1. 1.
    0
    erişkin beynindeki sinir hücrelerin (nöronlar) kendini yenileme yeteneğinin ortaya konulması yozlaştırıcı hastalıklardan olan amyotrofik lateral sklerozun (ünlü astrofizikçi stephen hawking’in hastalığı), parkinson hastalığı, omurilik zedelenmeleri, multipl skleroz, inmeler, travma tedavisinde yeni umutlar ve atılımlara neden olmuştur. yapılan istatistiklere göre; parkinson hastalığı ve alzheimer hastalığı gibi yozlaştırıcı hastalıklar, 2040 yılında gelişmiş ülkelerde kanserin önüne geçerek yaşlılar arasında en önemli ölüm nedeni olacaktır. dolayısıyla bu hastalıklara karşı tedavi başarısı elde etmek, insanın yaşam süresini uzatma açısından büyük bir adım olarak görülmektedir.
    parkinson hastalığında hücre nakli
    kök hücre araştırmalarının parkinson hastalığında tedavi edici olarak kullanılması, merkezi sinir sistemini yeniden inşa etmek için en iyi ve en çok çalışılan örnektir. hem hücre aktarımı hem de büyütücü faktörlerin kullanımı yaygın araştırma altındadır. her iki yaklaşım da umut vericidir. bu özellikle cenin beyin dokusunun nakli konusunda söylenebilir. parkinson hastalığı, genellikle 50 yaşından sonra ortaya çıkan hareket bozukluğudur. ellerde kontrol edilemeyen titreme, hareketlerde yavaşlama, zorlu ve küçük adımlarla yürüme, istemli hareketleri zorlu başlatma ile karakterizedir. bu sorunlar beynin derinliğindeki özel bir grup hücrenin ölmesi nedeniyle ortaya çıkar. bu yapı substansia nigra (sn) olarak adlandırılır. sn’da bulunan bu nöronların uzantıları striatum olarak adlandırılan kaudat ve putamen çekirdeklerine (nöron gruplarından oluşan yerel alanlar alan) ulaşır. bu hücreler kimyasal bir sinir ileticisi olan ve sinir hücreleri arasında uyarıların birinden diğerine geçmesini sağlayan dopamin üretirler. dopaminin temel işlevi bu bölgede, sinirler aracılığıyla vücut hareketlerini kontrol etmektir. bu hücreler öldüklerinden (ya da belli sayının altında azaldıklarında) daha az dopamin üretirler, bunun sonucunda da yukarıda bahsedilen hareket zorlukları ortaya çıkar. bugün için bu hücrelerin neden öldükleri kesin olarak bilinmemektedir. parkinson hastalığının tedavisinde, ekgib olan dopaminin dışarıdan ilaç olarak doğrudan kullanılmaz. çünkü, farmakolojik özellikleri nedeniyle kan-beyin engelini geçerek ilgili alanlara ulaşamaz. bu nedenle öncülü olan l-dopa kullanılır. l-dopa beyine geçerek bir enzimle dopamine dönüşür. hemen hemen tüm hastalarda, özellikle hastalığın erken dönemlerinde l-dopa şikayetleri düzeltir. ancak, hastalığın süresinin uzaması ve bu süreçte nöronların kaybının devam etmesiyle etkisi azalmaya başlar ve sonra kaybolur.

    parkinson hastalığında hücre naklinden amaç laboratuar ortamındaki dopamin salgılayan hücrelerin beyinde ekgib olan yerine yerleştirilmesidir. tam olarak olgunlaşmış ve gelişmiş dopamin salgılayan nöronlar, kadavralardan alındıktan sonra nakil yapıldığında yaşamazlar. yine, tam işlevsel bir düzelme yaşayan ve dopamin salgılayan nöronlardan ziyade, aktarılan nöral dokunun hedef nöronlara (striatum) ve hücre çevreleri ile uygun bağlantıları sağlamasına bağlıdır.
    parkinson hastalığında doku aktarımı konusunda ilk girişim 1979’da başlamıştır. 1979’da iki grup araştırmacı, sıçanlarda oluşturdukları parkinson hastalığı tedavi etmek için ceninden aldıkları dopamin salgılayan nöronların aktarımıyla düzelme olduğunu gösterdiler. 1980’lerde anders bjorklund ve ekibi bu çalışmayı maymun modellerinde denedi. bu çalışmada önemli bir sonuç olarak, işlevsel düzelmenin esasen konakçıya nakledilen sinir hücrelerinin diğer bölgelerle bağlantı kurmasına bağlı olduğu ortaya konuldu (nigro-striatal bağlantılar).

    bu dönemde önce hastaların kendisinde bulunan (otolog nakil) ve dopamin salgılayan böbrek üstü bezi merkezinden (adrenal medulla) yararlanıldı. alınan böbrek üstü bezi kromaffin hücreleri özel bir ameliyat tekniği ile parkinson hastalarının ilgili beyin kısmına yerleştirildi. başlangıçta, çalışmayı ilk yapanlarca hastalarda çok belirgin bir düzelme olduğu ileri sürülürken daha sonra yapılan aynı çalışmalarla iyi düzelme sonuçlarına ulaşılamadı. bir yıl sonra yararlı etkisinin kaybolduğu gözlendi. bunun yanında cerrahi girişim olarak da zordur. aynı anda iki cerrahi ekip tarafından yapılması gerekiyordu. bir ekip batını açıp böbrek üstü bezini çıkarıyor (adrenalektomi), bezden merkezi kısmın ayrılması sağlıyordu. diğer ekip ise kafaya yapılan bir cerrahi girişimle (kraniotomi) genellikle beyinde, sağ yandaki kaudat çekirdeğe bu dokuyu yerleştiriyordu. bu iki ameliyat nedeniyle, ameliyat uzun sürüyordu ve düzelme de çok uzun zaman gerektiriyordu. hastalarda, ölüm oranları bu zorluklardan dolayı yüksekti. zaman içerisinde yeni yöntemler geliştirildi. stereotakgib (kafatasını tam açmadan, nakledilecek bölgenin üç boyutlu koordinatlarını tespit edip, küçük deliklerden görüntülü bilgisayar yöntemi ile girişim yapma) cerrahi girişimler uygulanmaya başlandı. aktarılan dokuyla beraber periferik (çevresel) sinir dokularının aktarımı, büyütücü faktörlerin kullanımı, cenin böbrek üstü bezi merkezinin kullanımıyla nakledilen hücrelerin yaşam süresi kısmen uzatıldı. ancak, yinede bu girişimin ölüm oranının yüksek olmasından dolayı uygulanması önerilmemektedir.
    buna alternatif bir diğer hücre nakli yöntemi ise, ceninin beyin dokusunda gelişen dopamin salgılayan nöronları alıp hastaya (konakçıya) nakil etmektir. ceninin üst beyin sapı (mezensefalon) ön kısmı dokusunun parkinson hastalarına nakledilmesi bir çok nedene dayanılarak düşünülmüş ve daha sonra hastalara uygulanmıştır. bunlardan ilki, parkinson hastalığında nispeten seçici ve yerel olarak üst beyin sapının bir parçası olan sn’da dopamin salgılayan sinir hücrelerinde kayıplar olur. i̇kincisi, öncül veya nöroileticilerin hedeflerini uyaran (agonist) ilaçların kullanımıyla hastalarda düzelme ortaya çıkar. üçüncüsü, deneysel olarak parkinson hastalığı modeli oluşturulan hayvanlara dopamin içeren nöronların nakledilmesi hastalık belirtilerini ortadan kaldırır ya da azaltır. dördüncüsü, hayvan modellerinde nakledilen hücreler konakçının striatumundaki hücrelerle bağlantı kurarlar. bütün bu verilerin sonucunda, araştırmacılar parkinson hastalarına insan cenini üst beyin sapı hücrelerini aktarmak için yöntemler geliştirdiler. bir çok çalışma yapılmış olmasına rağmen, hemen hepsinde az sayıda hasta gruplarıyla çalışılmıştır. bu çalışmalarla birlikte, böbrek üstü bezi merkezi nakillerinde rastlanmayan ama daha çok tartışma ve araştırma gerektiren sorunlar ortaya çıktı. dokuların nasıl elde edileceği, nasıl saklanacağı, hangi teknikle nakledileceği, bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanılıp kullanılmayacağı ve belki de en önemlisi etik-ahlaki sorunlar. etik sorunlar klinik insan çalışmaları sınırlayan en önemli tartışma alanıdır.
    hücre aktarımlarında, çeşitli tıbbı nedenlerle düşük yaptırılmış ceninlerden elde edilen beyin dokuları kullanılmıştır. vericilerin yaşı genellikle döllenme sonrası 5-17 haftalıktır. 10 haftadan daha yaşlı dokular daha çok farklılaşırlar ve sinir uzantılarını diğer hücrelere daha belirgin gönderirler. tüm hastalardan iyi sonuçlar alınmamakla birlikte gelecek için umut verici sonuçlar elde edilmiştir. pozitron emisyon tomografisi (pet) kullanılarak, aktarılan cenin sinir hücrelerinin işlevini yapıp yapmadığı anlaşılmaya çalışıldı. bunun için hücre aktarımı öncesi ve sonrası görüntüler elde edilerek karşılaştırıldı. radyoaktif madde ile işaretlenmiş 18f-fluorodopa tutulumunun, parkinson hastalarında ceninden alınan kök hücre nakledildikten sonra neredeyse normale yaklaştığı görüldü. yalnız başına cerrahi uygulanan hastada ise cerrahi sonrasında 18f-fluorodopa tutulumunda belirgin azalma olduğu tespit edildi.
    i̇laç tedavisi alan gruplarla, hücre aktarımı yapılmadan uygulanan cerrahi girişim arasında hastaların iyileşmeleri belirgin farklılık göstermezken, hücre nakli yapılan hastalarda klinik olarak daha belirgin düzelme tespit edilmiştir. parkinsonizm olarak adlandırılan ancak parkinson hastalığına göre farklı nedenlerle ortaya çıkan hastalıkta ise nakil sonrası ilk yılda dopamin üreten nöronların belirgin büyümesi ve gelişmesine rağmen klinik düzelme tespit edilememiştir. düzelmenin ortaya çıkmaması genellikle hastaların daha yaşlı olmasıyla ilişkilendirilmiştir. embriyonal hücre aktarımı bu nedenle 60 yaş ve altındaki parkinson hastalarında önerilmektedir.
    ···
  1. 2.
    0
    tek nefeste okudum *
    ···
  2. 3.
    0
    @2 taklalar attirarak gibmis
    ···
  3. 4.
    0
    çok uzun beyler ben dayanamayacağım galiba
    ···
  4. 5.
    0
    süper lan okudum manyak bilgiler var içinde
    ···
  5. 6.
    0
    ön söz geç bin
    ···
  6. 7.
    0
    teşekkürler , fazla bilginin zararı yok.
    ···
  7. 8.
    0
    ha demek o yüzden öyle oluyo.hmm. eyvallah panpa çok aydınlandım
    ···
  8. 9.
    0
    18f-fluorodopa şu kısım beni çok etkiledi panpa bunun 2.si çıkcak mı?
    ···
  9. 10.
    0
    güzel bir yazı olmuş panpa hepsini okudum
    ···
  10. 11.
    0
    çuş ananınki okumadım tabi biri özet geçsin ne diyor
    ···
  11. 12.
    0
    devam etseydin kardeşim bilgileniyorduk allahın izniyle
    ···
  12. 13.
    0
    dayanamıyorum beyler

    özet geç bin!
    ···
  13. 14.
    0
    özet geçme imkanın varmı pic not: özet geç pic demedim
    ···
  14. 15.
    0
    bi abstractını ver onun bakıyım
    ···
  15. 16.
    0
    http://inciswf.com/1296317785.swf
    ···
  16. 17.
    0
    tek solukta okudum bu bilgilere ben de biraz eklemek istedim

    Foton kuşağı nedir?

    Yüksek enerjili fotonlardan oluşan büyük bir kuşak. 2012 yılında güneş sistemimiz tüm gezegenleri ile birlikte bu kuşağa girdiğinde dünyamızın ozon deliği onarılacak ve tüm yaşam 3. boyuttan 5. boyuta geçecek. insanların 2 sarmallı DNA'ları ikişerli olarak biraraya gelip 12 sarmallı bir DNA'ya sahip olacaklar. Bu olay sırasında tüm insanların chakra'ları açılacak ve duyuları ve algılamaları artacak. Herkes birbirinin düşüncesini okuyabilecek. Bu ilk önce kısa süren bir kaosa neden olacak fakat daha sonra herkes bir düşünce birliği halinde bir araya gelerek, önyargının, yalanın ve kötü düşüncelerin olmadığı bir ortama geçilecek. insanlar birbirinin auralarını görebilecekler. 12 sarmallı DNA'ya geçiş sonrası insanlarda hiçbir hastalık kalmayacak, hasta olanlar kendilerini ve birbirlerini iyileştirebilecekler. insanlar ölümsüz olacaklar. Ölüm olayı ise fiziksel dünya'da kalmaktan vazgeçip başka bir boyuta geçmeye karar verme şeklinde olacak. Yani, dünya'da geri kalanlar (kalmayı seçenler) ölmeye (başka boyut gitmeye) karar verenlerin ortadan bir anda kaybolduğunu görecekler. Fiziksel dünyamızda kalmayı seçen insanların ışık bedenleri olacak ve bu cennete benzeyen ışıklı dünyada çok güzel vakit geçirecekler. Fiziksel olarak 2000 yıl sürecek olan bu olay sonrasında foton kuşağı güneş sistemimizi terkedecek.
    Foton kuşağı ilk kez ingiliz astronom Edmund Halley (1656-1742) yılında Pleiades takımyıldızlarını kuşatan gazımsı bir kuşak olarak gözlendi (Halley kuyruklu yıldızını da keşfeden astronom). Fredrick Wilhelm Bessel ise foton kuşağının dönüş hızını keşfetti (herbir yüzyılda 5.5 derece saniye). Jose Comas Sol Pleiades takımyıldızındaki güneş sistemlerini keşfetti. Paul Otto Hesse foton kuşağının kalınlığını saptadı (2000 ışık yılı). Güneş sistemimiz her 25.860 yılda bir Pleiades çevresinde bir tur dönmektedir. Yani, yaklaşık olarak her 12.500 yılda bir güneş sistemimiz bu foton kuşağının içine girer. Güneş sistemimizin foton kuşağının içindeki yolculuğu 2000 sene kadar sürer. Yani, foton kuşağından çıktıktan sonra tekrar foton kuşağına girmek için 10.500 yıl geçmektedir. Bu devrelerin alt devreleri de vardır ama üst devre 206 milyon yıl sürer.
    Foton kuşağının kendisinin de aurası var ve ilk aura katmanına (enerji seviyesine) 1962 yılında dünyamız (ve tüm güneş sistemimiz) girmiş durumda. Yani şu anda foton kuşağının düşük enerjili ilk kısmının içinde bulunuyoruz. Dünya'mız ikinci enerji seviyesine ise 1987 yılında girdi. 2012 yılında üçüncü enerji seviyesine girmesi sırasında 110-144 saat (5-6 gün) boyunca karanlıkta kalacağız. Üçüncü enerji seviyesine (foton kuşağının kendisinin bulunduğu esas enerjili kısım) girildiğinde ise karanlık sona erecek ve artık hiç gece olmayacak yeryüzünde. Sırasıyla yazarsak:
    1. gün: 21 Aralık 2012'de kör bölgeye giriş, tüm canlıların beden tipinin değişmesi, hiçbir elektrik aygıtının çalışmaması, tam karanlık
    2. gün: Atmosfer basıncının düşmesi, herkesin kendisini şişmiş hissetmesi, Güneş'in yeterli ısıtamaması, dünya ikliminin soğuması (buzul çağı soğuğu)
    3.-4. gün: Atmosferin şafak vakti gibi sönük bir ışıkla aydınlanması, foton etkisinin başlaması, foton enerjili aygıtların çalışabilir hale geçmesi, yıldızların yeniden gökyüzünde belirmeleri.
    5.-6. gün: 24 saatlik gündüz devresine giriş, kör bölgeden çıkıp ana foton kuşağına giriş, tüm canlıların güçlenip zindeleşmeleri, dünya ikliminin ısınması, foton ışınıyla çalışan gemilerin uzayda yolculuk yapmaya başlaması, telepati, telekinezi gibi psişik yeteneklerin ortaya çıkışı (uyanış, süperbilinç).
    Kısaca, foton kuşağı dünya'daki tüm yaşam için çok büyük bir faydası olan, yüksek enerjili fotonlardan oluşan devasa bir kemer. Güneş sistemimiz bu kuşağa girdiği zaman tekrar çıkması 2000 sene sürecek. Foton Kuşağı (Manaşik Halka) kendi etrafındaki dönüşünü 25.860 yılda bir tamamlamakta ve güneş sistemimiz her bir 10.500 yılda bir foton kuşağına girmekte. Foton kuşağı torus şeklinde (araba lastiği biçiminde) bir kemer ve bunun kalınlığı (çapı değil, kemerin kalınlığı) 2000 ışık yılı. Önemli bir husus elektrikli hiçbir aygıtın ise foton kuşağına girildikten sonra hiçbir şekilde çalışmaması. 2000 yıl boyunca sürecek olan safhada elektrik enerjisi ile çalışacak araca ihtiyaçta olmayacak zaten. Çünkü süperbilinç halinde olma hali ve foton enerjisi kullanabilecek teknoloji ile elektrik enerjisini kullanmaya ihtiyacımız olmayacak.
    Foton kuşağı (Photon Belt) konusunda daha detaylı bilgi için Virginia Essene'nin "Galaktik insan" kitabını tavsiye edebiliriz.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 18.
    0
    harika paylaşımlar devdıbını bekliyorum
    ···