1. 1.
    0
    aynada görünen adıma, adım adım ilerledim. bugün her zamankinden farklı görünüyordum bir kaç harf eklenmiş gibiydim. tüm karanlığıma rağmen "ak" derdi arkadaşlarım , bugün ise akıldım, akıllıydım. banyoya yürüdüm yüzümü yıkamak için. içeriden fısıltıları duyunca kulağımı kapıya dayayarak dinledim. lavabonun üzerinde gezinen iki hamam böceğinin konuşmasına şahit oldum. "bak" dedi, "bugün erken kalkmış". diğeri ise saat akşamın 6'sı diyordu. saatime baktım. sabah 10'u on geçiyordu. fakat pencerelerden içeriye hiç ışık girmiyordu. gökyüzü zifiri karanlıktı. yatağa girdiğimde pazartesi sabahıydı, şuan ise günlerden çarşamba olduğu yazıyordu cep telefonumda. tek bir çağrı, tek bir mesaj yoktu. 2 gündür uyuyor muydum, ve tek bir kişi bile merak etmemiş miydi yani beni...
    ···
  1. 2.
    0
    aniden kapı çaldı, irkildim. gürültülü ve hiddetli bir hareketti bu. hızla kapıya koştum. kapının deliğinden ise 3 gözlü bir kadın bana bakıyordu. açmadan "kimsin" diye sordum. bana "kimsin" diye karşılık verdi. "burası benim evim ve evime gelen sensin, niçin geldin" diye sordum. burası senin evin değil, burası benim hayallerim ve defol hayallerimden" diye yanıtladı. hiçbir şey anlayamıyordum. gözleri kan kırmızıydı. ve gözlerinden kan damlamaya başladı. "eğer, biran önce çıkıp gitmezsen, kendimi kendi hayallerimde yakarım" diye yalvardı. kapıyı açtım. mavi gözleriye sapsarı saçlarıyla bana gülen küçük kız kucağıma atlayıp yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu. gözüm ileriye takılmıştı. sonsuz, zifiri bir çukur ve ona inen bir burgu merdivenden başka hiçbir şey yoktu. küçük kıza evini teslim ettim. kapıyı hızla yüzüme çarparak kapattı. rahatsız edici bir gürlemeyle "kendi cehennemine hoşgeldin" diye bağırdı kapının arkasından. merdivenden inmeye başladım. döne döne iniyordum. tüm renkler bir anda kırmızıya döndü.
    ···
  2. 3.
    0
    sıkıcısın kardeş
    ···
  3. 4.
    0
    Reserved
    ···
  4. 5.
    0
    zütten uydurma vol234115135
    ···
  5. 6.
    0
    inmeye devam ediyordum ama bir son görünmüyordu. sonsuz boşluğa bırakmaya karar verdim kendimi. kendimi boşluğa bırakmış ağırlığımın ivmesiyle hızlanırken, rüzgar tüm vücudumun üzerinden akıp gidiyordu. tüm anlarım, bu hayat içerisinde geçirdiğim her bir saniye artık bana ait değildi. ben, tam yaşadığım andaki bendim. öncesi yoktu artık. öncesi bir sirk, bir pazaryeri, bir vitrindi. öncesi bir koşuşturmacaydı, öncesi tüm olanlardı. yaşadığımdan emin olmadığım, gerçekten var olduğuna emin olmadığım, kendimi tanımlarken kullandığım bir bellekti. artık kendimi tanımlamama gerek yoktu. sonsuza düşerken tüm bunlara ihtiyacım yoktu. zihnim bir anda özgür kalmıştı. çünkü düşmek ya yok olmaktır, ya da yükselmektir. düşmek öncelikle düşüyor olduğunu kabullenmektir diye geçirdim aklımdan. yaşıyor olmak, çok fazla anlam ifade etmiyordu uzun zamandır. şimdi ise, yaşamımı kabulleniyordum.
    ···
  6. 7.
    0
    düştükçe, kendimden ayrıldı zihnim ve kaybolup giden bir et yığınını izlemeye başladım. kan kırmızı üç gözlü bu et yığını hızla düşerken, ben tüy gibi hafiftim artık. ve giderek yükselmeye başladım. evimin kapısında beni bekliyordu küçük kız. gülümsedi. kapıyı açarak beni içeriye davet etti. göz kamaştıran ışıltılı bir salona zütürdü elimden tutarak. "güneş ışığını hisset" dedi. küçük kızın gözlerinin mavisinden, yeni başlayan bir günün ışıltısını izledim. tarih yoktu, saat yoktu, sadece ışık vardı artık. ruhumu ruhuna kattığım küçük kız, kollarını güneşe açmış hoşgeldin diyordu. tekrar hoşgeldin...
    ···
  7. 8.
    0
    reserved
    ···
  8. 9.
    0
    bi ara okurum panpşşş güzel bişiye benziyo
    ···
  9. 10.
    0
    reserved
    ···
  10. 11.
    0
    sizofrensen sizofren oldugunu nerden biliyon.
    ···
  11. 12.
    0
    çok özlemişti sevgilisini. halbuki, daha 2 gün bile olmamıştı görüşmeyeli. sarıldılar sıkı sıkı ve birer sigara yaktılar. önce hareketli şarkılara eşilik ettiler sonrasında şarkılar daha dingin, gözler daha baygındı. yorgunluktan değildi elbet, birbirlerine olan arzularını bu şekilde ifade ediyolardı. gözleriyle… daha önce sevişmişlerdi zaten, ilk değildi ancak hala ilk günün heyecanı vardı. hala tanımaya çalışıyorlardı birbirlerinin tenlerini.

    o da neyin nesi? evde bir oda daha mı vardı? sonradan oraya eklenme ihtimali yok. fark etmemiş olmalıydı. oysaki çok detaycıdır ve yeni girdiği mekanları baştan aşağıya inceler, hatta parmağıyla, yakınındaki objelere dokunup toz olup olmadığını kontrol ederdi. ev pek bir kirliydi ancak bir bekar evine göre pek bir şıktı. lüks bile denilebilir. kendisi 3 oda bir salon evine 900 tl kira ödüyordu ve istanbul’un hiç de merkezi olmayan bu evin de kirası aynıydı. sorgulamadı. mutfak bölümü hayli derli topluydu; bunu sevmişti.

    ilk sevişmelerinde adamın performansını değerlendirememişti. ikisi de çok heyecanlıydı. ama birbirlerine yoğun duygular besledikleri aşikardı. üzerine pek de konuşmadılar zaten, adam açıklamasını kısa kesmişti. kızın da pek umurunda değildi; 1 yıldır seviştiği ilk adamdı ve haliyle çabuk boşalmıştı. zaten meme kanseri tedavisi süresince mastürbasyon yapmak da pek aklına gelmemişti.

    adamdan hiçbir şey gizlemeyen kadının içinde sürekli büyüyen ve arada çığlık atacak dereceye getiren bir korku vardı. bunu yansıtmamak için sürekli gülümsüyordu. zaten gülüşüyle elde ediyordu istediği herşeyi. kahverengi gözlerindeki masumiyeti dudaklarına bakıncaya kadardı. şehvetli dudaklarının hemen üzerinde insanın kafasını karıştıran, 10 yaşında bir kız çocuğu burnu vardı.

    aslında bu kadar şeyi aynı anda yapabilen, tabiri caizse 10 parmağında 10 marifet olan başka bir adam daha tanımamıştı. müzik yapıyor, öyküler yazıyor, şirketler kuruyordu. ayrıca çok takdir gören bir mesleği vardı; mühendisti. kadının aşık olması için bunlar yeterli değildi elbette. görünüme de önem verirdi. uzundu adam ve heybeti göz kamaştırıyordu. kirli sakalları ve alnındaki kırışıklıklar, yaşından büyük göstermesine sebepti. güven veriyordu kadına. öpüşmekten duydukları zevki, sevişirken duyamadıkları kesindi. zira kadın, hala kendini suçlu hissediyor, adam ise onu incitmemek için temkinli yaklaşıyordu. sadece öpüşürken kendileri olabiliyorlardı.

    “içeri girme!” dedi, heyecanlı ve utangaç bir ses tonu ile kadın. adam çok merak etmişe benzemiyordu. dolabınınn bir köşesinde kalmış, belki de büyük bir heyecanla alınmış ancak etiketi üzerinde, daha önce hiç giyemediği fantezi çamaşırlarını büyük bir özenle üzerine giydi. memelerini de düzelttikten sonra bilgisayarının başında yine bir şeylerle uğraşan adama seslendi yaramaz bir çocuk sesi ile; “aşkım.” adam şaşırmış olsa gerek, olur olmadık yerlerde iltifat ederken, bu manzara karşısında kalakalmıştı. kırmızı ona çok yakışmıştı.

    “oyun oynayalım mı?” dedi adam. kadın zaten çok eğlenceliydi, oyunları severdi ancak sevişmek istiyordu. oyunun sırası mıydı ki şimdi? belli etmedi elbet; “tamam aşkım.” dedi, yine yüzü o küçük çocuğun suretine büründü. “rol yapabilir misin?” dediğinde adam, kadının içini, o diğer odayı fark ettiğindeki tedirginlik bürüdü. bozuntuya vermeden; “çok iyi rol yaparım..” dedi. adam uyarır bir ses tonu ile;”korktuğunda söyle ama.” dedi. bacaklarının üzerinde karıncalar vardı kadının ve hızlı hızlı yürüyorlardı sanki. gıdıklamaktan çok, acı veriyorlardı. başına neler geleceğini tahmin etmeden önce, sabah arkadaşının anlattığı hikaye düştü aklına.

    iş görüşmesinden gelmişti arkadaşı, yorgundu ama merak ediyordu en yakın arkadaşının yeni ilişkisini. kadın heyecanla anlatmaya başladığında kadının sözünü kesti ve; “o adamın telefonunu ver bana!” dedi. kadının yüzü bir anda poşete döndü ve kafasında onlarca senaryo düşündü. hayır. arkadaşının zaten bir sevgilisi vardı ve açık bir şekilde asılamazdı sevgilisine. “neden?” diye soracaktı ki; arkadaşı hikayeyi anlatmaya başladı.

    “üniversiteden bir arkadaşımın çok düzgün bir ilişkisi vardı, adam mühendismiş ve çok yetenekliymiş. sürekli üretiyormuş, çevresine verimli olabilmek için sürekli çalışıyormuş. ilk defa evine gittiğinde annesi karşılamış kızı ve çok heyecanlanmış. annesi, oğlunun odasındaki boş bardakları rica ettiğinde, kızın içine bir anda korku düşmüş. eli gayriihtiyari bir dolabın kapağına gitmiş. açtığında, üzerinde adamın adının ve soyadınınn yazdığı, özel bir hastanenin rapor ve sonuçları varmış. reçetelerin fotokopileri dosya dosyaymış. anlamıyormuş. tıbbi hiçbir bilgiye sahip değilmiş. büyük bir ustalıkla, yazılanlardan bir kaç kelimeyi not almış. çapa tıp fakültesi’nde okuyan arkadaşından yardım istemiş. inanamamış. adam şizofrenmiş. şizofren deyince kızın aklına ilk cinnet gelmiş. cinnet halinde her şey yapılabilir. kendisine zarar verebilir, öldürebilir de hatta. adamın annesini sıkıştırdığında, annesinin de şizofren olduğunu öğrenmiş ve aileyle olan tüm ilişkisini kesmiş. ya senin de başına böyle bir şey gelirse. ya adam şizofrense.”

    uzun gibi görünen bu hikaye kadının aklından sadece birkaç saniyede geçti ve irkildi. adam gözlerine uyku bandını takarken titriyordu. ellerini yatağa kravat ile bağlarken gözünden bir damla yaş aktı. ölüme mi gidiyordu? adamın her zaman etkileyici gelen sesi, bir anda gerilim filmi dublorü sesine dönmüştü. adamın kıyafetleri hala üzerindeydi. içeriden beyaz sandalyeyi getirdi. yatağın yanına oturdu; “korkuyor musun?” dedi. “hayır.” derken bile sesi titriyordu. bitsin istiyordu bu oyun ama onu seviyordu. belki de ona ait olmanın yolu bu oyundu. ne güzel kokuyordu adam, ağır değildi parfümü. adeta azdırıyordu kadını.

    oyunun çok basit olduğunu ve tamamen kadının hayal gücüne bıraktığını söyledi adam. kadın zaten hayal kurmak konusunda çok başarılıydı ve babasını kaybettiğinden bu yana daha sık hayal kuruyordu.

    daha 12 yaşındaydı. ağlamamıştı babası öldüğünde, annesine ve kardeşlerine güçlü görünmeliydi. iki çocuk ablasıydı ve hayatının geri kalanında, omuzlarında ailesini taşıyacağını o yaşta anlamıştı.

    adam, kadını öpmeye başladığında kadın, kafasında hikayeyi yazmıştı. kaçırılmıştı. hem de kendisini 1 haftadır izleyen bir sapık tarafından. konuşmaları çok gerçekçiydi. adam, kadına hakaret ediyordu. kadın ise ağlıyordu. ağlarsa kendini öldüreceğini söylediğinde, yine aynı korkuyu hissetti. bu sefer kasıklarında. bacaklarını kapattı. bitsin istiyordu oyun ama söyleyemiyordu. adam öpmeye başladığında, sevgilisinden bir anda soğudu. evet, o bir hastaydı. bir sapık gibi öpüyordu ve kıyametin kopmasını istiyordu tam o anda. kendini azdıran o koku, bir anda çirkinleşmişti. kokusundan rahatsız oluyordu, başını çeviriyordu sürekli. öpmesin istiyordu. eve gitmeliydi. bir anda oyuna devam etmek zorunda olduğunu fark etti. tahrik etmeye başladı adamı. çok kolay duygu değişimi yaşayabiliyordu kadın. bunu daha önce onlarca yakınından da duymuştu. övgü gibi geliyordu, yetenekti bu onun için.

    sevişmeye başladıklarında, hikayeye ayak uyduran bir konuşma ile adamın gözlerindeki bandı çıkarmasını istedi. kadının bileklerine, bıçağa benzer bir nesneyi sürüyordu adam. gece lambasını söndürdü. kadın adamın yüzünü görmek istediğini defalarca dile getirdi. vajinasını ağzıyla ıslattıktan sonra, oyun umrumda olmamıştı adamın. içine girmek istiyordu. ikiletmeden bandı çıkardı. sonra ellerini çözmesini isteyen kadını şehvetli bir şekilde öptü. karşısında sevgilisi vardı kadının ve aşık olduğunu hatırladı. korkularının yerini bir anda bembeyaz duygular aldı. birbirlerine sıkı sıkı sarıldıkları anda adam her zaman ki gibi kondomu aldı çekmeceden. hızlı bir hareketle taktı. takıntılıydı çünkü. kendini değil, birlikte olduğu kadınları düşünüyordu. ne kadar inandırıcıydı? bunu düşündüğünde kadın, yine o garip korku sardı vücudunu. duygudan duyguya geçiyordu. çıldırmak üzereydi.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 13.
    0
    o kadar hızlı gidip geliyordu ki içine adam, kadın çok geçmeden orgazm oldu. performanslarını değerlendirdiler acemice. adam kadına duygularını sorduğunda, hiç beklemediği bir tepki aldı. “sen hastasın.” bir anda ne yapacağını şaşıran adamı sakinleştirmek de kadına kalmıştı. öyle ya, hasta adama hastasın denir mi hiç? aptal.

    arkadaşının sabah anlattığı hikayeden bahsetti adama ve onun etkisinde kaldığını söyledi. yine de oyunun çok hoşuna gittiğini ve yaşadığı en güzel deneyim olduğunu belirtti adamın gözlerinin içine bakarak.

    “ben bu adamı seviyorum galiba.”

    sigaralarını içerken müzik dinliyorlardı, her zaman yaptıkları gibi. en güzel şarkıları seçiyor, eşlik ediyorlardı. kadın kendini bulutların üzerinde hissederken, aslında adamın kucağındaydı. adam o gösterişli sandalyesinde bir imparator gibiydi. ona hayrandı. ama korkuyordu.

    adama defalarca, ilişkilerinin böyle gitmemesinden duyduğu endişeyi dile getirdi. kaybetmekten çok korktuğunu da söyledi. strateji yapmıyordu, adamı avucunun içine almak da istemiyordu. sadece huzur arıyordu. daha önce yaşadığı tecrübe, zaten onu yıpratmıştı.

    3 yıllık ilişkisinin bitiminin üzerinden 1 yıl geçmişti. bu 1 yılda, çok fazla erkekle flört etmişti ama hepsinin niyetinin kendisiyle sevişmek olduğunu biliyordu. kimse onu zeki olduğu için sevmiyordu. sadece çok güzeldi. hiç biriyle sevişmedi. zaten kendisini, nikahlarına 1 ay kala terk eden eski sevgilisini unumamamıştı. beraber yaşamışlardı, birbirlerini görmedikleri bir gün bile olmamıştı. terk edildiğinde büyük bir travma yaşadı ancak hiç ilaç kullanmadı. pgibolojik tedavi de görmedi. görmek istemiyordu.

    saat gecenin 3’ü. tavanda, birbirine paralel ışıklar var. sadece bir ışık dik geliyor ve bu ışık kadını deli ediyor. oynadıkları oyunun üzerinden sadece 3 gün geçmiş. üzerine konuşmuyorlar. karanlıkta, gözlerini tavana dikip, kirpiklerini bile oynatmadan bakıyor kadın. adam öptükçe kendini geri çekiyor. adamın acizliği umurunda bile değil. çok bencil o gece. sadece o dik gelen ışığa sövüyor içinden. “ben uyuyunca, bırakıp gitmeyeceksin değil mi?” diyen sevgilisine odaklanıyor hızlıca. gözleri doluyor. yaşlar, aktı akacak ama belli etmemeli. hep gülerken hatırlanmalı anıları. orgazm olurken bile kahkaha atan bir kadını, kimse ağlarken görmemeli. aşık olduğu adam bile.

    insan gözü açıkken uyuyabilir mi? saat 5. mutfak tezgahında parlayan bir metal var. akşam yemeğini yaptıktan sonra bulaşık makinesine konmayan tek şey ekmek bıçağı. sanki oraya bilerek bırakılmış. yerinden sıçrayıp, tavanda paralel ışıklara dik gelen o ışığı ekmek bıçağı ile doğramalı. yaptığı ilk hamlede, gecenin sessizliğini bozan o cümle; “gitme aşkım.” su içeceğini söylüyordu kadın ama sanki ağzından farklı kelimeler dökülüyordu. anlam verememişti. su içmeliydi. bardak neden bu kadar soğuktu? avcunun içi neden ılık ve ıslaktı? bardağın şeklinin nasıl olması gerektiği ile ilgilenmiyordu.

    sabah berbat bir koku ile uyandı kadın. altına mı işemişti? neden her yer ıslaktı. kafasını oynatmaya hali yoktu. avuç içleri acıyordu ama çok yorgundu. daha sonra da bakabilirdi.

    tavanda ışıklar yoktu. huzurluydu, gülümsüyordu. derken aklına geceden kalma cümleler geldi. sahi, su içmeye mi kalkmıştı?

    gece, “saatlerdir tavana bakıyorum, görmüyor musun? uyuyamıyorum.” dedikten sonra adamın cümlesi balyoz gibi indi kulak zarına; “aşkım saatlerdir gözlerimin içine bakıyorsun, saçmalama.”
    Tümünü Göster
    ···
  13. 14.
    0
    rezerve
    ···