0
doktor diyor ki; "hastanın iç kanaması var", sen diyorsun ki "dışarıdan bakınca gayet yakışıklı".
mühendis diyor ki "bu bina çökmek üzere", sen diyorsun ki; "ama balkonu püfür püfür, gayet güzel esiyor."
bilim adamı diyor ki; "küresel ısınma etkisini gösteriyor" sen diyorsun ki "olsun, zaten kazak bana yakışmıyor"
çiftçi diyor ki; bu yıl domates yok", sen diyorsun ki; "ama çayla nasıl da güzel gider"
fazıl say diyor ki; "piyano do minör'den başlıyor, sezen, do diyez minör'den girip, si minörü arıyor" sen diyorsun ki "ama o minik serçe, sözleriyle bana hitap ediyor"
tamam, boğaz'da rakı balık yaparken istanbul'a karşı "ahh istanbul istanbul olalı görmedi böyle keder" diye haykırmanın yaşattığı yoğun hissi anlıyorum, sezen aksu senin 'yaşanmışlığına' temas eyliyor olabilir, o da tamam. ama sırf kederine fon müziği oluyor diye, sırf sence güzel söz yazıyor diye bir şarkıcı teknik olarak kusursuz olmuyor işte. müzik öyle bir şey çünkü; bir şarkının 3 saniyesi senin hayatında öyle bir yaraya dokunur ki, o şarkı senin için dünyanın bütün şarkılarından daha güzel olur bir anda. ona hiç itiraz yok. ama o gazla "bu şarkı müzik tarihinde çığır açtı, bu şarkıcı hiç detone değil, yeni bir akım yarattı, türk müziğinin 1 numarası oldu" demeye başlarsan bir anda işin rengi değişir, senin de öyle.
zaten bizim bütün değerlendirmelerimizde, bütün beğenilerimizde dünyanın bizim çevremizde dönüyor olduğu inancı hakim. bir filmden, kitaptan, şarkıdan "tam benlik yaa", "tam beni anlatmış", "tam da düşündüklerimi yazmış", "benim duygularıma hitap ediyor" "ben sevmiyorum" "ben çok sevdim ama bilemiyorum" diye bahsediyoruz. bütün yorumlar hep ben ben ben içerikli. e tamam da, seni mi sorduk filmi mi? sen kimsin ki filmi sana ne hissettirdiği üzerinden değerlendireyim? sanatla da sınırlı değil bu, kendinden bahsedemediği, "ben şunu yaptım", "ben şuraya gittim", "ben çocukken şöyleydim", "ben şunu istiyorum" diyemediği ortamda rahat edemiyor insanımız. bir yorumu duygularını konudan soyutlayarak yapamıyor. dışarıdan bakamıyor hiç. ortada bir şey varsa hemen kendini bulayacak ona, üzerine yansımasını anlatacak. laf atılırsa ölümüne savunacak, övülürse kendi yapmış gibi gururlanacak.
tamam, bu da müziğin bir işlevi ve müzik pgibolojisinin doğrudan alanına giriyor. ama müziğin bu yönü ne kadar öznelse, teknik boyutu da o kadar nesnel. bir şarkıcı detone ya da surtone olduysa olmuştur, olmadıysa da olmamıştır. teknik altyapısı ya vardır ya yoktur. bir piyanist yanlış nota bastıysa, yanlış gam kullandıysa, yanlış metronomda çalıyorsa, konu kapanmıştır. bu kadar açık ve net. ama ne hikmetse fazıl say'ın yaptığı tamamen teknik bir yorum, yurdumun tahsilsiz mozartları tarafından tepkiyle karşılanıyor. abi hepiniz mi absürd kulaksınız, hepiniz mi fazıl say'ı teknik açıdan sınayabilecek seviyedesiniz? madem öyle, neredesiniz konservatuarların yetenek sınavında? türkiye'deki avrupaya kıyasla tırt sayılabilecek konservatuarlardan herhangi biri, bir bölüme senede 15 öğrenci alıyorsa 2sini ayırıyor, 13ünü mecburiyetten alıyor. madem herkes özel yetenek, girsenize abi sınavlara, şoke edin jüri üyelerini, bu kadar mütevazı olmayın.
örneğin; lise'den başladın müzik eğitimine, güzel sanatlar fakültesine gittin, solfej öğrendin, kitap okur gibi nota okuyorsun, armoni bilgin var, bir kaç enstürman çalıyorsun, geldin, özel yetenek sınavlarından birine girdin, diyelim ki onu da geçtin, 4-5 yıl müziğin bir alanında uzmanlaşıyorsun, 500er 1000er sayfalık kitaplar, incelemeler eriyip gidiyor, sabah akşam, aylar yıllar boyunca 1001 farklı müzik türü dinliyorsun, çalıyorsun, sonra okulun bitiyor, mezun oluyorsun. yani fazıl say konserine gittiğinde adamın ne çaldığını, neyi nasıl yorumladığını biraz anlayabilir hale geldin. e bunca emek, bunca yetenek seni fazıl say'ı yeni yeni anlar hale getiriyorsa, bırak da fazıl say'ın müzik hakkında dilediğince konuşmaya hakkı olsun di mi? fazıl say için egosu yüksek diyorlar bir de. dünya çapında bir piyanist tamamen müzik hakkında, tamamen teknik bir saptama yapıyor, 1 tl'lik kulaklığınla mp3 kalitesinde müzik dinleyen sen adamı tek kalemde harcıyorsun, fakat yine de senin değil onun egosu yüksek çıkıyor. hmm.
işin bu teknik boyutuna hakim olmak başlı başlına ayrı mevzu, senin benim için olanaksız hatta. detayına ineceksen bir ömrü adamak yetmez belki, onu geç. ama müziğe o vizyonla bakabilmek için çok da uçmaya gerek yok, şunu görmek yeterli; bu insanlar bir albüm kaydetmek için yüzbinlerce dolar harcıyorlar, bir mikrofon için 10binlerce pound veriliyor, kayıtlar özel basınçsız odalarda yapılıyor. hadi uçuk albümleri geçtim, türkiye'de, iyi bir stüdyo'da sıradan bir şarkının mix'i ortalama 2000 dolarlara yapılıyor. bir albümün sadece mix'inin tamamlanması bir ay sürebiliyor. boşuna dememiş bu röportajda fazıl say; pop müziğin yüzde 10'u şarkıcıysa yüzde 90'ı arkadakilerdir diye. michael jackson'lara, madonna'lara, hatta pop müziğe gitmeye bile gerek yok. herkesin bildiği bir örnek olsun, şebnem ferah'tan bugün'ü açıp dinle. önce şebnem ferah'ın stüdyo'ya geldiği, şarkıyı akustik gitarla dümdüz çalıp söylediğini hayal et, sonra altyapıları dinle, iskender paydaş'ın şarkıya kattıklarına bak. sonra karar ver; şarkı şebnem ferah'ın mı, iskender paydaş'ın mı? ama geçtim tamamıyla hakim olabilmeyi kaydedilen her şeyi duyabilmen, kimin ne çaldığını, bestenin, düzenleme ve aranjmanların detaylarını anlaman için bile elinde ciddi bir ses sistemi bulundurmak, odana göre konumlandırıp kurdurmak zorundasın. o fazıl say'ın avrupa'da konser verdiği mekanların akustik tasarımlarını araştır netten. çok zor değil. adamların işi gücü mü yok ki her santimetreyi tek tek hesaplayıp, sesin hızını, açısını, dönüşünü, yayılmasını ölçüp ona göre düzenlemeler yapıyorlar sence?
şimdi ben bunları anlatıyorum diye gidip 1000er dolarlık iki hoparlör, ses yalıtım malzemeleri, oda akustiği düzenlemeleri filan çözüp de bana fatura etmeyin sakın, çok seri kayıplara karışırım. iki seçenek var; ya müziğe ve bu tartışmaların içeriğine ilgi duyup azıcık araştırır, az biraz harcama yapıp bu işten hakiki keyif alırsın, ya da "zaten müzik benim hayatımın odak noktası değil, açar hoşuma gideni dinler, bitince kapar işime bakarım, benim bakış açım budur" dersin ve kimse tek söz söyleyemez. ama hem laptop hoparlörüyle kayıt kalitesinin yüzde 10'unu belki elde edeceksin, neredeyse yarısını duymayacaksın, hem de yattığın yerden fazıl say'ı yerden yere vuracaksın. onu da bi geçicen işte.
he yarın öbür gün olacakları da söyleyeyim ben; sezen aksu, ya da onun adına birileri çıkıp "detoneysem de detoneyim, hissettiğim gibi söylüyorum, fazıl say işine baksın" gibilerinden bir şeyler diyecek, fazıl say önceden de dediği gibi "sezen aksu hissederek söylüyor olabilir ama eğer konu müzikse, konu müziktir. benim duruşum, ekolüm, müziğe bakış açım gereği detone olan şarkıcıdan duygulanamıyorum" diyecek. konu kapanacak. yani onlar için kapanacak. buralarda daha çok konuşulur. bir kere genç patlıcanseverler rahatsız.
Tümünü Göster