yaşamın amacının ne olduğu sorusu bir süreliğine aklını meşgul etmemiş birey sayısının oldukça az olduğunu düşünüyorum. bu doğrultuda, hemen her bireyin aklında kısa veya uzun süreliğine belirmiş sorulardan bir tanesinin ‘yaşamın amacı’ olduğunu iddia etmek sanırım anlamsız olmaz.
insan beyninin; yaşamın amacı gibi bir konuyu sorgulayacak denli gelişmiş olmasının zaman zaman mutluluk seviyesine olumsuz yönde katkı yapacağı beklenebilir. gerçekten de yaşamın amacını bir süreliğine sorgulayan kimselerin ‘yaşamın amaçsız ve bu yüzden anlamsız olduğu’ sonucuna ulaştığı görülebilir. bununla birlikte bu tür sonuca ulaşan insanların kısmen karamsar olduklarını, mutluluk seviyelerinin düşük olduğunu gözlemleyebiliriz (ne var ki, yaşamın amacının ‘mutlu olmak’ olduğunu iddia etmek abes olacağından, mutsuzluğa ve umutsuzluğa düşen kişilerin, kendi doğalarına uymayan bir eylem icra ettiklerini belirtmek abes olacaktır).
her ne kadar ‘yaşamın amacı’ konusu üzerine sayfalarca metin yazılabilecek bir konu olsa da bu konu bu denli karmaşık değildir. temelde; canlılarda yaşamın temel amacı hayatta kalmak ve üremektir. canlıların doğası genel olarak bu iki amacın gerçekleştirilmesi ile ilişkili olarak şekillenmiştir. biz farkında olalım veya olmayalım; günlük yaşamımız genel olarak bu iki amaç üzerine kuruludur. o halde; biz farkında olmasak dahi, içgüdüsel olarak, davranışlarımızın hayatta kalmak ve üremek amaçları ile bağlantılı olarak şekillendiği rahatlıkla ifade edilebilir.
hemen hepimiz; mümkün olduğunca güvenli bir yerde yaşamayı arzularız, böylelikle hayatta kalmak amacımız mümkün olduğunca –uzun vadeli olarak- gerçekleşmiş olacaktır. beden sağlığımıza zarar verebilecek ortamlardan tiksinti duygumuzun sayesinde genel olarak uzak kalmayı tercih ederiz, çünkü aksi yönde bir davranış hayatta kalmak amacımız ile örtüşmeyecektir. bazı insanlar yüksekten korkar; çünkü yüksek bir seviyeden aşağı düşen kişinin yaşdıbının sonlanması ihtimali bulunmaktadır. uçaktan korkan insanlar vardır; uçağın düşmesi ihtimalinin göz önünde bulundurulması, hayatta kalmak amacı olan bireyi rahatsız eder. ölümü çağrıştıran her ne varsa hemen hemen her canlı üzerinde huzursuzluk yaratır (gerçeklikten uzak ve batıl inançlar olan ahiret inancı ve reenkarnasyon gibi inançlar, bu huzursuzluğu kısmen dinginledikleri için bu denli kabul görmektedir ve yaygındır). çünkü ölüm ihtimalini artıran olaylar hayatta kalmak amacı ile çelişir ve canlıyı yaşamda kalmanın devdıbını sağlayacak aksiyonlar almaya yöneltir. bunlar; hayatta kalmak amacı ile farkında olarak veya olmayarak gerçekleştirdiğimiz davranışlara örnekti.
diğer hayvanlar gibi insanlar da belli bir erişkinliğe ulaştığında kendilerinin bir çocuğu olmasını isterler. çünkü yavru, canlıdaki genlerin sonraki nesillere aktarılacağı ihtimalini kuvvetlendirir. üreme içgüdüsü, tıpkı hayatta kalmak içgüdüsü gibi birçok davranışı –birey farkında olsun veya olmasın- önemli ölçüde şekillendirir. belli bir erişkinliğe eriştiğimizde karşı cinse ilgi duymaya başlarız. karşı cins ile ‘aşk yaşamak’ isteriz. esasında aşk kavramı üreme içgüdüsünün bir sonucudur. aşkın genel olarak içeriği incelendiğinde üreme içgüdüsüne hizmet eden bir kavram olduğu rahatlıkla görülebilir. genel olarak kullanılan tanımı ile, ‘aşık olan’ kişilerde testosteron ve östrojen hormonları bireyin karşı cinse karşı şehvet duymasını sağlar ve bireyi bu yönde aksiyon almaya yönlendirir. dopamin salgısı ile bireyin ‘aşık olunan kişi’ üzerine odaklanması eğilimi oluşur, böylece birey sık sık ‘aşık olduğu’ kişiyi hatırlar. oksitosin hormonunun salgılanması ile bağlılık duygusu artar. rahatlıkla anlaşılabileceği gibi; ‘aşık olma’ halinde burada belirtilen ve belirtilmeyen hormonlardaki değişimler genel olarak ‘üreme ve üreme sonrasında meydana gelecek yavruyu birlikte büyütme’ esası üzerine kuruludur. gerçekten de birçok ebeveyne veya ebeveyn olmak isteyen bireylere niçin böyle bir arzuları olduğu sorulduğunda, net bir cevap alınamayacaktır. esasında bu tür arzuların oluşumu doğrudan doğruya üreme içgüdüsü ile oluşmaktadır.
elbette tüm canlılarda bu eğilimin varlığından söz edilemez. kimi bireyler çeşitli sebeplerden dolayı yaşamlarını sonlandırmak isteyebilirler veya üremek istemeyebilirler. ancak bu tür istisnalar genel eğilim üzerinde yapılacak açıklamaların doğruluğunu geçersiz kılacak seviyede değildir.
yaşamın; bana göre, belirtilen iki amaç dışında herhangi bir amacı bulunmamaktadır. bu iki amaç için adeta ‘oradan oraya savruluyoruz’ ve bu esnada kendimize yapay amaçlar üretiyoruz. bu yapay amaçların hayatlarımızı güzelleştirebileceği açık. ancak daha sonradan ürettiğimiz bu yapay amaçların, ‘yaşamın amacı’ olarak algılanmaması gerekiyor. bir müzik enstrümanını çalmayı öğrenmeyi, resim yapmayı öğrenmeyi, zengin olmayı, mutlu olmayı, sevdiklerimizle zaman geçirmeyi, toplumun iyi bir bireyi olmayı ve benzeri istekleri arzulayabiliriz. ancak bu tür arzuların ‘yaşamın amacı’ seviyesinde arzular olduğunu iddia etmek tutarlı olmayacaktır. biz farkında olalım veya olmayalım, davranışlarımız önemli ölçüde zaten ‘yaşamın amacı’ arzusuna paralel olarak şekillenmektedir ve bir şekilde bu doğrultuda hareket ederiz. ne var ki yaşamın amacının belirtilen iki temel amaç olması; ‘hayatın anlamsız olduğu’ gibi bir yanılsamaya yol açmamalıdır.
o halde özetle diyebilirim ki, yaşamın amacı temel olarak hayatta kalmak ve üremektir. ancak bu durum bireyleri karamsar olmaya ve yaşamın anlamsız olduğunu düşünmeye sevk etmemelidir. bu iki amaç dışında oluşturulan arzuların ise kişiden kişiye değişebilecek ‘istekler’ olduğu ve yaşamın amacı olacak kadar genelleştirilemeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Alıntıdır.}kaynak:
https://eksisozluk.com/entry/46446716