1. 1.
    0
    Merhaba, burası benim blogum amk, okuyun tadını çıkarın eleştirin, yorum yapın, hatta buyrun siz de yazın, tşk
    ···
  1. 2.
    0
    Kıvrım; her yer uçsuz bucaksız gri bir gölge gibi, havada uçuşan lekeler ve kokusuz, tren yolları kadar muntazam sokakları ve yine de yirmi derece yana yatmış evleri ve en önemlisi tüm kasvetiyle- ki o kasvet bizlere edadır- duran kocaman iki tepesi, tepenin arasında uzanmış bir yol yatıyor, mamak bir isyan gibi, önünde çinçin mahallesi üzeri şahin tepesi ve karşısında yıkık dökük ankara kalesi
    ···
  2. 3.
    0
    "Hiç hiç bir şeyi bilmiyorlar bilmek istemiyorlar; şu cahillere bak dünyanın sahibi onlar"
    Kıvrım; cehaletin tepesinde oturan minik insan figürünün üzerine yapışmış kelebek kanadı. Bir gün uçarsam’ ın, peşinde koşan insan şimdiki koştuğu hızdan 1 km bile daha hızlı koşamadan yere yığıldı. Hemen etrafına toplanılsın! Suni teneffüs, elektro şok ve sessizlik. Gizli zehirli, kalp yetmezliği, Allah rahmet eylesin, ancak giden geleni aratır, aşağıdan bakan güzel kokulu kadın için dünya hala çok güzel görünüyor veya biz öyle sanıyoruz. Hayatımız yanılsamalar ve derin duruşlardan ibaret, bir yere gidip orada biraz beklersin, sonra gelip buraya biraz daha beklersin. Bekleyen insana ahmak der oysa, ünlü şair, sonra beklerken ansızın ölüverir; kadını, başkalarına eleştirdiğini kadınına eleştiren bir normal insan evladı yoktur zaten bu dünyada, gerisi de tohumsuz, oğulsuz çekip gittiler buralardan. Neden şaşırmalıymışım gibi baktın? ilerleme eğrisi, dibi gösteren bir cinsin evlatları, üzerimize çullanan onca şişman ve kendi başına dahi yaşayamayacak kadar soysuz para zengini, şarabı şişeden değil de akvaryum kadar büyük bardaklardan içen, çok konuşan ve bunu şehvetle seven mi iyiliktir. Yoksa kara üzüm tanesi kadar hayyam mı?
    ···
  3. 4.
    0
    Kıvrım; noktalı virgül. Aç parantez; parende atan kız çocukları, beyaz ve temiz pabuçları, büyüyünce, kan rengi topuklu ayakkabılar ile yer değiştirir. insan şüphesiz, çevresinden etkilenir. Kim ne derse, eğer, duyu organlarından sorunsuz bir şekilde geçer de ulaşırsa beyne, ister istemez iz bırakır, denilen şey. Denilenin pek bir önemi yok. Duyanın da, önemi, buzdolabında bir önceki mevsimden kalmış yalnız yaz meyvesi kadar. Hüzün sarısı, aslında bozkırdan gelir, ankaralılar melankoliktir, istanbullular şımarık, trabzonlular inatçıdır. Bozkır, insanına nüfuz eder. istanbul insanı tüketir, daha doğrusu tükettirir. Trabzonu bilmiyorum.. ;kapa parantez.
    Farklı coğrafyaların insanı, zaman içinde kendi hayat koşullarına göre evrilmişlerdir. Alışkanlıkları, inançları, dilleri, ayıpları, güzelleri, heyecanları, sevgileri, hep birbirinden değişiktir.
    Öz olarak konuşmuyorum ama. Öz, farklı. Öz, ne sonbahar ne kış, güneş filan da değil. Öz; ay olabilir belki. Ayın şavkı, vurunca insana, tepetaklak giden, büyülenip kendini izleyen, kafasını kuma gömen, durup da düşünen. Ay; ışığın kaynağı olmasa da, tıpkı hayat gibi, kaynağını görmediğimiz bir enerjiyi bize gösterir. Bazen yalan söyler, bazen utanır, bazen açar kendini. Çayırlarda otlayan hipopotamlar, güneşi değil ayı tercih eder. Çiçekler ay ışığında, kendi içlerine dönerler.
    ···
  4. 5.
    +1
    Aynaya baktı ve kendi kendine söz verdi çocuk, bir daha hiç kimseyi kendinden daha yukarı koymayacaktı. Hayat bireysellik ve sosyalliğin vals tutuşan gecesi gibi, her zaman bu ikisini karıştırmaya müsait ve kendinden özür diledi.
    ···
  5. 6.
    -1
    -seviye kontrol-
    am -züt -meme
    -seviye kontrol-
    ···
  6. 7.
    0
    Arsız karanlığın da ötesinde, susuz yazın pembe ojeli sevgilisi, toza bulanmış Hindistanın dilsiz kenti Patna’ dan yola çıktı yolcu. Önünde duran kabuklu ceviz gibi, saçlı sakallı bir diğer yolcuya yetişmek için adımlarını hızlandırdı, ve ayağının altında kurumuş tayin toprağı sürüyerek, nefesini toparladı.
    -Hey yolcu, nereye gidersin?
    Fırça suratlı arkasını döndü ve izledi, sakin sakin kendine yaklaşan, belki kendini on yedi kat beyaz bir çarşafa sarmış, hoş- çarşafa beyaz demişler, kendi kendine de inanmamış-, tüysüz yabancıyı izledi. Yabancı giderek belirdi, gözü ağzı dili, kaşları meydana çıktı. Sorulan cevap verdi:
    -Tibete giderim, sen nereye gidersin?
    Sessizlik bir lütuftur, ancak bu gibi kurak ovalarda sessizliğin yerini rahatsız edici şekilde esen yaz rüzgarı uğultusu, mutfağımda dönen mikro dalgadaki teriyaki soslu tavukları anımsatır, insanın ağzını sulandıran bu hayali, unutmak akıllıca olur, lakin Hindistan da et yemek günahtır.
    -Ben de tibete gidiyorum!
    Diye inledi yolcu, sevinçten midir bilnmez, ama kesin sevindi, o kadar ki, adımlarını hızlandırıp bekletmemek istermiş gibi yaptı, bekleyen bekliyormuş gibi kendini naza çekti. Yolcu bekleyenin yanına vardı.
    Matarasını çıkardı, içi şarap doluydu, kafasına dikti, ağzını döve döve matarayı bitirdi, sonra da mataranın kapağını kapatıp, beline taktı.
    ···
  7. 8.
    0
    Kırmızı dut ağaçlarının altında, yarım yamalak takmış takıştımış, baayan; elinde makası, sabahın sakin dalının üzerine tünemiş üç ayyaşın ipini kesti. ŞAK! Tek hareket; o kadar özendim ki, koştum yarımı bırakıp, daha hızlı giderim dedim, çok hızlandım, hız beni tuttu ayrı bir boyuta girdim gibi, yeşil elli gitarist, sabah kahvaltısında elini kemiriyordu! Sulu sulu. Tutamam ya kendimi, hüngür hüngür, kocaman bira bardağının üzerinde duran ulu su pompası, sen değil miydin ayyaş sabahlarda içimizi açan?, ağlıyorum ama buna ağlamak mı denir yoksa gözlerim, red hot şili biberlerine mi aşık olmuş sıcak, tarçın döküldü üstüme, tarçın kokuyorum, insanlar gülüşürler ama ben tükenen yaza simit atarım, hop kapıverir havada ve pişman oluyorum, güneş açınca; tebessümle karışık bir bakış, kalk git diyor, denizin üzerinde kelebekler öpüşüyordur şimdi ve ne zaman bir plan yapsam, yarım yamalak bir şeyler kalıyor.
    Gölün üzerinde ördekler öter, bense onları izliyorum şimdilerde ve kargalar uzun ağaçların üzerinden aşağı, ne kadar da güzel bırakıyor kendini..
    ···
  8. 9.
    0
    Sulu sulu, mübarek nar gibi, incir kadar şekilli, bal ellerime bulaşmış yapış yapış ve ben finikülerin en önünde uçuyorum yüzellisekiz kilometre hız, kız önümde durmuş, ağzı açık kavanoz çilek reçeli ve pekekenti, hep bir arada oturmuşlar yalandan “final destination” seyerederler, Gelirim, tülbent takan yarim bana bakar, frene basar kaptan; fren işlemez. Ta.ip! Freni patlamış kamyon gibi, girdik birbirimize, ta.ip, kartuşu bitmiş printer, taip, lekeli a4 kağıdıyla, sızım sızım gtünü tutuyor ta.ip. Dualaın acil!
    ···
  9. 10.
    0
    Kuşburnu, küpe kiraz, rasim geldi kaç, tükürenler ayvayı yedi, yalnız ben ve sen yoksun burada, ve tırbişonlar seri çalışır şarapçı alemlerinde, üzgün değilim, yüzgünüm bu sularda ve soğuk kan ter içinde uyandım gece, sabaha karşı, karışan insanlar ölüme meydan okurca, ve kokarca gibi ayaklarım, ahaha.
    ···
  10. 11.
    0
    sen ne diyon lan
    ···
  11. 12.
    0
    Gördün mü? Boşuna değil hiçbir şey! Hayat kurşun kalemin ucu gibi, çizdikçe keskinleşiyor hepsi. Sade ve düzgün hayatından sıkılalı çok oldu, daha fazlasını hak ettiğine eminim. Güneşlenen koca göbekli bir kaya kadar huzurlu olduğunu da biliyorum. Zor dostum zor, hayatı kucaklamak, hele ki bu kadar ağırken, çilen, üzülmen, hüznünü kestirememiş olabilirim, ancak ben de çektim, emin ol, hala ellerim pas içinde, çürüdüm ulan, yaşlı bir gemi gibi, sığ sularda ve kendi gölgemde soğudum, yalnız ve karanlık, dipte kalan süngerler kadar içki çektim içime, boşuna değil, bir kez daha söylüyorum, canım yanıyor tuzdan ve felaket içinde geçirdiğim her an, anne baba özlemi gibi, gül yok, kır yok, güneş yok, gib gibi yani. Hayat bu işte, değil mi?
    ···
  12. 13.
    0
    biri özetlesin şunu amk, korktum yazıyı görünce
    ···
  13. 14.
    0
    Kivrim; gokyuzu bu kadar maviyken,cok kahverengi saclarim ve koyu gri sakalim,
    hayat inceliklerde sakli, kolay degil uzaktan gorunen, bakir tellerden
    ordugumuz halatlarimiz, atesi avucladi eller, bir yagmur cisesi kadar
    usta kayan ve yardi boldu bulutlari ikiye, kusmak istedim uzerinize,
    o kadar yukarida olduguma inanamadim, baygin dinlerken muzigi; aklim
    yerinden uctu bu sefer, oldugumdan daha da yuksege ve ben asagida
    kaldim. Korkmayin islanmadim , uzerinize isiyorum. Ofke desen degil.
    Korku sanki bana bir ayak bagi. Gulen koy komedi sanatcisi aramaz,
    meydanda bir yalak iki de inek. Mukemmel bir hayat yok ki. Gidip orada
    yasayayim. Ellerimle ritm tutarken. Gozlerimle kaciyorum burdan.
    Heyecan . Prensesin kralice olmadan onceki son gecesi. Kral zaten
    ucmus gitmis. Alem gotuyle guluyor hep. Ter icinde bir kadin uzaktan
    el salliyor bana. Bense mendilimi kaldirip havada tam altida bir daire
    cizer gibi uzaniyorum ona. Derken baska bir el uzaniyor yukaridan.
    Benden daha guclu belli. Ziplayip cekiyorum. El kiraz gibi kirmizi.
    Dislerimi geciriyorum. Agzim kan icinde kalana dek, olum kokusu geliyor burnuma, kurbanin kani turuncu akiyor, ellerime siliyorum dislerimi, yuzumu yikiyorum, daha da yukari, bilinmezlige..
    ···
  14. 15.
    0
    Kıvrım; dizlerim tir tir titriyordu. Çocukken, düşünce bigibletten, ayağa kalktığımda ellerim çamur, bacaklarım kan içinde.. Yalnızca benim olmam önemli, aman kimse görmesinler, acıya katlanamayan dizlerim. Ayağa kalkamadım. Sanki o günden bu güne yerin içinde, bataklıkta yüzen bir timsah yavrusu gibi, bense inatla yeryüzünde kendi yarıklarımı aça aça ilerliyorum. Sıcak bir his tüm benliğimi kaplamış, saçma sapan hayaller kurarak, amaçsız bir şekilde ekvatorumu çiziyorum.
    Kimileri alkışlıyor, sesleri boğuk ama keyifli, yuhalayanlar, tükürenler, üzerime kusanlar, hatta sıçanlar. Hayat bu, heyhat! Saçma sapan kelimelerle oynayan şair, bir gün bir kelimeyi hecelerken dilini ısırıyor. Kelime o kadar sert ki, dişler de o kadar sert kesiyor dili. Onu bulduklarında kan kaybından ölmek üzere yerde, ayı postu gibi ağır bir halde, güzel rüyalar içindeyken yatıyor. Neyse ki ölmüyor şair, olaya bak..
    Sevenler veya sevmeyenler, kızanlar, üzülenler, herkes yeryüzünün bir karış üstünde ayakları üzerinde. Bense boynumun üçte birlik kısmı dahil yere saplanmış haldeyim, ardımda uzun mu uzun, pek de derin olmayan bir vadi, su kanalı belki de. ilerliyorum, amaçsız.
    Boyum bir yetmiş iki, yaşım yirmi yedi;
    Adım Kuş Ali,
    ve dünyama hoş geldiniz.
    ···
  15. 16.
    0
    Kıvrım; istanbul kadar altüst. Gazetelerde ölen işçiler, soğuktan donan evsiz insanlar, yaşamak ile ölmek arası açılan uçurum. Benim param varsa ölmem, parası olmayan ölsün’ ler. Evet, öldüler, ölmüşler yani, okuyoruz duyuyoruz yalnızca, yaşamadık ki gerçek acıyı, kendi acılarımızı gerçek sandık hep.
    Starbucks’ tan alınan kahve; okuduğum güzel ciltlenmiş bir kitap, modernizm, koca bir tas içinde çilek kokulu krem şanti, içinde cam kırıkları, içinde zavallı hayaller, birbirimizi yalamaya devam ediyoruz
    ···
  16. 17.
    0
    Kıvrım; üzerimize utanç yağıyor, açın şemsiyeleri!!
    Kaçın; görmeyen göz, duymayan kulak, paçaların şimdiden sırılsıklam!!
    Bu kadar arsızlığın, hesabını sormaya geliyorlar!!!
    ···
  17. 18.
    0
    bunları okuyan doktor olur
    ···
  18. 19.
    0
    Kıvrım; en basitinden ölüm, harf gibi, bir çırpıda, uzar, kayar gider gecenin içinde, gök kuşağı olsa da olmasa da güzel, oysa dolu gibi kafama yağan buz tutmuş gözyaşları, yüzünü yırtarken sabahın, birbirini ağlatma sevdaları, okunan kutsal metin, ruhum bir yudum su gibi, tatlı, tadına doyulmaz, sıçtın işte geçmişine, tövbeler tövbesi yeminler etsen de, bir daha geri gelmez çamur tortusunun altında yatan, titrer, uçsuz bucaksız, caka satan, tek can değil mi o düşlenen güne? Sevda bile solar bazen, zaman geçince, yapayalnız kalır, korkar mı bilinmez, kurur ama görünmez, ağlasa duymaz, hayat, tüm hızıyla devam ederken.
    ···
  19. 20.
    0
    yazıyorum yazdııım yazdım
    ···