/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +4 -5
    Yaşadığım olayları anlatmaya yeni bir başlıkta devam etmek istedim. Seri şekilde önceden yazdıklarımı buraya kopyalayıp devam edeceğim.

    Öncelikle okduğum okul dünyanın en büyük 2. Cadılık ve Büyücülük okulu olduğu için disiplin en üst düzeydeydi. Türk var mıydı derseniz.. 1000 kişilik okuldan 20 tanesi Türk diyebiliriz. Okula gidişimiz demir yolu ile olmadı tam tersine normal bir fani gibi hava yolu ile okula vardık. Okul çeşitli büyüler ile donatıldığı için dışarıdan pek bir fani göremezdi. Bana anlatılanlara göre bu okulu daha önce en fazla 3-4 faninin gördüğüydü. Filmlerde izlediğiniz büyücülerden değildik biz. Tamam asamız vardı ancak bunu gerekli gereksiz yerde kullanamazdık. 5 yaşımdan beri büyücülük kültürü ile yetiştirildiğim için bu işim temelini biliyordum ve benim kadar şanslı olmayan bir çok insan vardı okulda. Özellikle Çin lilerin dilini anlamakta zorluk çekiyordum. Onun dışında ingilizcem üst düzeyde olduğu için Avrupa nın bir çok ülkesinden gelen öğrencilerle iyi bir şekilde anlaşabiliyorduk. Okul o kadar çok büyüktü ki gizemli ve saklanmamış oda olmaması imkansızdı. Gördüğümüzden çok daha fazlası olduğunu biliyorduk. Biliyorum size şaka gibi gelebilir ancak bende 5 yaşında büyüyü öğrendiğimde küçük dilimi yutacakmışım. Bunları size anlatmamın sebebi ise bizleri televizyonda izledikleriniz gibi olmadığımızı kanıtlamak.

    Meriç isimli bir Türk arkadaş ile tanıştım. Meriç in benden daha iyi büyücülük yetenekleri olduğu her halinden belliydi. ilk derse girmeden önce sınıflarımızı öğrenecektik. Meriç ile okulun üst katındaki panoya gittik. isimler alfabetik sıra ile olduğundan çok zorlanmadan sınıflarımızı öğrendik. Meriç ile aynı sınıfa düşmedim. Açıkçası aynı sınıfa düşmesek bile okulda her ırk kendi cinsini koruyordu. Bu yüzden her zaman yanında olması gereken bir arkadaşa ihtiyacın yoktu. Okula kaç yaşında başlıyorsunuz derseniz 14 yaşımıza kadar ülkemizde normal okullarda temel eğitimi aldıktan sonra (toplama, çıkarma, okuma yazma vs.) 14 yaşından sonra büyücülük sınavını tabii tutulup yeteneklerimize göre Avrupa nın çeşitli okullarına gönderiyorlardı. Zaten toplasan 7 tane büyücülük okulu vardı ve bir büyücünün yetişmesi o kadar kolay iş değildi. Örneğin 14 yaşına kadar sizin sınıfınızda okumuş 14 ten sonra başka bir ülkeye gittiğini haber aldığınız bir arkadaşınız var ise %99.9 büyücüdür. Açıkçası diğer Türkleri merak ediyordum. Merakımı gidermek için listeye bir kaç kez daha baktım Türk ismi olan varmı diye. Ama gördüklerim karşısında biraz şaşırdım çünkü 14 kız 7 erkek vardı Türk olarak. Yani çoğunluğumuz kızdı. Yabancı birisi zorbalık yapsa kızları koruyamaz üzerine bizde dayak yiyebilirdik. Bu yüzden olabildiğinde yalakalık yapmak zorundaydık. 7 erkek ile okulda korunacağımızı zannetmiyordum.
    ···
  1. 2.
    0
    büyülendim amk
    ···
  2. 3.
    0
    yazmis tutar
    ···
  3. 4.
    0
    Benim asam babamın eskiden kullandığı asa idi. Asanın tutulan tarafı değilde ucu tüylü ve şık duruyordu. Tahtadan olsa bile güzelliği kadar sağlamda duruyordu. ilk ders 'Canavarlar' dersi idi. Sınıfa girdiğimde ürkmüştüm. Sınıfın tavanı simsiyah ve sınıf ne kadar pis görünsede su gibiydi. Yani herhangi bir iyi ve ya kötü kokusu yoktu. Sıralarımız temizdi. Ampul, lambe yerine uzun mumlar aydınlatmada kullanılıyordu ancak sınıfın her yerini aydınlattığı söylenemez. 2 dakika sonra uzun burunlu sıska ve cüce bir öğretmen sınıfa hızlı bir şekilde giriş yaptı ve hiç bir şey demedi. 10 saniye sonra yüksek sesle "POUiNDUi" diyerek asasını öğretmen masasına doğrulttu. Hemen hemen öğretmenin boyunda 3 gözlü yeşil bir yaratıktı bu. Dersler ingilizceydi ve okuldaki herkesin ingilizcesi üst düzeydi bunuda unutmadan söyleyeyim. Yaratık oluştuktan sonra herkes şaşkınlığını gizleyemedi sınıftan uğultular başladı. Öğretmen

    - SUSUN SUSUN!! SiZE DiYORUM!...
    - EVEEET OKULUMUZA HOŞGELDiNiZ... MERHABA DiYiN BAKALIM GOURT A

    Tüm sınıf hep beraber "MERHABA GOURT!" diye hep bir ağızdan bağırdılar. Canavar korkmuştu öğretmen onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Birden ön sıralardan birinin sırasına atladı. O sırada esmer ela gözlü bir kız oturuyordu korkudan eliye Gourta vurdu ve Gourt sinirlenip kıza tam saldıracakken zıpladığında öğretmen "SWA-SOON GOURT!" diyerek asasını hızlı bir şekilde canavara doğrulttu ve canavar küçüldü küçüldü ve yok oldu. Tüm sınıfta alkış kıyamet kopuyordu kız hala ürkmüştü. Öğretmen kızı alıp dışarıya çıktı. Bizde sınıfta bekliyorduk. Burada öğretmen dersi bitirmeden çıkamazdık zil sistemi yoktu. Sınıfa biraz göz gezdirdim bir kız gördüm Türk olabilirdi tipine bakınca hemen hemen anlaşılıyordu. Özellikle Ruslar ve Türkler tipine bakıldığında kendini ele veriyorlardı. Yanına gidip Türkçe "Merhaba" dedim. Tahmin ettiğim gibi kız Türk çıktı akıllı bir kıza benziyordu. Onunda büyücülük yani cadılık (kızlara cadı denir) yetenekleri benden daha iyiydi. Neden arka sıralarda oturduğunu sordum ve onu kendi yanımda davet ettim. Sesini çıkarmadan geldi. Türkiye de ailesi istanbul daymış ve maddi durumları iyi olduğu her halinden belliydi. Bu okuldan 6 yıl sonra ayrılacaktık ancak hiç bitmeyecek olan arkadaşlığımızın temeliydi az önceki "merhaba" kelimesi. Kız asosyal ve içine kapanıktı bunu kendisi söyledi. 20 dakika sonra öğretmen geldi ve "DERS BiTMiŞTiR" dedi. Herkes önce öğretmenin çıkmasını bekledi bende Bilge yi yanıma alıp herkes çıktıktan sonra çıktım. Diğer dersin ne zaman olduğunu sorduğumda o da bilmediğini söyledi. Hemen Meriç i aramaya koyuldum kız şaşkın şaşkın yanımda yürüyordu 'Nereye gidiyoruz?' dedi. 'Burada tanıştığım arkadaşımı bulmalıyım adı Meriç sizde tanışırsınız hem kendi ırkımız ile bağlarımızı koparmamamız gerek' dedim ve haklıydım da. Aksi takdirde babamdan duyduğuma göre tek sıkıştırırlarsa bu hiç iyi olmazdı. Bilge ile giderken gözüme sarışın kalıplı bir Alman çarptı. Alman olduğu her halinden belliydi. Bana ingilizce "Ne bakıyorsun?" dedi. Koridor kalabalık olduğundan ve bana dokunamayacağını bildiğimden "Baktım ne var?" dedim. Kızın yanında ezilemezdim. Tahmin ettiğim gibi olmadı ve üzerime doğru gelmeye başladı. Yanındaki yancılarıda Almandı sanırım Almanca bir şeyler konuşup yürüyerek geldiler. Kalıplı olan beni yakamdan tuttu ve yanındakine Almanca bir şeyler daha söyledi o sırada gözüne çok sert bir yumruk vurdum ve Bilge ye kaçmasını söyledim. Bilge oradan uzaklaştı ve Mrs. Jillian gelene kadar üçü birden orda ebemi gibtiler desem yeridir. Jillian gelince üçünü disipline gönderdi benide serbest bıraktı ve bir kaç soru sordu. Türk olduğumu öğrenince biraz yüzü düşmüştü.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 5.
    0
    Mrs. Jillian saçlarını beyaza boyatmış yüzü buruşuk 50 li yaşlarda bir bayandı. Fransıza benziyordu ancak değildi. Okuldaki öğretmenlerin özelliklerine gelecek olursak her birinin temel dilleri bildiğini biliyordum. ingilizce, Almanca, Fransızca, Rusça gibi. Türkçesi olana henüz rastlamadım ve yokta. Genellikle ingilizce anlaşırız. Öğlen yemeği ve tanışma faslı için büyük salon hazırlanacaktı. Okula bu yıl gelen öğrenciler ilk defa göreceklerdi büyük salonu. Bizler 1. sınıf olduğumuz için henüz okulun her yerini bilemiyorduk. 2. 3. 4. 5. ve 6. sınıflardada Türkler vardı. Yani tahminimce her üst sınıflarda 1000 öğrenci olduğunu varsayarsak 100 Türk vardı. Ancak çoğu 2. sınıftan sonra oranın kültürüne empoza edilmiş bir şekilde yaşıyorlardı. Türkçeleri bozulmuş ve bazıları kelimeleri dahi unutmuştu. Çünkü sadece yaz aylarında Türkiyeye dönüyorlardı. Zaten çoğunun ailesi Avrupa da yaşadığı için Avrupa kültürünün de etkisiyle bozulmuşlardı. Toplam 100 Türk varsa 60 ının ailesi Avrupada yaşıyordu. Meriçinde öyle. Sonunda öğlen yemeği vakti gelmişti ve öğlene kadar hiç bir derse girmedik. Herkes büyük salonun kapısının önünde toplanmış arkadaları ile bir şeyler tartışıyorlardı. ilk defa orada 6. sınıfları gördüm bizden 6 yaş büyükler ve hep belli bir olgunluğa erişmiş büyülerin en az %80 inini öğrendikleri gözlerinden belli oluyordu. Bir tanesine dikkatlice bakarken birden bana baktı ve yanımda geldi."Nasılsın" dedi şaşırmıştım. Bu olamazdı. Benim Türk olduğumu nereden biliyordu? Hiç bozuntuya vermedim iyiyim dedim ve klagib muhabbet kurduk. Adı Furkan ve onunda ailesi izmirde yaşıyormuş. Bana okulda bir sorun olursa yanına gitmemi söyledi bende tamam dedim ve diğer arkadaşlarının yanına gitti. Tiplerine baktığımda Furkan Ruslarla takılıyordu. Çok geçmeden Bilgeyi de büyük salon kapısının önünde gördüm ve yanında gittim. Kevin adında birisi ile tanışmış bana uzaktan onu gösterdi. Çocuk ingiliz ve tipi hiç hoşuma gitmedi.

    Mr. Alfred yani okulun müdürü kalabalık olan büyük salonun kapısının önünde ki kalabalığı yararak sakin bir şekilde "DEFODiO!" diyerek asasını kapıya doğrulttu ve kapı açıldı. Masalarda yemekler hazırdı. Büyük salonu anlatmak gerekirse gerçekten büyüleyici bir görünümü vardı. Tavanı karanlık ancak her yer uzun mumlar sayesinde rahatça aydınlanıyordu. Sınıf gibi değildi. Masalarda binbir çeşit yemekler vardı Bilgeyle beraber oturduk ancak çok geçmeden sonrasında 4. sınıf olduğunu öğrendiğim bir Rus gelip "BURASI BENiM YERiM" diyene kadar. Ulan her zamanmı yanımda kız varken gelirsiniz. Hiç sesimi çıkarmadan kalktım ve Bilge yide alarak başka yere oturdum. Giderken yüzünde bin gülüşü vardı huur çocuğunun. Küfür etmek istemem ama o çocuğa hala kılımdır şimdi yanımda olsa suç filan dinlemem bildiğim tüm büyüler ile işkence yaparım. Meriç i hala göremiyordum bir yandanda az önceki çocuğu düşünüyordum. O da normal bir Rus gibi sarı saçlı idi. Ancak normal olmayan bir fiziksel özelliği vardı gözleri bembeyazdı. Yani siyah, kahverengi, mavi filan değil bildiğin bembeyaz gözleri vardı. Işıl ışıl parıldırıyordu ve ürkütücü idi. Kalıplımı derseniz 1.80 boyunda tahminimde 70 kilosu vardı. Doğrusunu söylemek gerekirse dövemezdim ve bu Ruslarda deli gücü var pgibopat adamlar. Siz fanilere söylüyorum hiç bir zaman Ruslara sataşmayın suç filan dinlemeden bıçağı çeker saplarlar adama.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 6.
    +1
    Yemekleri yerken Meriç yanımıza geldi. Nerde kaldın filan derken Ruslarla kaynaşmış. Bilge ile Meriç i tanıştırdım. Yemekler yendi ve sonunda Mr. Alfred masaların sonunda bulunan kürsüsüne çıkıp bir konuşma yaptı. Alfred den bahsetmek gerekirse çok yaşlı bir büyücüydü 150 yaşını geçmiş ancak hala dimdik ayakta durabilen ve sağlamlığı gözlerinden okunabilen bir müdürdü. Konuşması beni etkilemişti. Bilge beni dürtene kadar Profosör Alfred e aptal aptal bakmaktaydım. Bilge hangi derse gireceğimi öğrenmişti. 4 kat yukarıda ki sınıfa girecektik. ilk defa 3. kattan sonrasını görmenin heyecanı ile yukarı çıktık. Ders Paranormal Mistik Güçler di (Kusura bakmayın Türkçesine bu kadar çevirebildim Türkçesi bu sanırım). Sınıfa girdiğimizde bu sınıfın her yeri aydınlık tavanı ise normal bir görünüme sahipti. Sıralar diğer sınıflardaki gibi birleşik ve yine tertemizdi. Herkes dikkatle öğretmeni dinlerken biz ise Bilgeyle sıranın üzerinde küçük büyüler yapıp oynuyorduk. Öğretmen bizim onu dinlememizden rahatsız olmuş olacak ki asasını hızlı bir şekilde bize doğru salladıktan sonra donup kalmıştık. Kas katı kesilmiştim hareket edemiyordum. Hoca konuşmasına devam etti

    - Nerde kalmıştık ıhmm evet kendimi tanıtıyordum. ismiiim Acey, ingiliz kökenliyim .

    Böyle yarım saat boyunca kendini anlattı. O da bu okuldan mezun olmuş. 1.90 boylarında saçları kumral ve orta boy şık giyinişli bir herifti. Hiç gözüm tutmadı gözleri sinsice bakmaktaydı. Konuşmasını bitirdikten sonra bizi çözdü ve rahatladık. Dahailk günden öğretmenin gözüne ancak böyle batılabilirdi sanırım. Hoca dersi bitirdi herkes çıkarken bu kez ben direkt Meriçin sınıfına yöneldim Bilge de benimle geldi. Meriçlerin dersinin bitmesini bekledik 10 dakika sonra onlarında dersi bitti. Ve sınıftan çıkarken yanında koridorda bana sataşan ve sonra Mrs. Jillianın disipline gönderdiği Alman çocukta çıktı. Beni görünce gayet sakin bir şekilde elini uzattı bende uzattım ve tanıştık. Bundan böyle bir hareket beklemiyordum açıkçası. ismi Govan mış. Meriçle yakın arkadaşlarmış hep beraber okulun bahçesine indik. Pek kimse yoktu çimlerde oturup kitap okuyan bir kaç kızdan başka. Bizde bir ağacın gölgesine oturduk ve her birimiz detaylı şekilde tanıştık. Alman çocuğun gözleri halen benim üzerimdeydi pek giblemedim. Meriçe okul hakkında bir kaç soru daha sordum. Bunu gelmeden önce ailenden iyice öğrenmem gerektiğini söyledi ve bu konuyu daha sonra konuşmamız gerektiğini belirtti. 1-2 ay geçti bu arada Bilge ve Meriç ile dostluğumuz bayaa gelişti ve sıkı iki arkadaşım olmuştu. Bir gün bile onlarsız geçiremiyordum bu süre içerisinde okuldan kimseyle kavga etmedik. Tillman adında bir Alman çocukla daha tanıştık. Alman ve ingilizin okulda çoğunlukta olduğunu öğrendim. Türklerle pek kaynaşamadık Bilge ve Meriç bana yetiyordu. ilk aylarda sıradan, annemizin babamızın evde yaptığı büyüler bize çok büyük büyülermiş gibi gelsede sonrasında okulun geniş koridorunda sihir ile şaka yapan çocukların artması okulun içerisindede sihir yapma yasağınıda beraberinde getirdi. Bundan sonra okulda öğrencilerin yapacağı bir büyü tüm öğrencilerin başının belaya girmesine sebebiyet vericekti. Bu konu üzerinde özellikle Profosör Alfred çok durdu ve ilk defa bir eğitim yılında böyle bir yasak getirildiğini söyledi. Okul kütüphanesinde Bilge ile okulun geçmişini ve esrarengiz olayları araştırıyorduk. Meriç pek okumaya yatkın olmadığı için gününün çoğunu Rus ve Alman arkadaşları ile geçiriyordu. Bir gün yine biz kütüphanede Bilge ile otururken Meriç in ağzı yüzü incin yanımıza geldi. Hemen ayağa kalktım bunu kimin yaptığını neden yaptığını sordum. Takıldığı Rus arkadaşları ile bir anlaşmazlık sonucu Meriç in atarlanması üzerine 2 kişi Meriçe okulun bahçesinde herkesin gözünün önünde dalmışlar. Bilge Mrs Jilliana giderken kolundan tuttum ve durdurdum. Hemen yatakhaneye gidip kendi dolabımdan asamı çıkarıp bahçeye indim iki çocukta ordaydı ve yanındaki kızlara bir şeyler anlatıp gülüyorlardı. Aynı zamanda beni büyük salonda yerimden kaldıran Rus çocukta ordaydı koşa koşa yanlarına gittim asamı cebime koyarak. " Merhaba nasılsınız" dedim. Resmen benimle alay ediyorlardı aralarında Rusça birşeyler konuşup güldüler. O sırada Bilge de arkamdan geldi bunlar gülüşürken önce beni büyük salonda yerimden kaldıran çocuğun burnuna bir yumruk attım sersemledi. Diğeri ise asasını çıkarttı ama Bilge ondan önce davranıp "iNFLATUS" büyüsünü yaptı. Bu büyü kişinin balon gibi şişmesine yarıyordu ve çocuk şiştikçe şişti tam patlarken asamı çıkarıp "NOX" dedim ve yavaşça eski haline döndü. Burnu kanıyan Rus "şimdi bittiniz işte" dedi. Ve haklıydı. Okuldan atılabilirdik ve bize hiç dokunmadan okula girdiler.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 7.
    +1
    ikimizde tırsmıştık. Saçma sapan bir kavga yüzünden dünyanın en iyi 2. büyücülük okulundan kovulmamız an meselesiydi. Çok geçmeden okulun hoporlörlerinden Bilge ve ikimizin ismini bağırıp Profosör Alfred in odasına gitmemizi söylediler. Profosör Alfredin odasının nerede olduğunu bilmiyorduk bu yüzden o günün kat sorumlusu nöbetçi öğretmene gidicektik. O gün nöbetçi öğretmen Paranormal Mistik Güçler öğretmenimiz Acey miş Kibarca yanına yaklaşıp Profosör Alfred in odasını sorduk. Bize ne suç işlediğimizi sorduğunda ise herşeyi apaçık şekilde anlattık. Konuşmamı bitirdiğimde gözleri gülüyordu. Sanki okuldan atılacağıma sevinmiş bir hali vardı. Sert bir şekilde "BENiMLE GELiN!" diye ağırdı. Acey i takip ettik. Bizi okul koridorunun en sonundaki karanlık tuvalete zütürdü. Burayı daha önce bir kaç kez görmüştüm ama oraya girmeye kimse cesaret edemezdi. Eski bir tuvaletti burası. Ancak temizdi. Acey tuvaletin ortasına eğilip işaret parmağı ile renkli daireler çizmeye başladı. Bunları yaparken sessiz bir şekilde bir şeyler söylüyordu çok geçmeden yerde bir yuvarlak bölme açıldı. Merdiveni yoktu sadece kocaman bir delik ve aşağısı gözükmüyordu. Acey " Benimle gelin hadi" diyerek aşağıya atladı. Bilge de cesaretini toplayıp 10 saniye sonra atladı. Ve mecburen bende atladım ancak birden bir odada belirdik. Acey ben ve Bilge etrafımıza bakıyorduk. Şaşa lı bir masa vardı ve burasının Profosör Alfred in odasının olduğu her yerden belli idi. Acey "Oturun" dedi. Bilge ile karşılıklı masanın önündeki koltuklara oturdu. Acey ise "Burada bekleyin Profosör birazdan gelir" diyerek masanın karşısında ki perdeyi aralayıp gümüş bir kapıdan çıktı. Kapıyı incelemek için ayağa kalktım şaşırmıştım çünkü kapının üzerine işlenmiş semboller bana çok tanıdık geliyordu. Babamın asasısın üzerindeki semboller ile tıpa tıptı. Sembolleri gördükten sonra Bilge ye hiç bir şey çaktırmadan yerime geri oturdum. Bilge herzamanki gibi sessizdi. 5 dakika sonra Profosör Alfred bizim geldiğimiz yerden geldi. Ancak inerken bizden çok daha yavaş inmişti bu da beni biraz şaşırttı. "Efendim bunu nasıl yaptınız?" dedim. Gözlüklerinin üzerinden bakarak biraz düşünüp "Boşver" dedi ve yerine oturdu. "Evet peki neden buradasınız" dedi. Nasıl yani bizim neden orada olduğumuzu bilmiyormuydu? Belkide olayı bizden duymak istemiştir diyerek bir de Mr. Alfred e olayları baştan sona anlattım. Alfred Bilgenin dışarı çıkmasını söyledi. Bilge de nazikçe selam verip dışarı çıktı. Ama asıl büyüyü o yapmıştı ve onu dışarı göndermesi sinirimi bozmuştu biraz. Profosör masasından kalkıp yanıma geldi ve asasını masanın üzerine tutarak "CALLOFORY!" Diye bağırdı. Masanın üzerinde orta baş parmağımın ucundan dirseğime kadar olan uzunlukta bir asa belirdi. Renkli bir asaydı bu. Daha önce görmemiştim ve eline alıp bana uzattı. Hiç bir şey söylemeden yerine oturdu ve konuşmaya başladı. "Babanın döneminde de okul müdürlüğü yapmıştım. Bu asayı babandan seninkine benzer bir suç işlediği için almıştım. O zamandan beri bu asa benim depomda durur. Şimdi bunu sana vermenin zamanı geldide geçiyor bile" diyerek gülümsedi. Cılız bir sesle "Efendim peki ya ceza?" dedim. "Unut gitsin. Siz Türkleri bilirim nasıl olsa tekrar yapacaksın" dedi. Ben bu cümleyi duyunca hafif gülmeye başladım. Asanın renkleri ve ışıltısı beni benden almıştı. Onu cebime koydum. Profosör "Şimdi gitte biraz asanı arkadaşlarına göster" diyerek o klagib yaşlı gülüşünü yaptı. Bu günden sonra Alfred ile aramda inanılmaz bir bağ oluştu. Noele kadar iki günde bir sık sık görüşür olduk. Noel zamanı geldi çattı ancak okulda kimsenin dini olmadığından Hristiyan da yoktu. Bu yüzden Noel onlar için kutsal bir değerden fazla eğlenceydi.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 8.
    +1
    Annem ve babam islam kültürü ile büyüyüp yetiştikleri için Noel i pek fazla takmazlardı. Ancak onlarda herhangi bir inanca sahip değildi. Özellikle ingiliz ve Amerikan vatandaşlar Noel gecesi okula panayıra çevirmiş her yer renkli balonlar ve süslemelerle doluydu. Okulda alkol içmemizde hiçbir zaman sakınca olmadığı için Noel geceside alkolun dibine vurmuşlardı. Ertesi gün Noel tatili için herkes evlerine gidicekti ancak okulum ikamet ettiğimiz yere uzakta olduğu için ben okulda kalmayı tercih ettim. Meriç gitti ve ben okulda Bilge ile kaldım. Profosör Alfred inde hiçbir yere gitmeyeceğini duyunca içten içe sevinmiştim. Çoğu öğretmende tatil için evlerine gitmişti. 1 hafta sürecek bu tatilde zamanımı genellikle kitap okuyarak geçirmeyi planlıyordum. 5-6 bin kişilik okuldan toplasanız 100 kişi kalmıştı. Bilge ile okulun geçmişini araştırıyor bir yandanda öğrendiklerimizi kendimize anlatıp günümüzü böyle tamamlıyorduk. Tatilin 3. günü aklıma Profosör Alfred in odasında gördüğüm semboller geldi. Sembolü tanımlamak gerekirse beşgen biir şekil ve ortasında fare cinsi bir sürüngen canlı bulunuyordu. Bu konuyu Bilge ye anlatma kararı aldım ve konuyu açtım. Bilge de şaşkınlıkla beni dinliyordu ve "O zaman kitaplardan araştıralım ne anlama geldiğini" dedi. Bu fikir aklıma yatmıştı ancak tüm gün boyunca o semboller ile alakalı gram bilgi bulamadık. Bunun ne anlama geldiğini öğrenememek canımı sıkmıştı. Bilge ye "Dışarı çıkıp hava alalım böyle olmayacak" dedim. O da kabul etti ve okulun çevresinde bir kaç tur attık. Okulda pek fazla kişi kalmadığı için okulun yanında ki gitmememiz gereken yasaklı yere gidersek kimsenin bizi görmeyeceğini düşündük. Türk aklı işte okulun bahçesine yasak deseydiler okulun bahçesinden ayrılmazdık. Bilge ile okulun yanındaki taş merdivenlerden inip çimenlik bir alana geldik. Burası temizdi ve insana huzur veriyordu. Çimenlik alanın ortasında sadece bir ağaç vardı öğlen sıcağının etkisiyle o ağacın gölgesine oturduk ve düşünmeye başladık.

    Bilge: iyice dikkat ettin mi? Sembolleri benzetmiş olamaz mısın?
    Ben: Kör değilim Bilge... O kapının arkasında ne olduğunu düşünüyorum.
    Bilge: Profosör Alfred e soralım istersen.
    Ben: Saçmalama beni öldürsende böyle bir şeyi yapmam.
    Bilge: iyi meraktan kendini ye bitir o zaman.

    Bu şekilde atışmalar geçti aramızda. Gerçektende kendimi yiyip bitiriyordum.

    Ben: Peki gizlice Alfred in odasına girip kapının arkasında ne olduğuna bakabilirmiyiz?
    Bilge: Asıl sen şimdi saçmaladın! Eğer biraz daha saçmalamaya devam edecek olursan tek başına düşünmek zorunda kalacaksın!

    Bu çıkıştan sonra hiç bir şey demedim ve bu işi tek başıma yapmaya karar verdim. Ama nasıl giricektim o odaya? Hiç bir fikrim yoktu. O karanlık tuvalette söyleyeceğim sihirli kelimeleri bile bilmiyordum. Tüm günü bunu düşünerek geçirdim. Ertesi gün kalktığımda o sembollerden başka yerde olup olmadığına bakmaya karar verdim. Tüm okulu gezecek olsamda bunu yapmalıydım. O gün Bilge ile hiç konuşmadan tüm okulu gezdim. Aynı sembolü bulmak değil, benzerini bile bulamamanın üzüntüsüyle yatakhaneye dönüp dolabımdan bir hikaye kitabı alıp şöminenin başına oturdum. 400 sayfalık kitabın 120. sayfasında olmama rağmen kitaptan hiç bir şey anlamamıştım. Çünkü aklımı kemiren başka düşünceler vardı. Biraz sakinlemek için basit bir büyü yapıp kahve getirdim. Bir yudum almadan Bilgenin arkamda olduğunu farkettim. Arkamı döndüm ve ben ağzımı bile açmadan "Sonunda bırakmışsınız beyfendi" dedi. Ben "Hayır bu işin peşini bırakmayacağım" dedim sakince. Çocukluk aklı işte laf soktuğumu zannettim bir an için. Tam o sırada gözüme bir şey takıldı...
    Tümünü Göster
    ···
  8. 9.
    0
    Gözünü gibeyim huur çocuğu
    ···
    1. 1.
      0
      Bu hikayenin kitabını çıkartmayı düşünüyorum. Doğal olarak uzun soluklu bir hikaye olucak.
      ···
  9. 10.
    0
    Şöminenin kenarında aynı sembolleri gördüm. Hafifçe eğilerek baktığımda gerçekten aynısıydı. Bilgede eğildi ikimizde şaşkındık ve birbirimize bakıyorduk. Şömine, kapı ve babamın asası ne anlama geldiğini anlamamıştık. Yanmakta olan şömineyi söndürüp içini inceleyecektim. Asa mı ateşe doğrultup "LEXONA!" diye bağırdım ve ateş söndü. Odun küllerini ise Bilge "XPLOEAN" büyüsü ile temizledi. Şömine artık temiz sayılırdı. Kafamı eğip içerisine baktığımda herşey normal gözüküyordu. Şömineyi elimle iyice inceledim taşlara elimi sürterken şöminede birden hareketlenme oldu ve şömine ortadan ikiye sağa ve sola ayrıldı. Ortada karanlık tuvaletteki Prof. Acey in açtığı yuvarlak deliğe benzer bir delik belirdi. Yukarıdan deliğe baktığımda karanlık tuvalette ki delik gibi hiç bir şey görünmüyordu. Bilge hemen burayı kapatmamızı her hangi bir öğretmen görürse başımızın büyük derde gireceğini söyleyip duruyordu. Aslında bakarsanız haklıydı ancak nasıl kapatacağım hakkında hiç bir fikrim yoktu. Şöminenin ayrılmış iki tarafınıda ittirdim hiç bir hareketlenme olmadı. Bilge burasını açarken hangi taşa dokunduğumu sordu. Dokunduğum taşı gösterdim ancak bu olamazdı. Taşın üzerinde beşgen şekil ve yine ortasında fare benzeri bir sürüngen sembolü belirmişti. Bilge sembolü eliyle ittirdi ve az önce açılan delik şöminenin iki tarafınında birleşmesiyle kapandı. Aynı zamanda Bilge sembolü ittirdiğinde sembolde tuğlanın içerisine girmişti. Garip olaylar döndüğü belliydi...
    ···
  10. 11.
    0
    Güzel gözüküyo reezzz
    ···
  11. 12.
    0
    Reserve
    ···
  12. 13.
    0
    Bu gecelik bu kadar yeter. Yarın devam edeceğim rezleri alıp uyuyun.
    ···
  13. 14.
    0
    Skskkamsöz
    ···
  14. 15.
    0
    Harry poter turk version
    ···
  15. 16.
    0
    Rez bitince okufum
    ···
  16. 17.
    0
    rezerved
    ···
  17. 18.
    0
    CALINTI ULAN CALINTI CUGU
    ···
  18. 19.
    0
    Dambuldora ve harry e selam söyle
    ···
  19. 20.
    0
    Onu bunu bosverse büyü yapiyonuz ama birbirinizin dilini bilmiyonuz yapin bi büyü öğrenin
    ···