1. 26.
    0
    Kıvrım; yeni bir gün, hayat gibi, içine çektiğin sigara dumanı, hiç çekmediysen bile çektirirler adamı. Sakin, sessiz bir fırtına düşünelim, sakinliği o kadar abuk olsun ki, sessizliğine anlam veremeyelim ve bu iç feryadın, karşısında gelin dehşete düşelim. Bir düzine mavi civciv, seloteyplenmiş martı anası, bakire kalmış mart kedisi, kusarak kaçsınlar ödünü. O kadar vahşi yaşam, işte orada, tam ensenden tutmuş, bir ceylan yavrusu misali zütürüyor seni soteye. Ama biliyorsun ki o gün bu gün değil.
    Derken güneş doğuyor, derler ya herşeye rağmen, yorulmadan, bir çıkarı var mıdır bilinmez, doğuyor işte, uyusak ta uyumasak ta küçülür gözbebeklerimiz, kadının kokusu yatağa sinmiş bir nefes çekiyoruz derinden ve hazırlanıyoruz zaten belimize kadar gömülü olduğumuz toprağın içine girmeye. O kadar yumuşak, parlak ve aydınlık ki gün, saçını okşayarak ipe zütürse, uyanmayacak adam. Çayırlık çimenlik hoş sohbet, sabahın ilk kahvesi, tiryaki çeviriyor çakmağının taşını bilmem kaçıncı kere, her kuruşun hakkını veren çakmak, gururla yanıyor bir kez daha.
    ···
  2. 27.
    0
    Kıvrım; sıcak yaz akşamları sona erdi. Soğuk geliyor kaçının. Bir yılanın dili kadar soğuk ve gerçek, tüylerinizi ürpertecek, kerpeten ucu, makas erotizmi getirecek aşklara. Patapatapataapatatpaptapta..
    Bir gürültü patırtı, o sabahın alarm zili olarak x i uyandırır. Gürültü desek mi demesek mi bilemediğim bir şey bu aslında, o kadar şiddetli, o kadar yüksek ve tok bir sesler korosu ki, benim için bile uyanmamak imkansız olurdu. Davulla zurnayla uyanmayan ben, uykucu mu uykucu, mezbahane danası kadar sakin ben, anlatmaya devam edeyim iyisi mi.
    x hala sabah sersemliği içinde yatağından doğrulur ve bu müthiş gürültüyü anlamlandırmaya çalışır. Roket takımı sabah duası, cırcır böcekleri yaza elveda partisi, pırasa saçağı, saç başa kavgası. Nedir bu? Kim bu saygısız? Dün gece kaçta uyuduğumu bile hatırlamıyorum, aman neyse, bitmesi lazım, birazdan susacak filan derken, ses hiç bir zaman bitmeyecek. O kadar ki ses, yer yer artarak ve yer yer durularak belli bir tempo tutar gibi insana kendini sevdirmeye bile başlayacak. Ritm duygusu, çok bilinmez ama aslında insanın en değerli hazinelerinden biridir. Duyguyu, düşünceyi, ruhu, hisleri; ritm duygusu yaratır der çünkü bazı ayyaş filozoflar. Bunları derken de zaten bir iki arkadaşı ile birlikte tamtamlarını dövmektedirler. Patapatpapatpaatapapatapataptappata..
    x kalkamaz, insanoğlu her şeye alışırdı biranda gürültünün keyfini çıkarmaya koyulur, aklına eski sevdiği gelir, düşünmek bazen eylemsizleştirir ya, x kalkamaz. hoş bazen kalkmamak, uyanmaktan iyi değil midir? Ey denizlerin ulu tanrısı Poesidon, bana bir eğlence lazım, iki de ekmek.
    x e göre, aşklar nefretle başlar, cam kırığı acılar, insan karakterinin bir milyon yüz otuz iki parçaya bölüne bildiğini keşfettiğimizden beri, duyarsızlaşma hastalığına neden olmuşken, Nike fabrikalarında çalışan üç milyar altı bin yirmi üç işçi, emekli oldu. Ellerinde kalanlar, nasırlı elleri idi. Ee, böyleyken böyle. Karılarının, kocalarının pütürlü derileri, eskiden bir ipek kumaş seviyormuşuz da şimdi beton duvarlarla öpüşür gibi.
    x hafiften doğrulmaya cesaret edebilir neyse ki, sinek yakalamaya çalışan kurbağalar gibi ağzı bir karış açık, büyülenmiş gözleri ve tempolu kalp ritmi ile penceresinden dışarıya bakmaktadır. Aman allahım, bu da ne? Patapatatatapatapta..
    Gökten pet şişeler yağıyor. Kaldırımların kenarları şişelerle dolmuş, dağ gibi birikintiler olmuş bazı yerlerde ve şehir aqua mavisine bürünmüş, sessizce yağan şişelere teslim olmuş. x saygı duruşunda, soluk almadan izliyor. Tanrılar çıldırmış belki de. Ey Poseidon, dün gece sen de mi kurbağa yaladın yoksa, hınzır! Kalk hadi uyan, iblisler dans ediyor yarı çıplak, sen hala denizlerde bir o yana bir bu yana; kümülatif ortalamam iki nokta birden iki nokta yirmi beşe çıktığı günden beri hiç bu kadar öz güvenimi yüksek hissetmemiştim. Baksana tanrılarla senli benli konuşmaya başladım bile. O sırada ulvi ses: Bugün çöp karıştıran çingene çocukların bayramı olmalı?
    Gerçekten de sokağın başında ve sonunda bir sürü kambur gölge sevinç içerisinde ellerini açmış, bir hazine gibi, yerden şişeleri topluyor. Bu nasıl bir sevinçtir, bu nasıl bir berekettir. Ve nasıl bir hüzündür x için, eski sevdiği, okul günleri.
    Ulvi: Tam olarak öyle de değil, kumdan kalelerin imparatoru kırmızı lacivert şapkalı çocuklar, parlak boyalı bigibletlerini tavan aralarına kaldırmışlar. Anneleri artık yaşamlarının son günlerini, oğul ve kızlarının yaptıklarına mutlulukla bakarak geçirecekler. Çocukların çocukları, yeni kumdan kaleler peşinde. Hiç yorulmuyor yaşam, sonsuz saçlı bir samur yavrusu gibi, çok, her şey o kadar fazla ki. Tadına doyamadığım anlar, mutlu oluğunu anlayana kadar çabuk geçerler.
    x: Tamam da Poseidon, hiç bir şey anlamadım. Bütün bunlar da ne demek?
    Ses: Aman boşver çok içtik galiba, kalk ben acıktım, çorbacıya gidelim?
    x: Bütün bunların anlamı ne?
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    0
    Kıvrım; yalnızlığın ve mutsuzluğun ötesinde, jet uçakları ve filikalarla çevrilmiş bir hayat, ahenkle dans eden kuşlar ve çırpınan yılan balıkları. Tekno müzik eşliğinde elitist dokunuşlar ve yenen ahtapot kolları, balık adamlar denizde daha özgürler, hayallerinde şuh bakışlı deniz kızları ve benliklerini darp eden ölüm korkusu, Japon adası. Tehlikeli yollar uzaklardan geçmezler, birbirleriyle kesişirler ve en korkulan yerler kesişimlerdir, zayıflıklarındandır korkuları ve korkularından tehlike saçan çığlıkları. Biz, ölümün eşiğinde yaşadık günlerce, aylarca ve yıllarca, ta ki uçup gidene dek, bir buluta karışana, kim hayal edebilirdi, savrularak ve çarpışa çarpışa, bir gün yağmur olarak düşeceğini, dün kirlettiği kaldırımları şimdi kendisi yıkamak zorunda. Zavallı. Adem ve havvanın çocukları; maymundan gelme dünyanın hakimleri, evrimleşememekle yargılanacaklar birazdan. Toplar, ırkçılar, aşırı dinciler, özgürlükçüler ve kökenciler, radikal okurları ve liboşlar. Müebbet hapis ve F tipi cezaevlerinin zamanında karşılığı tam olarak neydi bilinmez ancak icadı, matbaanın kullanımından çok çok önceleri. Dün biraz umut olsa da, bugünün umudunu tükettik, kendimizi tanımadan, gönlümüzü hoş tutacak vaatler verdik bize. Uçaklar şimdi, bomba atmasalar da, ölen balinalar ve kızıl ejder kanımızda dolaşıyor. Savaş pek yakın.
    ···
  4. 29.
    0
    Kıvrım; bir, iki ,üç,
    beş, yedi, dokuz.
    Saymayı yeni öğrenmiş bir çocuk bundan ne kadar haz alıyorsa, Kral Lear’ da kızlarını o kadar severdi. Birbirini zehirleyen iki sevgili, azalttıkları hayat enerjilerini, krem şantilerini yalarken tazeliyorlardı. Bir kadın yüz iki hamlede orgazm olurken, kırk dokuzluk partneri bir kadeh şarap yardımıyla onu yakalayabiliyordu. Ne dersek diyelim:
    Albino aşıklar bulutların üzerinde;
    öpüştüklerinde kar yağardı.
    ···
  5. 30.
    0
    Öyle ki Arnold Schwarzenegger kendini klonlatmış, karşınızda 12 tane terminatör duruyor. Hayal edin. Tir tir titrerken dizleriniz, bir anda sıcak bir his kaplıyor bacaklarınızı, güneş kremi, steril pastırma, üre ve ürik asit içinizi ısıtıyor. Terminatörlerden biri yaklaşıp size: “Suç ve Ceza romanını ikinci kez okuduğumda, ilk okumamdan hiçbir şey anlamadığımı anladım. Ne kadar da aptalca, bildiğimiz şeyler de böyle ise eğer, fakirliğimizin nedenine bir cevap değil mi bu?”
    Ah beton kafalı Arnold. Ah seni gidi tavuk ciğeri, ıslak parşömen, kokulu ve sümüklü mendil, türbülans salyası, ağzı kokan hunhar tilki, tabaktaki leziz pilaki, züt danası seni.
    Sonra bir de utanmadan devam ediyor: “Cepleri bomboşken insanın, bir anda ikramiye çıkmışçasına sınırsız parasının olmasını beklemesi ne kadar da aptalca değil mi? Oysa bir yerlerde, birilerine yağıyor bu paralar.”
    Ah mermer surat, granit ağız, tabak çene, seni var ya seni şimdi alırım ayağımın altına.. diye hiddetleniyoruz. işte o an ve tam da o an, kendinize inanılmaz bir öz güven duyuyorsunuz, az evvel salya sümük ağlayan kimdi acaba diye düşünürken, geçmişi geride, geleceği ilerde ve şimdiyi, işte o mili saniyede buluyorsunuz.
    Kusursuz benlik bu değil mi?
    ···
  6. 31.
    0
    Kıvrım; önümüzde akıp giden uzun bir yol. Sağ şerit, sol şerit, evinde huşu içinde oturmak varken bir pazar gecesi, içinde bilinmeyene karşı bir dürtü.
    Sivrisineklerin sokma isteği açlığından mıdır? Belki çok zeki bir anofel çıkıp da kan emebilmenin başka yollarını bulmuştur. Derken sivrisinekler ölmemeye başlar, rahatça beslenip sayıca çoğalırlar. Yavrularına isim veren insanlar gibi onlar da merakları içlerinde keşfe tutuşurlar.
    Peki, doğa bütün bu olanları sineye çekip, hatta görmezden gelip, elleri kolları bağlı oturabilir mi?
    Önümdeki şeritli yol ne kadar uzunsa, doğanın dengesi o kadar güçlü -en azından, belki de bir tek ben; öyle inanırım- Yolu, gidip bitirsek bile; arkanı döndüğünde gerisin geri önümüzde upuzun bir yol kalır. Bu da bize keşfin mümkün, ancak gerçek olmadığını anlatmaz mıydı?
    ···
  7. 32.
    0
    Siyah gökyüzü gebeyken yeni bir sabaha. Gece her zamanki gece, dünya acaba farkında mı? Gün hangi gün, aylardan ne? Saat iki, üç , dört, on ,yirmi. Yüz metre erkekler dünya rekoru dokuz elli sekiz. Bayanlar ve baylar, sayın majesteleri, onur konukları…bekçi köpekleri, süt dişli sülükler, sarışın vampirler, alkolik zombiler, ahlak terminatörleri ve barış süvarileri; iki bin on iki Londra olimpiyatlarına hoş geldiniz. Bu önemli gecede, uygarlığın ve medeniyetin çirkin yüzünü biraz olsun size sevdirebilmek daha doğrusu unutturmak için ve yolumuza her kim çıkarsa onları da yok edeceğiz diye, biraz yüzümüz olsunu sağlamak ve siz şişkolar sırf oturun, insanoğlunun o kusursuz yaratılışını,o sınır tanımaz hırsına bir daha tanıklık yapın ve başarıyı belki de yeniden tanımlayabiliriz diye; burada toplanmış bulunuyoruz. Bu mükemmel ve ehemmiyeti yüksek geceye tanık olma şansını yakalayan siz “çok değerli” çulsuzlar, bundan etkileneceksiniz kusursuz. Havai fişeklerin yağmur olup yağacağı, şovun şüphesiz tüylerinizi ürpertecek her bir anında durmayın yazın, sanal tasmalarınızla, internette attığınız her bir tweetle iphonelarınızla sosyalleşmenin keyfini çıkarın. Ben, insan hakları baş gladyatörünü de follow etmeyi unutmayın..
    Ve ben de duramadım yazdım, “Ah ne kadar muhteşem olimpiyat açılış gecesi” Herkesin avuçları alkışlamaktan kızarmıştı. Acılar silikleşiyor, yeni umutlar doğuyordu ve insanlar memleketi neresi olursa olsun, dini veya kültürü o an çok önemsiz, annesi babası, belki kendisi geçmişte acılar çekmiş olsa da, küreselleşme adı altında tek tip insan yaratma projesinin bir parçası olmuştu. işte alkışladıkları buydu ve hissetmeden ötekine, kendilerine benzemeyene karşı; içlerine atılan nefret tohumlarını geceye salıyorladı.
    ···
  8. 33.
    0
    Kıvrım; düşünsel bir sinapsisin ta kendisi.
    Sinan o gün uyandı, kalktı ve gazete almak için sokağa çıktı. Ekmek de alacaktı. Fırına doğru giderken pgibopatın biri Sinan’a bir omuz attı. “Hayırdır gardaş” -dedi.. -Hayırdır?” Sinan afallamıştı, ne yapacağını bilemedi, cebinde taşıdığı sis bombasını saldırgana doğru fırlattı…
    ···
  9. 34.
    0
    yarın hepsini okuyacağım
    ···
  10. 35.
    0
    Daha doğrusu; topluluğunu yadırgayan, belki bir parça da olsa tiksinti duyan, yersiz yurtsuzdan da öte, müthiş ızdırap ve radyo yüz iki nokta altı zehir dalgaları eşliğinde çatal bıçak kullanmaksızın kendi dilini çiğneyen.
    Öyle ki, içine düşen eli, kurtarmaya çalışırken, kaptırdığı bacağı, bir süre sonra bir tel yumağının içinde hapsolmuş, capcanlı yine ve biraz öfkeli, beyin zonklamaları ve iki sivri diş üzerine gerilmiş uçan halıda oturan prenses Leigh- Cheri*, zaman zaman huzur çok yanında olsa da, nice uyanışlar ve dolaylı olarak yaşanan hüsranlar ile, acının daimi tekrarının, yaşayan gösterişli kölesi umut.
    Tehlike belki her yerde, ancak bu adam her yerden daha da tehlikeli, haliyle terk edilmeye mahkum, bir çürük diş, ağzında bıraktığı uyuşukluk ve huşu içinde, topluluğu uzaklaşıyor, kimse dönüp bakmamacasına kaçar adım sırt çevirmiş.
    Ona göre zaten, kendilerinden en çok beklenen de bu olduğu için, etki-tepki ve kanıtlanamayan fizik teoremleri gibi muğlak ancak iç sesinde doğru olduğundan bir o kadar emin ve şüpheci bakışları ile sahiplenil memelerinin asıl nedeni.
    Oysa sahiplenemeyen şef, gerçekten de yalnız bırakılmaya adanış,
    oysa gerçekten de çok tehlikeli ve dikkat edilmesi gereken, uzak kaldığında güvenli,
    oysa mutluluğu en çok bilen, en özünün devamı, belki biraz naif ve fedakar olsa dahi, eğer sahiplense sevdiğini vicdan azabı çektirircesine sevecek, daha sonra da sıkılıp boynunu kırıp bir köşeye atıp gidecek ve daha önce hiç hayatına girmemiş gibi, yaşdıbına devam edecek.
    O yüzdendir ki, sahiplenmek zor gelince adama, risk almak akıl karı değil ve olmayacak duaya amin demek ahmakların işidir.
    ···
  11. 36.
    0
    Kıvrım; gökten gelen yaratık, korku ve dehşetin öz mü öz annesi. Hava tam karardığında ve zamanın değerinin bilinmediği en yalnız anında, peşinden gelen ölüm. Seni en başından beri izliyordu oysa, ananın rahmine düştüğünden beri.
    Neden hep, çok güzelmiş gibi veya çok mutluymuş gibi bilinmez. ilk yaranı aldığın gün, elbette ilk hissettiğin acın değildi. Sorunlu bir çocukluk yaşayacağın buradan belli, kim bilir; hiçbir şey göründüğü gibi olmayacak.
    Nefesini tüketen gecelerde, yanında uzanan uzun boylu dilber ve avuç içleri kınalı, çilli tavuklar gibi, gözleri, fıldır fıldır, ancak gelecekten başka hiçbir şeyi görmüyor. Ölüm acısını bununla bastıracaksın: “ikizlerim olur inşallah” diye dua ederken tanrıya, inançsızlığını sorgulayacaksın ve en son kaybettiğinde kendini, olduğu gibi, dipsiz, sürtük bir kadınla, iğrenç bir sürü muhabbet ve yapılan o kadar boya, bomboş yeşil parfüm, oluk oluk akarken ter, hava otuz iki derece olsa dahi, bulutların karardığını gören ve grinin tam içinden yağan sarı kadın saçlarını, gömleğinin iç yüzüne yapışmış olarak bulan dilber, çılgına dönüp; güzel mi güzel bahçenizde yetiştirdiğiniz, alev dikenli bronz güllerden bir demetini koparıp, bir nefeste yutunca; belki de daha önce hiç hissetmediğin, yeni bir duygunun yarattığı iç gıdıklama ile, belki de birkaç sene bile sürecek bir esarete gireceksin. Öyle ya, insan her gün yeni bir şey öğrenmiyor mu?
    ···
  12. 37.
    0
    kıvrım; cahillerin söz sahibi olduğu düzende, içimizdeki gizli cahiller bağırıyor. sopaya sopa taşa taş, kana kan dişe diş, insanı insan yapan duygu, onlarınki intikam, zor dostum, düzgün bir adam olabilmek bu devirde, okuduğunu anlayabilmek, yozlaşmamak, soyutlanmak bazen, kendine dönmek, kökünü görmek, başkasını sevmek. herkesin bir dili var, incecik misinalar kadar saydam diller görüyorum etrafımda, konuşmalar, garip gurup eciş bücüş diyaloglar, bir şeylerden bahsederken mutlu olmalar, yapmadan usanmadan, oturduğu yerde. bu neyin özgüveni diye sordum kendi kendime, cevabını alamadım, yaralı bir kurbağa gibi, zıpladığını sanan ayaksız çekirgeleri avladılar. oysa bir gerçeklik vardı, gerçeklik fil gibi, basar geçer üzerlerine diye korktulari oysa fil ince hayvandır, dikkat eder bastığına, üzülür, ağlar. peki siz beyler, sorması ayıp son iki senedir toplam kaç saat güldünüz, umarsızca ve sürüngenler gibi, aslında yapayalnız, ya kaç saat ağladınız, ağlamak da değil, hüznü tattınız mı? elele tutuşan bulutların yaşadığı hüznü. iki kelime ile ifade edebiliyorum zütünüze koyim..
    ···
  13. 38.
    0
    polisine öğretmeninden daha çok değer veren bir ülkede yaşadığım için utanıyorum ve sırf bu yüzden hepiniz huur çocugusunuz
    ···
  14. 39.
    0
    takıl panpa. okurum bi ara
    ···
  15. 40.
    0
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    am züt meme
    ···
  16. 41.
    0
    @1 seni bloggerin sahibimi gibti lan
    ···
  17. 42.
    0
    iş yerindeki gerginlik; ilk gecesinde öpüşen çiftlerin tutkusunu, sabaha taşıyan aşk nidalarına yansıdı. Yağmur hafiften çiseliyor ve gök sakin bir devekuşu gibi poposunu gökyüzüne dönmüş, günün kumral doğuşunu saygı ile karşılıyor. çift tek olmaya çalışan bir çaba ile sımsıkı birbirine kenetlenmiş köpek dişleri ve ağzında bir dolu salya ile sırılsıklam olmuş yatakları ve okşanmaktan kabarmış tenleri ile işlerini düşündüler. bu güne de kalkacağız ve üzerilerimizi giyip lanet olası işlerimize gideceğiz dediler.
    ···
  18. 43.
    0
    ankarayı sevmek için 6 büyük neden:

    1- iklim:
    her ne kadar ayaz, çok soğuk, insanın kulakları donuyor dense de; ankarada rutubet olmaması, istanbula göre büyük bir artıdır. rutubet adamın içine işler, adamı bitirir. ayrıca saçlarınız yağlanmaz, cildiniz kuru ve güzel kalır

    2-bitki örtüsü:
    hahaha burası şaka, bozkırı oturup da sizlere övecek değilim, ama yaşayan bilir söyle bir boşluğa bakınca denize bakar gibi, bazen içi dinleniyor insanın, kulaklarında kuzular meliyor, gaipten kaval sesleri bile duyuyor insan.

    3-gece hayatı/eğlence:
    ankara istanbul kadar aktiviteyi içinde ne yazık ki barındırmamaktadır, bu doğru. ancak istanbulda bir gecede yapabilecek 1000 aktiviteden birine üşene üşene gidilip, yüzde 5lere kadar düşebilen eğlence verimiyle hayatlarımız geçerken, ankarada o gece bulabileceğiniz tek aktiviteye aklınız çıkmışçasına ve koşarak gidersiniz, eğlenceden kendinizden geçebilirsiniz.

    4- insan:
    ankara insanı soğuk donuk ve mutsuzdur. bu bir gerçektir. ama işin nedenine indiğimizde aslında belki de bütün insanların içlerinde bu güdüyü barındırdığını görürüz. yaşdıbını devam ettirebilmek için günde neredeyse 12 saat çalışan bir insanın, hunharca ve hınzırca mutluluk kahkahaları atmasını beklememeliyiz bence. ayrıca istanbul insanı her ne kadar eğleniyor gibi görünse de, içinde kopan fırtınaları gizlediğini hepimiz biliyoruz. ayın biri geldi kira vericemden tut, kar yağdı işe nasıl gidicemler, akşam geç çıkıyim de trafiğe hiç bulaşmıyımlar, taksim çok bozdular; kısacası istanbul insanı ne yazık ki hayata olan duyarlılığını olaca kuvvetiyle yitirmiştir.

    5-düzen:
    ankara herhangi bir büyük şehire göre düzenli şehirdir. atıyorum ankarada, şu mahalleye gitme döverler, şuraya gitme orda apaçiler var, şurda elit insanlar takılıyor gibi çıkarımlar yapabilirsiniz. bu, size; canınız her ne istiyorsa onunla yüzleşme ve her ne istemiyorsa ondan sakınma imkanı tanır, çok net değil mi?

    6-kültür:
    ankara kültürü olan bir şehirdir. her ne kadar aldığı göçler ve sürrealist, yaratıcı, über ve süper başkanı; bu kültürü yerle bir etme çabalarına girişmiş olsa bile, ankarada kendinize yakın bulduğunuz insanları çevirdiğinizde, onunla aşağı yukarı aynı aktiviteleri, aynı sanat akımlarını, aynı konserleri, aynı filmlerii kitapları, şairleri filozofları... konuşuyor olduğunuzu fark edersiniz. oysa istanbulda, herkes herkese bir herkes kadar herkesçe ve herkes gibi benzemektedir, örneğin çok beğendiğiniz bir kızın bir kaç konuşmasından etkilenip onunla ikinci bir gün geçirdiğinizde içinin boş çıkması durumu, herkesin sanat duayeni tavırları, moda ikoncanlıkları, filozof ve aynı zamanda zampara abiler, iş dünyasının derin düşünceli apaçi warriorları, istanbula özeldir diye düşünüyorum,

    Saygılar sevgiler
    Tümünü Göster
    ···
  19. 44.
    0
    arabesk:
    Rüzgarlı kırın sallanan otu Haydar, dünden bugüne gördüklerini bir bir düşünür. Köklerinde yaz için biriktirdiği bol miktarda suyu gözyaşı olarak bir gecede dışarı kustuğu, uğruna güneşe yapraklarını değil, yüzünü döndüğü, gökyüzünün bebek mavisini, zifiri karanlık gördüğü; bu bahar; kutupların erimesi ile bir kaç bin yıl ertelenecekti..
    ···