1. 1.
    +3 -1
    ÇOCUK kızaDER
    MERABA
    KIZDA
    DER
    MERABA
    SONRA COCUK DER CIKTIN
    VARMI KIZDER YOK
    COCUK
    DER SABA BiŞi DiEBiLiRMi KIZDer buyur sENidıNLIyoM COCUK
    DER
    SENDEN
    HOŞLANIYORUM KIZ
    DER NErDEnBiLim Benı
    sevDINI COCuk der aşım sana
    Kızder ben aşık deilim sonra cocun GÖZYAŞLARI
    AAKKAARR
    COCUKDER TAMAM benden sana i muTLULUKLAR SOnraCOCUK DIRDERKEN
    KIZDA COCUN BOynuna sarılıp Mutluluna kavuşmuştur i aşklar
    ···
  2. 2.
    +2
    Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
    Küçük bir sahil kasabasına,
    Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...

    Hayatından memnun olan yok.
    Kiminle konuşsam aynı şey...
    Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

    Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
    Bir kendisi.
    Bu yeter zaten.
    Herşeyi, herkesi zütürdün demektir.
    Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
    Ama olmuyor.

    Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
    Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.

    Böyle gidiyoruz işte.
    Bir yanımız "kalk gidelim",
    öbür yanımız "otur" diyor.

    "Otur" diyen kazanıyor.
    O yan kalabalık zira...
    iş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
    Güvende olma duygusu...
    En kötüsü alışkanlık.
    Alışkanlığın verdiği rahatlık,
    Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
    Kalıyoruz...
    Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.

    Evlenmeler...
    Bir çocuk daha doğurmalar...
    Borçlara girmeler...
    işi büyütmeler...
    Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.

    Misal ben...
    Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
    Değil bu şehirden gitmek,
    iki sokak öteye taşınamıyorum.
    Alıp zütürsem gelmez ki...
    Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
    Herkes onu, o herkesi seviyor.
    Hangi birimizle gitsin?

    "Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır;
    Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
    Kendi imalatımız küfeler.

    Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
    Ölüm var zira.
    Ölüme inat tutunmak lazım,
    inadına kök salmak lazım.

    Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
    Var tabii yapanlar, ama az.
    Sadece kaymak tabakası.
    Hepimiz kaçabilsek...
    Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
    Gün içinde mesela...
    Küçücük gitmeler yapabilsek.

    Ne mümkün.
    Sabah 9, akşam 18
    Sonra başka mecburiyetler
    Sıkışıp kaldık.
    Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
    Bu kadar ağır olmamalı.

    Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
    Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
    Ne saçma...
    Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
    Galiba.

    Ben her bahar aşık olmam ama
    Her bahar gitmek isterim.
    Gittiğim olmadı hiç,
    Ama olsun... istemek de güzel.

    Can Yücel
    ···
  3. 3.
    +2
    Lavinia

    Sana gitme demeyeceğim.
    Üşüyorsun ceketimi al.
    Günün en güzel saatleri bunlar.
    Yanımda kal.

    Sana gitme demeyeceğim.
    Gene de sen bilirsin.
    Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
    incinirsin.

    Sana gitme demeyeceğim,
    Ama gitme, Lavinia.
    Adını gizleyeceğim
    Sen de bilme, Lavinia.
    ···
  4. 4.
    +1
    gün doğdu hep uyandık
    siperlere dayandık
    bağımsızlık uğruna da
    al kanlara boyandık

    yolumuz devrim yolu
    gelin kardaşlar gelin
    yurdumuza yanki doldu
    vurun kardaşlar vurun

    işçi-köylü hep hazırız
    faşist düzene karşı
    halk savaşı vereceğiz
    emperyalizme karşı.

    grup yorum
    ···
  5. 5.
    +1
    Seher vakti habersizce girdi gara ekspres
    kar içindeydi
    ben paltomun yakasını kaldırmış perondaydım
    peronda benden başka da kimseler yoktu
    durdu önümde yataklı vagonun pencerelerinden biri
    perdesi aralıktı
    genç bir kadın uyuyordu alacakaranlıkta alt ranzada
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    kırmızı dolgun dudaklarıysa şımarık ve somurtkandı
    üst ranzada uyuyanı göremedim
    habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
    bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
    baktım arkasından
    üst ranzada ben uyuyorum
    Varşova'da Biristol Oteli'nde
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu
    oysa karyolam tahtaydı dardı
    genç bir kadın uyuyor başka bir karyolada
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    ak boynu uzundu yuvarlaktı
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
    oysa karyolası tahtaydı dardı
    vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığımız yoktu
    oysa karyolalar tahtaydı dardı
    iniyorum merdivenleri dördüncü kattan
    asansör bozulmuş yine
    aynaların içinde iniyorum merdivenleri
    belki yirmi yaşımdayım belki yüz yaşımdayım
    vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyorduk gece yarılarına
    üçüncü katta bir kapının ötesinde bir kadın gülüyor sağ elimde kederli bir
    gül açıldı ağır ağır
    Kübalı bir balerinle karşılaştım ikinci katta karlı pencerelerde
    taze esmer bir yalaza gibi geçti alnımın üzerinden
    şair Nikolas Gilyen Havana'ya döndü çoktan
    yıllarca Avrupa ve Asya otellerinin hollerinde oturup içtikti yudum
    yudum şehirlerimizin hasretini
    iki şey var ancak ölümle unutulur
    anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü
    kapıcı uğurladı beni gocuğu geceye batık
    yürüdüm buz gibi esen yelin ve neonların içinde yürüdüm
    vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
    çıktılar önüme ansızın
    oraları gündüz gibi aydınlıktı ama onları benden başka gören olmadı
    bir mangaydılar
    kısa konçlu çizmeleri pantolonları ceketleri
    kolları kollarında gamalı haç işaretleri
    elleri ellerinde otomatikleri vardı
    omuzları miğferleri vardı ama başları yoktu
    omuzlarıyla miğferlerinin arası boşluktu
    hattâ yakaları boyunları vardı ama başları yoktu
    ölümlerine ağlanmayan askerlerdendiler
    yürüdük
    korktukları hem de hayvanca korktukları belli
    gözlerinden belli diyemem
    başları yok ki gözleri olsun
    korktukları hem de hayvanca korktukları belli
    belli çizmelerinden
    korku belli mi olur çizmelerden
    oluyordu onlarınki
    korkularından ateş etmeğe de başladılar artsız arasız
    bütün yapılara bütün taşıt araçlarına bütün canlılara
    her sese her kıvıltıya ateş ediyorlar
    hattâ Şopen Sokağı'nda mavi balıklı bir afişe ateş ettiler
    ama ne bir sıva parçası düşüyor ne bir cam kırılıyor
    ve kurşun seslerini benden başka duyan yok
    ölüler bir SS mangası da olsa ölüler öldüremez
    ölüler dirilerek öldürür kurt olup elmanın içine girerek
    ama korktukları hem de hayvanca korktukları belli
    bu şehir öldürülmemiş miydi kendileri öldürülmeden önce
    bu şehrin kemikleri birer birer kırılıp derisi yüzülmemiş miydi
    derisinden kitap kabı yapılmamış mıydı yağından sabun saçlarından sicim
    ama işte duruyordu karşılarında gecenin ve buz gibi esen yelin içinde sıcak
    bir fırancala gibi
    vakıt hızla ilerliyordu yaklaşıyordum gece yarılarına
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +1
    Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
    kahraman bir mazurka oynuyorlar tarihleri boyunca
    Belveder yolunda düşündüm Lehlileri
    bana ilk ve belki de son nişanımı bu sarayda verdiler
    tören memuru açtı yaldızlı ak kapıyı
    girdim büyük salona genç bir kadınla
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    ortalıkta da ikimizden başka kimseler yoktu
    bir de akvareller bir de incecik koltuklar kanapeler bebekevlerindeki gibi
    ve sen bundan dolayı
    bir resimdin açık maviyle çizilmiş belki de bir taş bebektin
    belki bir pırıltıydın düşümden damlamış sol mememin üstüne
    uyuyordun alacakaranlıkta alt ranzada
    ak boynun uzundu yuvarlaktı
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığın yoktu
    ve işte Kırakof şehrinde Kapris Barı
    vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
    ayrılık masanın üstündeydi kahve bardağınla limonatamın arasında
    onu oraya sen koydun
    bir taş kuyunun dibindeki suydu
    bakıyorum eğilip
    bir koca kişi gülümsüyor bir buluta belli belirsiz
    sesleniyorum
    seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
    ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
    gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
    kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
    cıgaranın ucunda senin
    ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
    ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
    aklından geçenlerdeydi ayrılık
    benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
    ayrılık rahatlığındaydı senin
    senin güvenindeydi bana
    büyük korkundaydı ayrılık
    birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
    oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
    ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
    ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi diyemem
    tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama kendisi vardı
    vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
    yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
    vakıt hızla akıyordu geriye doğru
    ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
    ardımızdan koşuyordu önümüze
    Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dola-
    şıyor
    bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını
    ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynu-
    yor Katolik öğrencilerle
    vakıt hızla ilerliyor gece yarılarına yaklaşıyoruz
    vuruyor bulutlara kızıltısı Nova Huta'nın
    orda köylerden gelen genç işçiler madenle birlikte
    ruhlarını da alev alev döküyor yeni kalıplara
    ve ruhların dökümü madenin dökümünden bin kere zordur
    Meryem Ana kilisesinde çan kulesinde saat başlarını çalan borozan gece
    yarısını çaldı
    Ortaçağdan gelen çığlığı yükseldi
    şehre yaklaşan düşmanı verdi haber
    ve sustu gırtlağına saplanan okla ansızın
    borazan iç rahatlığıyla öldü
    ve ben yaklaşan düşmanı görüp de haber veremeden öldürülmenin acısını
    düşündüm
    vakıt hızla ilerliyor gece yarıları ışıklarını yeni söndürmüş bir vapur
    iskelesi gibi arkada kaldı
    seher vaktı habersizce girdi gara ekspres
    yağmurlar içindeydi Pırağ
    bir gölün dibinde gümüş kakma bir sandıktı
    kapağını açtım
    içinde genç bir kadın uyuyor camdan kuşların arasında
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
    kapadım kapağı yükledim sandığı yük vagonuna
    habersizce usulcacık çıktı gardan ekspres
    baktım arkasından kollarım iki yanıma sarkık
    yağmurlar içindeydi Pırağ
    sen yoksun
    uyuyorsun alacakaranlıkta alt ranzada
    üst ranza bomboş
    sen yoksun
    yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
    içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
    söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
    yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
    sokaklar bomboş
    bütün pencerelerde perdeler inik
    tıramvaylar bomboş geçiyor
    biletçileri vatmanları bile yok
    kahveler bomboş
    lokantalar barlar da öyle
    vitrinler bomboş
    ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
    ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
    ne bir karanfil
    şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yalnızlıkta on kat
    artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için Lejyonerler Köprü-
    sü'nden martılara ekmek atıyor
    gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
    her lokmayı
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    -1
    senin yaptığın atar hayatıma renk katar :(
    ···
  8. 8.
    -1
    damdan dama atlaram
    ddıbını başına yıkaram
    bana mamal okuma
    kafana takır takır sıkaram

    çal keke çaaaall
    ···
  9. 9.
    +1
    Seni bulmaktan önce aramak isterim.
    Seni sevmekten önce anlamak isterim.
    Seni bir yaşam boyu bitirmek değil de,
    sana hep yeniden başlamak isterim.

    Özdemir asaf ı saygı ve sevgiyle anıyorum..
    ···
  10. 10.
    +1
    bir gün... zamanı geldiğinde,ya bütün düşüncelerini yakarsın ya da hepsini açıklarsın..o gün,ya ölür ya da kalırsın.
    ···
  11. 11.
    +1
    keser doner sap doner , tavuk doner horoz gomer
    ···
  12. 12.
    +1
    Bizi yaralarsanız kanamaz mıyız? Bizi gıdıklarsanız gülmez miyiz? Bizi zehirlerseniz ölmez miyiz? Ve bize karşı yanlış davranırsanız,
    intikam almaz mıyız?

    şekspir reyiz ccc
    edit: orjinal ingilizcesi daha iyi biraz anlam kayması olabiliyor
    ···
  13. 13.
    0
    Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
    Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
    Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
    Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

    Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
    Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
    in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
    Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

    içimde damla damla bir korku birikiyor;
    Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
    Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
    Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

    Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
    Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
    Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
    Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

    Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
    Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
    Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
    Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

    Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
    iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
    Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
    Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

    Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
    Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
    Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
    Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

    Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
    Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
    Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
    Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

    II

    Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
    Etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
    Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
    Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
    Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
    Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
    Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
    Onun taşı erimiş, senin kafatasında.

    ikinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
    Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
    Dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
    Onu da, hangi diyar olsa zütürürsünüz.

    Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
    Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
    Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
    Ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

    III

    Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
    Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
    Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
    Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

    Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
    Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
    Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
    Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

    Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
    Onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
    Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

    Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
    Bana rahat bir döşek serince yerin altı,
    Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

    Necip Fazıl Kısakürek
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    0
    vakıtları yakalamak istiyorum
    parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
    yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
    yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
    üst ranzada uyuyanı göremedim
    ben değilim bir uyuyan varsa orda
    belki de üst ranza boş
    Moskova'ydı üst ranzadaki belki
    duman basmış Leh toprağını
    Birest'i de basmış
    iki gündür uçaklar kalkıp inemiyor
    ama tirenler gelip gidiyor bebekleri akmış gözlerin içinden geçiyorlar
    Berlin'den beri kompartımanda bir başımayım
    karlı ovaların güneşiyle uyandım ertesi sabah
    yemekli vagonda kefir denen bir çeşit ayran içtim
    garson kız tanıdı beni
    iki piyesimi seyretmiş Moskova'da
    garda genç bir kadın beni karşıladı
    beli karınca belinden ince
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    tuttum elinden yürüdük
    yürüdük güneşin altında karları çıtırdata çıtırdata
    o yıl erken gelmişti bahar
    o günler Çobanyıldızına haber uçurulan günlerdi
    Moskova bahtiyardı bahtiyardım bahtiyardık
    yitirdim seni ansızın Mayakovski Alanı'nda yitirdim ansızın seni oysa
    ansızın değil çünkü önce yitirdim avucumda elinin sıcaklığını senin
    sonra elinin yumuşak ağırlığını yitirdim avucumda sonra elini
    ve ayrılık parmaklarımızın birbirine ilk değişinde başlamıştı çoktan
    ama yine de ansızın yitirdim seni
    asfalt denizlerinde otomobilleri durdurup baktım içlerine yoksun
    bulvarlar karlı
    seninkiler yok ayak izleri arasında
    botlu iskarpinli çoraplı çıplak senin ayak izlerini birde tanırım
    milisyonerlere sordum
    görmediniz mi
    eldivenlerini çıkarmışsa ellerini görmemek olmaz
    elleri gümüş şamdanlarda mumlardır
    milisyonerler büyük bir nezaketle karşılık veriyor
    görmedik
    istanbul'da Sarayburnu akıntısını çıkıyor bir romorkör ardında üç
    mavna
    gak gak ediyor da vak vak ediyor da martı kuşları
    seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan romorkörün kaptanına sesleneme-
    dim çünkü makinası öyle gümbürdüyordu ki sesimi duyamazdı
    yorgundu da kaptan ceketinin düğmeleri de kopuktu
    seslendim mavnalara Kızıl Meydan'dan
    görmedik
    girdim giriyorum Moskova'nın bütün sokaklarında bütün kuyruklara
    ve yalnız kadınlara soruyorum
    yün başörtülü güler yüzlü sabırlı sessiz kocakarılar
    al yanaklı kopça burunlu tazeler şapkaları yeşil kadife
    ve genç kızlar tertemiz sımsıkı gayetle de şık
    belki korkunç kocakarılar bezgin tazeler şapşal kızlar da var ama onlardan
    bana ne
    güzeli kadın milleti erkeklerden önce görür ve unutmaz
    görmediniz mi
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri kocaman
    Pırağ'da aldı
    görmedik
    vakıtlarla yarışıyorum bir onlar öne geçiyor bir ben
    onlar öne geçince ufalan kırmızı ışıklarını görmez olacağım diye ödüm
    kopuyor
    ben öne geçtim mi ışıldakları gölgemi düşürüyor yola gölgem koşuyor
    önümde gölgemi yitireceğim diye de bir telâştır alıyor beni
    tiyatrolara konserlere sinemalara giriyorum
    Bolşoy'a girmedim bu gece oynanan operayı sevmezsin
    Kalamış'ta Balıkçının Meyhanesine girdim ve Sait Faik'le tatlı tatlı
    konuşuyorduk ben hapisten çıkalı bir ay olmuştu onun karaciğeri
    sancılar içindeydi ve dünya güzeldi
    lokantalara giriyorum estırat orkestraları yani cazları ünlülerin
    sırmalı kapıcılara bahşiş sever dalgın garsonlara
    gardroptakilere ve bizim mahalle bekçisine soruyorum
    görmedik
    çaldı geceyarısını Stırasnoy Manastırı'nın saat kulesi
    oysa manastır da kule de yıkıldı çoktan
    yapılıyor şehrin en büyük sineması oralarda
    oralarda on dokuz yaşıma rastladım
    birbirimizi birde tanıdık
    oysa birbirimizin yüzünü görmüşlüğümüz yoktu fotoğraflarımızı bile
    ama yine de birbirimizi birde tanıdık şaşmadık el sıkışmak istedik
    ama ellerimiz birbirine dokunamıyor aramızda kırk yıllık zaman duruyor
    uçsuz bucaksız donmuş duruyor bir kuzey denizidir
    ve Stırasnoy Alanı'na şimdi Puşkin Alanı kar yağmaya başladı
    üşüyorum hele ellerim ayaklarım
    oysa yün çoraplıyım da kunduralarımla eldivenlerim kürklü
    çorapsız olan oydu bezle sarmış postallarında ayaklarını elleri çıplak
    ağzında ham bir elmanın tadı dünya
    on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
    gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir karış
    ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
    onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
    çünkü inandım onun bütün inandıklarına
    sevdim seveceği bütün kadınları
    yazdım yazacağı bütün şiirleri
    yattım yatacağı bütün hapislerde
    geçtim geçeceği bütün şehirlerden
    hastalandım bütün hastalıklarıyla
    bütün uykularını uyudum gördüm göreceği bütün düşleri
    bütün yitireceklerini yitirdim
    saçları saman sarısı kirpikleri mavi
    kara paltosunun yakası ak ve sedef düğmeleri koskocaman
    görmedim
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    ikramiye kazandınız
    ödeme işlemi yapıldı
    ···
  16. 16.
    0
    ben,
    dıbını çatır çutur gibtim,
    zütünü kanırta kanırta deldim.
    ağzına verdim, kulağına da.
    attırdığım da oldu, attıramadığım da...
    kalkmadığı da oldu benim.

    sen de dıbını alıp gitme ne olur,
    ne olur tut gibimi...
    hayatta hiçbirşeyi gibemedim senin kadar,
    hiçkimseyi domaltamadım seni domalttığım kadar...
    sen de dıbını alıp gitme ne olur.
    ne olur tut gibimi.
    ne olur...

    kendim yazdım bunu
    ···
  17. 17.
    0
    wweqeqweqwe
    ···
  18. 18.
    0
    yazıyoruz beyler ben nietzche nin şiirini sizinle paylasmak istiyorum.

    ÖYLE BiR HAYAT YAŞIYORUM Ki ..
    Öyle bir hayat yaşıyorum ki,
    Cenneti de gördüm cehennemi de
    Öyle bir aşk yaşadım ki
    Tutkuyu da gördüm, pes etmeyi de.
    Bazıları seyrederken hayatı en önden,
    Kendime bir sahne buldum oynadım.
    Öyle bir rol vermişler ki,
    Okudum okudum anlamadım.
    Kendi kendime konuştum bazen evimde,
    Hem kızdım hem güldüm halime,
    Sonra dedimki 'söz ver kendine'
    Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin,
    Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin,
    Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin.
    Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin.
    Öyle bir hayat yaşadım ki,
    Son yolculukları erken tanıdım
    Öyle çok değerliymişki zaman,
    Hep acele etmem bundan, ANLADIM..
    Frederic Nietzscheden, Salome'ye yazılmıştır
    ···
  19. 19.
    0
    upupupup
    ···
  20. 20.
    0
    beyler reserved verirseniz iyi olur
    ···