0
Heyecanlıydım. Ellerim soğuk soğuk terlemiş, bir haftadır iştahsızlığım sebebiyle doğru düzgün yemek görmeyen ve günde 2,5-3 paketi bulan sigara tüketimiyle allak bullak olan midem, sanki bağımsızlığını ilan etmişti. Karlı havadan olsa gerek bir üşüme, bir titreme de heyecanımı katlayarak arttırmıştı. Yoksa tam mı tersiydi? Bunu ben de bilmiyordum ama sonuç olarak içinde bulunduğum vaziyeti değiştiremezdim. Vaziyetim neydi peki? Tamam, heyecanlıydım, midem kötüydü, rengim sararmıştı ama bunlar önemli miydi? Ya beynimin içinde bulunduğu durum? Aylardır bir çivi gibi aklıma saplanan fikr-i sabitler beni akıllı bir deliye döndürmüş, 1 yılda sporsuz, tamamen kontrolüm dışında 30 kilo vermiştim. Kendimi insanlardan uzak kalabilmek için evime kilitlemiş, çok zorunlu olmadıkça dışarı çıkmamıştım. Üstelik 1 yıllığına üniversitedeki kaydımı da dondurmuş, B. şehrindeki ailemin yanına ise en son 3 ay önce gitmiştim.
işte benim içinde bulunduğum durum özet olarak buydu. Yaklaşık 1 yıldır aklıma çeşitli fikr-i sabitler saplanmıştı ve sonunda harekete geçmiştim, şimdi zamanı diyerek büyük bir heyecanla A. şehrinin çirkin caddelerine kendimi atmıştım. Hava sanki beynimden geçenleri okuyarak durumunu ayarlamış, beyazın bana ölümü hatırlattığını unutmamıştı. Fakat uzun süredir gün ışığı görmeyen gözlerimi bir de kar sebebiyle hiç açamıyordum. Şansıma ilerde bir gözlük dükkânı rast geldi, burayı unutmuştum. Cebimdeki paranın yarısıyla, gelişigüzel, her taktığım gözlüğün bana çok yakıştığı iddiasında olan yaşıtım sarışın kızın sürekli dirseğime, omzuma ve sırtıma dokunmasından iğrenerek hemencecik aldım ve dükkândan kaçarcasına çıktım. Gözlükler işe yaramış, yeşil gözlerim rahatlamıştı. Şimdi gideceğim yere rahatlıkla yürüyebilirdim. Peki, nereye gidiyordum? O an karın ve sonsuz beyazlığın üstümdeki etkisiyle mezarlık dedim kendi kendime. Peki niye? Orada mı bulacaktım aradığım şeyi? Bu şey neydi? Bir işaret mi, bir cevap mı, ne? Beynim aralıksız sorularla emir-komuta zincirine uymuyor, itaat etmiyordu bana. Haklıydı da. Çünkü zorlanıyordum karar vermekte. Mezarlık uygun muydu bu iş için? Neden olmasındı ki? Başka kime sığınabilirdim? Ölüler, gerçeği tek bilenler değiller miydi?
Size sondan bir adım önceki durumumu anlattım. Son, ne acı kelime! insanoğlunun sonu sonsuzluk mudur yahut sahiden son, yani yok olma denilen şey var mıdır? Siz hiç ciddi ciddi sonunuzu düşündünüz mü? Ne olacak, ne bitecek gibi sorularla son kavrdıbını sorguladınız mı? Şu dünyanın güya en karışık ve kusursuz, hatta dünyayı yaratıldıktan sonra kuran, düzenleyen insanlar, insanlık gerçekten mükemmelliğine uygun, layık bir sonla karşılaşıyor mu? Peki, nedir bizi bekleyen bu -layık yahut değil- son? Ölüm mü? Dünyayla bağımızı tamamen kopartmak, bu dünyada yahut dünyadan artık yok olmak mı? Öldükten sonra neyle karşılaşacağımızı biliyor muyuz? Sahiden, öldükten sonra gerçek hayat mı başlıyor, gerçekten âlemlerin bir yaratıcısı var ve dünyadaki hal, hareket ve davranışlarımıza göre cezalandırılacak yahut ödüllendirilecek miyiz? Bu kadar basit mi bu iş, bu kadar kolay mı inanıyorsunuz? Hangi biriniz gidip gördü de bu kadar emin? (imanın bir parçası demeyin bana, ben sandığınız gibi inançsız biri değilim, hatta dindar bile sayılabilirim, inanın bana). Yoksa öldükten sonra başka biri olarak mı geri döneceğiz? Bu nasıl son? Bu da bir nevi sonsuzluk değil mi? Bir kısır döngü içinde sürekli git ve gel. Bu son değil ki, sonsuzluk. Siz hiç sonu görmeyi, sona kavuşmayı istediniz mi? Sadece son, salt son hasretiyle yanıp tutuştunuz mu?
işte beni harekete geçiren son fikr-i sabit buydu. inanın bana, bu son aşkı bende öyle bir haldeki, tam bir çelişki içerisindeyim. Sonu görmek istiyorum, nedir, nasıldır öğrenmek istiyorum. Bu son sorusu beynimi ipek böceğinin dut yaprağını yemesi gibi yiyor, bitiriyor ama aynı zamanda ölmekten, daha doğrusu yok olmaktan korkuyorum. Öyle bir vaziyet ki bu kendinizi araçların altına atmak için sonsuz bir istek duyuyorsunuz ama içinizdeki bu korku sizi zincirliyor. Anlayabiliyor musunuz beni?
Evet, aynı zamanda yok olmaktan korkuyorum. Amaçsızca gelip geçmek, yaşadığım yanıma kar demek benim kabul edebileceğim bir şey değil. Ben yapamam, yok olamam. Sadece anılarda kalıp bir iki nesil sonra unutulamam. Bir devamı olmalı, bir sebebi olmalı dünyaya gelmemin, boş yere gelip geçen bir varlık olamam. Evet, ben bir varlığım, canımla kanımla, düşünen, şuurlu, yaşayan bir canlıyım ve yok olmak bana göre değil, kendimi bildiğim sürece ben yok olmayı kabul etmem, edemem.
işte, sonu deli gibi merak etmeme rağmen bu korku beni her şeyden alıkoyuyor. Korkma diyorum arada sırada kendime, zorluyorum tüm benliğimi ve her sonun bir başlangıç olduğuna inanmaya çalışıyorum fakat bu kendini kandırmaya çalışan bir kişinin beyhude çabası olmaktan fazlası olmuyor, daha ileriye gitmiyor, gidemiyor.
Her son gerçekten bir başlangıç mıdır, inanıyor musunuz buna? Ben ne kadar da inanmak istiyorum buna ama mantığım kabul edemiyor. Bence bu birisi tarafından vaktinde söylenmiş ve milletin ağzına sakız olmuş, kaşarlanmış anlamsız bir cümle, daha fazlası değil. Cümle 'her başlangıç bir sondur' şeklinde olsa bir nebze anlayabilir, hatta katılabilirdim. Çünkü düşündüğümüz zaman gerçekten her başlangıcın bir son olması diğerine nazaran daha mantıklı. Şöyle hayatınıza, etrafınıza bir bakın ve başlangıçları düşünün. Hangisi ilelebet devam ediyor?
Evet, evet, etrafımızdaki her şey, istisnasız her şey başladığı andan itibaren kendi sonuna doğru koşmuyor mu? En büyük ve en güzel örneği de bunun insan değil mi? Doğuyoruz ve doğmamızla beraber artık sona adım adım ilerliyor, aldığımız ve verdiğimiz her sayılı nefes, her göz kırpışımız, aritmetik hesaplar sonucunda yaratılmış, soyut fakat yine sayılı saniyelerimiz birer birer azalıyor ve bizi sonumuza yaklaştırıyor mu? insanın doğarken ağlaması bu yüzden bence, bu bir işaret, anlayana, anlamak isteyene fazlasıyla yetebilecek, açık bir işaret. insan ölümüne doğuyor. Ne kadar acı…
Başka varlıkları düşünelim, mesela zaman. Güneşin her doğuşu arasındaki farka bir gün diyoruz fakat her gün de bir sona doğmuyor mu? Diyebilirsiniz ki ‘ama gene doğuyor’, evet, haklısınız da fakat yeni doğan gün bir evvelkinin devamı değil ki, tamamen birbirinden bağımsız. Her ne kadar kendini tekrarlıyor desek de aslında -ince bakarsak eğer- tamamen birbirlerinden farklı. işte bu sebeple, her gün bir sona doğar ve yerini sonraki güne bıraktığında sona kavuşur, bitmiştir o gün artık, daha da geriye gelemez, getiremez kimse. O gün yok olmuş, sadece takvimlerde ve insanların hafızalarında kalmış ta ki yeri doldurulana kadar.
Evet, evet, her başlangıç bir sondur ve her varlık sonuna doğar. Acı, çok acı ve ben bu acıdan anlatılamaz bir şekilde mustaribim ve şu an, şurada, her son bir başlangıçtır tezini ortaya atan ve onu ağızlarına sakız yapan kişilere sesleniyorum; Hangi mantıkla iddia ediyorsunuz bunu hangi bilgiyle, neye dayanıyorsunuz? Hangi biriniz sonu yaşadı da yeni bir başlangıca doğdu? Evet, bana bunu, insanın bilinen sonu olan ölümden sonra yeni bir başlangıcı olduğunu gösterebilecek biri var mı? Varsa ne olur gelsin, kurtarsın beni bu beladan, ne olur, yalvarırım…
Tümünü Göster