/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 11.
    +8
    Mayalar Neden Yok Oldu?

    Yüzyılın başından beri bilim adamları Mayalar'ın kim olduklarını, nasıl yaşadıklarını, ve uygarlıklarının bir anda neden yok olduğunu araştırıyorlar. Bu garip uygarlık MS 300'lerde dünyanın en gelişmiş uygarlığıydı ama dünyanın güneşin çevresinde 365 günde döndüğünü dahi bilen Mayalar tarihin en kanlı kasaplarıydılar ve yemeklerini dahi yarım bırakarak birden yok oldular. Bilim Mayalar'ın bilimi ve kültürü vardı, onlara bu bilgiyi kim öğretmişti?
    Guetamala ormanlarındaki, kan kırmızı rengindeki piramidin önünde, büyük bir kalabalıklar saatlerdir ayakta bekliyordu. Kimse kıpırdamıyordu; tüm gözler, piramidin doruğundaki ataların bilgileriyle dolu süslü kafatasındaydı. Kalabalık kralın hareketlerini göremiyor fakat dinsel bir ayin olduğunu anlayabiliyordu. Kral yanardağda oluşan keskin taşları alıp penisini delecek ve sonra yaranın üstünü bir iple bağlayıp; kanın ağaç kabuğundan yapılmış kaba akmasını sağlayacaktı. Daha sonra bunu alıp, bir ateş yakacak, bu ateşten yükselen duman aracılığıyla iblisle konuşacaktı. Ve kral, ortaya çıktı. Peştamalının altından kanlı elini göstererek, atalarının mesajını daha öncelerde de olduğu gibi yine haykırdı; "Savaş için hazırlanın." Kalabalık, neşe içinde tekrarladı. Artık kan dökme zamanı başlamıştı.

    Savaş, onların yaşamıydı...

    Mayalar kimdi? inanılmaz büyüklükteki piramitleri Amerika'nın ortasına inşa eden ve sonra birdenbire terk edip kaybolan bu insanlar kimdiler? Neden o garip dinsel kurallara inanıyorlardı? Bu sorular bugüne kadar sayısız bilim addıbının zihnini kurcaladı.150 yıl geçtikten sonra Maya'lar daha anlaşılır olmaya başladılar. Artık, Maya'ların MS. 250-900 arasında yaşadıklarını, dönemlerinin en gelişmiş yazı sistemini bulduklarını, matematikle ilgilendiklerini , astrolojik takvimler oluşturduklarını ve piramitler inşa ettiklerini biliyoruz. Bugüne örnek olacak mimari örnekler bulundu. inşaatlarını, yağmur ormanlarına zarar vermemek belli zamanlarda yapıyorlardı. Mayalar doğallığın bozulmaması için bize iyi bir ders vermişlerdir, Güney Belize'nin orman kaplı dağlarında; yeni bulunan dört Maya kenti gösteriyor ki; Maya'lar buralarda yaşamaktan kaçınmışlardı, işte buraları 900'lü yıllarda yokolan Maya'ların toplumsal yaşamları hakkında henüz çözülememiş bir çok soruya ışık tutacaklardı. "National Geographic" yazarlarından arkeolog George Stuart; "Her sabah uyandığımda Mayalar hakkında ne kadar az şey bildiğimizi düşünüyorum, bu tropik iklimde nasıl yaşadıklarının %1'ini ancak biliyoruz” diyordu. Kısıtlı imkanlara rağmen, arkeologlar, sanat tarihçileri, yazıt uzmanları, antropologlar, coğrafyacılar, ve dil uzmanları yıllardır Maya'ların peşinde. Ortada, Mayamanik bir durum var; Tennesse Üniversitesi arkeologlarından Arthur Demarest son 4 yıldır Kuzey Guetemala'da Maya kenti Dos Pilas'ı inceliyor. Demarest'e göre ormanın içinde kayıp kentler var; buralarda çözümlenemeyen yazıtlar bulunuyor ve bu yazıtlar Maya'ların ani yok oluşunu açıklayabilir. Ortaya çıkan bilgi patlaması, şiddetli tartışmalar yarattı. Herkes kimin kurdıbının doğru olduğunu tartışıyor. Yine de uzmanlar bir görüş üzerinde fikir birliğine vardılar; savaş, Maya halkının oluşmasında ve yaşamında kilit noktaydı.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 10.
    +9
    Kızılderili inançları

    Kuzey Amerika yerlileri veya diğer bir deyişle Kızılderililer farklı dil, gelenek ve ritüellere sahip pek çok kabileden oluştuğundan Kızılderili inançlarını tek başlık altında ele almak zordur. Bununla birlikte Kızılderili inançlarında bazı ortak unsurlara rastlamak mümkündür:

    Doğayı ve doğadaki varlıkları kutsal semboller olarak görmek;
    Belirli bir kutsal kitap yerine mitolojik hikâyelerin kabilenin kutsal kişileri tarafından aktarılması;
    Şaman veya şifacı (medicine man) denilen ve ruhlar dünyası ile ilişki kuran seçilmiş kişilerin varlığı. Kuzey Amerika yerlileri veya diğer bir deyişle
    Kızılderililer farklı dil, gelenek ve ritüellere sahip pek çok kabileden oluştuğundan Kızılderili inançlarını tek başlık altında ele almak zordur. Bununla birlikte Kızılderili inançlarında bazı ortak unsurlara rastlamak mümkündür:

    Doğayı ve doğadaki varlıkları kutsal semboller olarak görmek;
    Belirli bir kutsal kitap yerine mitolojik hikâyelerin kabilenin kutsal kişileri tarafından aktarılması;
    Şaman veya şifacı (medicine man) denilen ve ruhlar dünyası ile ilişki kuran seçilmiş kişilerin varlığı.[2]
    Kızılderililer ve Felsefe

    “ Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin ANASIDIR. Biz bu dünyanın bir parçasıyız. Ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz. Kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye ait.

    Dünya beyaz adamın kardeşi değil, ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmazlar. Annesi dünyayı ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır. iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.

    Beyaz adamın şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama belki de benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. insan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını ve su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?

    Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam, çayırlarda çürüyen binlerce buffalo gördüm. Beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz buffalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.

    Dünya annenizdir, dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.

    Bunu biliyoruz biz, dünya insana ait değildir, insan dünyanındır. Bunu biliyoruz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlı. “

    “ Nerede kesilip indirilmemiş orman varsa, nerede hayvanlar kuytu köşelerinde dinleniyorsa, nerede dünya dört ayaklılardan yoksun değilse, SOLUK BENiZLiLER oraya ehlileştirilmemiş, yabani arazi diyorlar. Halbuki bize göre yabani, vahşi yer yoktur. Doğa tehlikeli değildir, misafirperverdir; korkutucu değil, arkadaşçadır. Bizim felsefemiz korkudan ve ön yargıdan uzak, sağlıklı bir düşünce sistemidir. Bu noktada "Beyaz adam" ve Kızılderili inançları arasında önemli bir fark buluyorum.

    Kızılderili inancı, etrafını çevreleyen her şeyle insanın ahengini gözetir; beyazlar ise çevreye tahakkümü esas almıştır.

    Kızılderililer aradıkları her şeyi, paylaşma ve sevgide buldu; ama beyazlar aradıklarını korkarak savaşmada buldular. Bizim için dünya güzellik doluydu. Diğeri için öteki dünyaya gidene kadar, tahammül edilmesi gereken, günah ve çirkinlik dolu bir yerdi.” [3]

    Manitu

    Manitu

    Manitu kimi Amerika Kızılderilileri tarafından kullanılan bir terim olup, Algonquin Kızılderilileri’ne göre, gözle görülmez, gizemli bir güçtür. insan kendisine sağladığı bireysel enerjiyi Manitu'dan edinir. Kabile Şamanları insanlara yardım amacıyla bu güçle irtibat kurabilirler. Bu güç Siu Kızılderilileri’nde "Wakan", iroquois Kızılderilileri’nde ise "Orenda" adını almıştır. Kızılderililerdeki bu kavramın çeşitli kültürlere ait birçok tradisyonda prana, mana, qi ya da ch’i vb. gibi çeşitli adlarda belirtilen evrensel yaşam gücü kavramıyla hemen hemen eş olduğu görülmektedir. Fakat Kızılderili tradisyonlarında, Manitu teriminin başına “Yüce” sözcüğü getirildiğinde terim çok farklı bir anlam kazanır: “Yüce Manitu” tüm yaratılışı canlandıran, ahengi sağlayan, her şeyin en güçlüsü olan “Ulu Ruh” anldıbına gelir.[4]

    Barış Çubuğu

    Barış Çubuğu

    Barış çubuğu Kuzey Amerika yerlileri arasında ritüel amaçlı kullanılan tütün çubuğu. Calumet veya şaman piposu şeklinde de adlandırılır.

    Barış çubuğu yapımında genellikle kızıl pipo taşı veya Güney Dakota'daki Big Stone Lake'in batısındaki Coteau des Prairies'den çıkarılan kızıl kil (catlinite) kullanılır

    Buhar Kulübesi Ritüeli

    Arınma ritüellerinde kullanılan buhar kulübesi

    Buhar kulübesi Kuzey Amerika yerlileri tarafından kullanılan törensel buhar banyosunun gerçekleştirildiği küçük yapıdır. Çeşitli stillerde buhar kulübeleri vardır. Kubbeli olanları kadar, Kızılderili çadırları (tipi ) gibi olanları hatta yerde açılmış basit bir çukur şeklinde olanları da bulunur. Kulübe dışında yakılan ateşte kızdırılan taşlar kulübenin ortasındaki bir deliğe yerleştirilerek kulübede yüksek sıcaklık sağlanır.

    Kızılderili ritüel ve gelenekleri bölgeden bölgeye, kabileden kabileye değişmekle birlikte ritüellerde genellikle dualar, davul çalma ve ruhlar dünyasına armağanlar sunma gibi unsurları içerir. Dua, şükür vb. amaçlarla kullanılan buhar kulübesi bir arınma ayinidir, ayin öncesinde ve sırasında kimi kabilelerde oruçla ve/veya sessizlikle ayin icra edilir.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 9.
    +17
    süryanilerin kültürü,

    Şark Yıldızı gazetesinin sahibi Naum Faik, gazetenin amacını yeni gelişmeleri, Süryani toplumuna Süryanice ulaştırmak, altı yüz yıl boyunca Osmanlı'ya bağlı kalmanın gururunu dile getirmek, Osmanlı sayesinde katledilen mesafeleri gelecek nesillere ulaştırmak ve Süryanicenin unutulmaması, gelecek nesillere öğretilmesi olarak tanımlamaktadır. Şark Yıldızı 27 Nisan 1910'da yayın hayatına başlar ve iki yıl sonra 27 Nisan 1912'de 43. ve son sayısını yayımlar.

    Osmanlı devletinin dinî, siyasal, askerî ve hukuk alanındaki yapısal değişimi Tanzimat Fermanı ile başlamıştır. 1839'da başlayan ve bir süre ertelenen Tanzimat Fermanı ve özellikle dinin formel kurallar üzerinde etkinliğinin azaltıldığı kırılma noktası Islahat Fermanı'dır. işte bu dönem, Osmanlı'da yaşayan gayrimüslim tebaaya tanınan haklar ile Batı tipi laik yönetim anlayışının ilk uygulamalarının başlangıcını oluşturur. Esasen bütün bu haklar adı geçen toplulukların dini esas alan kültürel kimliklerinin geliştirilmesini sağlanmıştır. Gayrimüslim tebaa din belirleyicili kültürel kimlikle kendini ifade etme çabalarının bir sonucu olarak, eğitim kurumları ve basın yayın araçlarını kullanmışlardır.

    II. Meşrutiyet döneminde derneklerle ilgili yeni düzenlemeler getirilmiş ve derneklerin ve basın faaliyetlerinin sayısında da önemli artış olmuştur. Dernekler yasası 6 Ağustos 1909'da yeniden ele alınmıştır.[1] Avrupa ve özellikle Amerikan patentli iletişim araçlarının ithali ve kullanımına erken uyum gösteren gayrimüslim tebaa basın yayın hayatının gelişiminde etkili olmuştur. Bu araçların girişi daha çok üst düzey dinî temsilcilikler ve misyon şeflikleri aracılığı ile olabilmekteydi.[2] Osmanlı'nın hayata geçirdiği Tanzimat ve Islahat uygulamaları istanbul dışında, Diyarbakır'da da yankı bulmuştur. Bunun en güzel örneklerinden biri de Diyarbakır Süryanileridir. Bu itibarla, 1800'lü yılların son çeyreği ile 1900'lü yılların başında Süryaniler, kentin eğitim ve kültür yaşamında önemli atılımlar gerçekleştirmeye başlamışlardır.

    Tanzimat ve Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere sağlanan yeni imkânların yanında misyonerlerin faaliyetleri de Süryanilerin basın yayın hayatında daha etkili olmalarını sağlamıştır. Çünkü Batılı misyoner teşkilatlarının yerli Hıristiyanlar üzerinde yoğunlaşmaları, ilk zamanlarda dinî çatışmaları da beraberinde getirmişti. Bu faaliyetlerin bir sonucu olarak, geleneksel kilise cemaatlerinin bölünmesi, kilise vakıf gelirlerinin ve gayri menkullerinin paylaşılmasına neden olmuştur. Böylece yerli Hıristiyan cemaatleri daha kötü duruma düşmüştür.[3]

    Yukarıda dile getirilen iki noktanın bir sonucu, millet (din) olarak tanımlanan bu toplulukların ulusal kimliklerini ön plana çıktığı yeni bir tanıma yönelmelerine de yol açmıştır. Ulusal tanımlamalı kiliseler (Süryani Ortodoks, Keldani-Nesturi, Ermeni Gregoryan) kendi içinde bölünmeye başlamıştır. Katolik ve Protestan olarak yeni oluşumlar başlar. Merkezî otoritenin zaafları, yerel kiliseleri, misyoner oluşumlar karşısında koruyamaz hale gelmiş buna karşın yerel kiliseler, kültürel kimlikli direnç noktaları geliştirmeye başlamışlardır. işte Diyarbakır'daki Süryaniler, 1876'da "Kadim" ifadesiyle geleneksel kilise hiyerarşisini tesis etmeye çalışırken, [4] Keldaniler de "Asur" kimlikli kilise oluşumunu başlatır. Modernleşme adına yeniden ihdas edilen Katolik ve Protestan (Ermeniler de olmasına rağmen sadece Süryaniler kastedilmektedir) kiliseleri kendi kültürel kimliklerinden vazgeçerlerken, Süryani kadim cemaati varlığının muhafazası ve geliştirilmesi için yoğun bir eğitim ve basın-yayın faaliyetlerine başlamıştır. Bu amaç doğrultusunda dernekleşme faaliyetlerine girişilir ve şehrin ileri gelen Süryani elitlerinin katkılarıyla Diyarbakır merkezli "intibah Cemiyeti" 1908'de kurulur.[5]

    Süryaniler basın-yayın ve özel eğitim alanlarında "Süryani Kadim Kardeşler Şirketi" ismi altında toplanarak faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlamışlardır. Süryaniler arasında düşünceleri ve faaliyetleriyle göze çarpan Naum Faik, [6] "intibah" cemiyetinin hedef ve politikaları doğrultusunda çalışmalar yapar, derneğin yayın ve bültenlerini hazırlar. Cemiyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra "Diyarbakır'da" adlı gazeteyi çıkarmıştır.[7] Gazete, Diyarbakır Süryani Kadim Metropolitlik makamı bünyesinde tesis edilen "Kevkeb Şark Matbaası"nda basılmıştır.[8] 1869'da şehirde yayınlanan ilk resmi gazete "Diyarbekir"den sonra, 1910'da yayınlanan Peyman ve Şark Yıldızı (Kevkeb Medinho) eş zamanlı olarak yayın hayâtına başlamıştır.[9]

    Naum Faik, yazılarını daha çok ülke dışında ABD'de Cebrail Boyacı Efendi'nin intibah dergisi ile Aşur Yusuf Efendi'nin Harput'ta yayınladığı Asurilerin Mürşidi adlı dergilerde yayınlamaktaydı. Naum Faik'in sahip olduğu birikim ve gelişmeleri izleme imkânı, yeni düzenleme ve girişimlerin başlatmasına ön ayak olma durumuna da itmiştir. Diyarbakır'da ilk Süryani gazetesi olan Kevkeb Şark gazetesi hazırlıkları başlatılır. Bu faaliyetin fikir babası gazeteye maddi destek de veren Edip Bişar Burucu Efendi'dir. Bu gazetenin, önceleri bir dergi hacminde olması öngörülmüştü. Ancak baskı zorlukları ve maddi problemler, Kevkeb Şark'ın gazete olarak çıkmasına karar verilir.

    ilk sayısı 27 Nisan 1910'da çıkar. 15 günde bir yayınlanmak üzere başlık atılır. 25x36 cm, çift sütun ve 8 sayfa olmak üzere Süryanice harfler ile Arapça, Türkçe ve Süryanice dillerinde yayınlanır. Kevkeb Şark gazetesi, 27 Nisan 1910 Çarşamba günü yayına başlar. Yine, 27 Nisan 1912 tarihinde yayınma son verir. Birinci yılda 26 sayı, ikinci yıl 17 sayı olarak, toplam 43 sayı yayınlanır.

    Gazetenin önemli bir yönü, üç ayrı dilde yazılmasıdır. Bunun nedeni, Diyarbakırlı Süryanilerin, Süryanice'yi bilmemeleridir. Arapça'yı Mardin'den gelen Süryaniler kullanırken, Diyarbakırlı Süryaniler günlük yaşamlarında Türkçe, Kürtçe az da olsa Ermenice'yi kullanıyordu.

    Naum Faik, Süryanice'yi yaygınlaştırmak için, Türkçe ve Arapça'yı Süryanice harflerle kullanmak durumunda kalmıştır. Öyle ki, gazetenin yayımını kutlamak üzere gönderilen 27 adet mesaj metninin 14 tanesi Osmanlı Türkçe'siyle yazılmıştı. [11]

    Gazetede işlenen konu başlıkları şunlardır:
    Gazete okuyunuz.
    Matbaaya olan ihtiyacımız.
    Toplumsal hastalıklarımız ve tedavisi.
    Fikri yükselme
    Toplumsal sorunlarımızla kimler ilgilenecek.
    Toplumsal bir hastalık olarak "haset".
    Süryanilerde başı boşluk.
    Gidiş nereye.
    Süryanilerde Şura Kuralı.
    Günlerimizi nasıl geçiriyoruz?
    Matbaa, konuşan halkın dilidir.
    Hakiki gayret, yalancı gayret.
    Uyanış asrında büyük tembellik.
    Bugün neyimizle övünüyoruz.
    Tarihimiz ve tarihçilerimiz.
    Birlik ve ayrılık.
    Semiramis.
    Okullarımız.
    Atalarımızla övünmenin bir faydası yok

    gibi başlıklar altında yazılar yayınlanmıştır. Gazete, yayınlandığı dönemde, Süryani toplumunun modernleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Hıristiyan topluluklar arasında işbirliğini geliştirmiştir. Özellikle Süryani Kadim, Süryani Katolik, Süryani Protestan ve Keldanı Nesturiler ile Katolik Keldaniler arasında Asur ulusçuluğu paydasında ortak hareket oluşturulmasına zemin hazırlamıştır.

    Naum Faik'in 22 Eylül 1912'de, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmek üzere Diyarbakır'dan ayrılışından 4 ay önce Şark Yıldızı (Kevkeb Medinho) gazetesinin yayınına son verir. Bu gazetenin devamı olan Bethneharin gazetesi 1916'da Amerika'da yine Naum Faik tarafından hazırlanarak yayın hayatına devam eder. Şark Yıldızı gazetesi Diyarbakır'da yayınlandığı süre içerisinde Amerika Birleşik Devletleri'ne de gönderilerek, orada yaşayan Süryaniler tarafından da takip edilme imkânı verilmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 8.
    +18
    Soru: Dünyadaki ilmi ve teknolojik gelişmelerin uzaylılar tarafından sağlandığına, eski Mısır ve Mezopotamya matematiğinin bizim matematiğimizden ileride olduğuna inanan kimseler var. Tarihte yaşamış bu iki toplumu eldeki verilerle incelemiş bir ilim adamı olarak sizin düşünceniz nedir?

    Sayılı: Mısır ve özellikle Mezopotamya'da matematik ve cebir, o devre göre gerçekten çok ileri. Mezopotamyalıların 60 tabanlı bir sayısal sistemleri var. Birçok problemi çözmüşler ve bu sistematiği kullanarak bir şeyler yapmışlar. Ancak bugün bizim kullandığımız 10'lu sistem, sadece alışkanlığın ürünü değil. Büyük kolaylığı var. Logaritma ve kesir sistemimiz, ondalık sayı esasına göre. Basit bir benzetme ile şimdi ölçümle ilgili hesaplarınızı arşın birimine göre yaptığınızı düşünün. O mu kolay, santim sistemi mi?

    Soru: Peki ya uzay meselesi?

    Sayılı: Saçmalık bunlar... ilmî gelişme, insan için olağandışı bir şey değil ki! Akıllı yaratıklarız. Beynimiz çalışıyor. insan var olduğundan beri günümüze kadar gelen bir birikim var. Bugünkü ilmî seviyeyi insan aklına değil de hayâle bağlamak, ne derecede akıllılık olu bilmem..

    Soru: Birtakım insanlar, uzayla ilgili iddialarını doğrulayacak deliller için çalışıyorlar. UFO araştırmaları Amerika'da da Rusya'da da resmî kuruluşlar tarafından yapılıyor. Bunların gerçekliğine hiç şans vermiyor musunuz?

    Sayılı: Elimde yetki olsa, TV'deki uzay filmlerini kaldırırdım. Dizileri kastediyorum tabii. Hepsi baştan sona saçmalıklarla dolu. Vücut yapıları, gözleri, kaşları, kulakları falan bizden farklı; ama bizim dilimizi konuşuyorlar, bizim değer yargılarımıza sahipler vs. Bunlar, saçmalık. Aslında ilim, insanoğlunun hayâl gücünün dahi sınırlarını aştı pek çok alanda. Uzay konusu da bunların başında geliyor. Ama ilmî veriler, hayâl dünyasında arananla çok farklı. Işık hızı mesela.

    Madde, ışık hızına ulaştığında madde olma özelliğini kaybeder. Işık, madde değil parçalanmış enerjidir. Dolayısıyla bir aracın, daha doğrusu bir maddenin ışık hızına ulaşması, hatta bunun üstünde hareket etmesi, ancak hayâl dünyasında mümkün. Bir sınır tanımak, doğru düşüncedir. Hız konusunda da maddenin özellikleri bozulmadan ulaşılabilecek teorik sınırın tespiti mümkün. Ama teorik olarak sınır tanımamak da mümkün. Tabii sadece o planda kalacağını bilerek.

    Soru: Yani gezegenler arası seyahat falan düşünülüyor. Hatta farklı güneş sistemlerine ulaşmak isteği var.

    Sayılı: insanoğlu, şüphesiz uzay konusunda da bir yerlere ulaşacak. Üstelik öğrenme arzusunun sınırı yok. Olsa, zaten ilme gerek yok. Ama şimdi düşünüyorum: Ay'da koloni kurma üzerine fikirler var. Ciddi ciddi çalışmalar yapılıyor. Bunu gerçekten başarır mı insanoğlu bilemem. Fakat sanırım gerçekçi yaklaşım, orada bir hakimiyet kurmak. Yoksa buradan insanlar gidecek, oraya yerleşecek ve hayatlarını orda sürdürecekler. Böyle bir şeyi gerçekçi bulmuyorum.

    Orada atmosfer şartları bulunmadığına göre dünyadan yanlarına ne kadar hava alıp zütürecekler, ne kadar su alıp zütürecekler... ? Bunlar, temel ihtiyaçlar...

    Soru: Ay'da bir yerleşimi imkân dışı gördüğünüze göre diğer gezegenler bakımından hiç şans tanımıyorsunuz anlaşılan...

    Sayılı: Mars'ta hayat olması şansı yüksek. Yani biyolojik anlamda tabii. Artık bitki örtüsü şeklinde mi olur, yoksa mikro biyolojik seviyede mi olur bilinmez. Ama orası için bir şans var. Benim inanmadığım, insanların teorik hızla, yani ışık hızıyla bir yerden bir yere gitmesi ihtimalidir. Ben, o hıza ulaşıldığında, insan insandan başka bir şey olur diyorum. Bırakın hayatiyetini korumasını, maddî varlığını bile koruyamaz diyorum.

    Soru: Erich von Daniken gibi yazarların uzaylıların ziyaretleriyle ilgili kuramlarına delil olarak gösterdikleri bazı işaretler var. Güney Amerika'da yüzlerce mil yükseklikten görünebilen insan figürleri, yollar vs. Onları nasıl yorumlamak mümkün?

    Sayılı: Zihin, bir kere uzaylılara takıldı mı, hep orada kalıyor. Bunları insan aklının dışında kaynaklara bağlamak, bir bakıma işin kolay tarafı. Halbuki yer küremize çok yüksekten bakıldığında başkaca şekiller de görülebilir. Elde olmadan hayâl gücünü harekete geçiren şekillerdir bunlar.

    Şimdi jeologlar da o kadar yükseğe çıkmaya gerek görmeden baktıkları bir coğrafi kesitin mahiyeti konusunda bir şeyler söyleyebiliyorlar. Dışa yansımış şekillere bakarak yapıyorlar bunu. Şimdi denilebilir mi ki uzaylılar geldi, madenlerin bulundukları yerleri işaretledi... Sonra sormak lâzım neden bu uzaylılar hep Amerika'ya geliyor diye... Bu işle uğraşanlar, herhalde para da kazanıyorlar. Bunu da düşünmek lâzım...

    Soru: Gerçi başka ülkelerden de örnekler var ama, çoğunlukla Amerika'dan gelen haberlerde, birçok insan uzay gemileri tarafından bir süre de olsa kaçırıldığını iddia ediyor.

    Sayılı: Evet, iddia ediyorlar... Ama sadece iddia bunlar. Ben, gözümle gördüğüme aklım da yatarsa inanırım. Gözün yanılma ihtimalinin sınırını ve şartlarını ilmî olarak öğrenmiş durumdayız. Dolayısıyla gözümle gördüğüm ve olağanüstü nitelikte bir hâdise karşısındaysam, muhakkak aklımın tasdikini ararım. Aklıma yatmıyorsa da gözümün yanıldığına inanırım.

    Böyle birkaç olayla karşılaştım. Hepsi olağanüstüydü. Birkaçının hilesini çözdüm. Ama diğerlerini çözemedim diye kabullenmek durumunda değilim. Mutlaka bir izahı var; ama ben bilemiyorum. Sonra insanoğlu için bazı problemler önemsizdir. Yani aslında problem diye ortaya konulan şey, hayâldir. Bunda çözüm aranır mı?

    Soru: Eski Mısır piramitleri için de benzer iddialar var. Boyutlarının bazı astronomik işaretlere uyması gibi...

    Sayılı: Mısırlılar mesela pi sayısını biliyorlardı. Bunu elimizdeki belgelerden anlıyoruz. Ama yine elimizdeki papirüsler okunduğunda ortalıkta esrar diye bir şeyin bulunmadığı görülüyor. Hâlâ çözülememiş yanları var eski Mısır medeniyetinin. Piramitlerin yapılış özellikleri de bunların arasında. Ama bu işi uzaylılara havale etmemizi gerektirmez. Dün çözülemeyen şeyin hiçbir vakit çözülemeyeceğini düşünmek yanlıştır. Kaldı ki mutlaka çözümlenmesi gerektiğini düşünmek yanlıştır. Çözmek için uğraşmak lâzımdır.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 7.
    +5
    Faydali bilgi okunur.
    ···
  6. 6.
    0
    Alıntı yaz bin yoksa cügülerim
    ···
    1. 1.
      +2
      kardeş alıntı da 10 farklı kaynaklardan araştırıp paylaşıyorum. bu sözlükte paylaşılması imkansız bir şeyler yani bu sözlükte yazılan bir şey değildir,
      ···
    2. 2.
      +1
      Tamam panpa
      ···
  7. 5.
    +36 -2
    Dünyada ilk insanların huzur ve mutluluk dolu bir şekilde yaşadıkları ve Türklerin ataları oldukları, dünyadaki medeniyetlerin buradan geldiği, Tevrat'ta "Gen Adn" ve Kurân-ı Kerîm'de "Cennet-i Adn" (Adn Cenneti)olarak geçen, 18.000.000 kilometre² toprakları olan, 11500 yıl önce 64.000.000 nüfusu ile yirmi dört saatte battığına inanılan Atlantisvârî bir uygarlık: MU kıtası.

    ilk yüksek medeniyet, ilk dil, ilk tek tanrılı din ve günümüz ilim ve fen uygulamaları, 70000 bin yıl önce Mu kıtasından MAYA ismiyle çıktığı rivayet edilmektedir. Öyle ki Asya'da Uygur, Hindistan'da Naga-maya, Fırat deltasında Akkad, Mezopotomya'da Sümer, Kızıldeniz'in batısında Etiyopya'da Tamil adını almış kavimlerin Mu kıtasının çocukları olduğu söylenir.

    Mu adını kullanan ilk araştırmacı, Albay James Churcward'dır. Albay, 1868 yılında Hindistan'da ortaya çıkan kıtlık döneminde gönüllü olarak ingiliz devleti tarafından Himalaya bölgesinde yardım faaliyetlerinde bulunmak için gönderilmiştir. Bölgedeki Ayhodya manastırının başrahibi Riçi, özellikle eski medeniyetler üzerinde bilgili bir kişiydi. Albay, Riçi'nin güvenini kazanarak kendisini akşam yemeğine davet ettirmeyi başarır. Bu esnada odada bulunan bir sürü evrak ve tabletler, albayın ilgisini çeker. Bunların ne olduğunu sorduğunda; Riçi, ona bunların Pasifik denizinde yüzyıllarca önce yaşamış MU adında bir kıtanın tarihini yazdığını söyler. Merakı iyice artan albay, konuyla ilgili Riçi'nin izahatlarını dinledikten sonra manastırda 12 yıl kalarak MU dilini Riçi'den öğrenir ve manastırda bulunan binlerce belge ve tableti okumaya başlar.

    Bu manastırdaki belgeler bitince; albay, Riçi'nin de isteğiyle Tibet bölgesindeki tüm manastırlarda MU ile ilgili belgeleri aramaya başlar. Ural, Orta Asya, Tibet, Lena Nehri ve çevresini gezdikten sonra Mayalar'a ait yaklaşık 2400 adet tableti Mekgiba'da inceler. Mısır'da araştırmalarda bulunur. Sonunda 50 yıllık bir araştırmadan sonra 4 ciltlik bir eser hazırlar. Bunlar;

    1- MU'nun Çocukları
    2- Kaybolmuş Mu Kıtası
    3- Mu'nun Mukaddes Eserleri
    4- Mu'nun Kozmik Kuvvetleri

    Bu eserleri 1931-1933 yıllarında yazmıştır. Albayın üzerinde çalıştığı tabletleri "Makal" adında bir Mu rahibinin getirdiği söylenir.

    Albay, Pasifik'te Mu'nun olduğu bölgede bulunan Tonga, Fici, Markiz, Marşal, East Izland gibi adaları da gezmiştir. Albay, eserinde Türklerin soyca büyük kardeşleri olan Uygurlarla Sümer ve Akadların ilk yurtlarının bilindiği üzere Orta Asya olmayıp, bunların Mu kıtasından gelerek önce Doğu Asya kıyılarına, oradan Orta Asya, Tonkin ve Birmanya yoluyla Hindistan'a ve oradan da Basra Körfezi'yle Akad, Mezopotomya ve Hindistan çevrelerine yayıldıklarını söyler. Hatta bir kısmının Mısır'a ve Uygurlar tarafından bir kısmının da Yunan medeniyetine gidip Mu'nun yüksek medeniyetini tüm Avrupa'ya yaydığını söyler. Aslında insanlığı ilk olarak Mu medeniyeti aydınlatmış ve "güneş dini"yle ahlâkî ve vicdânî olarak yükseltmiştir.

    Özellikle Pasifik Adaları, jeolojik incelemelere göre tarih öncesi devirlere ait birçok yazılı taş eseri barındırmaktadır. Bu da bize Mu kıtasının varlığı hakkında ipucu vermektedir. Ayrıca bulunan eser ve resimlerde görülmektedir ki; Mu inanışında insan, rûhunu Tanrı'dan almıştır. Bu da günümüz birçok inanışının temelinde bulunmaktadır. Ayrıca Mu armasında 8 köşeli bir yıldız içerisinde haç şekli görülmektedir. Bu da kainatta var olan 4 kuvvetin sembolüdür. MU kıtasında güneş, "KiN" olarak adlandırılıyordu. Bu da bize günümüz Türkçesindeki "gün" kelimesini çağrıştırmaktadır. Mu kıtasının sembolü olan güneşi; Japon, iran, Arjantin, Uruguay gibi birçok devlet de kullanmaktadır.

    Albay, ayrıca Japonların kendi kültürlerinde de aslında buraya başka bir medeniyetten geldiklerini belirttiklerini, bunun da Pasifik'teki Mu kıtası olduğunu belirtir. israil bayrağındaki yıldız ve Amerikan dolarındaki üçgen içindeki göz-güneş şeklinin de Mu'dan geldiği iddia edilen tabletlerde bulunmaktadır. Özellikle haç şekilleri, isa'dan binlerce yıl önce, özellikle Mekgiba'da Oahaka kabilelerin de ve Maya kültünde mezarlarda kullanılan bir simgedir. Mu tabletlerinde de "gamalı haç" gibi birçok örnekler mevcuttur.

    Pasifik Denizi'ndeki Arorai Adası'ndaki yerlilerin amblemi de Mu amblemidir. Bu şekil, aynı zamanda Markiz Adalar'ında da kullanılmaktadır. Özellikle Uygurların kullandığı semboller ve dini inanışlar (tek tanrılı din), bulunan Mu tabletlerindeki yazılara resimlere çok benzemektedir. Ayrıca kullanılan dilde birçok benzerlikler bulunmaktadır. Bu nedenle Mustafa Kemal ATATÜRK, Mu kıtasının araştırılmasını istemiş ve bu araştırmalardan esinlenerek "Güneş-Dil Teorisi"ni ortaya koymuştur.

    Her ne kadar yapılan araştırmalar, ortaya çıkarılan obje ve yazıtlar böyle bir adanın varlığına işaret etse de, kesin olarak ortaya bir delil koyamadığından bunun gerçek olup olmadığı konusu, muallakta kalmıştır. Genel kabul, tıpkı Atlantis'te olduğu gibi böyle bir kıtanın aslında var olmadığıdır.

    devamı gelicektir.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +1
      Kardeş anlatım bozukluğunu düzelt 70000 bin yıl yazmışsın ya 70 bin yıldır ya da 70000 yıldır 70000 bin yıl ne amk
      ···
    2. 2.
      0
      Yararlı bilgi (ç)aldım
      ···
    3. 3.
      0
      Bir yerde okumuştum M. Kemal Atatürk ile ilgili olan olay yalan olduğu hakkında bir daha araştır.
      ···
    4. diğerleri 1
  8. 4.
    -1
    Okuyamadım
    ···
  9. 3.
    -13
    Tarih süper xde 2005'li abinizin tarihi çok iyidir heeee ona göre
    ···
    1. 1.
      0
      Okumayın Beyler. Kör oldum
      ···
  10. 2.
    +6
    aydınlandım krdş eyvallah
    ···
    1. 1.
      +1
      kanuni viyana kuşatmasına mevsime dikkat etmeden çıktığı için başarısız oldu.
      ···
  11. 1.
    +235 -16
    ingiliz Taburu Nereye Gitti?

    12 Ağustos 1915'te Çanakkale Savaşı'nda ingilizlerin 54. tümenine ait 4. Norfolk taburu'nun Küçük Anafartalar ovasında bir tepeye tırmandığını, tepenin üzerindeki ekmek somunu şeklindeki beyaz bulutun içine girdiklerini, son asker de bulutun içinde kaybolduktan sonra bulutun yavaşça havalandığını ve rüzgârın aksi yönünde hareket ettiğini, 250 asker, 16 subay ve 1 albayın hiçbir iz bırakmadan kaybolup gittiğini ve bir daha haber alınamadığını, biliyor muydunuz?

    ( Savaş süresince ve sonrasında; ingilizler, taburlarının kaybolduğunu tüm dünyaya duyurmuş; fakat buna rağmen tabur hakkında hiçbir iz bulunamamıştır.)

    Kanuni, Viyana

    Kanuni, Viyana'yı Neden Alamadı?

    Kanuni Sultan Süleyman'ın 1529 yılının Mayıs Ayı'nda 75 bin kişilik büyük bir ordu ile Viyana'ya sefere çıktığını, O yılın son 10 yılın en yağışlı yazını yaşadığını, Kanuni'nin çamura saplanan toplarını geride bıraktığını, Viyana önlerine de bu koşullar nedeniyle beş ayda ancak vardığını, ordusunun yıprandığını, Bu arada Viyanalılara takviye geldiğini ve hazırlıklarını tamamladıklarını, asker sayılarını iki katına çıkardıklarını, Bu aksilikler olmasa Kanuni'nin büyük olasılıkla Viyana'yı almış olacağını ve tarihin değişeceğini, Biliyor muydunuz?

    Kızıldereliler

    Kızılderililer, New York'u Kaça Sattı?

    Bugün dünyanın en pahalı arazisi sayılan New York'un ünlü Manhattan Adası'nı 1624 yılında Peter Munite adlı bir tüccâr tarafından Kızılderililerden 24 dolar değerindeki incik boncuk karşılığında satın alındığını, toplam 58 km2 olan Manhattan'a ilk olarak Hollandalı göçmenlerin yerleştiğini ve bölgeye New Amsterdam adı verildiğini, bölgeye 1664 yılında yerleşen ingilizlerinse New York adını verdiğini, Kızılderililerin 24 dolarlarını 377 yıldır Amerikan hazine bonolarına yıllık %5 faiz ile yatırsalar, bugün 2 milyar 336 milyon 536 bin 394 dolarları olacağını, biliyor muydunuz?

    Leonardo Da Vinci

    Olmaz Olmaz Deme; Olmaz, Olmaz!

    Leonardo Da Vinci'nin 16. yy. başında modern helikoptere şaşırtıcı derecede benzeyen uçan makineler çizdiğini, Engizisyon korkusu ile bunları gizlediğini, bu tasarılar 1797 yılında yayınlandığında herkesin havadan ağır makinelerin asla yerden ayrılamayacağı konusunda fikir birliği ettiğini, 20. yüzyıl başlarında ünlü astronom Simon Newcomb'un uçan araçların uzun mesafelere gidebilmesini sağlayacak bir itici gücün bulunamayacağını savunduğunu, 1924 yılında Profesör. Hermann Oberth'in "Uzaya Roketler" adlı kitabını eleştiren ünlü Nature Dergisi'nin uzay roketi tasarılarının ancak insan soyunun tükenmesinden biraz önce gerçekleşebileceğini öne sürdüğünü, ilk roketlerin dünyadan ayrıldığı 1940'larda bile doktorların insan metabolizmasının yerçekimsiz ortama, uymayacağını ve insanlı uzay uçuşlarının imkansız olduğunu savunduklarını, biliyor muydunuz?

    Pyramids, pyramid, egyp, egypt, piramit, piramitler, mısır piramitleri

    Piramitlerin Sırları

    Kahire'de bulunan Keops piramitinin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon taş bloktan oluştuğunu, Günde on blok yerleştirilmesi hâlinde yapımının 664 yıl süreceğini, piramitin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramitin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunduğunu, yüksekliğinin 164 metre) bir milyarla çarpımının Güneş'le Dünya'mız arasındaki uzaklığı verdiğini, Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pi sayısını verdiğini, piramitlerin içerisinde ultrasound, radar, sonar gibi cihazların çalışmadığını, kirletilmiş suyun birkaç gün piramitin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, piramitin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini, bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku yaymadan mumyalaştıklarını, kegib, yanık, sıyrık ve yaraların piramitin içinde daha çabuk iyileştiğini, piramitin içinin yazın soğuk, kışınsa sıcak olduğunu; piramit, kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, biliyor muydunuz?

    Piri Reis, Haritalarını Uydudan mı Çizdi?!

    18. yy. başlarında Topkapı Sarayı'nda Kaptan Piri Reis'e ait bir çok eski haritanın bulunduğunu, 1957 yılında Amerikalı haritacılar tarafından incelenen haritalarda henüz 1952 yılında ses yansıtıcı araçlarla keşfedilen Antarktika Dağları'nın bütün ayrıntılarıyla çizildiğini, daha sonra uydu fotoğrafları ile karşılaştırılan haritalarla uydu fotoğrafları arasında müthiş benzerlikler çıktığını, bilim adamlarının bu haritaların ancak çok yükseklerden çekilmiş fotoğraflar aracılığı ile çizilebileceğini söylediklerini, biliyor muydunuz?

    Sigara Sağlığa iyi (mi) Gelir?!...

    Avrupalıların tütün içmeyi, onun tedavi edici özellikleri olduğuna inanan Amerikan Kızılderililerinden öğrendiklerini, 16. yüzyılda tütünün Avrupa'ya tıbbi faydaları olan bir madde olarak tanıtıldığını, tütünün zararlı etkilerinin ancak 1950'lerde kanıtlanıp kamuoyuna açıklandığını, dünyada sigaradan kaynaklanan toplam ölümlerin 1995 yılında 2.5 milyon kişi olduğunu, bu rakamın 2050 yılında 12 milyona ulaşmasının beklendiğini, 1990 yılında Amerika'da 20 bin kişi uyuşturucudan ölürken 400 bin kişinin sigaradan öldüğünü, her sigaranın bir tiryakinin hayatının 5.5 dakikasına
    mal olduğunu, ingiltere'de bütün sigara tiryakilerinin yarısının sigara kullanımından dolayı öleceklerini, biliyor muydunuz?

    Yaşlı Albayın inadı

    Amerika'da yaşlı bir emekli olan Albay Sanders'in otoyol kenarında küçük bir lokanta işlettiğini, otoyol, başka bir yere taşınacağı için lokantasını kapattığını, kendi bulduğu bir kızarmış tavuk tarifinden başka bir sermayesi kalmadığını, bu tarifi ülkedeki lokanta sahiplerine satarak piliç başına prim almaya karar verdiğini, tüm ülkeyi arabası ile dolaştığını ve tam 1009 lokantadan red cevabı aldığını; fakat sonunda birinin kabul ettiğini ve bunun sonucunda "Kentucy Fried Chicken" zincirinin doğduğunu, Albay Sanders'in şimdi ülkenin sayılı zenginlerinden olduğunu, biliyor muydunuz?

    devamı gelicektir.

    edit: en az 7 en fazla 10 kaynaktan araştırıp paylaşıyorum.
    Tümünü Göster
    ···