-
26.
0othello venedik'te yaşayan mağripli zeki bir askerdir. mağripli, desdemona adında, olağanüstü bir güzelliğe sahip olan bir kadınla evlenir. oyun, othello'nun kıbrıs'a, osmanlı ile yapılacak olan şavaşta görev almaya gitmesiyle şekillenmeye başlar. othello'nun, emir eri olan iago adındaki hırslı ve mevki düşkünü asker tarafından kandırılmasıyla karısı desdemona'yı boğarak öldürmesi ve ardından iago'nun tüm sinsi planlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlanır.
-
27.
0shakespeare yaşdıbının sonlarına doğru kötülük ve acıyı içerdikleri için tam olarak birer komedi sayılmayan, ama ölümle değil de bağışlama ve mutlu sonla bittikleri için trajedi de sayılmayan birkaç oyun yazdı. bu oyunlardan biri olan kış masalı'nda, leontes adlı bir kral hiçbir neden yokken karısı hermione'yi kıskanır, karısıyla tüm ilişkisini keser ve bebek yaşındaki perdita adlı kızının yabani hayvanlara yem olsun diye ıssız bir yere bırakılmasını emreder. perditayı bir çoban kurtarır ve büyütür. sonunda kız, babasına geri döner. kralın uzun yıllar boyunca pişmanlıkla andığı ve öldü diye yas tuttuğu hermione de geri döner, böylece sonunda geçmişin hataları bağışlanır.
fırtına'da ise olay, düklüğü elinden alınan prospero'nun yönetimindeki bir adada geçer. büyü gücüne sahip prospero, hava perisi ariel'i ve yarı insan yarı canavar caliban'ı yönetmektedir. yıllar önce hileyle düklüğü ele geçiren prospero'nun kardeşi antonio, adanın yakınında bir deniz kazası geçirir. prospero büyü gücüyle kendisine haksızlık edenleri cezalandırır. ama daha sonra onları bağışlar ve kızı miranda'nın antonio'nun oğlu prens ferdinand ile evlenmesine izin verir. oyun prospero'nun büyülü değneğini kırması, büyü kitabını denize atması ve tüm grubun düşmanlıkları geride bırakıp büyüyle onarılmış gemiyle i̇talya'ya yelken açmasıyla sona erer.
eserlerinin bir çoğu türkçe’ye çevrilerek, ülkemizde de sergilenmiş, bazıları da sinema filmi olarak çekilmişti -
28.
0shakespeare konuların i̇ngiliz tarihindeki olaylardan alan birkaç oyun da yazdı. bunlardan ilki, rakiplerine ve düşmanlarına acımasız davranan kötü ruhlu ve kambur kral iii. richard'ı anlatan iii. richard`dır. kurbanları arasında londra kulesi'nde öldürülen iki genç prens de vardır. yaşdıbını yitirdiği bosworth field çarpışmasından bir gece önce prenslerin ve öteki kurbanlarının hayaletleri uykusunda richard'a görünür.
tarihsel oyunlarından bazıları bir dizi oluşturur: ii. richard'ın trajedisi, henry iv’ün iki bölümü ile henry v. the tragedy of richard i'ı da güçsüz kral tahtından vazgeçerek tacını iv. henry adını alan henry bolingbroke'a bırakır. öbür iki oyunda, yeni kralın yönetimi sırasında sorunlar ve ayaklanmalar baş gösterir; bu sırada kralın öz oğlu prens hal avare ve savurgan bir yaşam sürer. ama babasının ölümüyle tahta geçerek v. henry adını alan prens halin döneminde düzen yeniden kurulur. v. henry'nin orduları fransa'da büyük zafer kazanır. henry'nin fransız prensesiyle evlenmesi her iki ülkeye de barış getirir.
shakespeare'in, konularını eski yunan ve roma tarihinden alan oyunlarından en ünlüsü ise julius caesar`dır. bu oyunda dürüst ve erdemli bir kişiliği olan brutus, jül sezar'ın kendisini roma imparatoru ilan etmesini önlemek amacıyla, arkadaşlarıyla birlik olup çok sevdiği jül sezar'ı özgürlük adına öldürür. ama bunun cumhuriyetin yok olmasını önleyememesi üzerine de kendi canına kıyar -
29.
0parktaki bir bankta oturmuştuk seninle
yüzünde bir garip endişe
aramızda duru bir ilişki başlayabilir demiştim
ikimze ait
gelecekten bahsetmiştim sürekli
onlarda bulamayacağını beni
ben ki demiştim önemli değilim
başka banklarda da oturdum ve oturacağım
başkalarıyla, ama sen ezip geçme bizi-
biz diye birşey yok dedin
sandığımız şeyler var
bir iki film karesi belki
macera olmadan tadı yok dedin bir de
biraz kan akmalı ve ortalık karışmalı-
sadece benim olduğun
benim sana dokunduğum
ilgilendiğin herşeyle ilgilendiğim
bir tek seni bildiğim
bir tek sana güvendiğim
bir tek aşk yok mu?
bu banktan kalkmadığın sürece var
ve sen herkes gibi kalkıp gideceksin buradan
hayatla oynamayı seviyorsun her genç aşık gibi
onların da elinde bir tat olucaksın
ve başka bankta oturacağız bir gün
bu muhtemelen kuğulu park olacak
ve demiştim diyeceksin-
onlarda seni bulamadım
onlarda bende seni
herkes gibi harcadım cebimdekileri
bölüştürdüm herkese
kırık dökük ne varsa yanıma aldım
paramparça ettim onların da hayatlarını
ve dönüp geldim
seni bir yara iziyle büyüledim sandım
meğerse sevişirken gülümseyen yüzüm imiş
sana ayna olamadığım için üzgünüm.
kaç kişi sana ayna olamadı?
sana yüzünü gösteremedi mi hiç kimse?
sana bu cezayı mı uygun görmüşler?
nice sevdiğin yüzü duvar
nice tanımazsın kendini
körlüğün senden bilme, bak
bu bankta, sana ait olanı geri veriyorum
eğer centilmensen aşk sana kördür
çok uzun zaman sonra
soğuk bir duşla sana geri dönebilir
bu tıpkı kanada'lı bir kadına aşık olmak gibidir
ya da isveç'li bir kadına akdeniz erkeğini sunmak gibidir
aşkı yaratanlar bilir;
aşk, cesaretin en zor ve en tehlikeli şeklidir
cesaret, aşkın en çaresiz, takdire şayan ve asil çeşididir.
sen benden almadığını bana geri veremezsin
bende senden bende kalanı
bir artığız sadece bu bahar;
bir bahar artığı,
parktaki bahar artıkları. -
30.
0sen ne getirdin bana çocukluğundan?
şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?
nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
anılarıma düz baktıran
ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım
dantelalı tafta yumuşaklıkla
savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi
hiçlemeye annemi ve uykuyu
öğle sonlarında ürkünç odaların!
diledin mi yanında tümden varolmayı an için
ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?
yok böyle bir şey yok!
sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i_
beni bağışlayan sarsan
aşan bizleri mor birliktelik.. -
31.
0sokaklarda dolaşacağım yorgunluktan tükenene dek
yalnız yaşamayı bileceğim ve geçen her yüzün
gözlerine gözlerimi dikmeyi ve aynı kalmayı.
damarlarımda beni aramaya çıkan bu serinlik
sabahları hiç böylesine gerçek olarak yaşamadığım bir
uyanış: yalnızca, kendimi bedenimden daha güçlü
duyuyorum
ve sabahıma daha soğuk bir titreme eşlik ediyor.
yirmi yaşında olduğum sabahlar uzak.
ve yarın, yirmi bir: yarın sokaklara çıkacağım,
her taşı ve göğün çizgilerini anımsıyorum.
yarından sonra insanlar beni yeniden görmeye başlayacak
ve ayağa dikilmiş olacağım ve durup
vitrinlerde kendime bakabileceğim. bir zamanların sabahları
gençtim ve bunu bilmiyordum, geçenin ben olduğumu
bile bilmiyordum- bir kadın, kendi kendisinin
efendisi. bir zamanlar ki zayıf çocuk
yıllar süren bir ağlayıştan uyandı:
şimdi sanki o ağlayış hiç olmamış gibi.
ve yalnızca renkleri algılıyorum. renkler ağlamıyor,
bir uyanış gibi: yarın renkler
dönecek. her kadın sokağa çıkacak,
her beden bir renk- çocuklar bile.
açık kırmızı giyinmiş bu beden
onca solgunluktan sonra kendi hayatına yeniden kavuşacak.
çevremde bakışların kaydığını hissedeceğim
ve kendim olduğumu bileceğim: bir bakış fırlatarak
kendimi insanlar arasında göreceğim: her yeni günle
yollara çıkacağım renkleri arayarak. -
32.
0esk, roma’da vesta bakirelerinin annesi aileden ve kadından sorumlu tanrıça vesta idi.;i̇lk vesta bakiresi rhea silvia . alba longa kralı numitor’un kızı. amcası tahtı ele geçirir ve numitor’un oğlunu öldürür. kızı rhea silvayı da vesta bakiresi olmaya zorlar.
ancak çapkın mars rhea silvia’dan hoşlanır ve ormanda ona tecavüz eder. silvia hamile kalır ikizleri olur. hain amca amulius rhea silvianın canlı canlı gömülmesini ve ikizlerin öldürülmesini emreder. ancak ikizleri öldürmekle görevlendirilen uşak onlara acır ve tiber nehrine bırakır. nehir tanrısı tiberinus ikizleri bulur ve kendiside yavrularını kaybetmiş bir anne dişi kurda ikizleri emanet eder. ardından tiberius rhea silviayı kurtarır ve onunla evlenir.
i̇kizler ise roma şehrinin kurucuları romulus ve romus’dur. mars tanrısı ile vesta bakiresi rhea silvianın çocukları
vesta bakireleri romanın kalburüstü ailelerinin kızlarından oldukça küçük yaşlarda ve kurayla seçilirlerdi. vesta bakireleri 6 adetti. aileler aslında kızlarının vesta bakiresi olmalarını istemezdi. rahibelerin sahip oldukları onur veya varsıllık öldüklerinden sonra ailelerine değil devlete kalıyordu. 30 yıl boyunca kendilerini dine adıyorlar sonra serbest kalıyorlardı. i̇sterlerse rahibe kalmaya devam edebiliyorlardı. yaşamları boyunca ahlaklı ve erdemli olmak zorundaydılar. yoksa ağır bir şekilde cezalandırılırlardı. örneğin roma i̇mparatorluğu m.s. 216’da cannes’de yenilince suç askeri yetersizliğe değil; vesta bakirelerinin günah işlemelerine bağlanmıştı. bakirelerden ikisi suçlanmış ve hücre hapsine mahkum edilmişti. hücrelerinde yavaş yavaş ölecekle -
33.
0agamemnon yunan mythos’unda tektir, eşsiz bir tiptir, yalnız i̇lyada’da değil, efsaneler boyunca onun simgelediği kavramı onun kadar etkin ve belirgin niteliklerle canlandıran başka bir kişi yoktur. agamemnon kraldır, krallar kralıdır, her biri bir bölgenin yönetimini elinde tutan birçok derebeylerinin başında, onları ordularıyla birlikte yöneten başkomutandır. buyruğuna tek bu kurultayda da başlıca kural danışmadır. yunan mythos’u tanrılar tanrısı zeus’un üstünde, ondan üstün bir güç bulunduğunu gösterdiği gibi, krallar kralı agamemnon’un kişiliğinde de krallığın erdemlerini, hem de ekgib ve zayıf yönlerini önümüze serer. bu bakımdan destana olduğu kadar, tragedyaya da esin konusu olmuştur agamemnon.Tümünü Göster
i̇lyada’nın üçüncü bölümünde helene surların üstüne dizilmiş, savaş alanına bakan troyalı ihtiyarlara en başta eski eniştesi agamemnon’u “hem iyi bir kral, hem güçlü bir savaşçı” olarak tanıtır. agamemnon’un krallık yetkisi zeus’tan gelmiştir. homeros onun asasının, kral değneğinin tarihçesini çizerken (i̇l. ii, 100vd.), soyunu pelops’a kadar zütürür, başka bir efsane koluna göre agamemnın’un ilk atası tantalos’tu.(tab. 14 ve 15). i̇lyada’da pelops oğullarının kan davasından söz edilmez, krallık normal yoldan pelops’tan atreus’a, atreus’tan thyestes’e ve ondan agamemnon’a akarılır; atreus ile thyestes arasındaki kardeş düşmanlığı ve onun sonucunda işlenen korkunç suçlar daha çok tragedyaya konu olmuştur (atreus). ama destan agamemnon’u bir krala özgü bütün nitelikleriyle canlandırır. bu kral portresi üstünde durmaya değer.
i̇lyada’nın konusu, agamemnon ile akhilleus arasındaki kavga agamemnon yüzünden kopar. ve bu kavgada krallar kralının tutumu, karakteri ve kişiliği bütün açıklığıyla ortaya serilir. agamemnon kraldır ve her kral gibi kendi çıkarını, istek ve buyruklarını emrindeki insanlarınkinden üstün görmekte ve bu inanışa göre davranmaktadır. tutsağı khryseis’i geri vermek istememesi, vermek zorunda kalınca akhilleus’unkini almakta hiçbir sakınca görmemesi kavganın asıl nedenidir. bu olayda karşısına çıkan kim olursa olsun paylar, tersler, hiç sayar (i̇l. i, 102 vd.)
…kalktı hırslagücü yaygın agamemnon, yiğit atreus oğlu, kapkara bir öfkeyle doluydu yüreği, yanıyordu iki gözüm yalım yalım…
apollon’un akha’lara gönderdiği salgının nedenini bilen kalkhas bu öfke karşısında çekinir gerçeği söylemeye (i̇l. i, 78 vd.).
kızdıracağım biliyorum akha’ların saydığı adamı,o adamın bütün argos’lulara her yerde sözü geçer. kral azgın olur kızınca çok ayak takımından birine,bir zaman öfkesini yenerse de, unutamaz kinini, dışarı vurana dek taşır yüreğince onu.
ama agamemnon ne kalkhas’ı dinler, ne de onun sözlerine uyulmazsını salık veren akhilleus’u, bildiğini yapar. bu davranışı tepki uyandırır. tepkinin, yalnız kavgaya tutuştuğu akhilleus’tan gelmemesi, ordunun alt tabakasını, simgeleye bir askerin de kralı en ağır sözlerle kınaması dikkat çeker. halkın yöneticisini eleştirmesi dünya yazınında ilk kez görülmektedir burada. bu eleştiri akhilleus’un ağzından şöyle dile gelir.
“ey doymak bilmez adam… seni gidi edepsiz, çıkarına düşkün yürek… seni şarap fıçısı, seni it gölü, seni geyik yürekli… halkını kemiren bir kralsın sen.” (i̇l. i, 122, vd.).
ama yiğidin sözlerinde daha da şaşırtıcıdır thersites’in, halktan bir adamın kralı kınaması (thersites). bu eleştiri yalnız kral değil, feodal akha düzeninin tümünü kapsamaktadır (i̇l. ii, 225 vd.).
gene mi bir isteğin var, atreus oğlu? barakaların tunçla, kadınla dolu.bir şehri alır almaz biz akha’laronları sana verdiydik ilk peşin.bir de altın mı istiyor canın şimdi? tutup getirelim troya’lılardan birini, gelsin babası kurtulmalık versin sana, altınla versin sana öyle mi?taze bir kadın mı istiyorsun yoksa, düşüp kalkmaya, bütün gözlerden uzakta, kapatmaya kendine? başbuğusun, yakışık almaz akha oğullarını yıkıma sürüklemen. size diyorum akha oğulları, hey, akha oğulları denmez size artık, akha kadınları demeli, sizi aşağılık herifler sizi, hadi yurda dönelim gemilerimizle,tek başına bırakalım troya’da onu, otursun onur payının üstüne. yardım etmeyelim de görsün sonunu, saygısızlık etti akhilleus’a, en üstün yiğidimize, aldı onur payını yoksun bıraktı onu. akhilleus’un içinde büyük bir kin yok gene de,hem gevşek davranmasaydı sana, atreus oğlu, bu senin son küfrün olurdu ona.
bu sorunu akha ordusunun nasıl çözümlediği de ilginçtir. athena’nın verdiği esinle odysseus sıraları dolaşıp söyle yatıştırır herkesi (i̇l. ii, 193 vd.):
…bilemezsin atreus oğlunun niyeti ne?akha oğullarını yokluyor şimdi o,ama ezecek yakında başlarını…öfkelenip de akha’lara yıkım getirmesin sakın, zeus’un beslediği kralların amansızdır öfkesi… daha güçlüdür onlar senden. sense savaştan anlamaz korkağın birisin.ne kurultayda geçer sözün, ne savaşta geçer.hem biz burada hepimiz kral değiliz ki.her taraftan bir ses çıkarsa iyi olmaz, bir tek baş olmalı, bir tek kral. kurnaz kronis oğlu şu değnekle bütün yetkilerisize krallık etsin diye verdi agamemnon’a!
agamemnon gene de bir zorba olarak gösterilmez i̇lyada’da, aslında talihsiz bir adamdır: akhilleus’u kırdığına bin pişman olur, barışmak için ödün vermeye hazırdır. yiğidin olumsuz tepkisiyle karşılaştıktan sonra, bir daha aynı uysallığı gösterir ve özür dileyerek barışır (i̇l.xix, 85 vd.). her davranışında sanki bir sakarlık vardır agamemnon’un: aulis’te avlanırken artemis’i kızdırması, bu yüzden kızı i̇phigeneia’yı kurban etmek zorunda kalışı bu kralın hatalarını ne kadar pahalıya ödediğini gösterir (i̇phigeneia). karısının ve onun aşığı olan kendi amcaoğlunun elinden öldürülmesi bile aynı yarı komik, yarı trajik kaderin belirtisidir (klytaimstra, aigisthos).
i̇lyada onun kahramanlıklarını ve öldürdüğü troyalı yiğitlerin adıyla doludur, ama agamemnon burada da tam başarılı değildir, ne savaşta bir akhilleus ya da bir aias olabilir, ne de kurultayda bir nestor ya da odysseus gibi üstün bir akıl gösterebilir. onun kişiliğinde homeros ve yolunu izleyen bütün ozanlar krallık kurumunun kusur ve ekgibliklerini ortaya sermek istemiş -
34.
0tadimlik
bilge bir ulak çehresiyle
git, balad, gecikmeden,
seni yolladığım o güzel kadına,
ve söyle ona nasıl iğreti hayatım.
şöyle gir söze: gözlerim
meleksi çehresine bakmak için
arzu tacını giymişti;
şimdi, onu göremedikleri için,
öyle korkutarak yok ediyor ki onları ölüm,
şehitlik halesi kuşatmış çevrelerini.
ah, bilmiyorum nereye döndürsem onları
zevkleri için, o yüzden neredeyse ölmüş
bulacaksın beni, avuntu getirmezsen
ondan: bunun için tatlı yakarışım sana. -
35.
0sosyoloji̇ nedi̇r?Tümünü Göster
sosyoloji insan toplumlarını bilimsel, sistematik ve eleştirel olarak inceleyen sosyal bir bilimdir. bu sosyolojinin en genel düzeyde tanımlanmasıdır. sosyolojinin araştırma konusu toplum ve toplumsal yaşamla ilgili olgu ve olaylardır. toplumun yapısı, organizasyonu, değişimi, işleyişi, ... sosyolojinin ilgi alanı içine girer. toplumun yapısını keşfetme, toplumdaki grupları bir arada tutan veya onları birbirinden ayıran, uzaklaştıran güçlerin neler olduğunu ortaya koymak, toplumsal yaşamı değiştiren ve dönüştüren koşulları belirlemek, insanlar arası ilişki ve etkileşimlerin yapısı ve işleyişi ile ilgili kural ve ilkeleri ortaya koymak, sosyal davranışı toplumsal bağlam içerisinde açıklamak,... sosyolojinin en temel amaçları arasında yer alır.
yukarıda da ifade edildiği gibi toplum ve toplumsal yaşamla ilgili olgular (evlenmek, boşanmak, göç, kentleşme, suç,terör, spor,... )sosyolojinin araştırma konusunu oluşturur. toplum sosyolojik açıdan sosyal bir gerçekliktir. ancak bu gerçeklik, fiziksel bir gerçeklik gibi doğrudan algılanan ve deneyimlenen bir gerçeklik değildir. sosyal gerçeklik insanlar arası ilişki ve etkileşimleri, grup yaşdıbını, gruplar arası ilişkileri, kültürü, sosyal kurumlar ve tüm bunların insanların sosyal davranışları üzerindeki etkilerini anlatan bir kavramdır. bu bağlamda sosyal gerçeklik sosyal davranışlarımızı şekillendiren sosyal bir güç olarak tanımlanabilir. örneğin; nasıl mevsimler faaliyetlerimizi, giysilerimizi ve yaşamla ilgili seçimlerimizi etkileyebiliyorsa , sosyal gerçeklikte sosyal davranışlarımızı biçimlendirir.
i̇çinde yaşadığımız toplumun ekonomik yapısı, aile düzeni, kültürü, yönetim biçimi, nüfusu, dini, ahlak anlayışı... sosyal davranışlarımızı şekillendirir. örneğin; hangi partiye oy verdiğimiz, eş seçimimiz, yaptığımız meslek , boş zamanları değerlendirme biçimimiz ,…toplumsal koşullardan etkilenir.
i̇nsan davranışları üzerinde toplumsal koşulların etkili olması sosyal davranışın çözümlenmesinde, toplum ve toplumsal yaşamla ilgili olgu ve süreçlerin bilinmesini önemli bir hale getirmiştir. bu çerçevede sosyoloji daha özel olarak sosyal davranışı açıklamayı amaçlar. sosyal davranış toplumsal bir bağlamı içeren, diğer insanların davranışlarını içeren ve /veya çağrıştıran örgütlü insan eylemleri olarak tanımlanabilir. örneğin; bir fabrikada çalışan işçilerin veya bir okulda ders anlatan öğretmenlerin davranışları sosyal davranışlardır.
sosyoloji, sosyal davranışı çözümlemek için sosyal davranışın bağldıbını, yine en genel düzeyde toplumu ve onunla ilişkili olgu ve süreçleri dikkate almak durumundadır. sosyolojiye özgünlüğünü
ve önemini kazandıran da budur. toplumsal çözümlemede toplumsal bakış açısını içermeyen bir sosyoloji anlayışı oldukça ek***r. bu nedenle toplum ve toplumsal yaşam üzerinde biraz ayrıntılı durmanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.
bilindiği gibi insanlar toplum içinde yaşayan sosyal varlıklardır. toplum halinde yaşamak insan için zorunlu, kaçınılmaz ve onun doğasıyla ilgili bir özelliktir. i̇nsanların sosyal varlık olduğu; yani diğer insanlarla ilişki kurarak bir arada bulunması bir çok filozof ve sosyologun paylaştığı temel bir fikirdir.
i̇nsanın sosyal bir varlık oluşu , toplumun hem bir nedeni ve hem de bir sonucu olarak ortaya çıkar. i̇nsanların yapısı ve mahiyeti (temel özelliği) onların bir arada yaşamasını gerektirmiş ve böylece toplum hayatı ortaya çıkmıştır. aynı zamanda toplum hayatı da insanları tarihsel süreç içerisinde değiştirmiş ve insanların toplumsal yaşamdan etkilenen ve hatta belirlenen varlıklar olması üzerinde etkili olmuştur. ancak burada önemli olan insan mı?, toplum mu?, ayrımı değil, insan ve toplum arasındaki etkileşimdir. i̇nsan ve toplum bir bütünün iki önemli yüzü ve gerçekliğidir.
toplum yapısı çeşitli türden grupları ve bu grupların organizasyonunu içerir. sosyolojik açıdan toplum en büyük, en karmaşık ve en gelişmiş sosyal gruptur. toplumu bir tür gruplar ağı veya organizasyonu şeklinde ele almak olanaklıdır. coser (1985:3)’a göre toplum, örgütlü insan grupları arasındaki etkileşim kalıplarına verdiğimiz bir isimdir. gruplar içinde ve gruplar arasındaki etkileşimin örüntülenmesi veya kalıplaşması toplumsal yaşamın düzenliliğini işaret eder. oldukça karmaşık toplumlar da bile sosyal yaşamın dikkatli bir gözlemi, toplumsal yaşamda kaos ve kargaşa yerine düzenliliğin olduğunu ortaya koyar. örneğin; sabahleyin evimizden ayrılıp işimize giderken genellikle içinde yaşadığımız sosyal dünyanın dünkü gibi olacağını umarız veya böyle bir beklenti içinde yaşarız. bu düşünüş toplumsal yaşamın öngörülebilirliğini de ifade eder. ancak, sosyal yaşamın bu düzenli yapısı onun şaşırtma, uyumsuzluk, gerilim ve sosyal gruplar arasındaki çeşitli türden anlaşmazlıkları içermemesi anldıbına gelmez. sosyal yaşam bu ve benzeri süreçleri de içermesine rağmen tüm bu süreç ve oluşumlar belirli kural, ilke ve kalıplarla ortaya konur. örneğin;işçi ve işverenler arasındaki çatışmalar ve anlaşmazlıklar sendika, grev, lokavt toplu iş sözleşmesi gibi kurum ve örgütlenmelerle düzenlenmiştir. çatışmaların topluluğun istikrarını bozduğu durumlar genellikle bir değişim durumunu ifade eder. bu sürecin yöneldiği durum göreli de olsa yeni bir denge veya istikrardır.
toplum kavramı sosyolojide merkezi bir kavramdır. sosyal grup boyutu kadar diğer boyut ve özellikleri de vardır. giddens (2002:621)’a göre bir toplum belirli bir toprak parçasında yaşayan , ortak bir politik otorite sistemine tabi olan ve çevrelerindeki çeşitli gruplardan (toplum) ayrı bir kimlikleri olduğunun farkında olan bir insan grubudur. giddens’ın bu tanımı açısından örneğin; türk toplumu, i̇ngiliz toplumu, amerikan toplumu,... bir toplumdur.
toplum kavrdıbının çözümlenmesinde kültür ve kurumlar da önemli bir yere sahiptir. kültür toplum yaşdıbının kurucu ögelerinden birisini oluşturur. toplumsal yaşamın çeşitli alanları kültürle bir yapıya bir düzene kavuşur. bauman (1998:163) kültürü “ yapay düzen kurma işi” olarak tanımlar. bu yapay düzen insanın toplum halinde yaşamasının zorunlu bir sonucu veya gereği olarak ortaya çıkar ve insan ilişkilerini düzenleme, insanların çeşitli türden ihtiyaçlarını karşılama işlevlerini yerine getirir. kültür, bu bağlamda insani; insana özgü ve toplumsal bir karaktere sahiptir. fichter (1990:120) kültürü “insan ürünü” olarak değerlendirir.
sosyolojide kültür kavramı bir grubun (az yada çok geniş ) üyelerinin ortak edinimlerinin bütünü ifade eder. bu edinimler şeyleri algılamada, yapılanları değerlendirmede bilinç dışı ve sürekli referans işlemi görerek, davranışların yönlendirilmesinde etkili olurlar. (muchielli,1991:9).
kültürün insan davranışları için referans oluşturması toplumsal açıdan oldukça önemlidir. bir toplumda bireyler arası ilişkilerin düzenlenerek toplum hayatının meydana geldiği bilinmektedir. kültür, sosyal kurumlarla çok sıkı bir ilişki içinde bulunur. sosyal kurumlarda temel olarak toplum içerisinde bireyler arasındaki sosyal ilişkileri düzenler. fichter (1990:123) kültür ve kurumlar arasındaki ayrımın daha çok analitik olduğunu söyleyerek kültürü toplumdaki kişilerin ortaklaşa paylaştıkları toplam kurumların bileşkesi olarak tanımlar. aynı sosyologa göre , kurum kültürün en geniş parçasını oluşturur. kültürün en küçük ve indirgenemez temel oluşturucusu yürürlükteki davranış örüntüsüdür. sosyal rol, statü ve etkileşim formları ise sosyal kurumların oluşturucuları olarak değerlendirilir. kültür bünyesinde bir topluma veya gruba ait temel değer, norm ve davranış kalıplarını içerir. bir toplumun kültürü onun inançları, ahlakı , sanatı , hukuku, dili, gelenek, görenek örf ve adetlerden oluşan karmaşık bir bütündür. sosyal kurumlar ise düzenlenmiş, tesis edilmiş veya yapılanmış davranış örüntüleri ve bunlardan oluşan sosyal bütünlerdir.
i̇nsanlar toplumsal yaşam içerisinde gereksinimlerini karşılamak için diğer insanlarla sosyal ilişkilere girerler. çünkü, insanlar gereksinimlerini tek başlarına karşılayamazlar. örneğin; beslenmek, giyinmek, evlenmek,güvenlik, sevgi gibi gereksinimlerimiz tek başımıza karşılayamadığımız , diğer insanlarla ilişkiyi içeren sosyal boyutlu ihtiyaçlarımızdır.
sosyal ilişki ve etkileşimin toplum hayatı için en temel önemi grup oluşumunu, grup yaşdıbını ve bu yaşamla ilgili yapıları; kalıpları ortaya çıkarmasıdır. sosyal ilişki ve etkileşimin bu bağlamda içinde yaşadığımız karmaşık modern toplum da dahil, bütün sosyal oluşum ve yapıları ortaya çıkaran temel bir toplumsa -
36.
0sosyolojinin gelişmesiyle, toplumlara ve topluluklara yönelik yapılan ilmî çalışmalar sonucunda bir çok sosyolojik
@51 in devamı
disiplin ortaya çıkmıştır. bunlardan en önemlileri aşağıda sıralanmıştır:
ahlâk sosyolojisi.
askeri sosyoloji.
beden sosyolojisi.
bilgi sosyolojisi.
bilim sosyolojisi.
çalışma (endüstriyel) sosyolojisi.
din sosyolojisi.
eğitim sosyolojisi.
folk sosyolojisi.
gender sosyolojisi.
hukuk sosyolojisi.
i̇ktisat sosyolojisi.
i̇nsan ekolojisi ve demografi.
kent (şehir) sosyolojisi.
köy (kırsal) sosyolojisi.
kurumlar sosyolojisi.
küçük gruplar sosyolojisi.
kültür sosyolojisi.
medikal sosyoloji.
natüralist sosyoloji.
sağlık sosyolojisi.
sanat sosyolojisi.
sanayi sosyolojisi.
siyaset sosyolojisi.
sosyal pgiboloji.
sosyolojik teori.
tarih sosyolojisi.
tatbikî sosyoloji
vergi sosyoloji -
37.
0ares - (mars) savaş tanrısı. zeus ile hera'nın oğlu. homeros'a göre, son derece katı yürekli, kinci bir tanrıdır. arkadaşları olan deimos 'korku', enyo 'felaket'; phobos 'dehşet'; eris 'kavga' ve ölüm tanrıları kerler ile ares'in yanından hiç ayrılmazdı. yunanlılar ares'i pek sevmezlerdi ve bu nedenle onun tapınağına rastlamak imkansızdır. romalılara göre ise mars üstün, soylu bir görünüşü olan hiç yenilmeyen bir tanrıydı. kuşlardan akbaba, hayvanlardan köpek ares'e aitti.
savaş tanrısı ares zeus’la hera’nın oğludur. homeros’un bildirdiğine göre zeus da hera da ondan nefret ederlermiş. kana doymayan ahlaksız biri olarak tanıtlanır, bu yüzden hiçbir site onu özel olarak yüceltmek istememiştir. yunanlılar onun trakya’dan gelmiş olduğuna inanırlardı. -
38.
0fiziksel antropoloji : i̇nsanoğlunun fiziksel gelişimini, evrimini inceler. yani, insanın biyolojik gelişmesinin tarihi ile ilgilidir. i̇nsanın insan olabilmek için geçirdiği aşamaları ele alır. çeşitli insanların fiziksel özelliklerini inceler. i̇nsan ırklarını, insanın doğuşundan modern hale gelinceye değin geçirdiği biyo - fizyolojik değişiklik ve aşamaları, ırk karışımlarını ele alır. irkların karşılaştırılması ve ırk ilişkileri belli başlı konularıdır. i̇nsanların hayvanlarla farklılıkları, iskelet ve kaslarında karşılaştırılması da diğer konulardır. (tezcan, 1996:1) fiziki antropoloji insan biolojisinin araştırılmasıdır fakat sadece bioloji konu edinmez. atalarımızdan kalan fosilleri, dünyanın başlangıçtaki nüfusu boyunca çeşitli genlerin dağılımını, gen mirasının mekanizmasını, farklı bölgelerdeki insanların şekil ve renk farklılığını ya da insanların ve yakın akrabalarının davranış şekillerini inceler. fiziki antropologlar tüm bu soruların cevabını ararken, nesnelerin yaşadığı tabii ve sosyal hayatla ilgilerini araştırılar. yani fiziki antropolojinin gerçek çalışma alanı insanların ve onların yakın akrabalarının tabii ve sosyal durumları ya da tabiatları içerisindeki biolojik gelişimi üzerinedir. (hunter; whitten 198
-
39.
0bugünlük bu kadar yeter kimselere vermeyin yarın görüşürüz
-
40.
0paul austerTümünü Göster
paul auster, 3 şubat 1947 yılında queenie auster ve samuel auster’ın oğlu olarak amerika’da dünyaya geldi. annesi queenie yanlış bir evlilik yaptığını fark ettiğinde paul auster’a hamileydi. dolayısıyla eşinden boşanmadı.
çocukluğu south orange ve maplewood banliyölerinde geçen auster üç buçuk yaşındayken, dünyaya gelen kız kardeşi, daha sonraları pgibolojik olarak rahatsızlandı. yazar yıllar sonra kaleme alacağı biyografisi "hand to mouth"’ta o dönem hissettiklerini açıklarken, “kendi evinde sürgün” ifadesini kullanacaktı.
1959’da babası kentin en prestijli semtinde bir ev satın aldı. ailecek buraya yerleşen austerlar, küçük oğullarının edebiyata duyduğu büyük ilgiyi fark ettiler. çünkü paul auster’ın amcası, allen mandelbaum, yetenekli bir çevirmendi ve avrupa seyahatine çıkarken çevirdiği yüzlerce kitabı austerlara bırakmıştı. paul auster bu kitaplar sayesinde edebiyat dünyasıyla tanıştı. henüz bir yeniyetmeyken şiirler yazmaya başladı ve amcasıyla kurduğu yakınlık, yazar olarak gelişmesinde oldukça etkili oldu.
maplewood’ta yüksek okul eğitimini tamamladıktan sonra, birçok avrupa ülkesini gezdi. james joyce’a duyduğu saygı ve hayranlık onu i̇rlanda, dublin’e de zütürdü. avrupa gezisinin ardından amerika’ya dönüp, columbia üniversitesi'ne kaydoldu. 1967’de okul tarafından, eğitimine paris’te devam etmesi için fransa’ya gönderildi. ancak okulun akademik ağırlığı ve programların rutinliğinden sıkıldığı için eğitimini yarıda kesip, üniversiteden ayrıldı. rue clément’te küçük bir otelde yaşamaya başlayan yazar, amerika’daki dekanının isteğiyle columbia üniversitesi’ndeki eğitimine yeniden başladı.
1970 yılında, mezuniyetinin hemen ardından, fransa’ya taşındı. fransız edebiyatının önemli eserlerini i̇ngilizceye çevirerek hayatını kazanan yazar, 1974’te tekrar amerika’ya döndü. aynı yıl 6 ekim’de kendisi gibi yazar olan lydia davis’le evlendi. çift kitap çevirileri yapıyordu ve auster o dönemde aralarında new york review of books, commentary ve harper's gibi birçok ulusal yayın da bulunan gazetelerde edebiyat eleştirmenliği yapmaya başladı. kendi romanlarını, şiirlerini ve denemelerini de yayınlatan yazar, jean-paul sartre, stéphane mallarmé, joseph joubert gibi fransız edebiyatının başarılı isimlerinin eserlerini, yaptığı i̇ngilizce çevirilerle amerika’da bastırdı.
1977’de oğlu daniel auster dünyaya geldi. bu tarihte yürümeyen bir evliliği, küçük bir oğlu, kıt bir geliri olan, maddi ve manevi açıdan tıkanmış yazarın 14 ocak 1979’ta babası öldü. evliliği bitti ve yalnız kaldı. ancak babasından kalan miras sayesinde kendini yazmaya adadı. bu dönemle ilgili mccaffery ve gregory’e yaptığı bir açıklamada: “hayatımda ilk defa, yazmak için ev kirasını ve diğer sorunları düşünmeden bu kadar uzun zaman bulabiliyorum.”demişti.
lydia davis’ten boşandıktan sonra, 1981’de norveçli yazar siri hustvedt’la ikinci evliliğini yaptı. bu evlilikten ikinci çocuğu olan sophie auster dünyaya geldi.
1986’da princeton university’de doçentlik yapmaya başlayan auster, 1990 yılına kadar akademisyenliğe devam etti. yirminci yüzyıl fransız şiiri üzerine önemli bir antoloji yayınlayan yazar, 1982’ de babası samuel auster’ i konu aldığı yaşamöyküsel romanı "yalnızlığın keşfi" adlı ilk kitabını yazdı.
1990 yılında yayınladığı "the music of chance" (şansın müziği) romanı ile, pen/faulkner ödülüne aday olarak gösterildi ve kitap sinema sektöründen birçok insanın ilgisini çekti.
1995’te başrolünde harvey keitel’ın oynadığı “smoke” filminin senaryosunu yazdı. ayrıca ilk yönetmenlik denemesini de bu filmde wayne wang ile birlikte yapan auster, 1995 yılından sonra senarist ve yönetmen olarak bir çok filme imzasını attı.
2006 yılında daha önce günter grass, arthur miller ve mario vargas llosa’a da verilen prince of asturias ödülünün sahibi oldu.
paul auster savaş karşıtı duruşunu one ring zero’nun bestesini yaptığı king george blues’ta gösterdi. george bush’u ve onun savaş politikalarını eleştiren şarkının sözlerini yazan auster, bush’a “baştan ayağa her yerin öyle korkutuyor ki beni / nasıl bu kadar kötü olabiliyorsun?” diye soruyordu.
paul auster ayrıca pen american center’ın başkan yardımcılığını da yapmaktad -
41.
0önemli olan burada kimin yaşadığı değil
önemli olan burada kimin yaşadığı değil
kimin öldüğü
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü
büyük insanların tanınmışları değil
adı sanı duyulmadan ölenleri önemli
ülkelerin tarihleri değil
insanların yaşamları önemli
masallar düşlerdir
yalanlar değil
ve insanlar değiştikçe
gerçeklerde değişir
ve gerçekler durağanlaştığında
işte o zaman insanlar ölecekler
ve
böcek, ateş
ve seller
gerçek olacaklar... -
42.
0sarhoştum. odama doğru yürüdüm. dolunay vardı new orleans'da. bir süre yürüdüm ve yaşlar akmaya başladı. ay ışığında bir gözyaşı seli. sonra kesildi, yaşların yüzümde kuruduklarını hissedebiliyordum, cildim geriliyordu. odama girdiğimde ışığı yakmadım; ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp yatağa bıraktım kendimi. elsie, harikulade zenci fahişem benim. ve uyudum. her şeye sinmiş hüznün içinden uyudum. uyandığımda şimdi sırada hangi kent var, diye geçirdim içimden. hangi iş? kalktım, çoraplarımı ve ayakkabılarımı giyip bir şişe şarap almaya çıktım. iyi görünmüyordu sokaklar, genellikle görünmezler. insanlar ve fareler tarafından planlanmışlardı sanki ve siz onlarda yaşamak ya da ölmek zorundaydınız. ama bir dostumun bir keresinde bana dediği gibi, "sana hiçbir şey vadedilmedi, sözleşmen yok." şarabımı almak için dükkâna girdim.
-
43.
0sen ne getirdin bana çocukluğundan?
şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?
nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
anılarıma düz baktıran
ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım
dantelalı tafta yumuşaklıkla
savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi
hiçlemeye annemi ve uykuyu
öğle sonlarında ürkünç odaların!
diledin mi yanında tümden varolmayı an için
ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?
yok böyle bir şey yok!
sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i_
beni bağışlayan sarsan
aşan bizleri mor birliktelik.. -
44.
0i̇ki (folie a deux) veya daha fazla kişinin aynı sanrı sistemini paylaşmasıdır. karşılıklı bağımlılıktan kaynaklanan, pgibolojik kökenli bir hastalık olduğu düşünülmektedir. genelde asıl hasta olan kişi baskın, diğer kişi pasiftir ve baskın kişinin etkisinde kalır. baskın kişi genelde daha yaşlı, zeki, eğitimli, daha güçlü bir kişilik yapısında sahiptir. sanrılar çoğunlukla bizar değildir, sıklıkla kötülük görme ve hipokondriak içeriklidir. sanrı, intihar ve adam öldürme planlarına neden olabilir.
tipik özellik bu kişiler arasında karmaşık, bağımlı bir ilişki olmasıdır. baskın olma ve boyun eğme sık izlenen bir ilişki tarzıdır. aynı sanrıların aynı anda ortaya çıkması veya sanrıların bazı yönlerinin paylaşılması da olasıdır. kadınlarda daha sıktır. olguların büyük çoğunluğu aynı ailenin içersindedir.
tedavide ilk adım baskın eşi ayırmaktır. kişilerin ayrılması %40 oranında düzelmeye neden olur. ayrıldıkları halde belirtiler düzelmezse antipgibotik tedavi düşünülebilir -
45.
0ölüm orkusu, binlerce yıl evvel “gılgamış” destanına da konu olmuş, arkadaşı enkidu ölünce gılgamış şöyle haykırmıştı: “yüreğim umutsuzluk içinde. ölümden korkuyorum.” i̇ktidarlar, insanlığın bu en derin korkusunu bir hükmetme aracı olarak kullanmaktan çekinmedi hiçbir zaman. din adamları, felsefeciler, sanatçılar ölüm muammasıyla ilgilenerek insanların bu korkuyla başetmesini sağlayacak çareler aradılar. şairler isyan etti ölüme ya da wallace stevens’ın “ölüm güzelliğin anasıdır” dizesinde olduğu gibi yüceltebildi de onu. ama deneyimlenmemiş bir muamma olarak ölüm, her zaman insanın iç dünyasında kol gezdi ve kendini doğrudan ya da gizli bir biçimde hissettirerek, insanların kendi yaşamları ve başkalarıyla kurdukları bağı güçlendirdi ya da zayıflattı her zaman. i̇nsan pgibolojisini eksene koyduğu romanları, pgiboterapi seanslarından derlediği kitapları ve herkesin anlayabileceği dilde yazılmış pgibiyatriyle ilgili teorik çalışmaları bulunan pgibiyatrist dr. irvin yalom bu defa okurlarını ölümle yüzleşmeye çağırıyor. güçlü bir uyanış kabalcı’dan çıkan “güneşe bakmak-ölümle yüzleşmek” adlı kitabını 76 yaşında yazan yazarın ölümle yüzleşmeyi istemesi oldukça anlamlı. ama bu yüzleşme, sözkonusu ölüm olduğu için ister istemez bir gerilimi içinde barındırsa da, hiç kasvetli değil. çünkü yazar, hem kendisinin hem de hastalarının deneyimlerinden ve edebiyat, felsefe gibi çok çeşitli alanlardan yakaladığı ipuçlarının izini sürerek, ölümle doğru bir biçimde yüzleşilirse, insanın yaşam kalitesini artırabileceği ve güçlü bir
-
su bunak silinse sozluk ne kaybeder
-
nobetten selamlar
-
konstant dayı ve ramo
-
ben michael inci sözlüğün arslanı
-
ucan kedi aksam napıyorsun
-
bu sahte mikropcan yazim stilinden
-
biz burda başlık açarken ispanya 6 yaptı
-
bu grubun uyeleriyle
-
pedri çıkmasa on atarlardı
-
ölüsü olan bir günnn
-
uyumayin la amg
-
tehdit edikdigim seye bak amg
-
mikropcan sen kimsin amg
-
sahte mikropcan anayi
-
sözlükte travesti olmaması sorunsalı
-
bende insta twitter hepsine giriyor
-
4 aydır ağır depresif yaşıyorum
-
dedem rabıta yaparken bi tekme koydum
-
ucan kedi yemek öner la
-
youtube ve instaya girilmiyo
-
minik huurlarim benim
-
helix nerede la
-
en iyi yöntem kestirme yöntemi
-
geçenlerde balili bir kıza fitre zekat verdim
-
osmanlıda içki içen 10 padişah
-
6 0 ne amg
-
ucan kedinin osuruk sesi
-
padişahlar neden kardeşlerini boğdurmuş
-
beyler makatıma bir aparat taktıracam
-
5 ay omceki sakalim amg
- / 2