+4
sakin olun, ördek tecavüzcüsü falan değilim. biri bana bundan bahsetse de çok gülerdim ama oluyormuş bir köpeğe aşık olmak da.
gece 2.30 civarı, 2 ev arkadaşımla oturmuş televizyona bakıyorduk boş boş. içimizden biri uykucudur ve onu uyutmamak için 7/24 açık büfeye gidip abur cubur almaya karar verdik. sigaramız da bitmişti zaten ve acıların en büyüğüymüş sigarasız kalmak.
köpekleri çok aşırı severim, bir hafta öncesinde de keşke bi köpeğimiz olsa diye iç geçirmiştik ev arkadaşlarımla. ama masraflı meretler, aslen kangallı olsam da kangalı binada beslemeye kıyamam, yazıktır.
7/24 ün yanındaki atm de bir ufaklık gördüm giderken. "anaaammm" diye üstüne yürümeye başladım, kıvrılmış yatıyordu o güzellik. saf bir kangaldı, anlarım kangaldan. 3 aylıktı muhtemelen ve titriyordu ya soğuktan, ya açlıktan.
bizimkilere söyledim koşun süt getirin bu artık oğlumuz diye. kucağıma aldım korkup kaçmaması için, o zaman anladım ki kızımızmış meğerse.
ürkmüştü, acıkmıştı, üşümüştü. eve getirene kadar gıkını çıkarmadı kucağımda. balkona bıraktığım andaysa gitti en uzak köşeye kıvrılıp yattı. koyu kahve gözlerini dikti gözüme, yorgunca, usulca... sözlük gözlerim doldu lan. ölürüm senin yoluna deyip koşarak sütüne ekmek ufalayıp getirdim.
önce utandı, yemedi... sonraki gün yorgundu, kalkamadı... sonraki gün alışmamıştı, korkak davrandı... 1 hafta sonundaysa artık can ciğer kuzu sarmasıydık. onun için son iki dersi asıp gelmişliğim oldu. beni 2 saat görmeyince kapıları tırmalar inlerdi.
velhasılkelam (bu ne demek tam bilmiyorum) bizim sıpamız, "zeyna"mız büyüdü, koca kız oldu. kangal ırkının asilliği parıldıyordu her tarafından. kız arkadaşıma göstermediğim ilgiyi ona gösteriyordum. bilen bilir, kangal köpekleri aktif hayvanlardır, öyle eve tıkarsan üzülürler. her gün kalkar 1 öğle, 1 akşam en az 2 saatimi onu gezdirmeye ayırırdım. ulan ben günde 2 saat ders çalışsam şimdi doktoramı yazmış kıçımı ayırmış oturuyordum lojmanımda. koca kız olmuştu hala elimden geldiğince sütle beslerdim.
gezerdik parkları, kendine güzel bir yer seçerdi çimlerin üzerinde. güneşin batışını seyrederdi sanki sahibinin yanında, onun huzuruyla. üzgün olurdum bazen, kafam bozuk olurdu. alırdım biramı, ona da en sevdiği yemeği, köftesini getirirdim otururduk beraber. evde bizimkiler yoksa salonda, evdelerse kendi odamda. anlatırdım derdimi, şu muhabbetin geçmişliği vardır:
- lan zeyna, ben bu kızı seviyorum da olmayacak bu iş, aileler istemiyor işte. ne yapaca...
- hırrrr
- noldu kız kıskandın mı? *
- hav
- onu bırakıp seni mi alayım?
- hav hav
- lan yerim lan seniiii. sonra kucaklaşma - yanlışlıkla kulağını sıkıştırmam - sinirlenip havlaması ve biramın dökülmesi... bu hatıra kötüymüş lan benim aklımda iyi diye kalmıştı. neyse, her günümüz beraberdi sıpamla. bir kolumda sevgilim, diğer tarafımda zeynam gezinirdik o havası taktan şehri, onlarla çok özel kıldığım şehri.
sevgilime ne kadar aşıksam, ben kızıma, zeynama da o kadar aşıktım. kangal köpekleri de çok oynak olmaz hani, asillik ağır basar onlarda. sen sivas' ı seyret yar ben de seni diye bir türkü vardır, onu söyleyerek seyrederdim kızımı. o uzaklara bakardı, ben ona... ne zaman birkaç gün görmese havlamaktan boğazını yırtarmış, sonra köşeye kıvrılıp inlermiş. ben ne zaman görmesem onu, kokusunu alırdım sanki her yerde, rüyalarıma girerdi.
bu sokaktan bulup evime prenses ettiğim, sevgilime kuma getirdiğim zeynam, güzelliğim, bir gün hastalandı. dışkısı çok açık sarıydı, titriyordu, bir şey olmuştu. kötü bir şey. hemen koştum veterinere, zehirlendiğini öğrendim. bazen salardım etrafta boş gezerdi, biri zehirlemişti kesin onu.
- o şerefsiz yanına yaklaşıp sana bir şey yapamadı demi kızım? korkup önüne zehirli et bıraktı kahpenin evladı. sen niye yedin zeyna? neyini ekgib ediyorum da be kızım? niye koklamıyorsun iyice, nasıl kanarsın buna? ne yaparım lan sensiz?
ve ben, 2 yıldır ağlamayan ben resmen çocuk gibi hüngür hüngür ağladım bu cümlenin sonunda. zeynam... ilaçlarını versem de biliyordum ki, bu son gecesiydi kızımın evimizde. sabahına ölü bulacaktım muhtemelen. titriyordu, inliyordu, gözlerime bakarak usul usul ölümünü bekliyordu.
belki pişmandı beni bıraktığı için. belki de nereye gideceğini bilmediğinden korkuyordu. kim bilir, belki sadece canı yanıyordu. belki de bana üzülüyordu, bilemiyorum. bense karşısında gözlerimdeki ıslaklığı kurutmaya çalışıyor, onu sürekli okşuyor, destek veriyordum. bu son gecemizdi, belki de son saat. oturdum yanına, sabaha kadar izledim, sevdim, kokladım...
onu izlemek öyle bir işkenceydi ki... ilk günümüzü hatırladım, onu kucaklayıp eve getirdiğim günü. ilk haftası... antenle oynarken yere düşürüp kaçmıştı, sonra bir türlü antene yaklaştıramamıştık korkusundan. koca kemiği ağzına almıştı bir keresinde, ne çıkarabiliyordu ne de yutabiliyordu. baktım kapıyı tırmalayıp yardım istiyor. sıpa... pati vermeyi öğrenmişti. patisini uzattı mı şekeri ağzındaydı. sonra alışmıştı da zilli, görür görmez patisini uzatıp duruyordu.
sabah 7.21' de gözlerini yumdu zeynam. ev arkadaşlarım yanımdaki koltukta uyuyakalmışlardı, onlar uyanana kadar saatlerce onu okşayıp sessizce ağladım. zütürüp güzel bir yere defnettim güzelliğimi, o asil kızı. o günden beri o atm nin önünden geçmiyorum. belki bir ufaklık kıvrılmış yatıyordur diye...
onu da evime alır büyütürüm diye...
ona da aşık olurum diye, sevgilim kadar...