-
1.
0Merhaba, burası benim blogum amk, okuyun tadını çıkarın eleştirin, yorum yapın, hatta buyrun siz de yazın, tşk
-
2.
0Kıvrım; her yer uçsuz bucaksız gri bir gölge gibi, havada uçuşan lekeler ve kokusuz, tren yolları kadar muntazam sokakları ve yine de yirmi derece yana yatmış evleri ve en önemlisi tüm kasvetiyle- ki o kasvet bizlere edadır- duran kocaman iki tepesi, tepenin arasında uzanmış bir yol yatıyor, mamak bir isyan gibi, önünde çinçin mahallesi üzeri şahin tepesi ve karşısında yıkık dökük ankara kalesi
-
3.
0"Hiç hiç bir şeyi bilmiyorlar bilmek istemiyorlar; şu cahillere bak dünyanın sahibi onlar"
Kıvrım; cehaletin tepesinde oturan minik insan figürünün üzerine yapışmış kelebek kanadı. Bir gün uçarsam’ ın, peşinde koşan insan şimdiki koştuğu hızdan 1 km bile daha hızlı koşamadan yere yığıldı. Hemen etrafına toplanılsın! Suni teneffüs, elektro şok ve sessizlik. Gizli zehirli, kalp yetmezliği, Allah rahmet eylesin, ancak giden geleni aratır, aşağıdan bakan güzel kokulu kadın için dünya hala çok güzel görünüyor veya biz öyle sanıyoruz. Hayatımız yanılsamalar ve derin duruşlardan ibaret, bir yere gidip orada biraz beklersin, sonra gelip buraya biraz daha beklersin. Bekleyen insana ahmak der oysa, ünlü şair, sonra beklerken ansızın ölüverir; kadını, başkalarına eleştirdiğini kadınına eleştiren bir normal insan evladı yoktur zaten bu dünyada, gerisi de tohumsuz, oğulsuz çekip gittiler buralardan. Neden şaşırmalıymışım gibi baktın? ilerleme eğrisi, dibi gösteren bir cinsin evlatları, üzerimize çullanan onca şişman ve kendi başına dahi yaşayamayacak kadar soysuz para zengini, şarabı şişeden değil de akvaryum kadar büyük bardaklardan içen, çok konuşan ve bunu şehvetle seven mi iyiliktir. Yoksa kara üzüm tanesi kadar hayyam mı? -
4.
0Kıvrım; noktalı virgül. Aç parantez; parende atan kız çocukları, beyaz ve temiz pabuçları, büyüyünce, kan rengi topuklu ayakkabılar ile yer değiştirir. insan şüphesiz, çevresinden etkilenir. Kim ne derse, eğer, duyu organlarından sorunsuz bir şekilde geçer de ulaşırsa beyne, ister istemez iz bırakır, denilen şey. Denilenin pek bir önemi yok. Duyanın da, önemi, buzdolabında bir önceki mevsimden kalmış yalnız yaz meyvesi kadar. Hüzün sarısı, aslında bozkırdan gelir, ankaralılar melankoliktir, istanbullular şımarık, trabzonlular inatçıdır. Bozkır, insanına nüfuz eder. istanbul insanı tüketir, daha doğrusu tükettirir. Trabzonu bilmiyorum.. ;kapa parantez.
Farklı coğrafyaların insanı, zaman içinde kendi hayat koşullarına göre evrilmişlerdir. Alışkanlıkları, inançları, dilleri, ayıpları, güzelleri, heyecanları, sevgileri, hep birbirinden değişiktir.
Öz olarak konuşmuyorum ama. Öz, farklı. Öz, ne sonbahar ne kış, güneş filan da değil. Öz; ay olabilir belki. Ayın şavkı, vurunca insana, tepetaklak giden, büyülenip kendini izleyen, kafasını kuma gömen, durup da düşünen. Ay; ışığın kaynağı olmasa da, tıpkı hayat gibi, kaynağını görmediğimiz bir enerjiyi bize gösterir. Bazen yalan söyler, bazen utanır, bazen açar kendini. Çayırlarda otlayan hipopotamlar, güneşi değil ayı tercih eder. Çiçekler ay ışığında, kendi içlerine dönerler. -
5.
+1Aynaya baktı ve kendi kendine söz verdi çocuk, bir daha hiç kimseyi kendinden daha yukarı koymayacaktı. Hayat bireysellik ve sosyalliğin vals tutuşan gecesi gibi, her zaman bu ikisini karıştırmaya müsait ve kendinden özür diledi.
-
6.
0Arsız karanlığın da ötesinde, susuz yazın pembe ojeli sevgilisi, toza bulanmış Hindistanın dilsiz kenti Patna’ dan yola çıktı yolcu. Önünde duran kabuklu ceviz gibi, saçlı sakallı bir diğer yolcuya yetişmek için adımlarını hızlandırdı, ve ayağının altında kurumuş tayin toprağı sürüyerek, nefesini toparladı.
-Hey yolcu, nereye gidersin?
Fırça suratlı arkasını döndü ve izledi, sakin sakin kendine yaklaşan, belki kendini on yedi kat beyaz bir çarşafa sarmış, hoş- çarşafa beyaz demişler, kendi kendine de inanmamış-, tüysüz yabancıyı izledi. Yabancı giderek belirdi, gözü ağzı dili, kaşları meydana çıktı. Sorulan cevap verdi:
-Tibete giderim, sen nereye gidersin?
Sessizlik bir lütuftur, ancak bu gibi kurak ovalarda sessizliğin yerini rahatsız edici şekilde esen yaz rüzgarı uğultusu, mutfağımda dönen mikro dalgadaki teriyaki soslu tavukları anımsatır, insanın ağzını sulandıran bu hayali, unutmak akıllıca olur, lakin Hindistan da et yemek günahtır.
-Ben de tibete gidiyorum!
Diye inledi yolcu, sevinçten midir bilnmez, ama kesin sevindi, o kadar ki, adımlarını hızlandırıp bekletmemek istermiş gibi yaptı, bekleyen bekliyormuş gibi kendini naza çekti. Yolcu bekleyenin yanına vardı.
Matarasını çıkardı, içi şarap doluydu, kafasına dikti, ağzını döve döve matarayı bitirdi, sonra da mataranın kapağını kapatıp, beline taktı. -
7.
0Kırmızı dut ağaçlarının altında, yarım yamalak takmış takıştımış, baayan; elinde makası, sabahın sakin dalının üzerine tünemiş üç ayyaşın ipini kesti. ŞAK! Tek hareket; o kadar özendim ki, koştum yarımı bırakıp, daha hızlı giderim dedim, çok hızlandım, hız beni tuttu ayrı bir boyuta girdim gibi, yeşil elli gitarist, sabah kahvaltısında elini kemiriyordu! Sulu sulu. Tutamam ya kendimi, hüngür hüngür, kocaman bira bardağının üzerinde duran ulu su pompası, sen değil miydin ayyaş sabahlarda içimizi açan?, ağlıyorum ama buna ağlamak mı denir yoksa gözlerim, red hot şili biberlerine mi aşık olmuş sıcak, tarçın döküldü üstüme, tarçın kokuyorum, insanlar gülüşürler ama ben tükenen yaza simit atarım, hop kapıverir havada ve pişman oluyorum, güneş açınca; tebessümle karışık bir bakış, kalk git diyor, denizin üzerinde kelebekler öpüşüyordur şimdi ve ne zaman bir plan yapsam, yarım yamalak bir şeyler kalıyor.
Gölün üzerinde ördekler öter, bense onları izliyorum şimdilerde ve kargalar uzun ağaçların üzerinden aşağı, ne kadar da güzel bırakıyor kendini.. -
8.
0Sulu sulu, mübarek nar gibi, incir kadar şekilli, bal ellerime bulaşmış yapış yapış ve ben finikülerin en önünde uçuyorum yüzellisekiz kilometre hız, kız önümde durmuş, ağzı açık kavanoz çilek reçeli ve pekekenti, hep bir arada oturmuşlar yalandan “final destination” seyerederler, Gelirim, tülbent takan yarim bana bakar, frene basar kaptan; fren işlemez. Ta.ip! Freni patlamış kamyon gibi, girdik birbirimize, ta.ip, kartuşu bitmiş printer, taip, lekeli a4 kağıdıyla, sızım sızım gtünü tutuyor ta.ip. Dualaın acil!
-
9.
0Kuşburnu, küpe kiraz, rasim geldi kaç, tükürenler ayvayı yedi, yalnız ben ve sen yoksun burada, ve tırbişonlar seri çalışır şarapçı alemlerinde, üzgün değilim, yüzgünüm bu sularda ve soğuk kan ter içinde uyandım gece, sabaha karşı, karışan insanlar ölüme meydan okurca, ve kokarca gibi ayaklarım, ahaha.
-
10.
0Gördün mü? Boşuna değil hiçbir şey! Hayat kurşun kalemin ucu gibi, çizdikçe keskinleşiyor hepsi. Sade ve düzgün hayatından sıkılalı çok oldu, daha fazlasını hak ettiğine eminim. Güneşlenen koca göbekli bir kaya kadar huzurlu olduğunu da biliyorum. Zor dostum zor, hayatı kucaklamak, hele ki bu kadar ağırken, çilen, üzülmen, hüznünü kestirememiş olabilirim, ancak ben de çektim, emin ol, hala ellerim pas içinde, çürüdüm ulan, yaşlı bir gemi gibi, sığ sularda ve kendi gölgemde soğudum, yalnız ve karanlık, dipte kalan süngerler kadar içki çektim içime, boşuna değil, bir kez daha söylüyorum, canım yanıyor tuzdan ve felaket içinde geçirdiğim her an, anne baba özlemi gibi, gül yok, kır yok, güneş yok, gib gibi yani. Hayat bu işte, değil mi?
-
11.
0Kivrim; gokyuzu bu kadar maviyken,cok kahverengi saclarim ve koyu gri sakalim,
hayat inceliklerde sakli, kolay degil uzaktan gorunen, bakir tellerden
ordugumuz halatlarimiz, atesi avucladi eller, bir yagmur cisesi kadar
usta kayan ve yardi boldu bulutlari ikiye, kusmak istedim uzerinize,
o kadar yukarida olduguma inanamadim, baygin dinlerken muzigi; aklim
yerinden uctu bu sefer, oldugumdan daha da yuksege ve ben asagida
kaldim. Korkmayin islanmadim , uzerinize isiyorum. Ofke desen degil.
Korku sanki bana bir ayak bagi. Gulen koy komedi sanatcisi aramaz,
meydanda bir yalak iki de inek. Mukemmel bir hayat yok ki. Gidip orada
yasayayim. Ellerimle ritm tutarken. Gozlerimle kaciyorum burdan.
Heyecan . Prensesin kralice olmadan onceki son gecesi. Kral zaten
ucmus gitmis. Alem gotuyle guluyor hep. Ter icinde bir kadin uzaktan
el salliyor bana. Bense mendilimi kaldirip havada tam altida bir daire
cizer gibi uzaniyorum ona. Derken baska bir el uzaniyor yukaridan.
Benden daha guclu belli. Ziplayip cekiyorum. El kiraz gibi kirmizi.
Dislerimi geciriyorum. Agzim kan icinde kalana dek, olum kokusu geliyor burnuma, kurbanin kani turuncu akiyor, ellerime siliyorum dislerimi, yuzumu yikiyorum, daha da yukari, bilinmezlige.. -
12.
0Kıvrım; dizlerim tir tir titriyordu. Çocukken, düşünce bigibletten, ayağa kalktığımda ellerim çamur, bacaklarım kan içinde.. Yalnızca benim olmam önemli, aman kimse görmesinler, acıya katlanamayan dizlerim. Ayağa kalkamadım. Sanki o günden bu güne yerin içinde, bataklıkta yüzen bir timsah yavrusu gibi, bense inatla yeryüzünde kendi yarıklarımı aça aça ilerliyorum. Sıcak bir his tüm benliğimi kaplamış, saçma sapan hayaller kurarak, amaçsız bir şekilde ekvatorumu çiziyorum.
Kimileri alkışlıyor, sesleri boğuk ama keyifli, yuhalayanlar, tükürenler, üzerime kusanlar, hatta sıçanlar. Hayat bu, heyhat! Saçma sapan kelimelerle oynayan şair, bir gün bir kelimeyi hecelerken dilini ısırıyor. Kelime o kadar sert ki, dişler de o kadar sert kesiyor dili. Onu bulduklarında kan kaybından ölmek üzere yerde, ayı postu gibi ağır bir halde, güzel rüyalar içindeyken yatıyor. Neyse ki ölmüyor şair, olaya bak..
Sevenler veya sevmeyenler, kızanlar, üzülenler, herkes yeryüzünün bir karış üstünde ayakları üzerinde. Bense boynumun üçte birlik kısmı dahil yere saplanmış haldeyim, ardımda uzun mu uzun, pek de derin olmayan bir vadi, su kanalı belki de. ilerliyorum, amaçsız.
Boyum bir yetmiş iki, yaşım yirmi yedi;
Adım Kuş Ali,
ve dünyama hoş geldiniz. -
13.
0Kıvrım; istanbul kadar altüst. Gazetelerde ölen işçiler, soğuktan donan evsiz insanlar, yaşamak ile ölmek arası açılan uçurum. Benim param varsa ölmem, parası olmayan ölsün’ ler. Evet, öldüler, ölmüşler yani, okuyoruz duyuyoruz yalnızca, yaşamadık ki gerçek acıyı, kendi acılarımızı gerçek sandık hep.
Starbucks’ tan alınan kahve; okuduğum güzel ciltlenmiş bir kitap, modernizm, koca bir tas içinde çilek kokulu krem şanti, içinde cam kırıkları, içinde zavallı hayaller, birbirimizi yalamaya devam ediyoruz -
14.
0Kıvrım; üzerimize utanç yağıyor, açın şemsiyeleri!!
Kaçın; görmeyen göz, duymayan kulak, paçaların şimdiden sırılsıklam!!
Bu kadar arsızlığın, hesabını sormaya geliyorlar!!! -
15.
0Kıvrım; en basitinden ölüm, harf gibi, bir çırpıda, uzar, kayar gider gecenin içinde, gök kuşağı olsa da olmasa da güzel, oysa dolu gibi kafama yağan buz tutmuş gözyaşları, yüzünü yırtarken sabahın, birbirini ağlatma sevdaları, okunan kutsal metin, ruhum bir yudum su gibi, tatlı, tadına doyulmaz, sıçtın işte geçmişine, tövbeler tövbesi yeminler etsen de, bir daha geri gelmez çamur tortusunun altında yatan, titrer, uçsuz bucaksız, caka satan, tek can değil mi o düşlenen güne? Sevda bile solar bazen, zaman geçince, yapayalnız kalır, korkar mı bilinmez, kurur ama görünmez, ağlasa duymaz, hayat, tüm hızıyla devam ederken.
-
16.
0Kıvrım; yeni bir gün, hayat gibi, içine çektiğin sigara dumanı, hiç çekmediysen bile çektirirler adamı. Sakin, sessiz bir fırtına düşünelim, sakinliği o kadar abuk olsun ki, sessizliğine anlam veremeyelim ve bu iç feryadın, karşısında gelin dehşete düşelim. Bir düzine mavi civciv, seloteyplenmiş martı anası, bakire kalmış mart kedisi, kusarak kaçsınlar ödünü. O kadar vahşi yaşam, işte orada, tam ensenden tutmuş, bir ceylan yavrusu misali zütürüyor seni soteye. Ama biliyorsun ki o gün bu gün değil.
Derken güneş doğuyor, derler ya herşeye rağmen, yorulmadan, bir çıkarı var mıdır bilinmez, doğuyor işte, uyusak ta uyumasak ta küçülür gözbebeklerimiz, kadının kokusu yatağa sinmiş bir nefes çekiyoruz derinden ve hazırlanıyoruz zaten belimize kadar gömülü olduğumuz toprağın içine girmeye. O kadar yumuşak, parlak ve aydınlık ki gün, saçını okşayarak ipe zütürse, uyanmayacak adam. Çayırlık çimenlik hoş sohbet, sabahın ilk kahvesi, tiryaki çeviriyor çakmağının taşını bilmem kaçıncı kere, her kuruşun hakkını veren çakmak, gururla yanıyor bir kez daha. -
17.
0Kıvrım; sıcak yaz akşamları sona erdi. Soğuk geliyor kaçının. Bir yılanın dili kadar soğuk ve gerçek, tüylerinizi ürpertecek, kerpeten ucu, makas erotizmi getirecek aşklara. Patapatapataapatatpaptapta..Tümünü Göster
Bir gürültü patırtı, o sabahın alarm zili olarak x i uyandırır. Gürültü desek mi demesek mi bilemediğim bir şey bu aslında, o kadar şiddetli, o kadar yüksek ve tok bir sesler korosu ki, benim için bile uyanmamak imkansız olurdu. Davulla zurnayla uyanmayan ben, uykucu mu uykucu, mezbahane danası kadar sakin ben, anlatmaya devam edeyim iyisi mi.
x hala sabah sersemliği içinde yatağından doğrulur ve bu müthiş gürültüyü anlamlandırmaya çalışır. Roket takımı sabah duası, cırcır böcekleri yaza elveda partisi, pırasa saçağı, saç başa kavgası. Nedir bu? Kim bu saygısız? Dün gece kaçta uyuduğumu bile hatırlamıyorum, aman neyse, bitmesi lazım, birazdan susacak filan derken, ses hiç bir zaman bitmeyecek. O kadar ki ses, yer yer artarak ve yer yer durularak belli bir tempo tutar gibi insana kendini sevdirmeye bile başlayacak. Ritm duygusu, çok bilinmez ama aslında insanın en değerli hazinelerinden biridir. Duyguyu, düşünceyi, ruhu, hisleri; ritm duygusu yaratır der çünkü bazı ayyaş filozoflar. Bunları derken de zaten bir iki arkadaşı ile birlikte tamtamlarını dövmektedirler. Patapatpapatpaatapapatapataptappata..
x kalkamaz, insanoğlu her şeye alışırdı biranda gürültünün keyfini çıkarmaya koyulur, aklına eski sevdiği gelir, düşünmek bazen eylemsizleştirir ya, x kalkamaz. hoş bazen kalkmamak, uyanmaktan iyi değil midir? Ey denizlerin ulu tanrısı Poesidon, bana bir eğlence lazım, iki de ekmek.
x e göre, aşklar nefretle başlar, cam kırığı acılar, insan karakterinin bir milyon yüz otuz iki parçaya bölüne bildiğini keşfettiğimizden beri, duyarsızlaşma hastalığına neden olmuşken, Nike fabrikalarında çalışan üç milyar altı bin yirmi üç işçi, emekli oldu. Ellerinde kalanlar, nasırlı elleri idi. Ee, böyleyken böyle. Karılarının, kocalarının pütürlü derileri, eskiden bir ipek kumaş seviyormuşuz da şimdi beton duvarlarla öpüşür gibi.
x hafiften doğrulmaya cesaret edebilir neyse ki, sinek yakalamaya çalışan kurbağalar gibi ağzı bir karış açık, büyülenmiş gözleri ve tempolu kalp ritmi ile penceresinden dışarıya bakmaktadır. Aman allahım, bu da ne? Patapatatatapatapta..
Gökten pet şişeler yağıyor. Kaldırımların kenarları şişelerle dolmuş, dağ gibi birikintiler olmuş bazı yerlerde ve şehir aqua mavisine bürünmüş, sessizce yağan şişelere teslim olmuş. x saygı duruşunda, soluk almadan izliyor. Tanrılar çıldırmış belki de. Ey Poseidon, dün gece sen de mi kurbağa yaladın yoksa, hınzır! Kalk hadi uyan, iblisler dans ediyor yarı çıplak, sen hala denizlerde bir o yana bir bu yana; kümülatif ortalamam iki nokta birden iki nokta yirmi beşe çıktığı günden beri hiç bu kadar öz güvenimi yüksek hissetmemiştim. Baksana tanrılarla senli benli konuşmaya başladım bile. O sırada ulvi ses: Bugün çöp karıştıran çingene çocukların bayramı olmalı?
Gerçekten de sokağın başında ve sonunda bir sürü kambur gölge sevinç içerisinde ellerini açmış, bir hazine gibi, yerden şişeleri topluyor. Bu nasıl bir sevinçtir, bu nasıl bir berekettir. Ve nasıl bir hüzündür x için, eski sevdiği, okul günleri.
Ulvi: Tam olarak öyle de değil, kumdan kalelerin imparatoru kırmızı lacivert şapkalı çocuklar, parlak boyalı bigibletlerini tavan aralarına kaldırmışlar. Anneleri artık yaşamlarının son günlerini, oğul ve kızlarının yaptıklarına mutlulukla bakarak geçirecekler. Çocukların çocukları, yeni kumdan kaleler peşinde. Hiç yorulmuyor yaşam, sonsuz saçlı bir samur yavrusu gibi, çok, her şey o kadar fazla ki. Tadına doyamadığım anlar, mutlu oluğunu anlayana kadar çabuk geçerler.
x: Tamam da Poseidon, hiç bir şey anlamadım. Bütün bunlar da ne demek?
Ses: Aman boşver çok içtik galiba, kalk ben acıktım, çorbacıya gidelim?
x: Bütün bunların anlamı ne? -
18.
0Kıvrım; yalnızlığın ve mutsuzluğun ötesinde, jet uçakları ve filikalarla çevrilmiş bir hayat, ahenkle dans eden kuşlar ve çırpınan yılan balıkları. Tekno müzik eşliğinde elitist dokunuşlar ve yenen ahtapot kolları, balık adamlar denizde daha özgürler, hayallerinde şuh bakışlı deniz kızları ve benliklerini darp eden ölüm korkusu, Japon adası. Tehlikeli yollar uzaklardan geçmezler, birbirleriyle kesişirler ve en korkulan yerler kesişimlerdir, zayıflıklarındandır korkuları ve korkularından tehlike saçan çığlıkları. Biz, ölümün eşiğinde yaşadık günlerce, aylarca ve yıllarca, ta ki uçup gidene dek, bir buluta karışana, kim hayal edebilirdi, savrularak ve çarpışa çarpışa, bir gün yağmur olarak düşeceğini, dün kirlettiği kaldırımları şimdi kendisi yıkamak zorunda. Zavallı. Adem ve havvanın çocukları; maymundan gelme dünyanın hakimleri, evrimleşememekle yargılanacaklar birazdan. Toplar, ırkçılar, aşırı dinciler, özgürlükçüler ve kökenciler, radikal okurları ve liboşlar. Müebbet hapis ve F tipi cezaevlerinin zamanında karşılığı tam olarak neydi bilinmez ancak icadı, matbaanın kullanımından çok çok önceleri. Dün biraz umut olsa da, bugünün umudunu tükettik, kendimizi tanımadan, gönlümüzü hoş tutacak vaatler verdik bize. Uçaklar şimdi, bomba atmasalar da, ölen balinalar ve kızıl ejder kanımızda dolaşıyor. Savaş pek yakın.
-
19.
0Kıvrım; bir, iki ,üç,
beş, yedi, dokuz.
Saymayı yeni öğrenmiş bir çocuk bundan ne kadar haz alıyorsa, Kral Lear’ da kızlarını o kadar severdi. Birbirini zehirleyen iki sevgili, azalttıkları hayat enerjilerini, krem şantilerini yalarken tazeliyorlardı. Bir kadın yüz iki hamlede orgazm olurken, kırk dokuzluk partneri bir kadeh şarap yardımıyla onu yakalayabiliyordu. Ne dersek diyelim:
Albino aşıklar bulutların üzerinde;
öpüştüklerinde kar yağardı. -
20.
0Öyle ki Arnold Schwarzenegger kendini klonlatmış, karşınızda 12 tane terminatör duruyor. Hayal edin. Tir tir titrerken dizleriniz, bir anda sıcak bir his kaplıyor bacaklarınızı, güneş kremi, steril pastırma, üre ve ürik asit içinizi ısıtıyor. Terminatörlerden biri yaklaşıp size: “Suç ve Ceza romanını ikinci kez okuduğumda, ilk okumamdan hiçbir şey anlamadığımı anladım. Ne kadar da aptalca, bildiğimiz şeyler de böyle ise eğer, fakirliğimizin nedenine bir cevap değil mi bu?”
Ah beton kafalı Arnold. Ah seni gidi tavuk ciğeri, ıslak parşömen, kokulu ve sümüklü mendil, türbülans salyası, ağzı kokan hunhar tilki, tabaktaki leziz pilaki, züt danası seni.
Sonra bir de utanmadan devam ediyor: “Cepleri bomboşken insanın, bir anda ikramiye çıkmışçasına sınırsız parasının olmasını beklemesi ne kadar da aptalca değil mi? Oysa bir yerlerde, birilerine yağıyor bu paralar.”
Ah mermer surat, granit ağız, tabak çene, seni var ya seni şimdi alırım ayağımın altına.. diye hiddetleniyoruz. işte o an ve tam da o an, kendinize inanılmaz bir öz güven duyuyorsunuz, az evvel salya sümük ağlayan kimdi acaba diye düşünürken, geçmişi geride, geleceği ilerde ve şimdiyi, işte o mili saniyede buluyorsunuz.
Kusursuz benlik bu değil mi?
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 19 01 2025
-
beyler balili sevgilim acaba şimdi ne yapıyordur
-
yasiyorum ama sanki yokum
-
beyler çocukluk fotomu ifşa ediyorum
-
bu gsm operatorlerinin anasini
-
zalina sarıyere gelecem pide ısmarla
-
hayat treni kacti
-
yapmak istemediğiniz bir şey için
-
dedem tum arazileri koyunden almis
-
35 yaşına gelmeden halletmen gerekenler
-
stresten kaslaeim seyiriyor
-
şifreyi hatırladım laaan
-
kaptan kirk şu vücut nasıl 88 kilosun amk
-
beyler ermeniyim müslümanım ak partiliyim
-
taşaklarımın çakralarını açarsam ne olur
-
kıç yanmasıı
-
wow girl gittiyse
-
ınsanlar inci bitmesini sitenin kapanmasi
-
tanimazliktan gelmek ve tanimamazliktan gelmek
-
nokta noktayi sen yapmadin di mi
-
wow girl olarak meme tuylerim
-
popo deliğimi emecek pasif bir yazar arıyorum
-
beyler pgibolojik sorunlarınızın temel nedeni
-
beyler bu kızla hamamda bana kese atarken
-
su baslik 100 eksi alirsa birakicam ama
-
diyorlar ki burası büyük ve zengin bir kurdistan
-
kürdistan yurdumdur benim
- / 1