-
26.
0var oluşçulukTümünü Göster
varoluşçuluk (egzistansiyalizm) bireyin deneyimini, ve bu deneyimin tekilliğini ve biricikliğini insan doğasını anlamanın temeli olarak gören bir felsefe akımıdır. varoluşçuluk, insanın varoluşuyla doğal nesnelere özgü varlık türü arasındaki karşıtlığı büyük bir güçle vurgulayan, iradesi ve bilinci olan insanların, irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren bir düşünce okuludur. bu akım insan özgürlüğüne inanır ve insanların davranışlarından sorumlu olduğunu öne sürer.
genel manada varoluşçuluk
varoluşçuluk yirminci yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru fransa’da ortaya çıktı. en önemli temsilcileri martin heidegger, karl jaspers, jean-paul sartre, gabriel marcel ve maurice merleau-ponty olmuştur. felsefi bakımdan temelleri ise bunlardan önce nietzsche ve sören aabye kierkegaard gibi düşünürler tarafından atılmıştır.
varoluşçuluğu belirleyen temel özellik ve tavırlar şöyle sıralanabilir:
1) varoluşçuluk, herşeyden önce varoluşun hep tikel ve bireysel, yani benim ya da senin veya onun varoluşu olduğunu öne sürer. bundan dolayı, o insanı mutlak ya da sonsuz bir tözün tezahürü olarak gören her tür öğretiye, gerçekliğin tin, akıl, zeka, bilinç, i̇de ya da ruh olarak varolduğunu öne süren idealizme karşı çıkar.
2) akım, varoluşun öncelikle bir varlık problemi, varoluşun kendi varlık tarzıyla ilgili bir problem olduğunu dile getirir ve varlığın anldıbına ilişkin bir araştırmaya karşılık gelir. bu çerçeve içinde, her tür bilimci, nesnel ve analitik yaklaşıma şiddetle karşı çıkan varoluşçuluk, özellikle varoluşun zamansal yapısına ilişkin analiz yoluyla, varlığın genel anlamıyla ilgili bir öğreti, belli bir ontoloji üzerinde yoğunlaşır.
3) varoluşçuluğa göre, varlığa ilişkin araştırma, varolanın aralarından bir seçim yapmak durumunda olduğu çeşitli imkanlarla karşı karşıya gelmeyi gerektirir. başka bir deyişle, varoluşçu felsefe, geleneksel felsefenin öne sürdüğü gibi, özün varoluştan önce değil de, varoluşun özden önce geldiğini öne sürer; insanın önce varolduğunu daha sonra kendisini tanımlayıp, özünü yarattığını dile getirir. başka bir deyişle varoluşçuluk, insanın dünyaya fırlatılmış bulunduğunu, dolayısıyla kendisini nasıl oluşturursa öyle olacağını; insanın özünü kendisinin belirleyeceğini; bireysel insan varlığının sabit ya da değişmez, özsel bir doğası bulunmadığını öne sürer. bu bağlamda her tür determinizm ya da zorunlulukçuluğa büyük bir güçle karşı çıkan varoluşçuluk, bireylerin mutlak bir irade özgürlüğüne sahip bulunduğunu, insanın özgürlüğe mahkum olduğunu ve olduğundan tümüyle farklı biri olabileceğini dile getirir.
4) i̇nsana özünü oluşturma şansı veren bu imkanlar, onun şeylerle ve başka insanlarla olan ilişkileri tarafından yaratıldığı için, varoluş her zaman dünyadaki bir varlık olmak veya seçimi sınırlayan ya da koşullayan somut ve tarihsel olarak belirlenmiş bir durumda ortaya çıkmak durumundadır. bu ise, varoluşçuluğun tekbenciliğe ve epistemolojik idealizmle taban tabana zıt bir felsefe akımı olduğu anldıbına gelir.
5) varoluşçuluk, nesneden yola çıkan, varlıkla ilgili nesnel doğrulara ulaşmaya çalışan görüşlere karşı, özneden hareket ve öznel hakikatlerin önemini vurgular. felsefenin, varlık ve tümeller gibi konularla uğraşıp nesnelliği araması yerine, korkuyu, yabancılaşmayı, hiçlik duygusunu, insanlık halini ele alıp, öznelliğe yönelmesi gerektiğini; hakikatin tümüyle öznel olup, hiçbir soyutlamanın bireysel varoluşun gerçekliğini kavrayamayacağını ve ifade edemeyeceğini söyler.
6) varoluşçuluk, özellikle de hümanist ya da ateist boyutu içinde, evrenin akılla anlaşılabilir olan bir gelişme doğrultusu olmayıp, özü itibariyle saçma ve anlamsız olduğunu, evrenin rasyonel bir tarafı bulunmadığını, evrene anlamın insan tarafından verildiğini öne sürer.
7) böyle bir evrende, insanın hazır bulduğu ahlak kuralları olmadığından; varoluşçuluk, ahlaki ilkelerin, kendi eylemleri dışında, başka insanların eylemlerinden de sorumlu olan insan tarafından yaratıldığını savunu -
27.
0kazancaki̇s’i̇n muci̇zesi̇...Tümünü Göster
“gerçeğe efsane diyoruz…
size bir efsane anlatacağım, yaklaşın çocuklarım”.
karanlık bir çağda yaşıyoruz. büyük savaşların, büyük fikirlerin, büyük adamların ve kadınların, büyük aşkların yüzyılını geride bıraktık. artık insanın dünyalar yıkabilecek ve kurabilecek gücüne değil, aldığı kokuyla ya da girişimci ruhuyla diyelim, işlerini yoluna koyabilme, yolunu bulabilme becerisine inanıyoruz. doğum ve ölüm arasında kurulu düzenimiz işliyor; bu düzenin kuruluşunun içinde işe, okula, eve, eyleme, anmaya, yurtiçine yurtdışına gidip geliyoruz. karanlığın sıyrıldığı yerlerde katliamları görüyor, bunları kınayarak karanlığımıza gömülüyoruz. i̇nsan, kendini inkâr ederek ölümlü bir hayvan olarak görünüşe çıkıyor. tarihi yırtan trajik kahramanların çağını geçtik, tamam, ama artık yaşadığımız komedinin gülünesi yanı kalmadı. devrimin hayal olduğunu söyleyen devrimcilerle, takiyyeyle iş gören tüccarlar bir demokrasi ağıdının içinde hemhal olmuş insanın haklarından bahsediyorlar. halbuki insana hak sağlayacak bir insan özü, doğası yoktur; o kendi tekilliği içinde tarihsel olarak kurulur ve tarihini inşa eder.
•••
çağımızın karanlığını görmemiş, ilerlemenin yüzyılının sonunda doğmuş, yıkımın ve devrimlerin yüzyılının ortasında ölmüş nikos kazancakis’in ‘yeniden çarmıha geriliş’ romanı beni bu düşüncelere sürükleyen. 1954’te yazılmış. roman işleyen bir düzenin sunumuyla başlıyor. karanlık çağımızdan farklı değil bu düzen. osmanlı’da bir rum köyü. şişko papazı, sandıkları dolu kadısı, içki ve oğlancıkla gününü gün eden ağası, daha çok kazanma peşinde koşan tüccarı ile kurulu bir düzen. bu düzeni alt üst edecek mucize i̇sa’nın çarmıha geriliş ritüeli için seçilen beş gencin hayatlarının bu ritüel çerçevesinde değişmesiyle gerçekleşiyor. trajedi ise osmanlı’nın saldırısında sahip olduklarını kaybederek mülksüzlükte insanlaşan ve mülk düzenini bozmaya gelen hiçbir şeye sahip olmayanlarla karşılaşıldığında başlıyor. düzenin işbilir bekçisi şişko papaz, kullanılmayan toprakların kendilerine tahsis edilmesini isteyen açların papazına şöyle diyor: “benim boynumda asılı bir sürü ruh var. tanrıya hesap vermek zorunda kalacağım.” açların önderinin karşılığı: “yeryüzündeki tüm ruhlar her insanın boynuna asılıdır, onun için seninkilerle benimkiler arasında ayrım yapma.”
eşi̇tsi̇zli̇k üzeri̇nden kurulan eşi̇tli̇k
eşitsizlik düzeninin savunucusuyla eşitliğin savunucusunun söylemleridir bunlar. çünkü eşitsizlik tam da eşitlik üzerinden kendini kuran şeydir. i̇ki papazın da savunduğu aynı tanrıdır, ihtilaf da bu tanrı üzerinedir. çarmıha gerilecek olan i̇sa burada devreye girer, ‘bolşevik’liğe ilk adımını atmıştır. kitabın başkahramanı manolios özneleşme sürecinin içine girer. havarileri ile birlikte göçebe açların kovuldukları dağda, köylerinin kuruluşuna katılır. eski ilişkilerinin hepsini kesintiye uğratır. evleneceği kadını terk eder, şehvetle arzuladığı dul fahişeyi kardeşlikle onurlandırır ve köyüne ancak bütün köy halkını osmanlı ağasının zulmunden kurtarmak için geri döner.
haki̇kat bi̇lgi̇ni̇n karşisinda
kazancakis, gerek ‘yeniden çarmıha geriliş’te gerekse 1957’de yayımladığı, aziz francis’in hayatını konu aldığı ‘assisili francis’te işleyen düzenin kesintiye uğratılmasını konu alır. bu kesinti hiçbir şeye sahip olmayanların yarattığı özneleşme sürecinin sonucunda gerçekleşir. özneleşme sürecinin başında ise hep bir mucize vardır. mucize, kişiyi toplumsal belirlenimin dışına çıkarır ve tarihi yapan bu mucizenin yarattığı özneleşme biçimleridir.
özneleşme, ölümlü hayvan olmama bir bilgi değil hakikat sorunudur, hakikat ise ancak eylemde ortaya çıkar. açların papazı fotis, okudukları i̇ncil’i anlamayan manolios ve havarilerine: “ben mi size yardım edeceğim, yeryüzünün tüm bilgeleri buraya gelip sizi dinlemeli ki o zavallı yaratıklar hiç olmazsa i̇sa’nın sözlerini anlayabilsinler” der. burada hakikat bilginin karşısına çıkar, hakikat onu delip geçen şeydir. mucize icazet vermekten gelir, peygamberlerin peygamberliklerini teyit etmek maksadıyla tanrı’nın icazetiyle gösterdikleri olağanüstü halleri karşılar. kazancakis’te gerçekleşen mucizeler bu şekilde, aklın kuşatıcılığının dışında var olur, insanların seçimlerinden ziyade onların ‘başına gelir’ler.
•••
i̇lerlemenin yüzyılında mucize sıradanlaşmıştı, insan aklı mucizenin kendisini kuşatır hale geldi. tanrı öldü. artık icazeti veren burjuva aklıydı. ama katı olan her şeyi buharlaştıran bu yüzyıl burjuva aklın kuşatamadığı bir devrim ve onu (ilerlemeci aklı) yıkan bir savaşla sona erdi. 20. yüzyıl lenin’in mucizesi ve büyük savaşla başladı. yeni bir dünya inşa etme fikri ve burjuva aklın dünyaya dayattığı büyük yıkım. kazancakis 1920’lerin başında bir lenin hayranıydı. fakat sovyet mucizesinin hesapçı akıl tarafından kuşatıldığı yıllarda sovyetler tipi sosyalizmden soğudu.
kazancakis’in yapıtı bana seküler bir mucizenin olanaklarını düşündürüyor. yaşadığımız çağın karanlığında burjuva hesapçı aklı, bu karanlığı fırsata dönüştürmenin ilkesidir. parlamenter demokrasi bir sınıflar düzenin gösterge sistemidir. i̇nsan hakları ise ancak hakları olmayanları işaret eder. burjuva akıl bu gösterge sistemi içinde işler.
seküler bir mucize ancak bu aklın kuşatamayacağı olay olarak tasarlanabilir. yani burjuva hesabının dışında kalan, onun işlediği göstergeler sistemini, biçilen kimlikleri, sahip olunan konumları ve payları, bulunulan yerleri delip geçen, bir olay olarak.
jacques ranciere, fikirlerin gücünün yer değiştirebilmelerinden geldiğini belirtiyor. açların papazı fotis de “yeryüzündeki tüm ruhlar her insanın boynuna asılıdır” diyordu. -
28.
0önemli olan burada kimin yaşadığı değil
kimin öldüğü
ne zaman öldüğü değil
nasıl öldüğü
büyük insanların tanınmışları değil
adı sanı duyulmadan ölenleri önemli
ülkelerin tarihleri değil
insanların yaşamları önemli
masallar düşlerdir
yalanlar değil
ve insanlar değiştikçe
gerçeklerde değişir
ve gerçekler durağanlaştığında
işte o zaman insanlar ölecekler
ve
böcek, ateş
ve seller
gerçek olacaklar... -
29.
0hayatını tekrar tekrar aynı hayatı yaşıcakmışsın gibi yaşa, istemediğin bi durumla karşı karşıya kalmışsan ve buna boyun eğiyorsan, diğer hayatlarında da aynı şeye boyun eğceğini düşünerek, sen en güzeli boyun eğme, bu böyle gitmez; bi şeyi çokmu istiyosun, ama buna cesaret edemiyomusun, diğer hayatlarında da bu şeyi çok isteyip hiç bi zaman cesaret etmediğin için ulaşmıycaksın, o yüsden sen en güzeli aş kendini, yap yapmak istediğini ki sonunda en mutlu şekilde yaşayabileceğin bi kısır döngü oluşturabilmiş ol.
-
30.
0yoldaşlar arar yaratıcı ve hasat arkadaşları: çünkü ona göre herşey olgun hasat için. ama yüz orağı yok onun: bu yüzden yolar başakları öfkeli öfkeli. yoldaşlar arar yaratıcı, oraklarını bilemesini bilen yoldaşlar. yıkıcılar denecek onlara, iyi ile kötüyü hor görenler denecek. hasatçılar ve şenlik edenler onlar halbuki. kendi gibi yaratıcılar arıyor zerdüşt, hasat arkadaşları ve şenlik arkadaşları arıyor: sürülerle, çobanlarla, cesetlerle işi ne zerdüştün! ve sen benim ilk yoldaşım,
hoşçakal! ağacının kovuğuna güzelce gömdüm seni, güzelce sakladım seni kurtlardan. ama veda ediyorum şimdi sana, zira vakit erişti. bir seherle öbür seher arası yeni bir gerçek ayan oldu bana. -
31.
0am züt meme
seviye yerlerde bin -
32.
0░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░▓▓░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░▓▓░░░░░░░░░░░▓▓░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░Tümünü Göster
░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░
░▓▓▓▓▓▓▓░░░▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓▓░░░░░░▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓░░░▓▓░░▓▓▓▓▓▓░░░▓▓░░▓▓▓▓░░░░░░▓▓▓▓░░▓▓░░░░░░░░░░▓▓░░░▓▓▓▓▓▓▓░░░▓▓▓▓▓▓░░
░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░▓▓░▓▓░░░▓▓░░▓▓░░▓▓░▓▓░░░░▓▓░▓▓░░▓▓░░▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓░░▓▓░░▓▓░▓▓░░░░▓▓░▓▓░░░▓▓░░░░░░░░▓▓░░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░░░▓▓░
░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░░░▓▓░░░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░░░▓▓░
░▓▓▓▓▓▓▓░░░▓▓▓▓▓▓░░▓▓░░░▓▓░▓▓░░▓▓░░▓▓░░░▓▓▓▓░░░▓▓░░▓▓▓▓▓▓░░░▓▓░░▓▓▓▓▓▓░░░▓▓░░▓▓░░░▓▓▓▓░░░▓▓░░░░░▓▓░░░░▓▓░░░░░▓▓▓▓▓▓▓▓▓░░▓▓▓▓▓▓░░
░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░▓▓░░░░▓▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░▓▓░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓▓▓▓░░░
░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░▓▓░░░░░▓▓▓░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░▓▓░░░░░░░▓▓▓▓░░░░░░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░
░▓▓▓▓▓▓▓░░░▓▓▓▓▓▓░░▓▓░░░░░░▓▓░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░░░░▓▓░░▓▓░░░░▓▓░░░░▓▓░░░░░░░░▓▓░░░░░░░░▓▓░░░░░▓▓░░▓▓░░░▓▓░
░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░ -
33.
0ölümTümünü Göster
mademki ölümün ününe geçilemez, ne zaman gelirse gelsin. sokrates'e: otuz zalimler seni ölüme mahkum ettiler, dedikleri zaman: doğa da onları! demiş.
bütün dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne budalalık! nasıl doğuşumuz bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz d e her şeyin ölümü olacak. öyle ise, yüz yıl daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz yıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik; bu hayata da eski şeklimizden soyunarak girdik.
başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılamaz. bir anda olup biten bir şey için bu kadar zaman korku çekmek akıl karı mıdır? ölüm uzun ömürle kısa ömür arasındaki ayrımı kaldırır çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu kısası yoktur. aristo, hypanis ırmağının suları üstünde bir tek gün yaşayan küçük hayvanlar bulunduğunu söyler. bu hayvanlardan, sabahın saat sekizinde ölen genç, akşamın beşinde ölen yaşlı ölmüş sayılır. bu kadarcık bir ömrün bahtlısını, bahtsızını hesaplamak hangimize gülünç gelmez? ama, sonsuzluğun yanında, dağların, ırmakların, yıldızların, ağaçların, hatta bazı hayvanların ömrü yanında bizim hayatımızın uzunu, kısası da o kadar gülünçtür... doğa bunu böyle istiyor. bize diyor ki: «bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. ölümden hayata geçerken duymadığımız kaygıyı, hayattan ölüme geçerken de duymayın. ölümünüz varlık düzeninin, dünya hayatının koşullarından biridir.
inter se mortales mutua viviunt
et quasi oursores vitae lampada tradunt. (lucretius)
i̇nsanlar yaşatarak yaşar birbirini
ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi.
hayat bir işinize yaramadıysa, boşu boşuna geçtiyse, onu yitirmekten ne korkuyorsunuz? daha yaşayıp da ne yapacaksınız?
sizin hatırınız için evrenin bu güzel düzenini değiştirecek değilim ya? ölmek, yaratılışınızın koşuludur ölüm sizin mayanızdadır: ondan kaçmak, kendi kendinizden kaçmaktır. sizin bu tadını çıkardığınız varlıkta hayat kadar ölümün de yeri vardır. dünyaya geldiğiniz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarsınız.
prima, quae vkam dedit, hora carpsit. (seneka)
bize verdiği hayatı kemirmeye başlar ilk saatimiz.
nascentes morimur, finisque ab origine pendet. (manllius)
doğumla ölüm başlar son günümüz ilkinin sonucudur:
yaşadığımız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır. ömrünüzün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. hayatın içinde iken ölümün de içindesiniz; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsunuz. ya da şöyle diyelim, isterseniz: hayattan sonra ölümdesiniz; ama hayatta iken ölmektesiniz. ölümün, ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır.
hayattan edeceğiniz karı ettiyseniz, doya doya yaşadıysanız, güle güle gidin.
cur non ut plenus vitae conviva recedis?
cur amplius addere quaeris
rursum quod pereat male, et ingratum occidat omne. (lucretius)
niçin hayat sofrasında, karnı doymuş bir çağrılı gibi kalkıp gidemiyorsun?
niçin günlerine, yine sefalet içinde yaşanacak; yine boşuna geçip gidecek başka günler katmak istiyorsun?
hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür: ona iyiliği, kötülüğü katan sizsiniz.
bir gün yaşadıysanız, her şeyi görmüş sayılırsınız. bir gün bütün günlerin eşidir. başka bir gündüz, başka bir gece yok ki. atalarınızın gördüğü, torunlarınızın göreceği hep bu güneş, bu ay, bu yıldızlar, bu düzendir.
non alium videre patres:
aliumve nepotes aspicient. (lucretius)
babalarınız başka türlüsünü görmedi.
torunlarınız başka türlüsünü görmeyecek.
benim komedyam, bütün perdeleri ve sahneleriyle, nihayet bir yılda oynanır, biter. dört mevsiminin nasıl geçtiğine bir bakarsanız, dünyanın çocukluğunu, gençliğini, olgunluğunu ve yaşlılığını onlarda görürsünüz. dünyanın oyunu bu kadardır. mevsimler bitti mi, yeniden başlamaktan başka bir marifet gösteremez. bu hep böyle gelmiş, böyle gidecek.
versamur ibidem atque insumus usque. (lucretius)
i̇nsan kendini saran çemberin içinde döner durur.
atque in se sua per vestigia volvitur annus. (virgilius)
yıl hep kendi izleri üstünde dolanır.
dünyayı size bırakıp gidenler gibi, siz de başkalarına bırakıp gidin. hep eşit oluşunuz benim adaletimin esasıdır. herkesin bağlı olduğu koşullara bağlı olmaktan kim yerinebilir? hem sonra, ne kadar yaşarsanız yaşayın, ölümde geçireceğiniz zamanı değiştiremezsiniz: ölümden ötesi hep birdir. beşikte iken ölseydiniz, o korktuğunuz mezarın içinde yine o kadar zaman kalacaktınız.
licet, quod vis vivendo vincere secla,
mors aeterna tamen nihlominus illa manebit. (lucretius)
kaç yüzyıl yaşarsanız yaşayın,
ölüm yine sonsuz olacaktır.
zaten ben sizi öyle bir hale koyacağım ki, artık hiçbir acı duymayacaksınız.
in vera nescis nullum fore morto alium te.
qui possit vivus tibi te i;agere peremptum, stansque jacentem. (lucretius)
bilmiyor musunuz ki; öldükten sonra başka bir benliğiniz sağ kalıp sizin ölümünüze yanmayacak, ölünüzün başucunda durup ağlamayacak?
bu doymadığınız hayatı artık aramaz olacaksınız:
nec sibi enim quisquam tum se vitamque requirit.
nec desiderium nostri nos afficit ullum. (lucretius)
o zaman ne hayatı ararız; ne de kendimizi;
varlığımızdan hiçbir şeye özlemimiz kalmaz.
hiçten daha az bir şey olsaydı, ölüm hiçten daha az korkulacak bir şeydir denebilirdi:
mufto mortem minus ad nos esse putandum
si minus esse potest quam quod nihil esse videmus. (lucretius)
ölüm size ne sağken kötülük eder, ne ölüyken; sağken etmez, çünkü hayattasınız; ölüyken etmez, çünkü hayatta değilsiniz.
hiç kimse yaşamından önce ölmüş sayılmaz; çünkü sizden arta kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir: ondan da bir şey yitirmiş olmuyorsunuz.
respice enim quam nil ad nos ante acta vetutas
temporis aeterni fuerit. (lucretius)
bizden önce geçmiş zamanları düşün
bizim için onlar yokmuş gibidir.
hayatınız nerede biterse, orada tamam olmuştur. hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır: öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. şunu anlamakta geç kalmayın: doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, sizin gücünüze bağlıdır. her gün gittiğiniz yere hiçbir gün varmayacağınızı mı sanıyorsunuz? avunabilmek için eş dost istiyorsanız, herkes de sizin gittiğiniz yere gitmiyor mu?
omnia te vita perfuncta sequentur. (lucretius)
ömrün bitince, her şey de seninle yok olacak.
herkes aynı akışın içinde sürüklenmiyor mu? sizinle birlikte yaşlanmayan bir şey var mı? sizin öldüğünüz anda binlerce insan, binlerce hayvan, binlerce başka varlık daha ölmüyor mu?
madem geri dönemezsiniz, niçin kaçınıyorsunuz? birçok insanların ölmekle, dertlerinden kurtulduğunu görmüşsünüzdür ama kimsenin ölmekle daha kötü olduğunu gördünüz mü? kendi görmediğiniz, başkasından da duymadığınız bir şeye kötü demek ne büyük saflık! niçin benden ve kaderken yakınıyorsunuz? size kötülük mü ediyorum ben? siz mi beni yöneteceksiniz, ben mi sizi? öldüğünüz zaman yaşınızı doldurmamış da olsanız, hayatınızı doldurmuş oluyorsunuz. i̇nsanın küçüğü de büyüğü gibi bir insandır. i̇nsanların ne kendileri ne de hayatları arşınla ölçülemez. khiron, babası saturnus'tan, zaman ve süre tanrısından, ölümsüzlüğün koşullarını öğrenince ölümsüz olmak istememiş. sonsuz bir hayatın ne çekilmez olacağını bir düşünün.
ölüm olmasaydı sizi ondan yoksun ettim diye bana lanet edecektiniz. hayatınıza, mahsus biraz acılık kattım; ne hayattan ne de ölümden kaçmaksızın benim istediğim bir ölçüyle yaşayabilmeniz için hayata ve ölüme tatlı ile acı arasında bir kıvam verdim.
i̇lk bilgeniz olan thales'e, yaşamakla ölmenin bir olduğunu öğrettim. birisi ona: madem yaşamak boş niçin ölmüyorsun? diye sormuş, o da: i̇kisi bir de onun için, diye cevap vermiş.
su, hava, toprak, ateş ve benim bu yapımın diğer bütün öğeleri hem yaşamanıza hem ölmenize yol açarlar. son gününüzden niçin bu kadar korkuyorsunuz? o gün, sizi öldürmede öteki günlerinizden daha fazla bir iş görmüyor ki! yorgunluğu yapan son adım değildir son adımda yorgunluk yalnızca ortaya çıkar. bütün günler ölüme gider son gün varır.»
i̇şte doğa anamızın bize verdiği güzel öğütler... çok kez düşünmüşümdür: acaba niçin savaşlarda kendi ölümümüz de, başkalarının ölümü de bize evlerimizdeki ölümden çok daha az korkunç gelir? öyle olmasaydı ordu hekimlerle, ağlayıp sızlayanlarla dolardı. acaba niçin ölüm her yerde aynı olduğu halde köylüler ve yoksul insanlar ona çok daha metin bir ruhla katlanırlar? ben öyle sanıyorum ki bizi korkutan ölümden çok bizim, cenaze alaylarıyla, asık suratlarla ölüme verdiğimiz korkunç durumdur... çocuklar sevdiklerini bile maske takmış görünce, korkarlar. biz de öyle. i̇nsanların ve her şeyin yüzünden maskeyi çıkarıp atm -
34.
0intihar kaçış değil, reddediştir…
• ask; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. boşuna bir çaba çünkü insan kendi bilincine mahkumdur…
• en büyük günah pişmanlıktır…
• varlığında, varlığın var olmasının söz konusu olduğu bir varlık olarak var olan bir varlığım…
• nesnelerin bir ters yüzü vardı, insan aklını kaçırdığı zaman bunu görürdü…
• benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir. ( nobel ödülünü reddederken )
• birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. güç ister, yürek ister, körlük ister... hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu...
• en bayağı bir olayın serüven haline girmesi için onu anlatmaya koyulmamız gerekir ve yeter. i̇nsanları aldatan da bu zaten. kişioğlu hikâyecilikten kurtulamaz, kendi hikâyeleri ve başkalarının hikâyeleri arasında yaşar. başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. hayatını sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır.
• düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil hiç düşünememiş olmaktı -
35.
0ayagındaki bu dikeni çıkarmadıkça gözün görmez. nasıl dönüp dolasabilirsin?
ne sasılacak sey, cihana sıgmayan âdemoglu, gizlice bir dikenin basında dolasıp durmakta!
mustafa bir hemdem elde etmek için geldi; “kellimînî yâ humeyrâ” dedi.
“ey humeyrâ! nalı atese koyda bu dag, lâl haline gelsin” buyurdu.
humeyrâ kelimesi, müennestir, can da müennsi semâidir. araplar cana müennes demislerdir.
1975. fakat canın müenneslikten pervası yok. çünkü, ruhun ne erkekle bir alakası var, ne kadınla!
müzekkerden de yükselir, müennesten de. bu, kurudan yastan meydana gelen ruh (-u hayvanî) degildir ki.
bu can, ekmekten kuvvetlenen, yahut kâh söyle, kâh böyle bir hale gelen can degildir.
bu ruh hosluk verir, hostur, hoslugun ta kendisidir. ey maksadına erismek için vesilelere bas vuran! hos
olmayan, insanı hos bir hale getiremez.
sen sekerden tatlı bir hale gelsen bile o tat bazen senden gidiverir, bu mümkündür.
1980. fakat fazla vefakârlık sebebiyle tamamen seker olursan buna imkân yoktur. nasıl olurda sekerden tat
ayrılır, imkânı var mı?
ey hos arkadas! âsık, halis ve sâf sarabı, kendisinden bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda artık akıl
kaybolur, (bu sırra akıl ermez).
aklı cüzi sırra sahip gibi görünürse de hakikatte askı inkâr eder.
zekidir bilir; fakat yok olmamıstır. melek bile yok olmadıkça seytandır.
aklı cüzi sözde ve iste bizim dostumuzdur. ama hal bahsine gelirsen orada bir hiçten, bir yoktan ibarettir -
36.
0tanrı beni ilk başta sana kul yaptı, sonra
keyfine el koymayı kurmamı yasak etti.
ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara;
kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
her mihnete sabreder, her azara baş eğer,
i̇ncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün;
hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine:
canın neyi isterse varsın o keyif sürsün,
kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
i̇yi kötü demeden, suçlamadan keyfin -
37.
0Kırgızistan
Kırgızistan Cumhuriyeti
Кыргыз Республикасы
Kırgız Respublikası
Кыргызская Республика
Kyrgyzskaya Respublika
Marş: Kırgızistan'ın Milli Marşı -
38.
0anacığım,
bundan önceki mektubunu da almış hemen cevap vermiştim. her halde eline ulaşmıştır. sáre teyzeme, dediğin gibi mektup yazdım, içine nimet teyzeme yazdığım mektubu da koydum. her halde kendisine gönderir.
ayşe’nin beni görmeğe gelmek istemesi pek hoşuma gitti. kızcağızın aklında fikrinde böyle bir şey yoktu her halde, sen yalvarıp yakarmışsındır. her ne hal ise, kızcağızı durup dururken rahatsız ettiğimi düşünmekle beraber onu görmekten memnun da olacağım. ah, anacığım ‘gelecek bayrdıbını evinde yaparsın inşallah’ diyorsun. hiç sanmıyorum. çünkü, bir kere, daha bayramlarca bayram buralarda kalacağımı biliyorum. sonra, evim barkım mı var ki, çalacak kapım mı var ki. günün birinde, belki beş on yıl sonra, sakat ve göçmüş burdan çıksam bile meskenim bekár odaları olacak. ne diye bunları sana yazıyorum? alışasın diye, hayale kapılmıyasın diye. beni, bir kere ölmüş farzetsen, bunu kabul etsen, acısına bir kere katlanmış olursun ve her acı gibi bu da geçer, sonra alışırsın. acılara ancak hapiste alışılmıyor, hapiste insan hiçbir şeyi unutamıyor, halbuki dışardaki insanlar için unutulmıyacak, alışılmayacak acı yoktur.
bütün bunları sana, hakikati olduğu gibi görmen, hayallere kapılıp boşu boşuna üzülmemen için yazıyorum. farzet ki, ben öldüm. beni bir ölüyü düşünür gibi düşün, daha rahat edersin, daha az üzülürsün. senin daha az üzüldüğünü bilmek de benim için bir bahtiyarlık olur.
i̇şte böyle anacığım. ellerinden öperim, nimet teyzemin gönderdiği parayı aldım. dedim ya, kendisine sáre teyze eliyle mektup da yolladım. bir kere daha ellerinden öperim -
39.
0"geleceği görüyorum. i̇şte orada, sokakta. şimdiden daha silikçe. daha ne bekliyor gerçekleşmek için sanki? gelecek, bu ihtiyar kadına daha fazla ne sağlayabilir ki? i̇htiyar kadın topallayarak uzaklaşıyor. aniden duruyor. başörtüsünden sarkan aklaşmış bir tutam saçı yana doğru itiyor. yeniden yürümeye koyuluyor. demin oradaydı, simdi ise burada... hiç anlayamıyorum içinde bulunduğum durumu: hareketlerini gerçekten görebiliyor muyum, yoksa onları tahmin mi ediyorum? şimdiyi gelecekten hiç ayırt etmiyorum artık. çünkü, sürüp gidiyor bu, yavaş da olsa gerçekleşiyor; ihtiyar, koskocaman erkek ayakkabılarını sürüye sürüye ilerliyor issiz sokakta. budur iste zaman, hem de çırılçıplak zaman, yavaşça varoluyor. kendini beklettirir ve geldiğinde de tiksinti verir. çünkü, zaten, uzun süredir onunla birlikte bulunulduğunun farkına varılır. i̇htiyar, sokağın kösesine yaklaşıyor. ufacık kara bir kumaş yığınından başka bir şey değildir artık o. evet, doğru, bu, yeni bir şey. demin orada değildi. ama bu, insanı şaşırtmayan tatsız ve silik bir yenilik. sokağın kösesini dönmek üzere ihtiyar kadın, dönüyor iste... bitmek bilmeyen bir süreden beri.
pencereden söküp atıyorum kendimi. sallana sallana odada başlıyorum dolaşmaya; birdenbire aynaya yapışıp kalıyorum, kendime söyle bir bakıyorum, tiksiniyorum kendimden: hala bitmez tükenmez bir süre daha. sonunda, bu görüntümden kurtulup yatağın üzerine yığılıyorum. tavana bakıyorum, bir uyuyabilsem.
sakinlik, sessizlik…… -
40.
0hamlet'te, babası öldükten sonra annesiyle evlenen amcasının aslında babasının katili olduğunu öğrenen danimarka prensi hamlet derin bir acıya kapılarak öç almaya karar verirse de, bunu bir türlü gerçekleştiremez.
shakespeare trajedilerinin en korkuncu, ama belki de en önemlisidir. hamlet'in oyun boyunca tek arzusu babasının öcünü almaktır. sürekli planlar yapar fakat kendi iç çekişmesinden dolayı buna bir türlü ulaşamaz. bu plan uğruna eline geçen fırsatları da değerlendiremez. hamlet in babsının katili olan kral claudius onu öldürmek istediğini anlar ve o da hamlet i ülkeden i̇ngiltere'ye göndermeye karar verir. öcünü almak için tekrar dönen hamlet e, kendi canını tehlikede hisseden claudius, laertesle bir olup hamlet i öldürmeye karar verir oyunun sonunda hamlet, claudius, gertrude, laertes ölür. -
41.
0othello venedik'te yaşayan mağripli zeki bir askerdir. mağripli, desdemona adında, olağanüstü bir güzelliğe sahip olan bir kadınla evlenir. oyun, othello'nun kıbrıs'a, osmanlı ile yapılacak olan şavaşta görev almaya gitmesiyle şekillenmeye başlar. othello'nun, emir eri olan iago adındaki hırslı ve mevki düşkünü asker tarafından kandırılmasıyla karısı desdemona'yı boğarak öldürmesi ve ardından iago'nun tüm sinsi planlarının ortaya çıkmasıyla sonuçlanır.
-
42.
0shakespeare yaşdıbının sonlarına doğru kötülük ve acıyı içerdikleri için tam olarak birer komedi sayılmayan, ama ölümle değil de bağışlama ve mutlu sonla bittikleri için trajedi de sayılmayan birkaç oyun yazdı. bu oyunlardan biri olan kış masalı'nda, leontes adlı bir kral hiçbir neden yokken karısı hermione'yi kıskanır, karısıyla tüm ilişkisini keser ve bebek yaşındaki perdita adlı kızının yabani hayvanlara yem olsun diye ıssız bir yere bırakılmasını emreder. perditayı bir çoban kurtarır ve büyütür. sonunda kız, babasına geri döner. kralın uzun yıllar boyunca pişmanlıkla andığı ve öldü diye yas tuttuğu hermione de geri döner, böylece sonunda geçmişin hataları bağışlanır.
fırtına'da ise olay, düklüğü elinden alınan prospero'nun yönetimindeki bir adada geçer. büyü gücüne sahip prospero, hava perisi ariel'i ve yarı insan yarı canavar caliban'ı yönetmektedir. yıllar önce hileyle düklüğü ele geçiren prospero'nun kardeşi antonio, adanın yakınında bir deniz kazası geçirir. prospero büyü gücüyle kendisine haksızlık edenleri cezalandırır. ama daha sonra onları bağışlar ve kızı miranda'nın antonio'nun oğlu prens ferdinand ile evlenmesine izin verir. oyun prospero'nun büyülü değneğini kırması, büyü kitabını denize atması ve tüm grubun düşmanlıkları geride bırakıp büyüyle onarılmış gemiyle i̇talya'ya yelken açmasıyla sona erer.
eserlerinin bir çoğu türkçe’ye çevrilerek, ülkemizde de sergilenmiş, bazıları da sinema filmi olarak çekilmişti -
43.
0shakespeare konuların i̇ngiliz tarihindeki olaylardan alan birkaç oyun da yazdı. bunlardan ilki, rakiplerine ve düşmanlarına acımasız davranan kötü ruhlu ve kambur kral iii. richard'ı anlatan iii. richard`dır. kurbanları arasında londra kulesi'nde öldürülen iki genç prens de vardır. yaşdıbını yitirdiği bosworth field çarpışmasından bir gece önce prenslerin ve öteki kurbanlarının hayaletleri uykusunda richard'a görünür.
tarihsel oyunlarından bazıları bir dizi oluşturur: ii. richard'ın trajedisi, henry iv’ün iki bölümü ile henry v. the tragedy of richard i'ı da güçsüz kral tahtından vazgeçerek tacını iv. henry adını alan henry bolingbroke'a bırakır. öbür iki oyunda, yeni kralın yönetimi sırasında sorunlar ve ayaklanmalar baş gösterir; bu sırada kralın öz oğlu prens hal avare ve savurgan bir yaşam sürer. ama babasının ölümüyle tahta geçerek v. henry adını alan prens halin döneminde düzen yeniden kurulur. v. henry'nin orduları fransa'da büyük zafer kazanır. henry'nin fransız prensesiyle evlenmesi her iki ülkeye de barış getirir.
shakespeare'in, konularını eski yunan ve roma tarihinden alan oyunlarından en ünlüsü ise julius caesar`dır. bu oyunda dürüst ve erdemli bir kişiliği olan brutus, jül sezar'ın kendisini roma imparatoru ilan etmesini önlemek amacıyla, arkadaşlarıyla birlik olup çok sevdiği jül sezar'ı özgürlük adına öldürür. ama bunun cumhuriyetin yok olmasını önleyememesi üzerine de kendi canına kıyar -
44.
0parktaki bir bankta oturmuştuk seninle
yüzünde bir garip endişe
aramızda duru bir ilişki başlayabilir demiştim
ikimze ait
gelecekten bahsetmiştim sürekli
onlarda bulamayacağını beni
ben ki demiştim önemli değilim
başka banklarda da oturdum ve oturacağım
başkalarıyla, ama sen ezip geçme bizi-
biz diye birşey yok dedin
sandığımız şeyler var
bir iki film karesi belki
macera olmadan tadı yok dedin bir de
biraz kan akmalı ve ortalık karışmalı-
sadece benim olduğun
benim sana dokunduğum
ilgilendiğin herşeyle ilgilendiğim
bir tek seni bildiğim
bir tek sana güvendiğim
bir tek aşk yok mu?
bu banktan kalkmadığın sürece var
ve sen herkes gibi kalkıp gideceksin buradan
hayatla oynamayı seviyorsun her genç aşık gibi
onların da elinde bir tat olucaksın
ve başka bankta oturacağız bir gün
bu muhtemelen kuğulu park olacak
ve demiştim diyeceksin-
onlarda seni bulamadım
onlarda bende seni
herkes gibi harcadım cebimdekileri
bölüştürdüm herkese
kırık dökük ne varsa yanıma aldım
paramparça ettim onların da hayatlarını
ve dönüp geldim
seni bir yara iziyle büyüledim sandım
meğerse sevişirken gülümseyen yüzüm imiş
sana ayna olamadığım için üzgünüm.
kaç kişi sana ayna olamadı?
sana yüzünü gösteremedi mi hiç kimse?
sana bu cezayı mı uygun görmüşler?
nice sevdiğin yüzü duvar
nice tanımazsın kendini
körlüğün senden bilme, bak
bu bankta, sana ait olanı geri veriyorum
eğer centilmensen aşk sana kördür
çok uzun zaman sonra
soğuk bir duşla sana geri dönebilir
bu tıpkı kanada'lı bir kadına aşık olmak gibidir
ya da isveç'li bir kadına akdeniz erkeğini sunmak gibidir
aşkı yaratanlar bilir;
aşk, cesaretin en zor ve en tehlikeli şeklidir
cesaret, aşkın en çaresiz, takdire şayan ve asil çeşididir.
sen benden almadığını bana geri veremezsin
bende senden bende kalanı
bir artığız sadece bu bahar;
bir bahar artığı,
parktaki bahar artıkları. -
45.
0sen ne getirdin bana çocukluğundan?
şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı?
üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı
benim eskil saatlerimde?
geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri,
deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları?
titreyerek uçurulan köpükten balonlar,
anlık aşkın tasarımlar mı?
nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun
anılarıma düz baktıran
ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım
dantelalı tafta yumuşaklıkla
savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi
hiçlemeye annemi ve uykuyu
öğle sonlarında ürkünç odaların!
diledin mi yanında tümden varolmayı an için
ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına
beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca?
yok böyle bir şey yok!
sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş,
sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık,
sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin
şimd'i_
beni bağışlayan sarsan
aşan bizleri mor birliktelik..
-
helix mod oluyor
-
yav amg sirtlancanlar yoksa
-
yav bu nasi bişi amg
-
yav amg 35 yaşında adama
-
ışıklar içinde uyu burom benim
-
detonecan allahın aslanı
-
ucan kedi hastaya bakiyor su an
-
mekanda karilara descartesten camusdan bahsedersin
-
piyo kimin anasina sovdun laga luga yapma
-
kozdesucugun biraktigi boslugu kim doldurdu
-
mikropcann alfalığı
-
rabbim kimseyi mahkemelik etmesin
-
helix emmim benim
-
islak kopek yavrusu gibi
-
psipsi pgibopat
-
caylak aciklamasina ne yazdin
-
bana dava acagını soylıyenlerın lıstesı
-
dunden beri aklima geldikce
-
ucan kedi laik huu
-
bruce willis rick harrison a ne kadar çok benziyor
-
işten geldikten sonra yemek yapmak
-
agayi kayrayi gavat est u yi mader u uruspi
-
nist
-
helix damlar birazdan
-
axento maksento toşak helix bunlar kim amg
-
kaptan sirk sus la
-
babam denen oeavladını bıçaklıcam
-
güldürmeyen
-
ölüm mangası amg
-
batuhan abiniz geri geldi
- / 2