/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +5 -3
    • • • • PART 1 • • • • •

    Askerlik görevimi Kosova'da yaptım. Ekim ayının başlarında askeriyenin mutfağından sürekli eşyalar çalındığını fark ettik. Hiçbir şekilde yiyecek, içecek eksilmiyor sadece kazanlar ve kepçeler çalınıyordu. Ulan kim ne yapıyor bunları diye düşünmeye başladık. Askerliğini yapan bilir, koca kazanı askeriyeye elini kolunu sallayarak girip alıp çıkamazsın. Askerler çaldı desek alıp zütüne sokacak halleri yok diye düşündük. Sonra mutfakta nöbet tutulmasına karar verildi. ilk 3 gece bir şey olmadı. Sonunda 4. gece yani 17 Ekim gecesi 3-5 arası nöbete beni yazdılar. Sabaha karşı 3 amk. Ortalık ayazdan kırılıyor. Kosova burası her yer dağ taş derken mutfağa girdim, sinirle oturdum masalardan birine. Köşede kafayı da duvara yasladım, ha uyudum ha uyuyacağım. Bari iyice soteye gireyim de komutan gelirse beni uyurken görmeden ben toparlanırım dedim. Soğuktan uyunmuyor dıbına koyduğumun yerinde. Tencereler, kazanlar, kepçeleri sayıyorum can sıkıntısından derken dizime ufak çakıl taşı fırlattı birisi. Etrafta kimse yok, arkamda ve sağımda duvar var, önüm zaten mutfağın içine bakıyor. Bir tek giriş sol tarafımda var orada da kimse yok derken bu sefer ikinci bir taş geldi omzuma. Dedim binin birisi beni taciz ediyor. Mutfak askeriyenin içinde, dışarıdan siviller taş atamaz, kimsenin de içeri sızıp bana taş atmaya zütü yemez. Dedim kesin bizim koğuştakiler taşşağa sarıyor derken, kafama bir taş daha geldi. O ara silaha sarıldım. Dışarı çıkıp kontrol edeyim dedim ama nöbet yerini de terk edemiyorum. Kafamda senaryolar kuruyorum. Kesin ben dışarı çıkınca mutafa girip kazanları çalacaklar diye. Komutan zütümü giber yeminle. Önce içeride biri var mı diye kolaçan ettim ışıkları yakıp. Sonra dışarı çıkmadan nöbetteki askerlere bağırdım giriş kapısından. Askerin esas nöbet yeri bizim yukarımızda kalıyordu. O oradan her şeyi görüyor diye bağır bağıra sorayım dedim ama bin nöbet yerinde uyuya kalmış. Duymuyor beni. Etrafta kimse yok, sürekli taş atıyor birileri ama kim atıyor göremiyorum. Duvarın arkasına saklandım, taş gelmesin diye. içeri biri girse silahla ensesini yaracağım huur çocuğunun. Durmadan caydırıcı ateş gibi sürekli kapılara pencerelere taş fırlatıyorlar. Sinirden uyarı ateşi açacağım ama Kosova’dayız NATO birliği dibimizde komutan özellikle emretti bir uyarı ateşi açsam günlerce onun hesabını veririm. Komutan zütümden kan alır diye zütümde yemiyor ateş açmaya ama taşların ardı arkası kesilmedi. En son bir tencere kapağını siper edip dışarı çıkayım dedim. O kadar sinirliyim ki bulsam yatırıp gibeceğim huur çocuğunu diye içimden geçiriyorum. Taşlardan birini aldım elime. Önce etrafı kolaçan edip sonra nöbetçiye yaklaşıp taş atıp bini uyandıracaktım. O arada mutfağa koşup hırsızları kıstıracağım diye plan yaptım. Önce tencere kapağını aldım. Kapak zaten bir metre eninde neredeyse zırh gibi kalkmıyor yerinden. Elime de bir taş aldım fırlatabileceğim kadar. Benim dışarı adımımı atmamla taş kesildi. Dedim korktu kaçtı binler. Yemekhanenin ışıklarını açık bırakıp, nöbetçinin yerine koştum. Arada 50 metre yok. Çakılı fırlattım uyansın diye. Uyanmadı. Bağırıyorum duymuyor. Ortalığa da sis çökmeye başladı. Saat zaten 4.30 a geliyordu. Yani 30 dakika sonra nöbet devri var zaten taşı atanlarda korktu kaçtı diye düşünüp mutfağa döndüm. Işığını açık bıraktığım yemekhanenin ışıkları kapalıydı. önce nöbeti devredeceğim asker gelip ışıkları söndürdü galiba diye düşündüm. Şimdi beni yerimde bulamayıp komutana bilgi verir, nöbet yerini terkten ceza alırız diye tırsıp mutfağa koştum. Bu sefer mutfaktan sesler geliyordu. Ortalığa 5 dakikada öyle pis bir sis çöktü ki, yemekhanenin kapısını göremiyorum. içeriden sesler geliyor. Heh dedim şimdi kıstırdım hırsızı deyip kapının hemen ağzında geldim. 30 cm önümü göremeyecek vaziyetteyim, içeri dalıp ışıkları yakacağım. Sonra büyük ihtimal silahı görünce teslim olur diye düşündüm. En kötü saldırmaya kalkarsa uyarı ateşi ederim sorarlarsa zorunda kaldım derim diye düşündüm. içeri dalıp ışıkları yakmak için şarteli kaldırmamla şartellerin atması bir oldu. içerde gürültü var, biri tencerelerle kazanları birbirine vuruyor, yemekhanede resmen kulak patlatacak gürültü var. Bir koğuş asker zütünü yırtsa o kadar ses çıkmaz. Bu sefer karanlıkta tencerelerin oradan biri taş atmaya başladı. Yemekhaneye koşacağız diye siperlik aldığım tencere kapağını da uyuklayan nöbetçinin orada bırakmıştım. içeriden öle bir taş geliyor ki suratıma, ileri adım atamıyorum. Hemen geri çıktım kapı ağzına silahı içeri doğrultum, vurma emrim var teslim olmazsan ateş açarım diye bağırdım. O an ki adrenalin öyle lanet bir şey ki, bir türlü dikkatimi toparlayamıyorum. Ulan ya NATO askerleri binlik yapıyorsa herifler Türkçede bilmiyor şimdi bir tanesini vurup başımıza bela almayalım diye düşünüyorum. Kazanların olduğu yerle kapı arasında o kadar mesafe varken bin öyle bir taş atıyor ki silaha çarpıyor taşlar. Dedim en azından nöbet değişimine 10 dakika kaldı. 10 dakika daha mutfakta tutarsam iki kişi bunun dıbına koyarız dedim. Ben bağırıyorum teslim ol diye, o taş atıyor. Yemekhanede kıyamet kopuyor, 50 metre ötedeki nöbetçi uyuyor amk. Dedim yarın seni şikayet etmeyenin zütünü gibsinler. Bir ara ses kesildi. Pencereler yerden iki metre ve insan geçecek kadar geniş değil. Tek çıkış yolu benim tuttuğum kapı. Dedim taşı bitti Herhalde. içeri daldığım anda bir şey ile burun buruna geldim. Daha doğrusu bir şey ile çarpışacak gibi oldum. O an silah patladı ani hareketle. Yüzünü göremiyordum öyle bir şey hayatımda görmedim. Hala anlatırken sesim ve ellerim titrer saçmalarsam kusura bakmayın. Ben resmen göğüs kısmına bile gelemiyordum yan yanayken. Yüzüne bakamadım içerisi puslu göz gözü görmüyor. Silah patladığında anca acayip bir ses duydum. Geri doğru kaçtı o devasa şey o ara. Tam şoktayım, içeri nöbeti devralacak arkadaş girdi, şarteli kaldırması ile ışık yandı, ışık yandığında ikinci bir kere şok oldum. Ortalık savaştan çıkmış gibi darma dağın, duvarlarda kırmızı ve siyah yazılmış acayip şekiller ve farsça yazılar… Yerler çakıl tanesi, tencereler kullanılmaz hale gelecek gibi yamulmuş. Sanki içeride fırtına kopmuş, bir tabur asker kavga etmiş gibiydi. Az önce yanmayan ışıkların şimdi yanması ayrı bir olaydı. Silah sesini duyunca komutan hemen koştu. Sonradan söylediklerine göre benim o an şuurum kapanmış, rengi atmış. Revire almışlar kaskatı kesilmişim saatlerce. Birlikten Hataylı bir arkadaşı çağırdık. Önce yazıları Arapça sandık. Arapça bildiği için, ilk önce onu çağırdık ama okuyamadığını, Farsçaya benzediğini söyleyerek birlik dışından tanıdığı bir çevirmeni çağırdı. Bu arada kendime geldiğimde komutana olanları anlattım. Önce pgiboloğa yolladılar. O ara Farsça bilen çocuk gelmiş. Duvarda sadece bir kelimeyi okuyabildiğini söyledi. Diğerlerini okuyamıyormuş. okuyabildiği tek kelime ise "ÇAĞIR" demekmiş. isterseniz Priştine’de Türk bir hocam var çağırayım o okur dedi. Neyse yemekhaneye dokunmadık komutanın emriyle. Birkaç gün sonra hoca geldi, ne yaptılar ettilerse hocayı kapıdan sokamadık dediler. Ben buraya girmem demiş yazıları okuduktan sonra. Kim sebep verdiyse çağırın gelsin demiş. Komutan odasına çağırdı, hoca bir koltukta oturuyordu. Geç evladım karşıma dedi geçtim oturdum. Komutandan rica etti yalnız kalmayı ben o ara tırstım, ceza alacağım diye bekliyorum. Nöbet yerimi terk ettim diye. Kafamı toparlayamıyorum, olan bitene bir anlam vermeye çalışıyorum. Neyse komutan çıkınca hoca başladı konuşmaya sen ne yaptın dedi, neden çıkmasına izin vermedin dedi. Benim o an jeton düştü zaten. Ben birini mi öldürdüm dedim. Hayır ama musallat aldın dedi. Komutanından rica ettim Kosova’yı terk edeceksin dedi. iznin gelene kadar bende kalacaksın dedi. Komutan hepsine izin vermiş. Sonradan öğrendim, ben revirde olduğum sürece iki kere askeriyede yangın çıkmış geceleri. Nöbet tutanlara taş atılıyormuş sürekli. Hoca beni aradıklarını söylemiş benimle gelsin, yoksa başınıza dert olur demiş. Komutanda gibtir etmiş. Neyse hoca gece olmadan seni eve zütürelim Davut ile tanıştıracağım dedi. Sana görünürler artık, Davut’u tanıman gerekli dedi. Komutanı çağırdı, komutan beni gibtir etmeye dünden razıymış zaten. Neyse apar topar çıktık. Gittik hocaya. Saat 7 gibi hava iyice karardı. Akşam ezanı falan okundu. Bana şortunun üzerine pantolon giy. Davut gelir şimdi dedi, toparlan dedi. Cünüpsen abdest al çık dedi. Üzerimi giyip toparlandım. Ne olur ne olmaz diye boy abdestini aldım. O ara kapı çaldı. Hocanın anlattığına göre hırsız bir cini kendime musallat etmişim. Ama ben Davut’u normal insan sanıyordum. Onun da cin olduğunu kapıdan girer girmez anladım. çok uzundu, üzerinde koyun derisinden yapılmış bir parka vardı. Ölü hayvan gibi kokuyordu ama vücudunun tamamı kaplı olduğu için neye benzediğini göremedim. Gözlerinin orası karartıdan ibaretti. Hocanın söylediğine göre Davut Müslüman bir cinmiş. Hoca ile zaman zaman yan yana gelip sohbet yaparlarmış. Sen Davut’la konuşmayacaksın dedi, zaten Farsçamı ne olduğunu bilmediğim bir dil konuşuyorlardı. Hayatım da hiç bu kadar korkmamıştım.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    +3
    Okuyan varsa belli etsin hikaye alıntıdr ama okumanızı tavsiye ediyorum seri rez al part 2 atıyorum.
    ···
  3. 3.
    -1
    Yazmiomlan okumuonuz by
    ···