+49
-78
“Karahanlıların önderi Saltuk Buğra Han ‘islam dinine girmiş’, Arapça’yı yazı dili olarak kabul etmiştir. Oysa bir dini sistem olarak islamiyet, bu tür bir radikal değişime ışık yakmış değildir. Çünkü Kur’an: ‘Sizi kavimlere ayırdık ki birbirinizi tanıyasınız’ buyuruyor. Aynı şekilde, Hadis de: ‘Kişi kavmini sevmekle suçlandırılamaz’ veya ‘Kavminin efendisi kavmine hizmet edendir’ tarzında ‘kavim bağlılığını’ önermektedir. Kur’an’ın bu yaklaşımı, insan pgibolojisinin harikulade bir niteliğini ortaya koymaktadır. Ana sevgisi, aile bağlılığı, vatan aşkı Allah’ın yarattığı ve kuluna ihsan buyurduğu eşsiz yüceliklerdir. Bunlar olmadan sosyal birlikteliğin ve hayatın anlamı olamazdı. Bu nedenle, millet sevgisi düşünülmeden ümmet sevgisine geçilemeyeceği gibi, bu iki evrensel değer birbiri için de feda edilemezdi. Millet özelliğinden yoksun bir ümmetçilik kadar, ümmet idealinden uzak düşen bir millet sevgisi (milliyetçilik) de islami dengeyi bozabilirdi. islam, aslında evrende ezeli armoniyi temsil eden bir dindir.
Yeniliğe açık bir mizaca sahip bulunan Türk kavimi (budunu) bu hassas dengeyi koruyacağı yerde, Arap ve iran kültür unsurlarını benimsemiş, kavim asabiyesini koruyamamıştır. Oysa bu iki kavim, ibn Haldun’un tarih felsefesinin özünü teşkil eden asabiye bilincine bağlı kalmak suretiyle kimliklerini korumuşlardır. Hatta Fazlur Rahman’ın belirttiği gibi, ‘Emevi ve Abbasi politikası, aslında Arapçılığın islamileştirilmesi’ veya Seyit Hüseyin Nasr’ın yerinde teşhisiyle, ‘islam’ın millileştirilmesi’ anldıbına geliyordu. Gerçekte, ‘Araplar, islam dinini adeta Araplaştırmışlardır’. Bu nedenle, iranlılar ve Araplar, islam şemsiyesi altında milli kültürlerini korumuşlar, Türkler gibi kimlik kaybına uğramamışlardır. Bilindiği üzere, bir Türk boyu olan Afşinliler, bu süreçte Araplaştırılmışlardır.
Son yıllarda ele geçirilen ingiliz Gizli Servisi M15’in tespitleri bile: ‘islam’ın milli özellikleri yok edici etkisi, Osmanlıların doğudaki akrabalarını unutmalarına yol açmış, bunun neticesi olarak da Asya’dan uzak düşmüşlerdir’ tarzındadır. Bu yargılar, aslında Türk toplumunun islam’ı algılama biçimi kadar, mizaç ve kişilik yapısından da kaynaklanmaktadır. Bu da, Bernard Lewis’in deyimiyle her şeyden önce, ‘Türk toplumunun milli benliğini islam içinde eritmiş olmasında aranmalıdır’.”
“Oğuz-Türkmen ikiliği, Edward Shills’in merkez-çevre (center-periphery) modeliyle daha iyi anlaşılabilir. iran Selçuklu devletini kuranlar, kendilerini Oğuz kabul ederek merkeze yerleşirken, Türkmenleri dışlamış ve çevreye itmişlerdir. Selçuklulardan itibaren devam eden bu zihniyet, Osmanlı’da daha sistematik bir biçim kazanmıştır.
Osmanlı zihniyetine göre, Karamanlılar da Türkmen olarak kabul ediliyorlardı. Fatih’in ‘Avni’ mahlasıyla yazmış olduğu bir şiirinde: ‘Hakkımızda saltanat iddia edermiş ol Karamani-Hüda fırsat vire gidem kıram ani’ tarzındaki serzenişlerinde, merkezin çevreye olan sert tepkilerine tanık olmaktayız. Merkezin çevreye, yani Oğuz’un Türkmen’e bu bakış açısı, aynen Yeniçerilere de yansımıştır. Otlukbeli Savaşı’nda, Yeniçeriler ve Rumeli Beyleri: ‘Hey uğursuz hain Türkmenler’ demek suretiyle Karamanlılar ordusuna saldırmışlardır. Aynı şekilde, Oruç Beg tarihinde Babailer de, Türkmen grubundan kabul edilmişlerdir. Bu yüzden Anadolu Selçuklularının da Babailere bakış açısı dışlayıcıdır. Nitekim Selçukluların Moğol istilası karşısında, Babailer Moğolları desteklemişlerdir. inalcık’a göre, ‘Fatih’ten sonra Osmanlılar Türkmenliğe cephe almışlardır’. Hatta, Akkoyunlu-Türkmen rekabeti ortaya çıkınca Osmanlı bürokrasisi kendi Türkmenlerini Yörük adıyla Doğu Anadolu Türkmenlerinden ayırmıştır. ‘Türkmenler, Osmanlılarca Alevi-Kızılbaş olarak ayırt edilmiştir’.” (S.14)
“Halil inalcık’ın isabetli teşhisiyle: ‘ilkin devletin sırf kullara (devşirmelere) dayanan bir hanedan imparatorluğu haline gelmesi, öbür yandan Türkmenlerin dışlanması sonucu, saray ve bürokrasi artık Türklük kimliği üzerinde durmamıştır. Osmanlı’nın, kendini Türk’ten ayrı tutması, bu tarihi ve siyasi şartlarla açıklanabilir’. Yine, inalcık’ın belirlemesiyle: ‘Türklük, halk şairleri tüm hayat tarzı, yani dili ve kültürü ile (halkta) yaşamakta ve kendi ayrı etnik varlığının bilincinde idi’. Bu durum, bize, Osmanlı toplum yapısında yönetici sınıf veya aydın-halk farklılaşmasının kesin çizgileriyle belirlendiğini gösteriyordu.
Osmanlı düzeni, gerek Saraylı veya Enderun, gerekse Yeniçeri adı altında oluşturulan modellerle, hem bürokrasisini hem de ordusunu, küçük yaşlarda kazanılmış Hıristiyan çocuklarla teçhiz ederken, çiftçi veya reaya (köylü-halk) sınıfı kendi asli unsurunu oluşturuyordu. Robert Martin’e göre, yönetici aristokrasi: l) Eski ahiler (padişahın çevresinde bulunanlar); 2) Yöneticiler (Kapıkulu’ndan gelenler); 3) Taşralı memurlar olmak üzere üçlü bir farklılaşmayı ortaya koyuyordu. Robert Martin’in bu değerlendirmesine bir de askeri (military) sınıfı, yani Yeniçerileri ekleyebiliriz. Böylece, yönetici sınıf, en geniş anlamda bürokrasi ve militarist kadro doğrudan Ermeni, Rum, Slav, Boşnak, Arnavut ve Hırvat gibi ayrı etnik kökenlilerden oluşuyordu. Orhan Gazi (1326) tahta geçince, sarayda Rikâbdar adıyla bir memuriyet ihdas ederek maiyetinde bulunan Molla Ayas’ı ilk olarak Rikâbdar tayin etmiştir. Ancak, Enderunlu Atabey, Molla Ayas’ın devşirme suretiyle toplanan gönüllü çocuklarını, saraya ve Acemi oğlanları kışlasına yerleştirilerek, nizamları üzere hareket ettirilmesi hizmeti verildiğini yazmaktadır. Bu durum, devşirme geleneğinin Orhan Gazi döneminde ele alındığını bize açıklamaktadır. Bazı batılı araştırmacılar daha ileri giderek, Osmanlı’da rastladığımız Enderun modelinin Selçuklular’daki Harem yani Odalık geleneğine dayandığını ileri sürmektedirler. Özellikle, Osmanlı beyliği üzerine bir inceleme yapmış bulunan V. Dimitriadis bu görüştedir. Bu duruma göre, Devşirme modelinin geleneksel kimliğinin 1383-1387’lerden öncelere uzanmış olması gerekir. Yalnız, Enderun tarihçileri, kuruluşun bu dönemlerde Gazi Evrenos tarafından uygulandığını ileri sürmektedirler. Gerçekte, Selçuklu sultanlarının saraylarında, hükümdar için satın alınıp, terbiye görerek yetişen ve saray (enderun) hizmetlerine atanmış memurlar arasında Hacıbülhicab gibi hizmetlere rastlamaktayız.
Görülüyor ki, Osmanlıların kuruluşundan 1493’e kadar devşirmenin adı ‘pençik oğlu’ idi. 1565’den sonraki belgelerde ise Acem Oğlanları olarak geçiyordu. Bu kuruma, 17. yüzyılda verilen ad genellikle ‘Oğlan Cemi’ (1607-1608) ya da 1622’de gözlendiği üzere ‘Yeniçerilik için oğlan alınmak’ veya 1638, 1646’da rastlandığı gibi ‘Devşirme’ idi. ‘Pençi Oğlanı’ ise, kurumun ilk ortaya çıktığında kullanılmıştır. On altıncı yüzyıl tarihçisi Mustafa Âli’nin (1541-1600) -ki kendisi de Boşnak asıllı bir devşirmedir- ‘kul’ sözcüğünü ‘Devşirme’ anlamında ifade ettiğini, bundan da ‘Hıristiyan devşirme kökenini’ kastettiğini Cornell H. Fleischer açıklamaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere, pençik sistemi I. Murat’ın 1377’de Edirne’yi başkent yapmasıyla başlatılmış, ancak I. Selim tarafından kaldırılmış, o zaman her savaş esiri için 20 akçelik vergi ihdas edilmiş olması bir gelenek halini almıştır.
Osmanlı’da kurumlaşan ve kökleşen devşirme veya Enderun sistemi, aslında militarist kadro ile bürokrasinin Türk olmayan unsurlara devri anldıbını taşıyordu. Ancak, inalcık, gayri müslimlerin on altıncı yüzyıla kadar, Osmanlı yönetici sınıfına devşirme sisteminin dışında da -yani dinlerini değiştirmeden- katıldıklarını açıklamaktadır. Böylece, memleketin sahibi ve devletin kurucusu Türk unsurlarının devreden çıkarılması, üretici ve vergi yükümlüsü tebaa yani reaya durumuna düşürülmesi, Osmanlı kimlik yapısındaki önemli sosyal yarılmayı oluşturur. Saraylı (Enderun) karşısında yer alan reaya aynı zamanda Yeniçeri ve Enderun gruplarının da vergilerini ödemekle yükümlü bir etrâktır. inalcık’a göre, artık ‘16. yüzyılda Osmanlılarda Türklük kimliği silinmiştir’. Bu kavramın yerine Osmanlı, Anadolu Selçuklularından beri devam eden ‘Etrak’ sözcüğünü kullanmayı tercih etmiştir”. (S.15)
bilgi :
4 bölüm halindedir arkadaşlar çok uzun gibi gözükse de değildir. daha önce neden okumadım diyeceğiniz bir türden yazıdır. türk olan tüm inançlı inançlı olmayan arkadaşların okuması gerekiyor.
rica :
ageof2dekikoylu
nikli veled atatürke türklere ve onları savunanlara ana avrat küfürler ediyor türk topraklarında arap milliyetçiliği yapıyor arkadaşlar daha nasıl siliklenmedi bu adam hadi arkdaşlar arapçılara ders olsun şunu bi silikleyin sözlükten bir dışkı temizlensin.
Tümünü Göster