1. 1.
    0
    züt ister,ben de bir torbacı masalı adlı bir önceki hikayemde yazdığım şeyleri yaşadıktan sonra epey bir züt olmuş ve dışarıda akan dünyaya daha az eşlik etmeye başlamıştım.

    bir çingeneyi tanıdım ve üç ay içinde yaşadıklarımla dışarıda akan dünyaya tekrardan iştirak ettim...

    dinleyen varsa anlatıyorum ?
    ···
  2. 2.
    0
    --spoiler--

    --spoiler--
    ···
  3. 3.
    0
    eyvallah.

    önceki hikayede de adı geçen kahpem (bilmeyenler için sevgilim diye özet geçebiliriz ) iyice sıkılmıştı. hayat son derece ağır bir şekilde işliyordu. kahvaltı yapıyorduk ve acıkana kadar evde oturup televizyon izlemek ve arada balkonda sigara cigara karışımı şeyler içmekle geçiriyorduk. maddi durumumuz iyiydi, geçimimi kolay sağlıyordum, zaten diğer hikayede bahsettiğim ps kafe sahibi otomatiğe bağlamıştı,o yolluyordu arkasından da ben biraz koşturuyordum oraya buraya sırf can sıkıntısından. torbacılığa yeni başlayan insanları söğüşlemekle geçiriyordum hayatımı.

    günün birinde kahpe şehirdışında bir üniversite okumak istedi, yaşı da müsaitti.ben de sıkılmıştım açıkçası istanbuldan.

    edirnenin uzunköprü ilçesine yerleştik.

    dünyamızı 30 yıl geriden izleyen bir ilçe burası. otobüsten indiğiniz anda size kerhaneden çıkarken sunulan şekerler ve kolonya gibi bir manada burnunuza siniyor kömür sobasının dumanı.

    bu kentte yeniden doğmuş gibi hissediyorsunuz kendinizi. sıfırdan başlamak için iyi bir yer. çünkü sıfırın altında bir dünya burada insanların yaşadıkları.

    kahpenin kaydı yapıldı,ev tutuldu. klagib şeyler işte, yine yaşayıp gidiyorduk. buraya bir talihsizlikle düşen modern insanların sıkılmaması için bir kaç cafe yapmışlardı ve tabi ki bankalar.

    dünyamızın en sevimli kerhanesi ve en sevimli huur çocukları : bankacılar. paramızı idare edenler, bizden tırtıkladıkları kuruşları havuzda biriktirip yeni girişimcilere faizle sunanlar, risk sermayesi deyip insanın boğazına bıçak dayamadıkları kalanlar. huur çocukları kısaca.

    problem yoktu. kent sakindi biz de sakindik.

    günlerden bir gün ördekli göl dedikleri yere gittim tek başıma. biraz cigara içip kafa dağıtmak biraz da oturup düşünmek için.ama satürn ün halkası gibi etrafımda dönüp duran şeyler yine buldu beni.

    ilerde bir kaç zenciye ramak kalmış esmer adam ve bir kaç dipleri gelmiş kara kaşlı kara gözlü esmer kadın mangal yapıyordu.

    içinde fazlaca ot bulunan cigaramı yaktım, çardak gibi bir yere oturdum, seyretmeye başladım.
    ···
  4. 4.
    0
    istediğim şeyin bu olduğunu anladım. sessizliği bana zarar vermeden yaran insanları izlemekti istediğim tek şey. köşeme çekilip olanı biteni tarafsız bir gözle izleyip iki tarafın da anasına bacısına küfretmek istiyordum.

    trakya insanını severim, ancak fazlaca kancıklık yapmayı da çok severler, çok kahpeleri de var, tanımadığı insan için sırf yolunu kaybetmesin diye sorduğu adrese kadar zütüren de.

    ve gece yarısı kızlarla gezmeye çıkan üniversite gençlerini çatılardan aşağıya atlatarak kaçırmaya çalışan huur çocukları da.gece yarısı pavyona dönmüş bir şahin de 4 5 erkek sizin yanınızda durup sizden ateş isterse kaçın.

    ciddiyim kaçın.

    her neyse, trakya insanı yemek konusunda ne kadar yeteneksiz gözükse de bu mangal işlerinde şampiyonluğa oynarlar.

    kanat ve etin kokusu burnumun içinden girip beynimdeki mideyi yöneten kısma tavsiyede bulunuyordu. çok geçmeden elinde bir tabakla birisi geldi yanıma. cigaramı söndürmemiştim hala. saklamadım da,çekinmem zaten.

    gömleğin düğmelerini sonuna kadar açmış atletiyle,iki çizgili pijamasıyla tam bir trakya insanıydı karşımdaki.

    kokmuştur enişte, dedi.al nemalan biraz.

    sağolasın dedim, cigaramı gördü, güldü ağzın da kurumuştur senin dedi. güldüm.gitti iki pet bardak kaptı vodka da getirdi.

    markasını bilmiyorum da etle birlikte güzel gitmişti.bir müddet konuştuk, cigara ikram ettim. beraber içtik. ailesini anlattı. çocuğunun ilkokula başlayacağını söyledi eylülde. uzunköprüyü beğenip beğenmediğimi sordu.

    ben de her yabancı gibi övdüm de övdüm.
    ···
  5. 5.
    0
    uzun uzun konuştuk, adam rahatsız etmiyordu. muhabbeti güzeldi. şivesi taklit edilemeyecek kadar şopardı.

    bir ara kalktı,dur şu vodkayı alayım yanımıza da keyfimiz kaçmasın dedi. eyvallah dedim, yanında akrabaları olduğunu düşündüğüm iki genç de geldi.

    işte o iki gençten birisi 3 ayımı uzunköprünün çeşitli binalarında, devlet hastanesinde ve köprü altında ve yol boyunca uzanan çorak tarlalarda geçirmemi sağladı.

    adı sözlüklerde ferhat olarak geçmesine rağmen ferat kalmıştı. ferat bize iki mandalina kap bea. dedi bizim samimiyet abidesi atletli abi. onun da adı hasan bu arada. diğer sakin çocuk da ismail.

    tanıştık ettik, kadınların içinden gözleri keskin bir siyaha çalan kız çıktı geldi yanımıza, ismail i çağırdı. gençlerdi biraz yürümek ve uygun bir yerde sevişmek için can atıyorlardı.

    ikisi gittiler. hasan,ferhat ben. oturup her şeyden konuşmaya başladık. cigaradan açıldı mevzu. istanbuldaki durumları sordu. değişik bir şekilde anlattım,her şeyi anlatsaydım eminim ki o ördekli gölde yeller eserdi. çizgi filmdeki gibi birden kaybolurlardı.

    belki de boğazıma sarılır bizi istanbula zütür derlerdi. bilinmez.
    ···
  6. 6.
    0
    aslında uzunköprünün de istanbuldan farkı yoktu. istanbuldan daha pahalı bir yerdi. alternatif yoktu burada. edirneye uzaktı, istanbula daha uzaktı, çoraktı.

    kısacası gereksiz ve gibindirik bir yerdi.ne gibime fethetmişler burayı diye düşündüm her çarşıya çıktığımda.

    o istiklal caddesi muamelesi gören çarşıya.

    iyice kaynaştık,bir şişe vodka gölün dibine felix gibi inmişti feratın sert bir hamlesiyle. kafalarımız hoş olmuştu.

    alkol gerçekten etki yapar insana. bünyeye kroşesini vurur ve kendinize gelmenizi bekler.

    arabalarına bindik.iki araba gelmişlerdi biz efsane beyaz torosa bindik.

    bir şarkı açtılar.ama ne şarkı.

    kayınçom açmış yine şarabı selam veriyor bana.

    burhan öcal ın trakya all starsla yaptığı albümün en klas parçalarından biri olan kayınço şarkısı. otogara geldik, indim.atletli abi bana bir apartta çalıştığını söyledi.ben de mecburiyetten ziyaret edeceğimi söyledim.

    evime davet edemezdim tabi.eve atla gelirdi abi. balkondan atına bakıp dururdu yerinde mi diye.

    trakyadaki yılgı atları kadar berbat bir durumdaydım ben de.ancak bu en doğal hali bile komik olan yerde bana beklediğimden fazlasını verdi. yüzüm epey güldü.
    ···
  7. 7.
    0
    bir hafta boyunca önceden anlaşmış gibi her gün görüyordum feratı.

    o kadar küçük bir yer ki bu kasabanın merkezi, evden çıktığınız anda bile bir tanıdıkla karşılaşıyorsunuz. ancak benim bu yerde tek tanıdığım insanlar bunlardı. ferat bini daha yakın gelmişti bana.her an kavga çıkartabilecek potansiyeldeydi.

    ancak buradaki insanlar istanbuldan gelmiş insanlardan hem nefret eder hem de onlara imrenerek bakarlar.her hafta sonu istanbula gitseler bile haftaiçi istanbullulara aşık olurlar.

    feratta beni bir umut kapısı olarak görüyordu belki de.

    bir gün yolda karşılaştık yine.abi gel bi ara sana bira ısmarlayayım dedi. olur dedim,ama tek gel canımız sıkılmasın dedim. eyvallah dedi.

    eğer bir ortamda sıfatınız x in arkadaşıysa yannanı yemiş durumdasınızdır, sizin bir damla fikriniz olmadığı her konuda konuşulur ve siz anca insanların güldüğü esnada eheh diyerek eşlik edersiniz.ha bir de en başta kendinizi tanıtırsınız.

    tabiatın en gereksiz olaylarından birisi.

    neyse gün geldi çattı. uzkopun (uzunköprünün uzunköprülüler arasındaki kısaltması işte) medeni görünen tek barımsı yerine girdik hüseyinle. içerisi karı kız ve abazan üniversite genci kaynıyordu. fazla gürültülüydü. ferata bir bira içip kalkalım dedim, kafam gibildi. tamam abi dedi.

    dedim adam akıllı bir yere gidelim.

    bir meyhane türevi bir yere gittik. oturduk koyduk biralarımızı çerezimizi konuştuk.

    hayatını anlattı. üç çocuklu ailenin ortancası, okulu çoğu trakyalı gibi erkenden bırakmış, kasabadaki doğanın ve ergenenin dıbına koyan fabrikalarında çalışmış askerlik gelene kadar insan gibi yaşamaya çalışmış.

    pek tabi ki öyle olacak. devletin malının defosuz olması gerekir.o askeri parkaya layık olmalı gidenler. aksi takdirde eğitim zayiatı olarak geçersin tarihe. " askerde dayak yemedim diyen yalan söyler " gibi bir deyim yaratan ülkemiz gençlerinin bu kadar vasıfsız olmasına şaşmamak gerek tabi.

    ben de anlattım tırnak yerine parmak törpüler gibi hayatımın en küçük kısımlarını anlattım. kısacası buraya kafa dinlemek için geldiğimi söyledim. kumsallar beni çekmiyordu.ya da sahil kenarındaki bir klupte herhangi bir kadınla çiftleşme dansı yapmak istemiyordum. oturup adam gibi sessiz kalıp cigara içebileceğim yer lazımdı bana.

    içeriye iki adet mavilere boyanmış polis denilen şeylerden geldi.
    ···
  8. 8.
    0
    ferat üzerimde bir şeyler olup olmadığını sordu.var dedim, aldı ceketimi giydi. ceketin cebinde bir tabaka dolusu ot dolu sarmalardan bulunuyordu. uzunköprüde gece hava karardığı zaman başlar.5 te kararıyorsa 6 da insanlar çekerler kendilerini evlerine. açarlar flash tv den roman show u izlerler.

    uzunköprü halkı için çok geç bir saatte bu iki polis için benim tabakamdaki otlar iyi bir terfi kaynağı olurdu. ancak feratla sürekli didiştik lan çıkart dedim.o anda ceketi yakıp tüm uzunköprüye bir ot ziyafeti sunmak istiyordum. arka sokaktan gelen ve türkü bardaki şarkıyla karışan düğün seslerinin olduğu yere bir düğün hediyesi sunasım vardı.

    ancak beklenen olmadı. polisler geldi, ferata baktı birisi. bize " rahat durun lan " dedi birisi. üstümüzü aramadılar.bir bana bir ferata baktı bir mavi dallama. ferata döndü " imzanı attın mı bugün " attım recep abi dedi ferat.iyi kalk gibtirgit şimdi dedi. ferat kalkalım abi dedi.

    polisleri her zaman mücevher gibi görmüşümdür. eğer bir gün hayattan vazgeçersem bir polisi zor duruma düşürmeden gitmek istemem.

    çıktık sigara yaktık bir tane en boşundan. anlattı her şeyi.abi dedi sevdiğim bi kız vardı, kaçırdım.yaşı küçük diye sıçtılar ağzıma. imza mimza attırıyorlar her allahın günü, keşana bile geçemiyorum deyip durdu.

    o gece indik shell in bir bayisine, köfte yedik. uzunköprü köftesi meşhurdur. uzunköprünün tek güzel yanı bu belki de.bir de bilardo tabi.
    ···
  9. 9.
    0
    bir gün yine uzkopta çevre yoluna çıktım ve gibindirik inşaatları izledim.

    bloklar, siteler ve tabi ki villaya benzeyen anlamsız şeyler ve içlerindeki geleceğin huur çocukları olacak olan vicdansız öğretmenler, savcılar,polisler ve aileleri.

    uzkopta istanbulu aramasınlar diye uzkop işadamları bu villaya benzeyen şeyleri dikmişti buraya. arkadaki gecekondulara inat sadece minibüslerin ve nadiren spor arabaların geçtiği iki şeritli küçücük bir caddeye bakıyordu.

    sabahın köründe elinde kahvesiyle sigarasıyla yazgünü sokağa bakan bir öğretmeni at taku kokusu sarıyordu olabildiğince.

    acıyordum hepsine. uzunköprünün yerlisi olsaydım hepsini yakalarından tutup helikopterle boğaz köprüsüne salardım.
    ···
  10. 10.
    0
    biraz daha dolaşıp kendimi küçükşehsuvar beydeki kahveyle dolu sokağa attım.

    bu sokak öyle bir yer ki üç köşesinde de kahve var. köşebaşı kahve amk yerinde. hepsinde de bilardo masası.

    çıktım dışarıdaki masalara oturdum, yaktım sigaramı karşıdaki yaşlıları, arabadan redkit cemal dinleyenleri izledim.

    yanıma iki kişi geldi.

    bunlar trakyanın merakını simgeliyordu.ben gelir gelmez aralarında beni tanımayan çıkmayınca dedikomu yapmışlardı bir süre ve içlerinde bir fedai gelip semtimize hoşgeldin ayağı çekiyordu. çayı veren kahveci bile bozuk attı.

    sanki imf ciyiz amk, sanki uzunköprü meslek yüksekokulunu yıkıcam.

    ne lan bu tavrınız ?

    ama samimi insanlardır, düz insanlardır, çekinmezler. " usta sen nerelisin be " derler okumaya mı geldin derler.

    ben ne okumaya ne öğretmenlik yapmaya ne de bir bankada gariban çiftçilere kredi satmak için gelmiştim.

    kahpeme destek çıkıyordum sadece.ama tabi ki farklı şekilde anlattım.

    sevdiler sağolsun, zaten kendilerine insan gibi davranan herkesi severler. çünkü insanlıktan uzak denecek bir şekilde yaşıyorlar.

    büyük kentlerdeki yaşanan hayata modern dünya diyoruz ya.gibeyim modern dünyayı. uzkoptaki insanlar gibi gelip birine " nerelisin sen be " diyemeyeceksem eğer. giberim öyle medeniyeti.

    bizim bildiğimiz insanlıktan uzaklar, süper insanlar. ancak dediğim gibi kancıkları da tam kancık... uzkoplular da bilir bunu.
    ···
  11. 11.
    0
    canınız tehlikede değilse cesur davranmamanızı önererek başlıyorum bu kısıma. çünkü cesaret hayvanlarda bile can kurtarma kargaşasında peydah olur.

    gençlerden biri sarma sigara uzattı, aldım içtim. cidden berbattı. dumanı hissetmiyordum bile. iyice sıkmışlardı tütünü tak etmişlerdi. filtre de kötüydü.ama ikram olduğu için tatlı geldi.

    neyse. sigarayı söndürdüğüm anda gürültüler kopmaya başladı. ferat it gibi koşturuyordu, gitti bir kahveye girdi zorla, kahveci durumdan hoşlanmadığı için sert bir tokat attı. karşı kahvedelerdi, diğer gelen dört bin de girdi kahveden içeri.

    feci bir izdiham oluştu. çünkü rutin hayatımıza koşarak girip renk vermişti ferat. uzunköprüde sinema olmadığı için belediyenin düzenlediği bir mizansen sandım ilk. halk sıkılıp bunalmasın, ayçiçeklerine oturmasın diye yapmışlar herhalde dedim.

    ancak o anda nereden oluştuysa feci bir kalabalık oluştu. uzkop gibi kargalar cenneti bir kasabada bu kadar fazla kargayı bile bir arada göremezdiniz.o tellerden ahenk içinde uçuşan sığırcık mıdır nedir o kuşlardan bile fazlaydılar.

    feratın dıbına koyuyorlardı kısacası. millet hala bana bakıyordu, önlerinde para verseler bulamayacakları atraksiyon duruyorlardı ve hala benim değişik stilime, ilginç tipime bakıyorlardı.

    insanları yara yara girdim kahveye.
    ···
  12. 12.
    0
    ne diyor xhamster da ? just porn.no bullshit.

    ben de öyle takılmalıydım. just kahpe no bullshit.

    gibindirik evimizin penceresinden bir başka gecekondunun havalandırmasına bakarak geçirmeliydim günlerimi.

    girdim içeriye. tuttum ferhatı. noluyor lan dedim. birisi sen karışma amcık ağızlı dedi. canım daha fazla sıkıldı. birisi çocuk tokatlar gibi tokatladı beni. kavgaya amatör bir şarkıcının yerini assoliste bıraktığı anda kemancının içtiği vodka gibi girdim.

    ağzım tatlansın diye, ancak feci kanlanmıştı. sağ salim çıktık oradan.

    ferhatla nereden baksanız üç kuşaktır eczacılık yapan eski bir eczaneye geldik, kalfa çocuk geldi. ferata yine belayı bulduğunu söyledi. feratta küfür etti. pansumanımızı yaptık. çıktık.

    uzunköprünün otogarının arkasındaki parka gittik, cigara içtik bir bankta. nolduğunu sordum. kızın abileri dedi, klagib şeyler söyledi.

    ancak kızın evli olduğunu da söyleyince bir tokatta ben attım. beni bu gibtiritaktan hikaye için mi pert etmişlerdi amk ? göbeği hala erimemiş bir kömür madeni amcığa sahip kaşar için mi ?

    tabi ki hayır.

    bu amcıkevladı ferat askerlere serbest olan şerefli bir bilardocunun salonunda bu muallaklerle bilardo oynamış, montlarındaki cüzdanları ıstakasının ucunu resetlerken yürütmüştü, adamlar salon sahibi ve ferat dışında kimse olmayınca feratın peşine düşmüşlerdi. ferat yolda bir cüzdanı düşürünce daha hızlı koşmaya başlamışlardı.

    gasp ın trakyadaki adıydı bu bin.
    ···
  13. 13.
    0
    Bana yine dağlar dikti anlayacağınız.

    Bilmediğim bir kasabada ne idüğü belirsiz bir gaspçıyla bir bankta cigara içip ergene nehrinin takunu ciğerlerime dolduruyordum.

    içimdeki bu can sıkıntısını haketmiştim. ancak bu binten kurtuluş olmadığını da biliyordum. genelde sakin birisiyimdir ancak uzunköprü kadar sakin bir yeri ayağa kaldırmak için elimden geleni ardıma koymam. geceleri insanların bir kurşun sesiyle uyanıp evde dört dönmelerini, çorbacılardaki çırakların dışarı bakmasını, içeride köpek öldüren içip ayda bir öğrenci apartına 300 400 lira veren öğrencilerin camdan bakmasını sağlamak istiyordum.

    Ferat “ abi “ dedi, yapıyorum bu işi. gibe gibe yapıyorum.yok amk yerinde sen görüyorsun. uyku uyuyamıyorum çalışmaktan, cebime üç kuruş girmiyor. kız cidden evlendi abi, pekekentin babası hacı, hacca gidiyor her sene, marizi döküp topluyor malumatını, tomar tomar geliyor evine. babası sizin o evin arkasındaki gecekonduları da yıkacak, depo yapacak marketlere. napayım abi sen söyle dedi.

    Hiç biri bahane değil. klagib şeyler. ulan oradan buradan çaldıklarından karton ev yapıp oraya mı sokacaksın kızı ? Dedim.ses etmedi, sigarasından duman aldı. bilmiyorum abi.sen istanbul görmüş adamsın,bi akıl ver dedi

    ona verebileceğim iki gramlık aklım olsaydı zaten şu anda istanbulun leş bir ilçesinde bu satırları yazıyor olmazdım, gider kızı kaçırır, ailesinin ağzını bantla kapar ve çarşının ortasında kafeste hayvan gezdirir gibi gezdirirdim.

    Ama yoktu işte.

    Cevap alamayınca,abi yardım et alayım şu kızı koynuma, gibtirolup gidicem burdan söz dedi. uzunköprünün genç ve bir o kadar samimiyetsiz belediye başkanıymışım gibi konuşuyordu yüzüme karşı. yanında olmama gerekyok, belediye başkanı gibi avukat değildim, imkan sunamazdım. zütünü kollamazdım.

    Ama sevmiştim bini ne olursa olsun.

    Çünkü bana ihtiyaç duyuyordu.ya da bana öyle hissettirmeye çalışıyordu.

    insanlar her zaman muhtaç olunan olmak ister. çünkü herkes herkese muhtaçtır.her asgari ücretle çalışan her 1000 liraya çalışan gibindirik insanın paspasıdır, portmantosudur.
    ···
  14. 14.
    0
    her neyse. cigara da etki etti muhabbete, affettim bini iki dumanın taksiratına.

    eve gittim, kahpe olanı biteni sordu. bravo dedi, yine debriyajın dıbına koyduğumu söyledi. klagib türk kızı.

    o da zaten hayal kırıklıklarından puzzle yapmakla meşguldu.her uzkop yabancısı gibi buradan nefret etmişti, uzkopta doğup büyümediyseniz uzkop sizin için herhangi bir çorak araziden farksızdır.

    neyse.

    ferhat her gün kasaba mezarlığının karşısındaki karakola gidiyor, imzasını çakıyor ve o yoldan 15 dakika yürüyüp çarşıya vardığında varyemez amcanın altın havuzuna düşmüş gibi hissediyordu kendini, yolunacak çok adam vardı.

    dönere mayonezle acı sos koyan esnaflar, kestaneciler simitçiler... bir yığın adam.

    günlerden bir gün bir düğüne gittik yine o dayak yediğimiz küçükşehsuvar bey yakınlarında bir yere.bir camiinin yanındaki gasilhenin önündeki yolda,bir çift birleşmelerini kutluyordu.

    kafalarımız bratislava kızları kadar güzeldi. önümde yerel danslarını sergileyen kasaba halkına imrenerek bakıyordum. yerde çamaşır yıkama figüründen tutun da ork çalan abinin siyah düğmeli beyaz gömleklerine kadar her şeye kitlendim.

    ayrıca kamyonu da yolun tam ortasına çekmişlerdi. kamyonun üstü açılmış, içinde darbukacıdan kemancıya bağlamacıdan kanun çalana kadar herkes mevcuttu. kamyonun arkasında da ucuz vodka yeni rakı ve bilimum yerli yabancı şarap mevcuttu.

    ben de yabancı olduğum için hepsinden samimiyet dolu selam aldım. konuştuk ettik, çanakkale şarabı ikram ettiler. içtiğim en iyi şaraplardandı.

    artık beynim kuruyla sulu harmanından epey yorulmuştu. yanımda sessiz sakin duran ferhatta sokak ortasında oynayan gürühun arasına kaynadı.

    tatsızlık çıkmadan önce kendimizi telli çeşmenin ara yoluna atıp bir türkü barda dinlenmeye çekmeliydik.
    ···
  15. 15.
    0
    kafası zom olmuş, ağır ağır oynayan romanların arasına giren ferhat her gelene gülümseyerek bakan, gözleri kısılmış esmer tenli beyaz bıyıklı abilerin cüzdanlarına göz koymuştu.

    burhan öcal ın düzenlediği opaz şarkısını açtılar cdden.

    müthiş bir şarkı.

    bazı şarkılar eğlenceli görünmesine rağmen içlerinde buruk ve hatta ölümcül bir acı taşırlar. beatles adlı müptezel grubun the helps şarkısı gibi.

    opaz da böyleydi,o küçük kızın sesi insanı parçalıyordu oynamaya teşvik etmekten öte." oyna " dedikçe beynim daha fazla acımaya başlıyordu.

    ancak ağır roman havası isteyenleri tatmin etmişti bu ağıt.

    ferhatta sadece benim farkettiğim işini yapıyordu. işini bitirip yanıma geldiğinde adamlarını kimliklerini ceplerine koyduğunu bile söyledi.

    iyi niyetli huur çocuğu. lazım olur diye kimliklerini ehliyetlerini bırakmış, nakite yönelmişti.
    ···
  16. 16.
    0
    yaz yavaş yavaş yaklaşıyordu, kahpenin finallerinin başlamasına 1 hafta kalmıştı, ancak zerre umrunda değildi. istediğini bulamamıştı. şehri terketmek istemiştik, ancak fazla huzur dolu bir kasaba için fazla aksiydik.

    huzur bize yaramamıştı,ben ne idüğü belirsiz bir gaspçının peşine düşmüştüm o da günde 8 saat yarak kürek bir üniversite müsvettesinde, müdür muavininin kendisini padişah sandığı, esnaf gibi davrandığı bir yerde harcıyordu.

    yavaş yavaş okula daha az gitmeye başlamıştı.biz de tüm gün oturup etv deki belgeselleri izliyorduk. sırtlanların alengirli dünyası, erkek aslanların dişilere karşı olan ezikliğine tanık oluyorduk. günler geçiyordu.

    feratla bir gün oturup iki şişe öküzgözünü devirdiğimizde müthiş bir cesaret edindik nedendir bilinmez.

    ferhat gidelim abi şu hacının evine, alalım tüm parasını. dımdızlak kalsın huur çocuğu dedi. sevdiği kızın kaynatasından bahsediyordu.

    bu bahsi geçen kaynatayı bir kaç kez görmüştüm, gece yarısı kalkıp gelininin yeni doğan bebeğiyle yatmasına rağmen kalçalarını okşayabilecek bir huur çocuğuna benziyordu.

    hacılığı meslek icabıydı, ceketinin pantolonunun her cebinde tomarla para vardı.

    hatta uzkopa bağlı bir köyün (adını vermeyeceğim, nolur nolmaz.) tamdıbına yakınının ona ait olduğu söylenir.

    ve hala evinin yanındaki kaçak yaptığı gecekonduları 150 200 lira gibi fiyatlara kiralardı.

    çarşıda bir kuyumcusu vardı. oğlu da bu kuyumcuda sözde meslek öğreniyordu. onun altın bileziğini babası geçirmişti koluna. oğlunun kılına zarar gelmesini istemiyordu. ileride oğlu bu karıdan sıkılıp başkasını istediğinde ilk önce karıları toplar oğluna gibtirir hangisini beğenirse onu alırdı bu adam.

    öyle böyle değildi. müthiş bir huur çocuğuydu bu hacı dayı.
    ···
  17. 17.
    0
    şarapları içtiğimiz yer uzkopun en tepe yerlerinden birisiydi, tüm uzkop ayaklarımızın altındaydı, kalkıp bir adım atsam güneş hotelinin yıldızları batardı ayağıma, köprü lokantası tuz buz olurdu. hiç bir faaliyeti olmayan atatürk kültür merkezi çekiştiği canını bir an evvel verirdi bana.

    çarşının dıbına kordum ayağa kalksam.

    ancak feci sallanıyordum. kendime gelmek için bir sigara yaktım. başım feci derecede ağrıdı. ferhatın anlattığı hikaye de beynimi sulandırmıştı.

    dedim kızı çocuklu kabul eder misin ? ederim abi dedi. onun çocuğu benim çocuğum. helal olsun lan sana dedim.

    peki o çocuğu onun babası olduğuna nasıl ikna edersin. anlamadı sorumu. çocuk herif bea ne anlar daha yaşına girmemiş dedi.

    klagib trakya insanı. güzelim muhabbetin dıbına koymuştu en realist haliyle.

    doğru diyosun dedim, çocuk herif. anlamaz..

    abi kalk allah aşkına gidelim şu muallaknin evine dedi. tamam lan dedim.dur kafamdaki bulutlar yerini güneşe bıraksın, hemen inelim çarşıya.

    tamam dedi. indik tepeden, meriç yoluna giden askeriyenin oraya kadar yürüdük. uzkoptaki askerlerin halini düşündüm. berbat durumda hepsi. çarşı izinleri olsa bile çarşıda internet cafe dışında gidecek yerleri yoktu. gerçi tüm yurt böyle.

    meşhur taşköprünün önüne geldik yürüyerek geçecektik köprüyü. gibe gibe o mesafeyi katedecektik, gidene kadar içimden " taş döşeyenini gibeyim " , " kum atanını gibeyim " diye küfür ettim bu köprünün yapımında emeği geçenlere.

    meriçle uzkopu birleştirmek dışında bir taka yaramıyordu ve tabi ki uzunköprünün dünyaya açılan kapısıydı burası.

    ama dünyanın uzunköprüye açılan kapısını zütünüzle açmanız gerekir trakyalıların dediği gibi.

    köprü boyunca bi cigara yakıp tellendirdik, arada soluklandık. köprünün çeşitli yerlerinde olan küçük insan kafası heykellerini ilgiyle izledim.bir anlamı olmalı dedim, sonra giberim anldıbını deyip devam ettim. kasabanın ışıkları sonuna kadar kısıktı.

    köprünün hemen yanındaki otogara vardık,bir banka oturduk. yeller esiyordu resmen. epey yorulmuştuk.ama cesaretimiz hala iner misin çıkar mısın yarışmasında tüm izleyenlerin sevgilisi olmuş gibi tavan yapmıştı.

    yarım saat kadar dinlendikten sonra uzunköprünün en ilginç isimli caddesine doğru yöneldik :

    anabacı caddesi.
    ···
  18. 18.
    0
    kasabaya karıştık, otogarı geçip atatürk heykelinin oralara vardık. yakınlardaki bir öğrenci apartı dışında hiç bir yerin ışığı yanmıyordu ve dışarıda istanbuldan buraya 2 sene eziyet çekmek için gelen gerizekalılar dışında kimse yoktu. tahminen en geç 7 de yurdun verdiği gibindirik tabldot yemeklerini yiyorlar ve evlerine dönüyorlardı,bim bisküvileri de eriyince köfteciye yollanıyorlardı.

    uzkopa yolunuz düşerse gece yarısı beyaz saray çay bahçesinin altındaki köfteciye gidin bir yarım tavuk ekmek yiyin. müthiş yapıyor adam.şu hayatımda gerçekten özenle hazırlanmış enfes yemekler yedim, ancak bu tavuk ekmek başka aga. gidin yiyin. 4 liraydı en son. sucuk ekmeği de güzeldir, köftesini sevmedim pek.her neyse amk. vedat milorluktan ferata dönüyorum.

    ana bacı caddesine geldik,o yarı yokuşun başında düşündük leke jeans in önünde. karşımızda bir kestaneci vardı. bize acır gözlerle bakıyordu, gidip tüm tezgahı satın alıp utandırmak istemiştim adamı,ama elleşmedim. sırf sıkıntı olmasın diye ferata " oğlum yok mu açık bakkal " dedim seslice kestaneci duysun diye, hemen kapmıştı dıbına kodumun bini " bilmiyorum ki abi,şu tekel açıktı ama ekmek yoktur orada " falan dedi, kestaneci bizi bir adrese yönlendirdi, geceleri simit yapıyorlarmış dediği yerde ne akla hizmetse. gidin acıktıysanız bulursunuz orada bir şeyler dedi, eyvallah dedik.ana bacı caddesine tersti, bizi iyice iyi insan sansın diye biraz da kestane aldım, belediye binasına doğru yürüdüm. belediye binasını çarşıya bağlayan bir ara sokağa girdim. kestanecinin bulunduğu yerden ana bacı caddesinin arka girişlerinden birine girdim.

    hacı dayıya yakınlaşmıştık.
    ···
  19. 19.
    0
    artık alkolun etkisinden midir bilinmez bu trakya topraklarına uymayacak bir şarkı belirdi kafamda " abdel kader " meşhur arap kahramanına ithafen yapılmış,bir zamanlar hepimizin diline pelesenk olmuş abdel kader yannanımı ye ya da unkapanına gidelim in arapçası çalıyordu kafamda.

    abdel kader ya bou allem..

    üç arap bana daha fazla cesaret vermişti. hani dedim ferhata nerde bu puştun evi.

    geldik abi.dur bi sigara içelim konuşalım ilk önce dedi. tamam dedim.

    şimdi abi.ben daha önceden girdim bu eve, hatta kendimi zor tuttum muallaknin kemiğine bıçak dayamayayım diye.ama zütüm yemedi işte dedi.

    tuttum yakasından feratı dedim ki çocuk,sen beni yanlış tanıdın herhalde böyle sakallı makallı. evde birine zarar verirsen zütünden giberim seni o aile saadetinin ortasında dedim.

    zütünden gibmezdim tabi, ancak sevdiğinin ağzını tüm aile meclisinin ortasında gibebilirdim.

    yok abi dedi yanlış anlama.ben yine marize geldim, daha var ona. zulasının dıbına koyucam pekekentin dedi.

    tamam dedim.

    devam etti.

    abi bu evi aslında öğrencilere kiralamak için satınalmıştı, kimseye veremedi, çocuğu da zamanında hacıya rest çekti benim hatun için.o zamanlar ben askerdeydim, kızın ailesi de bizle sözleştikleri için bırakmıyorlardı kızı kimseye. hacı da bu kızı almak istemedi,bi şopara vermek istemedi herhalde çocuğunu.bu huur çocuğu da kendini tak gibi hissedince babasına postayı koydu gitti babasının cebinden bu evin anahtarını çaldı geçti bu dayalı döşeli yerde yaşamaya başladı... ama çocuk yine babasına bağlıydı anlayacağın.ama günün birinde eve oğlunu dolaşmaya gelen hacıdayıyı oğlu boğazından tutup kanepeye atınca, bizim hacı anladı olayın ciddiyetini. apar topar gittiler, zarla zorla ve biraz da canlıyla aldılar kızı.

    nişanı nikahı yaptılar.
    üç gece düğün yaptılar abi inadına.

    kızın abileri zaten dünden razı, babası sefil. anası pazarda iki tavuk sattımı yüzü gülüyor.ama babası hala rahat etmedi, çocuğunu bırakamadı, geldi bunun yanına yerleşti. şimdi de çocuğunun sığıntısı gibi yaşıyor.

    ama abi allah var,ev de ev hani. daha ben uzkoptaki beyaz eşyacılarda plazma görmedim,bu adamın salonunda nal gibi duvara asılmış duruyor plazma. gece de açıyorlar akvaryumu.

    hayat onlara hayat abi.

    ben bu dayıyı rahatsız edicem abi,o akyarvuma sokacam onu. geliyorsan gel ? dedi.
    ···
  20. 20.
    0
    tamam dedim sadece.ama içeride bir sıkıntı olursa onu camdan atacağımı söyledim.

    rahat ol dedi her yarı yolda bırakan huur çocukları gibi.tek sıkıntım beynimde çalan şarkıydı, şimdi de sagopa kajmer in en güzel ve en samimi zamanlarından bir şarkı çalıyordu beynimde.

    son durak uçurum.

    apartmanın dış kapısı açıktı,dar merdivenlere yöneldik, sessizce 3.kata çıktık. ferat bana döndü,ses çıkarma abi dedi. tamam dedim.

    cebinden şu kezbanların baştacı olan siyah küçük şeylerden birini çıkardı. onunla kapıyla uğraşmaya başladı, çok amatördü bin, çok da ses çıkartıyordu.

    lan dedim içimden yannanı yedik, şimdi kapıyı açar hacıdayının oğlu bir yumruk geçirir ferata ikimiz birlikte yuvarlanırız bu züt kadar merdivenden. midemiz zütümüze girer dedim.

    ferat bir kapıyla uğraşıyor bir de bana dönüp sıkıntı yok dercesine gülüyordu.o kapının deliğine eğilmişken küçük çocukların atari salonlarında ellerinde çekiçle delikten çıkan tospağaları vurmaya çalışması geldi aklıma nedense. yumruğu çekiç gibi vurasım vardı muallaknin kafasına.

    apartmanda herhangi biri uyansaydı, buradan çıkışımız olmazdı. çünkü buranın muhafazakar insanları bizim bildiğimiz şakirtlere benzemezler. buradakiler yeşil mercedeslere binip patatesli yumurta yiyen çocukalra makarna taşımakla uğraşmazlar.

    zengin müslüman değil buradakiler, onlar gibi huur çocuklaır değiller.

    komşularını, ailelerini,ve uzkoplu olan herkesi muhafaza ve muhafızlık etmeye çalışıyordu buradaki muhafazakarlar.

    istanbuldaki muhafazakarlar sahtekar huur çocuklarıdır.

    neyse.

    ferhat biraz daha kapıyla oynadı, kapı birden açıldı.

    gibi tutacağım apaçık belliydi.
    ···