-
1.
+1Servet-i Fünun, \"fenlerin zenginlikleri\" anldıbına gelmektedir.Tümünü Göster
Servet-i Fünun, 1891 yılında Ahmet ihsan tarafından çıkarılmaya başlanmış, 1896 yılında da derginin başına Tevfik Fikret getirilmiştir.
Servet-i Fünun dergisi, bu dergi etrafında toplanan edebiyatçıların, savundukları edebî görüşlerini açıklamada, savundukları görüşler doğrultusunda kaleme aldıkları eserlerini yayınlamada bir araç görevi yüklenmiş, hatta bu dönem edebiyatçılarına bir edebî topluluk olarak adını vermiştir.
Servet-i Fünun veya Edebiyat-ı Cedîde hareketi, Türk edebiyatının 1860\'tan sonra başlayan batılılaşma hareketinin bir uzantısıdır. Tanzimat edebiyatının modernleşme çabalarını yürütmüşlerdir. 1896\'dan 1901 \'e kadar süren dönemi kapsar. Türk edebiyatının bu kesitine Servet-i Fünun devri denilmesi, bu edebî hareketin Servet-i Fünun dergisinde hayat bulmasıyla ilgilidir. Servet-i Fünun edebiyatına \"Edebiyat-ı Cedîde\" denilmesinin nedeni, Avrupai Türk edebiyatını temsil etmesinden dolayıdır. Bu ifade, Tanzimat devrinde Tanzimat\'ın birinci ve ikinci nesilleri için kullanılmıştır. Daha sonra Servet-i Fünunculara \"Yeni Edebiyatı Cedîdeciler\" denilmiştir. 1930\'dan sonraki edebiyat tarihlerinde \"Servet-i Fünun\" deyiminin kullanıldığı ve edebiyatımıza bu şekliyle mal olduğunu belirtelim.
Cenap Sahabettin, Servet-i Fünun Edebiyatı\'nı Tanzimat Edebiyatı\'nın bir devamı olarak görür ve bu edebiyata \"Evsât Edebiyatı\" adını verir. Servet-i Fünuncular\'ın Nâmık Kemâl, Abdülhak Hâmit ve Samipaşazâde Sezâî\'yi örnek aldıklarını belirtir. Servet-i Fünun Edebiyatı\'nın kendinden önceki devrin doğal bir sonucu olduğunu vurgular. Kendi neslinin edebiyatı ile öncekiler arasındaki münâsebeti, baba ile oğul arasındaki ilişkiye benzetir. Servet-i Fünunculann Batı\'yı özüyle değil, dış şekliyle taklid ettiğini söyler. Böylece Tanzimat ile Batı arasında yetişmiş olmalarından ötürü, bu döneme Evsât Edebiyatı denilmesini teklif eder.
Servet-i Fünun edebiyatı, Batı\'yı tanıyan ve bilen bir edebiyattır. 1890\'dan sonra Stendhal (Stendal), Flaubert (Flober), Balzac (Balzak), Goncourt (Gonkur)lar ve Bourget (Burje) gibi romancıları okudular ve etkilendiler. Edebiyatı, batılı anlamda algılamış ve bu modern anlayışı edebiyatımıza yerleştirmeye çalışmışlardır. Batı\'nın bütün edebî türlerini, tekniğine uygun biçimde edebiyatımıza mal etmeyi başarmışlardır. Küçük hikâye, mensur şiir (mensure), roman ve tenkit gibi edebî türler, Servet-i Fünun edebiyatının kurduğu ve kullandığı türlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatı, kendisinden sonraki dönemlerde de etkili olmuştur. Millî edebiyat, edebî zevkini bu dönemden almış, mahallî ve millî unsurlarla süsleyerek, ilkelerine uygun biçimde bir edebiyat dünyasına koşmuştur.
Servet-i Fünun edebiyatı, değişik türlerde eserler vermiş özellikle batılı anlamda şiir, hikâye, roman ve tenkit türlerinde yoğunlaşma göstermiştir. Servet-i Fünun edebiyatının başlıca kaynağı Fransız edebiyatıdır. Bu edebiyata Tevfik Fikret-Halit Ziya Mektebi de denilmiştir.
Şiir türünde görülen başlıca isimler şunlardır: Tevfik Fikret (1867-1915), Cenap Şahabettin (Raik Vecdî takma adıyla, 1870-1934), Hüseyin Siret (Özsever, Ömer Senih takma adıyla, 1872-1959), Hüseyin Suat (Yalçın, 1867-1942), Ali Ekrem (Bolayır, 1867-1937, Ayın Nâdir takma adıyla. Nâmık Kemâl\'in oğlu), Ahmet Reşit (Rey, H.Nazım takma adıyla, 1870-1955), Mehmet Sami (Süleyman Nesib takma adıyla, 1866-1917), Süleyman Nazif (ibrahim Cehdî takma adıyla, 1869-1927. Diyarbakırlı Sait Paşa\'nın oğlu), Faik Âli (Ozansoy, 1876-1950, Süleyman Nazifin kardeşi. Zahir takma adıyla), Celâl Sahir (Erozan, 1883-1935, Yemen Valisi ve kumandanı ismail Hakkı Paşa\'nın oğlu).
Servet-i Fünuncular, nesirle şiir söylemeyi denediler. Duygu yoğunluğunu ve heyecanlarını mensur şiir halinde ifade ettiler. Bertrand(Bertran), Baudelaire (Bodler), Mallarme (Malarme)ve Rimbeaud (Rembo) gibi şairlerin izinde yürüdüler. Mensur şiiri onlardan aldılar. Bu türü önce Halit Ziya sonra Mehmet Rauf denedi.
Hikâye ve romanda başarılı isim Halit Ziya\'dır. Onu Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet ve Safvetî Ziya izler. Küçük hikâye örnekleri bu dönemde görülür. Klâgib vaka hikâyelerinin temsilcisi Halit Ziya\'dır.
Servet-i Fünuncular, ülkenin içinde bulunduğu durumdan dolayı, tiyatro türünde beklenen ölçüde eser veremediler. Tiyatro ile ancak 1908\'den sonra uğraşma imkânı bulabildiler. Hüseyin Suat Yalçın, Mehmet Rauf, Cenap Sahabettin, Halit Ziya, Faik Ali Ozansoy, Ali Ekrem Bolayır ve Safvetî Ziya\'mn tiyatro denemeleri vardır. Bunlar teknik bakımdan başarılı eserlerdir. Günlük konuşma diline yaklaşma çabası gösterirler. Tiyatro dili, bu dönemde normal bir çizgi takip eder. Konuları aile çevresinde geçer. Evlenme, boşanma, kadının medenî hakları gibi temaları işler.
Tiyatroda dikkat çeken isim Hüseyin Suat\'tır. Yazdığı ve uyarladığı yirmi kadar piyesi vardır. Manzum piyesler de yazan yazar, komedi ve dram türünde eserler vermiştir.
Hüseyin Suat\'tan sonra tiyatroyla ilgilenen Mehmet Rauf olmuştur. Aşk, evlenme şekilleri, evlilikte ihanet ve bağlılık temalannı işlediği oyun-lar, edebiyatımıza fazla birşey kazandırmamakla beraber, anılmaya değer eserlerdir.
Cenap Sahabettin de Yalan (1911) ve Körebe (1917) piyesleriyle teknik bakımdan yeterli görülmemektedir.
Adını, bir dergiden alan bu dönem edebiyatı, dergi ve gazete alanında da başarılıdır. Bu dönemde çıkan dergiler şunlardır:
Mektep (1895), Mütâlâa (1896), Musavver Ma\'lûmât (1895-1903), Hazîne-i Fünun (1882-1897), Resimli Gazete (1881-1899), Musavver Fen ve Edeb (1899) ve tefrika (1898).
Dönemin gazetelerinden edebiyat, sanat ve düşünce yazılarına önem verenleri: Tercüman-ı Hakikat (1886-1908), Sabah (1886-1917), Tarîk (1886-1899), ikdâm (1894-1901), Terakki (1897-1898) vb... dir.
Abdülhamid\'in sıkı yıllan, basın hayatına canlılık kazandırmaz. Buna rağmen, başarılı oldukları gözlenmektedir. Bu dönemde yazılan makaleler, genellikle Batı edebiyatını tanıtıcı niteliktedir. Edebî çalışmalarını yalnız edebî tenkit konusunda yoğunlaştıran tek yazar, Ahmet Şuayb (Şuayib)\'dir. Tenkitte; kendilerine yöneltilen eleştirileri cevaplandırmak, kendi edebiyat anlayışlarını tanıtmak ve yorumlamak, Batı edebiyatı hakkında değerlendirmeler yapmak ve edebî akımları gündeme getirmek gibi konular görülmektedir.
beyiti, anlam ve kafiye bakımından eleştirilere uğradı. \"Muktebes\" ve \"abes\" kelimelerinin kafiye oluşturamayacağı yolunda tartışmalar başladı. Kafiyeyi göz için kabul edenlere göre, sondaki \"sin\" ve \"peltek se\"nin kafiye oluşturması mümkün değildir. Kafiyeyi kulak için kabul eden anlayışa göre, bu iki kelime kafiye teşkil edebilirdi. Böylece tartışmaların boyutları genişledi. Yankılan büyük oldu. Dönemin ilk akla gelen tartışma örneği niteliğini kazandı.
Tenkit alanında, Hüseyin Cahit Yalçın\'ın \"Kavgalarım\" adlı eseri de anılmaya değer niteliktedir. Ahmet Şuayb, Servet-i Fünun dergisinde \"Son Yazılar\" başlıklı yazıcında, Servet-i Fünun edebiyatının ferdî duygulan ve özellikle aşk konusunu işlemesinden memnun olmadığını belirtir (7 Haziran 1900, s. 482). Deneme ve tenkitleriyle gücünü hissettirir. (Dönemin tenkit anlayışı hakkında geniş bilgi için, Dr. Bilge ERClLASUN\'un \"Servet-i Fünun\'da Edebî Tenkit\", Ank., 1981,400 s; adlı eserine bakınız).
Servet-i Fünun dergisinde \"Musâhabe-i Edebiyye\"leriyle ilgi toplayan ve sohbet türüne canlılık kazandıran Tevfik Fikret olur. (Fikret\'in bu tür yazılarını, Doç. Dr. ismail PARLATIR; Tevfik Fikret -Dil ve Edebiyat Yazılarında bir araya getirdi; Ank.,�S7,283s).
Bu devrede, seyahat edebiyatının en güzel örneği Cenap Sahabettin\'in \"Hac Yolunda\" adlı eseridir (1896\'da tefrika olunan eser, 1909\'da basıldı).
Edebiyat tarihi alanında çalışmalar durmuş gibidir. Süleyman Nazif in Nâmık Kemâl (1912), Mehmet Akif (1924), îki Dost (Ziya Paşa-Namık Kemal, 1926) monografi-eriyle Ali Ekrem\'in Nâmık Kemâl (1930) ve Lisânımız (1937) adlı incelemeleri dönemin uzantıları olarak görülen eserlerdir.
Servet-i Fünun edebiyatının, yukarıda dokunduğumuz türlerde eserler verirken, yüksek zümreye, aydın kesime hitap ettiğini hemen belirtelim. Bu dönem sanatçılarının ortak � anı, Abdülhamit düşmanlığında birleşmeleridir. Karamsar hayat görüşü, hepsinin belirgin yanıdır. Eserlerinde işledikleri temalar, realiteden kaçış, hayat-hakikat tezada, karamsarlık, tabiat ve kadındır. Onların eserlerinde tabiat, resimden gelme bir tabiat olarak karsımıza çıkmaktadır. Bu tabiat yaşanılan tabiat değil, görülen seyredilen bir tabiattır. Konuların dar bir perspektif içinde ele alınmış olması, onların sanat ve edebiyat güçlerini gölgede bırakmış değildir. Şiirde, tenkitte ve romanda teknik sağlamlığıyla başarılı eserler vermişlerdir. -
2.
+1@6 o açıdan düşünecek olursak sevgili edebiyat aşığı,
Muallim Naci, eski edebiyata karşı daha "ılımlı" duruyordu. Yeni edebiyata geçişin yavaş ve doğal bir süreçte olması gerektiğini savunuyordu. O, "eski-yeni sentezi"nin gerçekleştirilmesi amacıyla, eski edebiyatın üstün yönlerine de sadık kalınması gerektiğine inanıyordu. Yerli ve millî niteliklerle donanmış bir yeni edebiyat düşüncesini dillendiriyordu. Türk edebiyatının kökten değil, kısmî bir şekilde modernleştirilmesine taraftardı. Ortada durup, iki tarafın da güzelliklerinden yararlanılması gerektiğini düşünüyordu. Ancak "yeni"ye daha hoşgörülü davranan sanatçıları eleştirmekten de geri kalmıyordu. Recâîzâde Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit'in edebiyatta "biçimi" ve "sağlam üslubu" pek umursamayan yaklaşımlarını eleştiriyordu. Bu nedenle, rakipleri tarafından "eski edebiyatın temsilcisi" olarak algılandı.
Bazı genç sanatçılar da eski edebiyatın savunucusu zannettikleri Muallim Naci'ye karşı, yeni edebiyatın kesin ve sert bir savunucusu olarak görülen Recaizâde'nin tarafını tutuyordu. Bunda Recâîzâde'nin, kendisini yeni edebiyatın üstadı görmesinin de büyük etkisi vardı. Recaizâde Mahmut Ekrem, Naci'nin şiirlerini, sadece estetiği öne çıkardığı gerekçesiyle ağır şekilde eleştiriyordu.
Bu tartışmada, her ikisinin de etrafında geniş birer halka oluşmuştu. "Muallim", eski edebiyata dair köklü bilgisiyle; "üstad" olarak görülen Recaizâde ise sanatın ne olduğu konusundaki dikkate değer fikirleriyle çevrelerindekileri etkileri altında tutuyorlardı.
Bu dönemde "eski" edebiyatın kesin savunucusu ise Eihac (Hacı) ibrahim Efendi ve onun etrafındaki sanatçılardı. Şeyh Vasfî, Halil Edîp, Faik Esat (Andelîb), Müstecâbilizâde ismet, Mehmet Celâl, Ahmet Rasim, Sâmih Rıfat gibi sanatçılar "Hazine-i Fünûn", "Resimli Gazete", "Musavver Malûmat", "Musavver Fen ve Edeb", "irtika" gibi dergi ve gazetelerde Servet-i Fünûn'a karşı sert eleştiriler yönelttiler.
Vesselam, bizler gökkuşağı içindeki kayıp ruhlardan ibaretiz. Bir çiçeğin yüzünü güneşe dönmesi gibi zıt fikirlerimizle birbirimizi kucaklamalıyız. -
3.
0ananın dıbına koyim.
-
4.
0özetin özetini geç bin bi de capsleri koy züt bebesi
-
5.
0omaygaaadd
-
6.
0@1 yanılıyorsun.Tümünü Göster
Edebiyat-i Cedide sanatçıları Batı uygarlığına, özellikle Fransa'ya hayranlık göstermişler, Türkiye'nin Avrupalaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada sanat, bilim, ne buldularsa Türkiye'ye aktarmaya çalışmışlar; laik bir zihniyeti benimsemişler ve daima dindışı şiirler yazmışlardır.
b. Devlet ve siyaset konularına dokunmak, vatan, hürriyet, istikIâl, inkılap v.b. gibi, sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, açıkça toplumsal yazılar yazmak olanağı bulunamamış, ancak aşk, merhamet v.b. gibi suya, sabuna dokunmayan temalar üzerinde dolaşılmıştır. (Edebiyat-ı Cedide sanatçıları bu yüzden, daha sonraki devirlerde, memleketi yansıtmamak ve ulusal olmamakla suçlandırılmışlardır).
c. Çağdaş Fransız edebiyatı örnek tutulmuş, hikâye ve romanda Realizm ve Naturalizm, şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının etkisi altında kalmıştır; Parnasyenlerin etkisiyle, “sanat
sanat içindir” görüşü benimsenmiştir. (Fikret, “toplum için sanat” anlayışıyla de eserler vermiştir).
ç. Tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, havasa mahsus bir edebiyat meydana getirilmiştir ; kendilerinin de söylediği gibi ; “Servet-i Fünun edebiyatı umuma avâma mahsus değildir”.
d.Bu düşünüşün bir sonucu olarak, dil konusunda da Tanzimat sanatçılarından daha geri bir anlayışla, konuşma dilinden büsbütün uzaklaşılmış yazı dilinde o zamana kadar kullanılanlardan başka, Arap ve Farsça sözcükleri karıştırarak Türkçe'de kullanılmayan birtakım yeni sözcükler (nahcir [av], şegaf [çılgınca sevgi], tirâje [alâimisema, gökkuşağı] v,b.) bulunup çıkarılmış; Batı edebiyatından alınan yeni kavramlar Fars dilinin kurallarıyla kurulmuş birtakım yeni isim ve sıfat tamlamaları (sâât-ı semen-fâm [yasemin renkli saatler], lerziş-i bârid [soğuk titreme], v.b... ) ve yeni bileşik sıfatlar (tehi-baht [boş talihli], şikeste-reng [kırık renkli], v.b... ) ile karşılanmış: aynen Fransızca'da görülen birtakım yeni deyim ve söyleyişler de (el sıkmak, dest-i izdivacını talep etmek v.b.) Türkçe'ye aktarılmış, nesirde Fransızca'nın sözdizimi Türk diline uydurulmaya çalışılmıştır.
e. Benzetmelerle yüklü olan süslü bir dille yazmak, yerli yersiz ah!, oh! gibi ünlemlere fazla yer vermek., ve bağlacını sık sık kullanmak, bir düşünceyi kuvvetlendirmek veya ondan dönmek maksadıyla söz arasına evet evt!, hayır hayır! gibi sözcükler sıkıştırmak, ikide bir güzelim!, meleğim! gibi hitaplarda bulunmak Edebiyat-ı Cedide üslubunun başlıca zayıf, yapmacıklı yanıdır.
f. Hikâye ve roman türünde teknik kuvvetlenmiş (mesela, süs için yazılan gereksiz tasvirler ve konu dışı bilgi vermeleri vak'anın yürüyüşü durdurulmamış, serde yazarın kişiliği gizlenmiştir) ; Fransız realist ve natüralist yazarlarının eserleri örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep hayatta görülen ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır; vak'alar çok defa istanbul'da geçirilmiştir. (Abdülhamit devrinde memlekette gezi özgürlüğü olmadığı için, yazarlar memleketin istanbul dışındaki yerlerini tanımıyorlardı).
Edebiyat-ı Cedide'yi meydana getirenler:Şair olarak, Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Suat,Ali Ekrem, Ahmet Reşit, Süleyman Nazif, Celal Sahir. Hikayeci ve romancı olarak:Halit Ziya, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit, Ahmet Hikmet.
17 Mart 1891'de istanbul'da Ahmet ihsan tarafından çıkarılmasına başlanılan Servet-i Fünun, isminden de anlaşılacağı gibi başlangıçta daha çok fenni yazılara yer veren bir dergiydi. Tevfik Fikret'in yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra tam bir edebiyat ve sanat dergisi olmaya başladı. Bu dönemde her türlü yayın büyük bir kontrol, basın sıkı bir sansür altında idi.
Dergi kısa zamanda gerek şekilce ve gerekse duyuş ve hayaller bakımından tamamıyla Avrupai şiirler, hikayeler,romanlarla dolmaya başladı. Türk şiirine Fransız şiirinden birçok yeni hayaller getirildi. Bunları ifade için yeni tamlamalar kullanıldı. Sözlüklerden yeni yeni Farsça ve Arapça kelimeler çıkarıldı. Böylece konuşma dilinden iyice uzaklaşıldı.1898 Yılının sonlarında Servet-i Fünuncular eski edebiyatı tutanlara karşı mücadeleyi kazanmıştır.
Yazarların kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Zaten sanat anlayışında esaslar bakımından birleşmekle beraber bunların uygulanmasında öteden beri aralarında bazı görüş ayrılıkları vardı.1901 Yılının başlarında idari bir mesele yüzünden Ahmet ihsan ile Tevfik Fikret'in arasıda anlaşmazlıklar çıktı. Tevfik Fikret'in dergiden ayrılması üzerine Servet-i Fünun ciddi bir bulanımın içine düştü. Dergi II. Abdülhamit tarafından kapatıldı ve sorumluları mahkemeye verildi. Mahkeme tarafından şuçsuz bulundan Servet-i Fünun 5 Aralık 1901'de tekrar yayınlanmaya başladı.Ama kısa bir süre sonra tekrar dağıldı. Servet-i Fünuncular II.Meşrutiyet'e kadar pek az şey yayınladılar. Bu tarihten sonra tekrar ortaya çıktılarsa da şartlar değişmiş ve yeni bir nesil yetişmişti. Servet-i Fünuncular çalışmalarına ayrı ayrı dergilerde ve incin bir şekilde sürdürdüler ise de hiçbir zaman tekrar bir araya gelemediler.
olay bundan ibarettir -
7.
0bazı konularda zıt düşüyoruz azizim ama muktedir olarak bilhassa ve de kıyasıya çarpışan keçilerin de otladığı verimli arazide akıttıkları ter aynı bitkiyi beslemiyor mu
-
8.
0ikiniz de yanılıyosunuz amcıklar
anal ciks
anal ilişki ya da ters ilişki, özellikle erekt haldeki penisin rektumdan içeri sokulması şeklinde uygulanan cinsel birleşme. [1][2] bunun haricinde rektum ve anüsü içeren, parmakla, oral yolla ve her nevi cinsel oyuncakla gerçekleştirilen tüm cinsel aktiviteler de anal ciks kabul edilir.[1] bu nedenle penisin rektumdan içeri sokulduğu aktivite rektal birleşme (i̇ng: rectal intercourse) olarak tanımlanır.[1]
homociksüel erkek çiftlerin yaklaşık üçte ikisi, heterociksüel çiftlerinse üçte biri zaman zaman anal ciks yapmaktadır. heterociksüel çiftlerin yaklaşık yüzde onunda anal ciksin, cinsel hayatın düzenli bir parçası olduğu, gitgide yaygınlaştığı, bunda da ferregrafik yayınlarda anal ciksin sıklıkla gösterilmesinin etkili olduğu düşünülmektedir.[1] 2009 yılında birleşik krallık'ta yapılan küçük bir araştırmada, ülkede satışa sunulan ferre dvd'lerin yaklaşık yüzde otuzunun rektal birleşme içerdiği görüldü.[1] gerçektekinden farklı olarak, filmlerde bu aktivite bayanlar için oldukça rutin ve acısız olarak resmedilmektedir.[1]
anüs ve rektumu içeren diğer cinsel aktiviteler şunlardır:[1]
eşin anüsüne parmak sokmak (i̇ng:postillionage)
anal açıklığın genişlemesi ve doluluk hissi için tıkaç (i̇ng: butt plug) sokmak
anüste vibratör kullanmak: anüs bölgesinde vibratör kullanılırken kaza ve yaralanmaların önüne geçmek için çok dikkatli olunmalıdır.
oral-anal temas (i̇ng: rimming): bu tür ilişki yüksek oranda enfeksiyon riski taşır.
rektuma el sokmak (i̇ng: fis
bunu koymasam inci dağılırdı lan -
9.
0@7 üstadım önünde saygıyla eğiliyorum
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 03 01 2025
-
herkes buraya hayat felsefesini yazıyor
-
ferdi baba ölmüş
-
ne ilksin nede son olacaksın
-
boyle yasayacagima geberirim
-
yangın söndürme uçaklarını satçaklarmış
-
sevgilisini bavula koyup nefessiz bırakarak öldren
-
hornet gibi kız bulma uygulaması önerin la
-
şu mecraya gelip niye
-
gwynplaine adlı yazarı ifşalııyorum
-
şimdi mutluyum sabah kötüydüm
-
inci sözlük bile yapayalnız
-
eppek çıktı bugün
-
video tmp name yokk
-
gassal denilen djziyi izleyen en fhafif tabirle
-
sanatsal bir şiir
-
am flm var mi la
-
baskette habire barem degisiyo ya da kapaniuo
-
beyler sözlükteki herkes benden nefret ediyor
-
asyali birini dövemeyen slav eziği
-
kızlar benden tırsıyormu ne anlamadım
-
rahibe de değil lakin ortalık malı da olmamış
-
beyler amerikada yaşayan bir arkadaşım var
-
bilkentli kızlar dehşet bişey panpalar
-
karabasan diye bi sey yok
-
caner taslaman hocayı izleyen varmı
-
pluie vardı en son evlenmişti
-
560binlik adam silinmeli
-
ferdi tayfur bence abartılmış bir ses
-
beyler bu cerrahi ameliyatın ismi ney
- / 2