/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +6 -1
    Aynada görünen adıma, adım adım ilerledim. bugün her zamankinden farklı görünüyordum bir kaç harf eklenmiş gibiydim. tüm karanlığıma rağmen "ak" derdi arkadaşlarım , bugün ise akıldım, akıllıydım. banyoya yürüdüm yüzümü yıkamak için. içeriden fısıltıları duyunca kulağımı kapıya dayayarak dinledim. lavabonun üzerinde gezinen iki hamam böceğinin konuşmasına şahit oldum. "bak" dedi, "bugün erken kalkmış". diğeri ise saat akşamın 6'sı diyordu. saatime baktım. sabah 10'u on geçiyordu. fakat pencerelerden içeriye hiç ışık girmiyordu. gökyüzü zifiri karanlıktı. yatağa girdiğimde pazartesi sabahıydı, şuan ise günlerden çarşamba olduğu yazıyordu cep telefonumda. tek bir çağrı, tek bir mesaj yoktu. 2 gündür uyuyor muydum, ve tek bir kişi bile merak etmemiş miydi yani beni...  

    Devam edecek, rez alın...
    ···
  2. 2.
    +3
    O sırada yatağımın yanında duran not defterini gördüm. ilgimi cekmisti, alıp içinde yazanları okumaya başladım:

    "Biliyorum; insanlar "deli" olduğumu düşündüğü için beni beynimle baş başa bırakıp bu soğuk duvarlar arasında kuru bakan doktorlar, hemşireler, hasta bakıcılar ve hastalarla birlikte olmaya zorladılar. sevgili doktorum sözde beni iyileştirip topluma kazandıracak. ama içtenlikten uzak sözleri, bakış ve tavırlarıyla yüzüme anlamsızlık, yalnızlık balçığını yani yaşayan ölü çamurunu sıvıyor." 
    3 Eylül 1997
    ···
  3. 3.
    +3
    Karşımda duran bu dağın üzerime serpiştirdiği hüzünleri, çıkışsızlıkları ne yapacağım. Onları biriktirmek, biriken yığında boğulmaktan öte ne işe yarar? Yoksa, onların bedenime sızmalarına engel mi olmalıyım? Evet belki de yapılması gereken tek şey belki de bu!

    Bu yükü taşımaktan usandım artık. Dağın, denizin, dünyanın ağırlığını başkası yüklenmeli. Sırayla yapılmalı bu iş. Böylece duyarsızların duyargaları işlerlik kazanabilir.

    Sabah olunca doktorun karşısına çıkıp, dağı taşımaktan vazgeçtiğimi, yıprandığımı, yorulduğumu söyleyeceğim. Ama bunu da anlamayacak. Her zamanki gibi ruhumun elbisesini çıkarmaya yeltenen bakışlarıyla aynı şekilde nefes alıp nefesini verirken aynı ses tonuyla konuşacak. O öfkesiz, duru, kuru ses akordunu daha odasının kapısında hemencecik yapıveriyor. Ve dinlemeye başlıyor beni, ama duymadan. Biliyorum. Saçmaladığımı düşünüyor. Bunu kanıtlamak hiç zor değil. Örneğin şu dağ meselesi!..

    Ona ilk kez dağın yükünü söylediğimde bir babanın oğluna nasihat etmesi gibi “o avucunuzda tuttuğunuz bir taş, dağ değil” demişti. Avucumda taşın taş olduğunu bilmediğimi sanıyordu. Ve böylece bir kat daha artmıştı taşıdığım ağırlık. Dağları, denizleri, ağaçları, irili ufaklı tüm canlıları, insanları, okyanusları, yani dünyayı, yani dağı nasıl taşıdığımı insanlara gösterebilmek için bir dağ boyutlarında maket yapıp, onu avuçlarıma sığdırmamı beklemek gibi bir mantıksızlığın peşinden koşuyor. Bir de yeri geldiği zaman “Hastanın sözleri hastalıklı sözlerdir” diyor. Sanki o beklentisi çok sağlıklı!.. Biliyorum. Bana öyle söylediği zaman içinden kıkır kıkır, fıkır fıkır, tıkır tıkır gülüyor. Dudaklarına hapsettiği kahkahaların yankısı beynimin duvarlarında tokat gibi şaklıyor.

    Olsun, yine de seviyorum doktorumu. Dayatmaları, kibar zorbalıkları, kurallara bağımlı eşinmeleri, beynimi ilaçlarla uyuşturup kendince “hastalıklı-bozuk” düşüncelerden ayrıştırma hayalleri olsa da seviyorum onu


    4 Eylül 1997
    ···
  4. 4.
    0
    Okuyan var mı beyler
    ···
  5. 5.
    0
    Up up...
    ···
  6. 6.
    0
    Up up...
    ···