etme mecburiyeti içine, insanlığa gerçeğin mesajını ulaştırma görevini yükleniyor.

    ilâhi seçim ve takdir sonucu, geleceğin getireceği tüm gerçekleri göreceksiniz ve geleceğin sayısız tehlikelerine karşı insanlığı uyarmak görevini yükleneceksiniz. Ne yazık ki insanlık sizi anlama basîretinden son derece uzak olacak!..

    Gerçekleri anlatmaya kalksanız, akıllar-hafsalalar sizi değerlendiremeyecek ve sizi inkâra gidecekler!..

    Anlatmaya çalıştınız!.. Akılları reddetmesin, hafsalaları isyân edip mahrum olmasınlar diye meselelere ancak misâl yollu, mecâz yollu, benzetme yollu yaklaşıp, geleceğin tehlikelerinden söz edeceksiniz!.. Ve buna rağmen inkâr edileceksiniz!..

    Mecnûn, deli, diyecekler!..

    Büyücü diyecekler!..

    Cinler zaptetmiş, onlar konuşturuyor, diyecekler!..

    Siz, insanlığın içine gitmekte olduğu ateşi görüp, onların kendilerini, tedbir almayarak ateşe atmalarından büyük üzüntü duyacaksınız; onlar ise sizinle alay edecekler!..

    Acaba kim katlanabilir böyle bir olaya.

    Ve bırakın o günküleri bir yana.

    Acaba bizler, fark edebildik mi gerçekleri 2000 yılının eşiğinde?

    ilmin tüm verilerine rağmen!.. Resûl-i Ekrem’in 1400 yıl öncesinden bizi uyarmak için elinden geleni yapmasına rağmen!..

    Bizim anlayışımıza göre, insanlık 2000 yılının eşiğinde olmasına rağmen, el'ân, Hazreti muhafazid'den önceki, gerçekleri görememe devrini yaşamaktadır.

    Din nedir?..

    Din niyedir?..

    Allah Rasûlü’nün ortaya koyduğu, uyulması gerekli, ya da zorunlu kuralların sebebi nedir?

    Din sadece bir inanç olayı mıdır?..

    Dinin bilimsel bir temeli var mıdır?..

    insanlık niçin dini tatbik mecburiyetindedir?..

    Evet, şimdi, islâm Dininin temelinde yatan bir kısım bilimsel gerçekleri; ve «niçin Din?» sorusunun cevabını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışalım.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 27.
    0
    devamı ve son...
    iNSANIN ÂKiBETiNiN BiLiMSEL iZAHI
    ---

    Daha sonraki bölümlerde de bilvesile değineceğimiz bir biçimde, insan ruhu(1) 120. günden itibaren beynin ürettiği bir tür dalgalardan oluşan Hologramik beden şeklinde, insan yaşadıkça gelişir.

    Nihâyet kişi, bulûğa erme denen östrojen ve androjen hormonlarının üst düzey faaliyete geçişiyle birlikte mesûliyet devresine girer. Bu, şu demektir. Beyin bu hormonların kimyasal etkisiyle birlikte yanlış zihinsel faaliyetlerini negatif yük olarak ruha kaydetmeye başlar!.. Yâni günâh olarak!.. Yâni, iki omuzundaki iki melek tarafından!.. Ayrıca gene bu beyin faaliyetleri pozitif ve negatif yük esasıyla ve her beynin kendine has şifresiyle boşluğa yayınlanır.

    Şayet 120. günde beyin cevheri oluşurken, burada bir devreyi açacak olan ışın (melek) beyne isabet etmiş ise, bu takdirde beyin bir tür antiçekim dalgasını ruha yükleyecek ve neticede, bu enerji ile «ruh» ya da «dalga beden» dünyanın manyetik çekim alanına karşı güç ile dünyadan ve cehennemden kendini kurtarıp cennete yâni sayısız yıldızların boyutsal derinliklerine gidebilecektir.

    Aksine, beyinde bu devre açılmamış ve dolayısıyla da bu anti çekim dalgası «ruha» yüklenmemiş ise, bu defa o «ruh» da kendini dünyanın ve daha sonra da Güneşin yâni cehennemin manyetik çekim alanından kurtaramayacak ve neticede ebedî olarak orada kalacaktır!..

    Bu arada hemen şu durumdan da söz edelim. Mü'minler, günâhları kadar cehennemde yanacaklar ve sonra oradan kurtulup cennete gidecekler, şeklinde izah edilen olay nasıl gerçekleşecektir?.. Cehenneme düşen oradan kaçmayı başaramazsa bir daha oradan kendini ebediyen kurtaramayacağına göre bu nasıl olacaktır?..

    Bu anlatılan olaya sebebiyet veren şey, kişinin günahlarının fazlalığı ya da sevaplarının ekgibliğidir. yâni «Ruh»a yüklenen «enerji dalgasının» gücüdür. Ve henüz cehennem yâni güneş tümüyle dünyayı yutmadan evvel kaçış sırasında yâni Sırat geçilirken yaşanacak bir olaydır!..

    «Cehennem gelip her yanından dünyayı sardığı zaman»

    şeklindeki târifte olduğu üzere, bu devrede bütün insanlara, dünya üzerinde toplanma imkânı oluşacaktır.

    Mahşer kelimesiyle anlatılan bu toplantı anında;

    «ARZ BULUNDUĞU HALDEN BAŞKA BiR HÂLE DEĞiŞiR, GÖKLER DE.» (ibrahim - 48)

    Âyetinde işaret edildiği gibi, değişik bir ortam ve yaşam şekli içinde bu gerçekleşir. O sırada dünya, gelmiş geçmiş bütün insanların üzerinde toplandığı bir ovaymış gibi olur!..

    SIRAT ise bir kaçış yoludur!.. Kaba mânâda anlaşıldığı üzere taştan-betondan bir köprü değil, bir tür hava köprüsü!.. Bir tür kaçış yolu.

    Ve bütün bunlar, bugünkü zaman şartlanması içinde anlaşılacak bir olay da değidir!.. Zira o günün şartları içinde bir günün uzunluğu;

    «SiZiN DÜNYA SENESi iTiBARiYLE BiR GÜN 50 BiN SENEDiR» (Mearic-4)

    meâlindeki âyette gösterilen süredir. Yâni, şu anda aklımızın kavrayamayacağı kadar uzun süreçte!..

    Ölümü tadışla birlikte bildiğimiz tüm zaman ölçüleri altüst olur!.. Fizik bedenin yitirilişi ve dünyanın gece-gündüz şartlarının dışına çıkışı ile birlikte, kişinin zaman mefhumu tümüyle kalkar!..

    Esasen, evrensel zaman boyutlarını şu anda bizim hafsalamızın almasına imkân yoktur. Bir güneş senesi, şu andaki anlayışımıza göre 255 milyon senedir. Acaba bu rakamın ne demek olduğunu farkında mıyız?.. Dünyanın varoluşundan buyana milyarlarla seneler geçmiştir. ilk insanın yeryüzünde görülmesinden bu yana geçen senelerin sayısı yüz milyonlarla ölçülmektedir.

    Okuduğumuz zaman, sanki birkaç saatin içinde olup bitiverecekmiş gibi gelen mahşer yeri - sırat kaçışı devresi bugünkü zaman ölçülerimizle belki de yüz binlerle yıl sürecektir. Bunun bilincinde miyiz?..

    Yahûdîlerin, Tevrat'tan naklen uydurduğu 7000 sene meselesi esasen son derece kısıtlı kafaların uydurup, bizlerin de üzerinde hiç düşünmeden kabul ettiğimiz rakamlardır ki, bunların hiç bir gerçekle alâkası yoktur!..

    Ölüm ötesi yaşam zamanını «bir gün eşittir 50 bin sene» boyutları ile anlamaya çalışmak asgarî şarttır.

    Kezâ çeşitli hadîs-i şerîflerde belirtilen ölüm ötesi ile ilgili zaman birimlerini dahi gene asgarî bu şartlar içinde değerlendirmek gerekir.

    Yeryüzü ve semâların oluşumu ile alâkalı olarak bahsedilen «Altı gün» «Yedinci gün» gibi tâbirlerdeki her bir gün kavrdıbını dahi, Evren boyutlarından «GÜN»ler olarak değerlendirip, «Allah indindeki GÜNLER» olarak anlayıp, bunların bizim şu andaki zaman anlayışımıza göre milyarlarla seneyi içine alacağına özel bir dikkat göstermek mecburiyetindeyiz.

    Esasen şu anlattığım rakamları, belli bir eğitim ve kültürü olmayanların kabûl etmesi son derece güçtür!..inkârları çok mümkündür. Hele bu milyarlık «GÜN»lerden 1400 sene evvel bahsolmuş olsaydı!!!..

    Gerçek boyutlardan, gerçek olaylardan, yaşanacak şartların gerçeklerinden sadece «minyatürize» ölçülerde, misâl yollu bahsetmesine rağmen, O muhteşem insan Hazreti muhafazid aleyhi's-selâm hakkında «mecnun» tâbirini kullanan akıl mahrumları, acaba bir de olayın milyarlarla senelere dayanan gerçek yanını duysalardı ne yaparlardı?..

    Uzağa gitmeye, 1400 sene öncesine gitmeye gerek yok!.. Siz ya da çevrenizdekilerin kaçı 100 milyonlar ya da milyarlarca sene sürecek zaman boyutunu hafsalanıza sığdırabiliyorsunuz?..

    Evet, belki, yarın kopacak kıyâmet; belki de milyar sene sonra!.. Ama şu gerçeği kesinlikle kafamızdan çıkartmayalım.

    Zaman, asla bizim şu anda anladığımız gibi bir şey değildir. Uyuyup da rüyada geçirdiğiniz zamanı asla anlayamazsınız. Rüyada gördüğünüz olay, bazen seneleri kaplar; ama şu zaman anlayışımıza göre en uzun rüyanın iki dakikaya yaklaştığı bilimsel olarak tesbit edilmiştir!.. Rüya görmediğiniz anda geçen zamanın ise asla farkında değilsinizdir!.. Bazı saatler vardır, saniye gibi geçer; bazı dakikalar vardır, günler gibi gelir!.. «Gecenin uzunluğunu hastaya sor» sözü meşhurdur. Ölüm ötesi yaşamı
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    0
    beyler üstte tutalım şu başlığı herkes görsün..
    ···
  4. 29.
    0
    erime noktası 6000 derece olan bir maden 6000 de sıvı hale geçer buharlaşmaz birader. zeka da yok adamda.
    ···
  5. 30.
    0
    güzel bir çalışma bir benzerinide ben açmıştım

    (bkz:kuran insan uydurması diyenler gelsinnnn
    ···
  6. 31.
    0
    @24 ''dünya üzerinde ısıya en dayanıklı maden bildiğimiz kadarıyla "kadmiyum"dur. 6000 derecede sıvı hâle dönüşür. yani, şayet dünya ve üzerinde bulunanların tamamı "kadmiyum" madeninden meydana gelmiş bir kütle olsaydı, 6000 derecelik hararette sıvı hâle gelecek idi.
    yazılmış orda. buharlaşır yazıyo mu bi bak bakıyım
    ···
  7. 32.
    0
    helal olsun güzel yazı
    ···
  8. 33.
    0
    upp okuyalımm
    ···
  9. 34.
    0
    olm çok uzun lan.. ama okurum amk
    ···