/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 176.
    0
    Ben bunu okurum
    ···
  2. 177.
    0
    Güzel yazılar, yararlı başlık. Şhuqu.
    ···
  3. 178.
    0
         
    ···
  4. 179.
    0
    Vay amk
    ···
  5. 180.
    0
    Rezervasyon
    ···
  6. 181.
    0
    Tez rez
    ···
  7. 182.
    0
    Rezerve
    ···
  8. 183.
    0
    Hakiki rez
    ···
  9. 184.
    0
    Rezerved
    ···
  10. 185.
    0
    Rezzers
    ···
  11. 186.
    0
    Rezervasyon
    ···
  12. 187.
    0
    Rezervuar
    ···
  13. 188.
    0
    Bricci ilginç seni ilk defa çalıntı hikayeler yapıyorken görmüyorum
    ···
  14. 189.
    0
    Okucam kesin
    ···
  15. 190.
    0
    Rez alayım sonra okurum
    ···
  16. 191.
    0
    Vaaaaaay ak
    ···
  17. 192.
    0
    Abası

    Abası, Albız, Albis, Almış

    Yakut mitolojisinde, kötülükleri simgelediklerine inanılan ve korunmak için kendilerine kurbanlar sunulan, kötü ruhlara verilen ad. Abası; Orta ve Batı Türklerinde Albastı, Alkarısı; Osmanlı metinlerinde Albız; Uranha-Tuba Türklerinde Albis>; Altay Türklerinde Almış ismini alan karakteristik bir Türk motifi olan karşımıza çıkar.
    Abra (Abura)

    Abra, Altay şamanlığında, yeraltındaki büyük denizde (Tengiz) yaşadığına inanılan, Erlik hizmetlisi, timsah biçimli efsane yaratığı. Abura diye bir söylenişi de vardır. Yeşil bir kumaştan yapılmış ve örgülerle süslenmiş Abra'nın tasviri, şamanın giysisine asılır.

    Abra'nın başı puhu tüyleri (ülberk) ile süslenir. Gözü, parlak bakır düğmelerden, ayakları da genellikle kırmızı kumaşlardan seçilmiş yamalardan yapılır. Bunlara, örülmüş dokuz püskül eklenir.

    Albastı ile ilgili Uygulama ve inanışlar

    Al karısı kısrak ata biner; atın saçını örer ve terletirmiş.
    Al karısını yakalamak için atın üstüne acı sakız koyar, yakasına iğne batırır, her işte çalıştırırlarmış. Al karısı, yakasındaki iğne çıkarılınca kaybolurmuş.
    Kızılcık çıkaran çocuğa al karısı tebelleş olmasın diye yalnız bırakılmaz; yoksa çocuk çalık olur.
    Al karısından korunmak için bazı kadınlar da başlarına rapata koyarlar.


    Rapataya çuvaldız, iğne sokulur ki al karısı gelmesin.
    Al karısı uzun boylu, parmakları uzun, saçları incin, vücudu yağlı, el ve ayakları küçük, dişlek bir cindir.
    Kısrak atlara ve loğusa kadınlara düşmandır.
    Al karısı gerçektir.
    Al karısı erkeklerden korkar.
    Al karısı cin türü; samanlık ve ahırlarda bulunan öcü gibi bir şeydir.
    Al, karanlık odalara gelir.
    Yalnız olan loğusa kadına al gelir, ağırlık basar.
    Loğusa kadınlar başlarına çuvaldız sokarlar ki al basmasın.
    Loğusa kadınlar al basmasın diye baş uçlarına Kur'ân koyarlar.
    Kırmızı elbise giyeni al basmaz.
    Parmaklarının eklem yerleri olmadığı gibi, parmakları sivriymiş!
    Al karısının pişirdiği ekmek hiç bitmezmiş, çok bereketliymiş!
    Al karısının yakasındaki iğne çıkarılınca değirmen suyuna akıp, kaybolurmuş.
    Al karısının kaybolduğu su bir hafta kan akarmış.
    Al karısı elektrik gelmeden önce; karanlık olduğu için olurdu.
    Al karısının bindiği at sabaha kadar ayaklarını yere veya müsüre vururmuş.
    Al basması (Albastı), bütün Türk boylarında ortak bir kötü ruh inancıdır. Yörelere ve tarihin akışına göre -birbirine benzer olmak üzere- şu sözcüklerle adlandırılmıştır: Abası, Al, Albas, Albastı, Albıs, Albız, Alkarası, Alkarısı, Almıs. Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana için, gerek çocuk için çok büyük bir tehlike olan Albastı ve bu ruhla ilgili inançlar Türkler'in çok eski devirlerinden günümüze dek gelen, halâ Anadolu ve Anadolu dışı Türkler arasında yaşayan önemli bir mitolojik unsurdur.

    Karakteristik bir Türk motifi olan Al, Albastı ruhu, Orta ve Batı Türklerinde Albastı, Alkarısı; Osmanlı metinlerinde Albız; Uranha-Tuba Türklerinde Albıs; Altay Türklerinde Almıs; Saha (Yakut) Türklerinde Abası olarak bilinir. Kumuk Türklerinde Al karısı'nın adı “bastırık”tır; al basmasına da “bastırık basa” derler. Bu inanç, Dağıstan halklarından Avarlarda da vardır. Kam'lar (baksı, şaman), Albastı'yı genellikle keçi suretinde görürler. Bu inançla ilgili olarak yapılan törenlerde Albastı, ana ve çocuktan uzaklaştırılmaya çalışılır. Saptanmış böyle bir törende baksı, bir yandan ilahi/efsun okur, öte yandan bir koyun ciğerini loğusanın ciğeri yerine Albastı'ya verir. Çünkü Albastı, loğusanın ciğerini alıp kaçar ve suya atar. Ciğer suya düşerse loğusa ölür. Bir baksı ilahisi/efsunu şöyledir:

    Ey şeytanlar, şeytanlar
    Bu ciğeri alın
    Buna kanaat edin
    Bu kadını öldürmeyin
    Zarar dokundurmayın

    Koyun ciğeri size yetmez mi?
    Bu koyun ciğerini ciğer saymıyor musunuz?
    Öyle ise elime kılıç alırım
    Hesapsız ruhlarımla
    Size saldırırım.

    Loğusa kadınlara musallat olan Albastı hakkındaki inançlar ve Albastı'nın musallat olma şekli Kırgız, Kazak ve Anadolu Türklerinde bütün ayrıntılarıyla aynı biçimdedir (loğusanın ciğerlerini alıp zütürmesi ve suya atması, ocaklı adamlardan korkması, tüfek sesinden kaçması, demirden ürkmesi vb). Kazak ve Kırgız Türklerinde keçi biçminde görünen bu kötü ruhun Urenha-Tuba Türklerinde keçi sesi ile bağırması, Anadolu Türklerinde kötü sesle bağırması gibi ayrıntıları da özdeştir.

    Bu ruh bütün Türklerde dişidir; hoppa, hilekar ve yalancıdır. Urenha Türklerinin kam (şaman) dualarında anılan ve kayalarda bulunan 6 sarı Albastı, Kazak, Kırgız ve Başkurt Türklerinde Sarı Kız biçiminde olan ruh ve Anadolu Türklerinin Sarı Kızlar efsanesi arasında özdeşlik ilişkisi vardır.

    Türklerin Şamanlık zamanlarından kalma bir inanç olan Albastı (al karı, ağır basan) inancı Artvin'de de çok yaygın bir inanç olup albız'ın (al karısının) yeni doğan bebekleri boğan “kötü ruh” olduğuna inanılır.

    Artvin halk inancına göre Al karı, al donlu (kırmızı renkli) atlara ve loğusalara musallat olup loğusaların ağrılar duymalarına, morarmalarına ve sayıklamalarına neden olur. Albastı, loğusalara kadın, öküz vs. gibi çeşitli suretlerde görünür. Atların yelelerini örerek onlara zahmet verir. Al karının musallat olduğu atlar kan-ter içinde kalırlar. Erzurum ve Erzincan halk inançlarında da Albastı, at yelesini örmekten zevk alır. Yenisey Türklerinin bir kolu olan Kalar Türklerinin inançlarında Kaya ve Dağ Ruhu'nun en sevdiği eğlence at yelesi örmektir.

    Bebeğin ve loğusanın al basmasına uğramaması, loğusayı Albastı'dan korumak için çeşitli görenekler uygulanır:

    1. Loğusanın çevresine kalın ipler gerilir.
    2. Loğusaya al renkli elbise giydirilmez.
    3. Loğusanın saçları ağzına verilir.
    4. Al karı, al donlu atlara da musallat olduğundan kapı önüne kır donlu bir at bağlanır.
    5. Loğusa gelin edilir, başına da bir kazan geçirilir, kazana bir çubukla davul çalar gibi vurulur, al karının gitmesi için de “Allah'ını seversen git” diye bağırılır.
    6. Loğusanın çevresine siyah renkli kumaş parçaları asılır.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 193.
    0
    Congolos, kışın en soğuk günlerinde evlere girdiğine inanılan düşsel yaratık.[1]

    Anadolu inançlarına göre eğer bir ölü, karanlık bir oda'da bekletilirse yalnız başına veya üstünden kedi atlarsa, hortlayıp cadı olacağına inanılır. Yaşıyor ise insan ya da köpek eti yiyerek de cadı olabilir. Cadılar inanışa göre toprak ve ceset yiyerek beslenirler. Gece mezarından çıkarak evlere girip yağ, bal, un gibi yiyecekleri birbirine karıştırır. Yatak, yorgan, şilte gibi şeyleri delik deşik edip dağıtır, insanların üzerine taş, toprak gibi şeyler atar. Anadolu'daki Alkarısı (Albastı) inancıda bir tür cadı (vampir) inancıdır. Yozgat yöresinde ise Karakoncolos ya da Congoloz adlı bir tür cadıya inanılır. inanışa göre bunlarla mücadele edilmezse giderek daha çok kötülük yapar, topuklarından kanını emerek çocukları öldürürler.[2]

    Anadolu’da congolos adıyla bilinen inanış, yöreden yöreye küçük farklılıklar içermektedir. Yozgat’ta da kışın en şiddetli zamanı, “Congolos ayı, Congolos girdi, Congolos çıktı” olarak isimlendirilen 7 gün içerisinde (karakıştan [14 Aralık] 4, zemheriden 3 gün alır) ortaya çıkar ve bazı evlere uğrarmış. Açık bulunan su ve yiyeceklerin içine kusup, çişini yaptığından bu su ve yiyecekleri tüketenler marazlanırlarmış. Gece derin uykuda olan bazı kişileri isimleriyle dışarı çağırır, uykulu haldeki kişiyi orman içinde bir yerlere getirip bırakır, uyanamayıp evine dönemeyenler donup kalırmış. Congolos'un eve uğramaması için bu günlerde pancar kaynatmak gerekliymiş.[3]

    Yozgat civarında karakoncolos'un adı congolos'tur. Evlere kışın ortasında, soğukların en fazla arttığı zamanlarda (10 ocak- 17 ocak) uğradığı için Yozgat'ta bu günlere “congolos ayı” denir. Mevsim tarifleri “congolos girdi, congolostan sonra” şeklinde yapılır. Bu yaratık, açıkta duran yiyecek küplerine tükürür, idrarını yapar, böylece hastalıklara sebep olurmuş. Bu yolla hastalığa yakalanan insanlara ise ‘marazlı’ denmektedir. Congolos, bazen de uyuyan insanı, yakınlarından birinin sesini taklit ederek çağırır, uyanmazsa alıp zütürür, dışarıda soğuktan donmaya terk edermiş. Pancar olan evlere gelmeyeceğine inanılan congolosun evlere uğramaması için pancar pişirilip, eşiklere gömülür veya lohusalara, dünürlere, sevilen kimselere verilirmiş.[4] Bu varlığa yurdumuzun değişik bölgelerinde koncolos, karakoncolos gibi adlar da verilmektedir.[5]


    Elinde siyah tarağıyla dolaşan Congolos; yerin birkaç kat altındandır. Zebani kabilesinden. işini pek sevmez aslında' “Diğerlerinin elinde mızrak , benim elimde tarak! Benim ne farkım var?” diye hayıflanır sürekli. işini sevmemesine rağmen kabilesinin en çalışkan üyesidir. işine gelince ; o kadar çok işi vardır ki! Bunlardan birincisi ; yolda gördüğü insanlara basit sorular sorar. Amacı insanları karaya yöneltmektir. Sorulan basit soruların cevaplarında kara kelimesi geçmesi zorunludur. Aksi takdirde Congolos elindeki kara tarağıyla insana vurur ve onu öldürür. ikincisi ise; evlerin etrafında dolaşıp insanları tanıdıklarının sesiyle çağırıp onları kandırmaktır. Çağrılan kişi eğer uyanabilirse kurtulur. Uyanamazsa Congolos onu dondurmak zorundadır. Zorundadır çünkü bu görevi kendinden daha alt kattakilerden almıştır. Üçüncü ve en sevdiği görevi ise ; en tembel davranabildiği görevdir. Yani insanların göğüs kafeslerine oturmak. Eğer uyuyan kişi Congolos'u fark edip başparmağını oynatabilirse; kurtulur. Ama eğer fark edemezse ölür. Tabi bu görevin aşamaları vardır. Örneğin bazen "delikli olan eliyle" insanın ağzını kapatır. Amaç belli değildir; çünkü insan ölmez! Ama emir alt katlardan gelmiştir , yapılabilecek bir şey yoktur.[6]

    Congolos, ayrıca Rize / Hemşin yöresinde varlığı bilinen bir kara iyedir. Kısa ve iri yapılı her tarafı kıllarla bir yaratıktır. Yılın son ayının son haftası ile ilk ayının ilk haftasında görülür özellikle yiyeceklere ve ambarlara musallat oluşu ile bilinir. Karadan nefret ettiği için onun çıkacağı zamanlar ambar kapıları kömürle karartılırdı. Daha ziyade ikindiden sonra ve gece insanların karşısına çıkar ve demir dili yün tarağı/tapul tarağı ile insanlara zarar verdiğine inanılır. Korunmak için onun sorularına içerisinde kara kelimesi geçecek şekilde cevaplar verilir. Mesela ismim Kara Mürsel, Kara Köyden geliyorum, Kara Dağa gidiyorum gibi. Erkek ve dişisinin de olduğuna inanılan congolos tarafından beğenilip kaçırılmaya karşı tedbirli olmak üzere kişi “adım Musa, boyum kısa, kendim köse” gibi ifadeler kullanılırmış. Congolos, sair zamanında deniz kenarında elekle ile kum edinmeye çalışırmış ve bu ona verilmiş bir ceza imiş. Congolostaki kömür kara, çirkin görünme ve akşamdan sonra etkili olma motifleri ilginç olmalı. Diğer taraftan kara Türk halk tefekküründe adeta bir koddur.[7] Türk Halk inançlarında Kara) Congolos'un ismi ile Cınngoloz ismi arasındaki benzerlik de anlamlı olmalı.[8]
    Tümünü Göster
    ···
  19. 194.
    0
    Zaman: M.Ö. yaklaşık 1335-1322
    Mekân: Amama ve Thebes, Mısır

    "Tabutun sahibinin kimliğinin, sonunda bir sürpriz olacağına inanıyorum." GASTON MASPERO, 1907

    Amerikalı Theodore M. Davis'in Thebes'teki Krallar Vadisi'nde yaptığı kazılarda 1907 Ocak ayında bir mezar bulundu. Burası Mısır'daki mezarların çoğu gibi karışık ve hasarlıydı; ama bu kez bunun nedeni mezar soyguncuları değil, anlaşıldığı kadarıyla eski çağlardaki resmî faaliyetlerin sonucuydu. Mezarı o hale neyin getirdiği sorusu, Mısırbilimciler'i yaklaşık yüz yıldır meşgul etmiştir ve günümüzde bile en az araştırmacı sayısı kadar da "çözüm" vardır.

    Resmi numarası KV55 (Krallar Vadisi 55) olan mezar; bir merdiven, bir koridor ve bir tek odadan oluşmaktadır. Mezarın çevresinde incin duran pek çok eşya vardır. Bunlardan en büyüğü, aslında III. Amenophis'in karılarından biri olan Kraliçe Tiye'nin lahdinin çevresi için oğlu Akhenaton (M.Ö. 1353-1335) tarafından yaptırılmış olan türbenin sökülmüş parçalarıdır.

    Akhenaton, Mısır'ın geleneksel dinini kaldırıp yerine Aton olarak bilinen bir tek güneş tanrısına tapınmayı getirdiği için "sapkın firavun" olarak bilinir. Odanın çevresine dört koruyucu tılsım ("sihirli tuğla") yerleştirilmiştir ve bunların birinde de firavunun adı yazılıdır. Odanın kuzey duvarındaki bir nişte, kapaklı dört küp Akhenaton'un küçük eşi Kiye'nın iç organlarının saklanması için konulmuş ama üzerlerindeki yazılar silinmiştir. Mezarın döşemesi üzerinde bulunan kil mühür izlerinde Akhenaton'un halefi Tutankhamon'un (M.Ö. 1333-1323) adı yazılıdır.



    (Solda) Yüz, Tutankhamon'un tabutlarından ikincisine çok benzemektedir. Kartuşların çıkartılıp yenilerinin takılmasından bunun Tutankhamon'dan başka bir kral için yapıldığı bilinmektedir. (Sağda) Tabut özellikle tanınmaz hale getirilmiş, yüzü ve üzerindeki bütün adlar silinmiş.
    Esrarengiz Mumya

    Mezardaki en önemli şey Kiya için yapılmış ama bir kral için değiştirilmiş olan tabuttur. Ancak bu kralın adı, her geçtiği yerde silinmiş ve tabutun altın yüz maskesi çıkartılmıştır. Tapınak da benzer biçimde hasar görmüş, Akhenaton'un resimleri ve adları çıkarılmıştır. Tabutun içinde rutubet yüzünden çok kötü hasar görmüş bir mumya vardı.

    Tabutu ilk inceleyen bilim adamları, çökmüş kasıkları nedeniyle bunun bir kadın cesedi olduğunu ilan ettiler, Davis de bunun üzerine mezarı "Kraliçe Tiye'nin Mezarı" olarak adlandırdı. Ancak bu adı taşıyan kitabı çıktığında, daha ayrıntılı bir inceleme sonunda cesedin bir erkeğe ait olduğu anlaşılmıştı. Evrensel kanıya göre bu Akhenaton'un mumyasıydı. Ölümünden sonra anısı lanetlendiği için tabuttaki ve tapmaktaki adlan silinmiştir.

    Ancak başka araştırmacılar ise, mumyanın Akhenaton'un son yıllarında kendisiyle birlikte hüküm süren ve ölümünden sonra "sapkın firavun" gibi hakarete uğrayan Smenhkare olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu kişi ile, aynı dönemde ortaya çıkmış Neferneferuaten adlı bir diğerinin kimlikleri konusunda büyük tartışmalar olmuştur. Kanıtlara getirilecek en iyi yorum, ikisinin de aynı kişi olduğu ve üç yıllık ortak hükümdarlığı sırasında adını değiştirdiği olacaktır.

    1922'de Tutankhamon'un mezarının bulunmasıyla çok önemli ek kanıtlar elde edilmiştir. Tutankhamon'un mumyası, onunla KV55' in yakın akraba olduklarını -ya kardeş ya baba oğul- ortaya çıkarmıştır, ikincisi, mezarda özgün olarak Smenhkare için yapılan ama hiç kullanılmamış çok sayıda nesne vardı: Özellikle Smenhkare'nin iç organları için dört minyatür tabut ve tam boy tabutlarından biri.

    Hepsinin üzeri Tutankhamon için kullanılmak üzere yeniden yazılmışsa da, hem kral adlarının bulunduğu yerde özgün sahibinin izleri vardı hem de tabutların üstündeki yüzler Tutankhamon'un yüzü değildi. Bütün bu nesnelerin Krallar Vadisi'nin 55 numaralı mezarında, bir zamanlar Kiya'ya ait olan malzeme ile temsil ediliyor olması, o mezarın içindekinin Smenhkare olduğuna inanan bazı araştırmacılarca önemli bulunmuştur.

    Diğer araştırmacılarsa, mumyanın Akhenaton'a ait olduğunu iddiaya devam etmişlerdir. Çeşitli anatomi uzmanları, 20'yle (Smenhkare'ye daha yakın) 30-40 (Akhenaton'a yakın) arası değişen rakamlar buldukları için mumyanın ölüm yaşına ilişkin tahminler de pek yararlı olmamıştır.

    Mezarın tarihine ilişkin pek çok senaryo üretilmiştir. Ortak noktaları mumyanın, artık her kimse, Akhenaton'un inşa ettirdiği Thebes'in 300 kilometre kuzeyindeki yeni başkent Tel el-Amarna'da gömülmüş, sonra kentin terk edilmesinin ardından çıkartılıp KV55'e taşınmış olduğudur.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 195.
    0
    iki Çözüm

    Tutankhamon'un hükümdarlığının yarısına doğru Amarna başkentlikten çıkarılmış ve onun ölümünden sonra da terk edilmişti. Böylece KV55'in kuruluşu Tutankhamon'un hükümdarlığının ortalarıyla mührünün geçerliğini kaybetmiş olacağı gömülmesine kadar geçen zaman içinde bir noktada gerçekleşmiş olmalıdır.

    Bir görüşe göre Smenhkare ve/veya Akhenaton ve onunla birlikte Amarna'da gömülmüş annesi Tiy, hükümet kenti terk eder etmez KV55'e taşınmışlardır. Mezarın içindekileri böyle hasara uğratanların ya 19. Hanedan'ın anti-Atoncu kralları ya da IX. Ramses'in memurları olduğu sanılmaktadır. Belki de firavunun yandaki mezarının inşası sırasında KV55, bir kere daha keşfedilmiştir.

    Bu senaryoya göre Tiye'nin cesedi çıkartılıp başka bir yere gömülmüş ve türbesinin bir kısmı tek açık giriş koridoruna takılıp sıkışınca orada bırakılmıştır. Bir mumya daha çıkarılmış ve kalanının kimliğini gösteren işaretler de silinmiş olabilir. Mezar kapatılmadan önce türbedeki Akhenaton resimleri silinmiş ve mezarın son sakini orada ebedi bir karanlığa terk edilmiştir.

    Bir başka seçenek de, bu taşıma işinin Tutankhamon'un ölümünden sonra ama gömülmesinden önce yapılmış olmasıdır. Akhenaton'un anıtlarının daha Tutankhamon'un yaşadığı sıralarda imhasına başlandığı artık açıkça anlaşılmaktadır. Tahtta Akhenaton'un oğlunun bulunması gerici güçleri frenlemiş olmalıdır. Ancak Tutankhamon'un ölümüyle bu baskı yok olmuş olacaktır.

    Bu senaryoya göre KV55'teki ceset daha ilk baştan adsız olarak bu yeni mezarına yerleştirilmiştir. Sonra gerçekleşen incinlık da IX. Ramses'in ekonomik sıkıntılarla geçen iktidarında mezarın yeniden keşfedilmiş olmasının sonucudur. Altın peşinde olan memurlar altın eşyayı oradan çıkarmak istemişler, sonra türbenin bir kısmının giriş geçidini tıkamasıyla girişimleri yarıda kalmıştır.



    (Solda) KV55 odasının, bulunduğu zamanki durumu. Sol kısımda, türbenin bazı panoları duvara yaslanmış durumda görünüyor. Onların ilerisinde de tabut var. Duvardaki nişte kapaklı küpler duruyor. (Sağda) KV55'teki kapaklı küpler Kiya için yapılmıştı. Bunların yazıları iki aşamada kaldırılmıştır. Önce Kiye'nın adı ve unvanları, sonra da Akhenaton ile Aton'unkiler silinmiştir.
    Bir Çözüm mü?

    Mumyanın Akhenaton'a ya da Smenhkare'ye ait olması durumunda her iki temel senaryo a uygulanabilir ama geriye iki temel soru kalmaktadır: Bir kral neden bir kadının gayet süslü bir biçimde değiştirilmiş tabutuna konulmuştur ve kendi tabutu ne olmuştur?

    Yapılan değişiklikler tabutun yazılarının Atoncu metinlerini değiştirmemiştir, bu da tabutun bir firavunun gömülmesi için Akhenaton'un iktidarında hazırlandığını göstermektedir. Akhenaton ölümünden çok önce tamamlanmış bir dizi tabuta sahip olmalıydı ve tunlar da mutlaka kendisi için kullanılmıştır. Ancak daha önce de gördüğümüz gibi, Smenhkare kendisi için en azından bir tabut ha-zırlatmışsa da bunun içinde gömülmemiş, onun tabutu genç kral Tutankhamon için kullanılmıştır.

    Smenhkare daha sonra Neferneferuaten adını almışsa da, koyu bir Atoncu değildi. Cenaze levâzımâtı tümüyle gelenekseldi ve tapınağında geleneksel tanrıların başı olan Amon'a tapılırdı. Ancak onun, Atoncu devrimin başı olan babası Akhenaton daha yaşarken öldüğü anlaşılmaktadır.

    Akhenaton'un Aton dışında tanrılara karşı hoşgörüsüzlüğü -ki, çoktanrılı anıtları imha etmesinde görülmektedir- göz önüne alındığında Smenhkare'nin kendisi için hazırladığı geleneksel malzemeyle gömülmesine izin vermemiş olması mümkündür.

    Eğer bu böyle olmuşsa, o zaman mumya ve iç organları için farklı kaplar gerekecekti. O zaman da bir zamanlar Kiya'ya ait olan "dini açıdan doğru" malzeme genç kral için değiştirilmiş ve cenazesinde kullanılmıştır. Cesedi Amarna'da Kraliçe Tiye'nin türbesine yakın bir mezara konulmuştur. Mumya son olarak da buradan Krallar Vadisi'ne taşınmıştır.

    Şu anda Kahire Müzesi'nde yalnızca KV55 tabutunun kapağı bulunmaktadır. Alt kısmının çürümüş kalıntılarında olması gereken altınlarının, Birinci Dünya Savaşı sırasında müzeden çalındığı anlaşılmaktadır. Bu altınlar, daha sonra Almanya'da ortaya çıkmıştır. Doğrulanmamış haberlere göre burada Smenhkare'nin sağlam bir kartuşu da bulunmaktadır. Sorunun bu yanının, tabutun altı sonunda gerçek sahibi olan Kahire Müzesi'ne iade edildiğinde çözümlenmiş olacağı umulmaktadır.

    Mısır deyince ilk akla gelen kadın adlarından olan Nefertiti de Akhenaton'un karısıydı. Akhenaton başşehri Tel el-Amarna'ya taşıdığında, Nefertiti de altı kızıyla birlikte oraya taşınmış ve kocası gibi yalnızca yeni tanrı Aton'a tapınmaya başlamıştı.
    Tümünü Göster
    ···