1. 201.
    0
    reserved
    ···
  2. 202.
    0
    annem üstümü örtü babam anneminkini örttü herkes mışıl mışıl uyudu sabah oldu günaydın dedik birbirimize
    ···
  3. 203.
    0
    +hede hede?
    -höde hede...

    (burda sandalyeden düşerken nutella kavanozunun, oturacağım yere yakın olduğunu farkedim ve dumur deryalarına yelken açıp mavi ekran verdim)
    ···
  4. 204.
    0
    @4 işte mal oğlu mal lan senin ananın zütünu gibip havluyu ıslatıp fantezi niyetine kalçalarını kizarta kayıpta vurayim amk yırtık kondom
    çocuğu
    ···
  5. 205.
    +1
    geçen gün yolda giderken bir arkadaşımız sendeledi.

    bizim ufak minik efecan espiriyi patlattı!

    hamileysen yandın ablaaa!

    ahahahaha öldük gülmekten!!! iftarımız şenlendi!

    (bkz: mantık hatası yapan ekşili)
    ···
  6. 206.
    +2
    unutulmaz film replikleri hede hödö

    -but suddenly i viddied that thinking was for the gloopy ones and that the oomny ones used like inspiration and what bog sends.
    well now, it was lovely music that came to my aid. there was a window open with the stereo on and i viddied right at once what to do.

    ve sonra barney'in muhteşem cevabı ve ayarı
    -you fool no man can kill me
    i am no man
    ···
  7. 207.
    0
    burası istanbul ayazma, burda 3100 konutluk yeni bi yaşam merkezi kuruyoruz,bu yüzde 87'si yeşil alan olacak, içinde golf sahası bile olacak,hep hayal ederdim 10. kattaki evin bahçesi olur mu,yaptım olacak, çünkü bu ülkede herkes havuzlu güzel kaliteli bi evde oturmayı hak ediyor, burada havuzlar olacak bi tanesi tam 130 metre kare, burda meydan var mağazalar var herşey var burda bi yaşam var, burası enerjisini kendi üretecek elektriğiniz yüzde 20 daha ucuz olacak,bu yeni projemizde 10 bin lira peşinat veren herkes ev sahibi olacak, inşaata başladık bile
    ···
  8. 208.
    0
    yga(yoldan geçen adam)
    ben(ben)

    ben:ananı gibiyim!
    yga:ha?

    ve hızla uzaklaşılır...
    ···
  9. 209.
    0
    kk(kankito kişisi)
    ben(ben)

    ben:galiba amım kalktı
    kk:!!!

    biz yerlerde asfdfdf...
    ···
  10. 210.
    0
    eski sevgili: es
    ben: b

    es: nasılsın ?
    b: ... (sesizilk)
    es: ?
    ···
  11. 211.
    0
    yaptım olmayacaksa da olmaz zorla mı
    ···
  12. 212.
    +1
    "dumur deryalarına yelken açtık" geçen bir entry daha okursam hepinizi giberim amcıklar
    ···
  13. 213.
    0
    "dumur deryalarına yelken açtık" geçen bir entry daha okursam hepinizi giberim amcıklar
    ···
  14. 214.
    0
    tüm ekşicilerin dıbına koyayım
    ···
  15. 215.
    0
    ccc nutella ccc
    ···
  16. 216.
    +1
    filme evdeki sandalyeyi zütürdüm.
    sinemada bi güzel düştüm sewehe
    akabinde güvenlik görevlisi sandalyeyi zütüme soktu
    an itibariyle oradan ayrılmak zorunda kaldım
    ···
  17. 217.
    0
    sözlük olmasa iş yerinde zaman nasıl geçer kim bilir*
    ···
  18. 218.
    0
    Pc başında osbir çekiyordum. Anahtar sesi duydum. giblemedim. "Ben geldim" dedi. giblemedim. odamın kapısı açıldı.
    - (hayretler içinde) oğlum! ne yapıyorsun?
    - (sarsılırcasına, irkilircesine, utanmış gibi) baba eee.. şey...
    - bi zütlük yer aç bakim...

    en fazla bu kadar ekşici olabiliyorum. galiba beceremiyorum da lan. adamlar değişik. çocuklar duymasın senaryosu gibiler mına koyim.
    ···
  19. 219.
    0
    + gibtin mi
    - gibtim
    + nasıl gibtin
    - acı gibtim
    - sen gibtin mi
    + gibtim
    - nasıl gibtin
    + çok bağırdı kaltak zevkten
    - helal , ibretlik gibiş
    + saol bin
    ···
  20. 220.
    +1
    mekgiba’da i̇nka tapınaklarına çıkmak isteyen avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. tabii avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar.

    saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyor ve sonunda tepenin üstündeki görkemli i̇nka tapınaklarına geliyorlar.

    arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor; “hiç anlayamadım, niye yolun ortasına oturup saatlerce yok yere bekledik? “

    yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. oturup ruhlarımızın bize yetismesini bekledik... ”

    niye içimiz de hep bir ekgiblik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor i̇nkalar’ın yaşlı torunu.

    çünkü bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kaldı, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. çocuğunu kaybeden annelerin çılgınlığında bir sağa bir sola saldırıyoruz hepimiz, ama bir farkla, biz neyi aradığımızı bile bilmiyoruz... herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. sanıyoruz ki cok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız.

    hadi maddeciliği bir kenara bırakalım; niye herkes aşktan şikayetçi? çevremiz de kaç kişinin aşk hayatı iyi gidiyor? eminim parmakla sayılacak kadar azdır. ve eminim hic kimse yanlışın nerede olduğunu da bulamıyordur. ben ten uyuşması kadar ruh uyuşmasının önemine inanırım. hatta insanların eş ruhlarının olduğuna bile inanırım. ama ruhları olmayan bedenler birbirleriyle ne kadar uyuşabilir ki?

    evet, önce göz görür fakat ancak ruh sever. ayrıca ruhumuz olmadan eş ruhumuzu bulmak gibi bir şansımız olmadığına da eminim... i̇şte bu yüzden icimiz de sürekli bir ekgiblik duygusuyla yaşıyoruz hepimiz. i̇şte bu yüzden sürekli duvarlara çarpıp, çarpıp kendimizi kanatıyoruz ve işte bu yüzden mutluluğu bir türlü yakalayamıyoruz... gerçekte hiz çağında yaşıyoruz. her şey o kadar hızlı geçiyor ki, ne işe , ne arkadaşlarımıza, ne ailemize, ne çocuğumuza, ne kendimize yeterince vaktimiz kalmıyor. akrep ve yelkovanla yarış halindeyiz. bu yüzden bütün ilişkiler yarım yamalak, bütün sevgiler bölük pörçük. sevmeye bile vaktimiz yok bizim. oysa teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyoruz. ne çamaşır yıkıyoruz ne de bulaşık, çayımızı kahvemizi makineler yapıyor. i̇şlerimizi bir telefon, bir faksla hallediyoruz. uçaklar bizi iki saat içinde dünyanın bir ucuna taşıyor. hatta artık gitmeye bile gerek yok, internetle dünya elimizin altında. ama yine de vaktimiz yok işte!

    bence doğanın kara bir laneti bu. biz ondan uzaklaştıkça, o da bizden bütün zamanları çalıyor. milan kundera “yavaşlık” adlı kitabında; ”yavaşlık hep aldatır, hızlılık ise unutturur” diyor.

    telefon hızlılık mesela, konusulanları, söylenenleri unutturur. mektupsa yavaşlık, hep vardır ve hep hatırlatır. ben kendi adıma her zaman yavaşlıktan yanayım. mesela uçaklardan hiç hoşlanmam, yeni bir şehre, yeni bir iklime hazırlanmaya, hatta hayal kurmaya bile vakit bırakmıyor bana ”küt” diye başka bir hayatın içine giriveriyorum. ve en kötüsü de dönüşler, daha ayrılığın hüznünü bile yaşamadan i̇stanbul’da olmak sahiden de cok tatsız. tabii ki ruhumun beni terk edip oralarda kalması da cok normal. oysa trenler karanlık geceyi yırtan keskin düdüğü, uykuda olanlara yolculuk düşleri gösteren kara trenler... dağları bölen, nehirlerle yarışan, köprülerden geçen, agaçları selamlayan, cocuklara el sallayan, güne bakanlara göz süzen, geçmişin hüznünü, geleceğin umudunu yaşatan, yolcularına yepyeni dostluklar hazırlayan kara trenler var bir de.

    uçak değil, tren olmak istiyorum. böylece ruhum benden hiç ayrılmaz. evet freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık. aceleye ne gerek var?

    hayat yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. i̇yi ya da kötü hızlı ya da yavaş...
    her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, basarı da. ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğum
    Tümünü Göster
    ···