-
1.
-1
-
2.
-1bu ayrılık başımı döndürüyor.
-
3.
-1kavuşmayı özletti bize bu kahpe dünya
-
4.
-1insan en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.
-
5.
-1Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.
Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.
Hey sen, bunu okuyan !
Hiç çekip gitmek istemedin mi arkana bakmadan ?
Hiç mi yalnız kalmak istemedin uzun bir süre boyunca ?
Ya peşinden koştuğun hayallerin zora girdiğinde ?
O zaman da mı çekip gitmek istemedin ?
Her insan biraz yalnızdır.
Hangimiz değiliz ki ? Yalnızlık allah'a mahsus...
Elinden bir şey gelmemenin acısını iniş takımları olmayan melekler bilir. Bir arabanın farlarına kilitlenip kalmış sincaplar bilir. Suyun dibine ağır ağır çöken taşlar bilir. Matkapla göğsünün ortasına açılmış bir pencere düşün. Perdeyi aralayıp kendi yarandan bakıyorsun dünyaya. Eskisi gibi acımıyor ve de asıl bu acıtıyor. -
6.
-1Geçen gün bir şeyin farkına vardım. Galiba ben mutlu olmak için çabalamıyorum. Koskoca bir lise hayatıma baktım da geçen gün, 4 sene boyunca kalorifer yanı, cam kenarında pinekleyen bir öğrenciydim. Bir büyük bir de küçük sandalyem vardı. Sayısal ağırlıklı daha doğrusu dinlemem gereken derslerde büyük sandalyeye otururdum ki tahtayı rahat görebileyim. Hoş bi zaman sonra onu da yapmamaya başladım ya neyse.Tümünü Göster
Kış...
En sevdiğim mevsimdir.
Tabi lisedeyken öyleydi bakalım bu sene nasıl geçecek *
Küçük sandalyemde otururken sınıfımdaki insanlara bakardım. Geneli test kitaplarını yalayıp yutarken ben ya kitap okurdum ya da saçma sapan konuları araştırırdım sıra altından telefonumda. Biz de ders çalıştık elbet ama çok sıkıldık be gülüm...
Sol omzumu kalorifere dayadığım zaman hayat çok güzel gelirdi. Tenefüste kar topu savaşı yaptığımız için genelde ellerim kan çanağına dönerdi.
Eldiven kullanmayı hiç sevemedim...
Çocukluktan gelen bi alışkanlık olsa gerek.
Ellerimi kalorifere koyduğumda kanın akışını hissetmek bile o mevsimi sevmek için yetiyordu.
Hiç değilse bu anasını avradını sattımın karanlık dünyasında bir nebze de olsa etraf bembeyaz oluyordu.
Sokaklarda insanların yürüyüşü bile değişiyordu. Ben buna doğanın kanunu diyorum. Herkes hangi mevsimdeyse o mevsime adapte olacak kardeşim. Yok öyle elini kolunu sallaya sallaya yürümek. Kayar düşersin bırak yürümeyi 1 ay yataktan kalkamazsın * Her neyse ne diyordum, Mutluluk...
Çabalamak lazımmış bunu elde etmek için onu anladım. Hiç tanımadığım bir insana mesaj atmıştım 4-5 ay önce. Sonradan en iyi dostum gibi bir şey oldu ama benim hiç dostum olmadı.
Ben genelde "arkadaş" edindim. Kaan olmadan yaşayamam diyen hiçbiri çıkmadı henüz karşıma *
Allah çıkarmasın mı diyeyim, erkenden mi versin diyeyim, bilemedim...
Zor iş, bir insana karşı sorumluluk sahibi olmak.
ilk başta tam olarak hissedemediğimiz kırılma anları var. Zamanla harap edici duygulara dönüşüyorlar. Yaralanmanın sıcaklığıyla ilk anda hissedilmeyen kurşunlar gibi. Böyle durumlarda biraz zaman her şeyi daha da beter ediyor. Bizi yere seren büyük sorunlar olmuyor hiçbir zaman. Bizi yere seren evdeki şekerin bitmesi oluyor, kaybolmuş bir kitap oluyor, kesilen elektrik oluyor. ikimiz de yere serilmiştik o gece. Öyle bir kafaydı işte.
Şimdi tepelerden aşağı bakıyorum. Kara yılanlar gibi kıvrılıp giden asfalt yollara. Kayaların arasında, balkondan sarkan çocuklar gibi boşluğa uzanan ağaçlara. Sanki köklerinden kurtulup havaya karışmak istiyorlar.
Bazen yine oturuyorum aynı yerde. O geceki tadı yok tabii. Kelimelerin gelip benimle konuşmasını bekliyorum. Onlar da gelmiyorlar. Bazen bir iki fısıltı duyuyorum, o kadar.
"Aslında o kadar da önemli biri olmadığımızı anladığımızda neden üzülüyoruz ki?diye sormuştu o gece.Bunun temel bir aydınlanma anı olması gerekmez mi? Hepimizi önemli insanlar olduğumuza inandırdılar. Sonra da çekip gittiler. ''
Sonra da gitmişti. Evet. Önemsiz insanlar olduğumuzu hatırlamaya yeniden ihtiyacımız var.
Ah be amirim...
Artık bitirmeliyim...
Amcama soruyorlar ya,
"Beyefendi, sizce mutluluğun formulü nedir ?"
Amca durur mu ?
Yapıştırır cevabı; "Ne mutluluğu ?"
Ha unutmadan geleneği bozmak olmaz.
Gecenin şarkısı : "Pilli bebek - Delilik"... -
7.
-1eski mandalinalarTümünü Göster
Bilgisayarın başından kalkıp odamın içindeki boğuk havayı bir nebze de olsa solumamak için balkona çıkmaya karar verdim. Vestiyerde asılı montumu giyip balkonun kapısına doğru yöneldiğim anda masanın üzerinde duran mandalinalar dikkatimi çekti...
Tahminime göre alınalı 8 saat olmamıştı bile... Hemen bir tane kapıp kapşonu kafama geçirdikten sonra dışarının o buz gibi havasını çektim içime. Hastalık bu dönemde bizim gibi öğrenciler için lüx bi zorluk. Sonuçta amaçlarımız ve hedeflerimiz doğrultusunda kimi asalaklar "günlük 10 saat" dese de biz de birer biyolojik canlı olduğumuz için 3-5 saat arası ders çalışmak için hayatta kalmam lazım...
Mandalinalar diyordum... Balkon demirlerinin 90 derece yaptığı köşeye konmuş soğan kutusunu gördüm. içinde bi kaç soğan vardı ki hiç sevmem hemen mandalinayı kutunun içine soymaya başladım. O kadar kolay soyuluyordu ki sanki kabuğunu dışarıdan birisi kaplamışta bunu soyan insan evladı bu eylemi yapmaktan zevk alsın diye düşünmüş. Soydukça soğuk ve bulutsuz gökyüzününün sessizliğini mandalinanın o inanılmaz kokusu bozdu. Bir anda o mandalinayı yemeyi o kadar çok arzuladım ki, sanırım 1 saniye içerisinde ağzıma attım...
---ALINTI---
insanlar, tarıma başladığından beri yetiştirdikleri bitki ve hayvanlara istedikleri özellikleri kazandırmaya çalışıyorlar."Yetiştirmek",yapay bitkilerin özelliklerine müdahele ederek onları daha verimli hale sokmak olarak tanımlanıyor.Bir canlıdaki genetik özellikleri kopyalanarak, bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıya "Genetiği Değiştirilmiş Organizma (GDO)"deniyor.
---ALINTI---
Sanki mandalina değilde üzerine birkaç damla portakal suyu damlatılmış bir poşeti dişliyorum gibi bir his kapladı içimi. Düşündüm ve dedim ki, "organik tarım diye diye milletin anasını ***"
Yine küçük bi anın mutluluğunu yaşamaya çalışırken mutsuz oldum. Galiba bu konuda uzmanlaştım artık.
"Mutlu olmaya yakın anlarda mutsuzluğun yardımına koşan süper kahraman"
Çok uzun oldu bu lakap ama bunu ileride belki daha kısa bi hale getirebilirim.
Her neyse, bugün de mutsuz uyuyacağım allaha çok şükür.
Ya şarkılar da olmasaydı ?
Ya sen olmasaydın ?
" Gecenin Şarkısı : Pinhani - Ya sen olmasaydın ? #akustikhane " -
8.
-1behzat ç izlemeyi özledim aq.
- 9.
-
10.
-1iyi geceler sayın dinleyenler, tabi böyle bir şey mümkünse
-
11.
0anasını gibeym bu kahpelerin. yarı yolda bırakıp gidenlerin. elveda demeye zaman bile bırakmayanların
-
12.
0akşamın bu saatinde sinirimi bozan bütün huur çocukları ölsün.
-
13.
0birazdan westteki diamond hesabıma girip aram oynayacağım. trolleyeceğim çünkü deşarj olmak istiyorum. bir yandan şendiliiiiiirrrrrrrrrrrrrr dinliyorum.
-
14.
0oysa ki hiç de sevmezdim he.
-
15.
0geçen gün de aklıma çocukluğum geldi şöyle bişey yazıdm. (şey ayrı)Tümünü Göster
-
Çocuk ve ergenlik çağları arasındaki insan. Genellikle konuşma ve yürüme kabiliyetleri kazanıldıktan sonra çocukluğun başladığı; cinsel gelişimin başladığı ergenlik dönemi ile birlikte çocukluk döneminin bittiği kabul edilir. Ama bu tanımlamalar görecelidir ve kesin sınırları yoktur. Birleşmiş Milletler'in raporlarında 0-18 yaş arasındaki insanlar çocuk kabul edilirler. Bunun haricinde çocuk kelimesi sıklıkla evlat anlamında da kullanılır.
Evet yukarıda gördüğünüz "Çocukluk" kelimesinin wikipedia abimiz tarafından yapılan tanımı.
Bana göre çocukluk hiçbir gelecek kaygısı yaşamadan "carpediem" duygusuyla hareket ettiğimiz genelde yaptığımız yanlışların bizlere çok fazla zarar vermediği (bkz: anne terliği hariç), kazancımızı babamızdan aldığımız max 50 kuruşla (zamanında büyük paraydı, hor görmeyin.) geçindiğimiz ve daima mutlu olduğumuz dönemlerdi. Soran, sorgulayan, öğrenen ve inatçı bir yapım vardı. Bir şeyi öğrenmek istiyorsam onu mutlaka öğrenirdim ve bunu başarana kadar asla vazgeçmezdim. (bkz: flütle hababam sınıfı melodisi çalmak)
Annem bir tekel çalışanı olduğu için genellikle günlerimi "kreş" denen mekanda geçirirdim. 1 Hafta sabahları, diğer hafta akşamları giderdim. Sabah 6.30'da kalkmak şuan imkansızdı belki ama zamanında kalkıyordum beybilibililer... Hiç değilse 1 saatlik öğlen uykusu hariç hiç uyuma seansları yoktu. Akşam vardiyaları ise...
Öğlen'in 3.30'unda bir arabaya binip Tokat sınırlarını geçtik galiba diyip vardığımız nacizane fabrikamıza vardığımızda akşam 6'ya kadar deyim yerindeyse yan gelip yatıyorduk. Resim çizmek olsun, lego'dan tokat kalesi yapmaya çalışmak olsun, yaşıt kızların saçlarını çekip peşlerinden koşturmaya kadar çeşitli aktiviteler yaptıktan sonra 6-10 nöbetimiz başlardı. Uykum yok desem de nafile... Uzun bahçe'nin korkutucu genişliği eşliğinde "öcü" diye tabir edilen varlıkların varlığı ile tehdit edilerek uyumaya zorlanıyorduk. Bakıyorum da o zamandan bu yana üzerimizden baskı hiç kalkmadı, hiç özgür olamadık...
Akşam annem'in tütün kokan elbisesine sarılıp kokusunu içime çekmek ise şu hayatta vazgeçemeyeceğim yegane şeylerden biriydi... (Tabii yanında getirdiğii zamanın en güzel keki (bkz: Peki) ve dimes meyve suyu (neyli olduğu farketmez. Çilekli peki ile şeftali iyi gidiyordu) onlardan da asla vazgeçemedim.) Sonrasında evimize gidip sanki gün boyu hiç uyumamış gibi uyumaya giderdik. Tabii 6-10 nöbetinde uyuduğumuz uykunun da vermiş olduğu enerji ile sabah 6 dediği vakit yatağımda gözlerimi açardım...
ilk işim hemen yatağımdan kalkıp köşe başımda duran battaniyeme sarılıp yastığımla beraber 78 ekran vestel tv'nin yarı bozuk düğmesine çöküp televizyonu açmak olurdu. Ebeveynlerimin odası televizyon odasına uzak olduğu için duyabileceğim kadar da sesini ayarlardım ki sorun çıkarmasınlar. Evet sevgili okuyanlarım, hayatımın en güzel günleriydi... ilelebet de öyle kalacak.. Tom ve Jerry'nin amansız mücadelesini izlerken sonu geldiği zaman hüzünlenen ancak sonrasında çıkacak Arı Maya için seviniyordum. Arı Maya'nın amansız yaşam öyküsü bittiği vakit benim için "Miiipb Miiipb" vakti geliyordu. Bizim "Road Runner" kaçıyordu, adını 16 yaşında öğrendiğim "coyote" kovalıyordu. Nasıl üzülüyordum bir bilseniz o çakala... Çocukluk işte...
Ispanak günümüz bebeleri tarafından nefret edilen bir bitki, oysa 90 jenerasyonu çocuklar için vazgeçilmez bir yiyecek idi. "Popeye" olarak adlandırılsa da Türkiye'de "Temel Reis" olan o güzel insan, kupkuru dal gibi olan biricik sevdiği "safinaz" için "kabasakal" ile olan mücadelesinde anında teneke kutusundan çıkardığı ıspanağa başvururdu. Kutunun ortasını büyük bir güçle sıkıp havaya fırlattığı bir tutam ıspanağı bir güzel yer ardından kaslarını şişirir kabasakalı bir güzel haklardı. Ah be temel reis, seni de unutmadık...
Keşke diyorum bazen, keşke o günlere dönebilsek...
Hafta sonları erkenden kalkıp, evdekiler uyanana kadar çizgi film izlediğim günleri köpek gibi özlüyorum. Mutluyduk, huzurluyduk...
- -
16.
0ösym'nin de bacısını gibeyim. oyun bittikten sonra kendime bir kahve koyup ders çalışacağım.
- 17.