-
51.
+1Big Bang (Büyük Patlama)Tümünü Göster
Big Bang ya da Büyük Patlama, evrenin yaklaşık 13,7 milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan meydana geldiğini savunan evrenin evrimi kuramı ve geniş şekilde kabul gören evren modeli. Big Bang modeli, ilk kez 1920'lerde Alexander Friedmann and Abbé Georges Lemaître tarafından ortaya atılmıştır. Modern sürümü ise 1940'larda George Gamow ve mesai arkadaşları tarafından oluşturulmuştur.
Big Bang modeline göre evren aşırı yoğun bir temel durumda iken hızla genişlemiştir. Bunun sonucunda yoğunluğu ve ısısı aşırı oranda azalmıştır. Hemen ardından -günümüzde de gözlenebildiği şekilde- maddenin antimaddeye baskın gelmesi, proton çürümesi gerçekleştiği sanısısını uyandıran çok çeşitli süreçler sonucu gerçekleşmiş olabilir. Bu süreçler esnasında ortamda muhtemelen çok çeşitli ilkel atomaltı parçacıklar vardı. Birkaç saniye sonra evren bazı çekirdeklerin oluşmasına imkan sağlayacak kadar soğudu. Belirli miktarlarda hidrojen, helyum ve lityum oluştu. Oluşan miktarların bolluğu günümüzde gözlenen miktarlar ile uyum içerisindedir. Yaklaşık 1 milyon yıl sonra evrenin sıcaklığı atomların oluşumuna imkan sağlayacak kadar düşmüştü. Evreni dolduran radyasyon ise boşlukta seyahat etmeye başlamıştı. Bu henüz çok genç olan evrenin kalıntıları, 1965'te Arno A. Penzias ve Robert W. Wilson tarafından keşfedilen mikrodalga artalan radyasyonudur (3. derece artalan radyasyonu).
Big Bang modeli temelde iki kabule dayanır: Albert Einstein'in genel görelilik kuramı ve kozmolojik prensip. Genel görelilik kuramı tüm cisimlerin çekimsel etkileşimini hatasız olarak açıklar. Kozmolojik prensibe göre, gözlemcinin evreni gözlemlemesi, ne kendi konumuna, ne de baktığı istikamete bağlıdır. Bu prensip evrenin makro özelliklerini açıklamakla birlikte, evrenin sınırı olmadığını, bu nedenle Big Bang'in boşlukta belirli bir noktada değil, aynı anda tüm boşluk boyunca gerçekleştiğini ima eder. Makro ölçekte evren homojen ve izotropiktir.
Bu iki kabul, evrenin Planck zamanından sonraki tarihini hesaplamayı mümkün kılmıştır. Bilim adamları, halen Planck zamanından önce gerçekleşen çok önemli olayları tespit etmeye çalışmaktadır.
Büyük Patlama teorisi, Galaksiler nebulözler ve yıldızlararası plazmanın ne şekilde meydana geldiğini açıklar. Bu ilk infilaktan bu yana çok daha küçük patlamalar (süpernovalar) halen devam etmekte ve evren, genişleyip büyümeye devam etmektedir. Gerçekten de dünyadaki gözlem evlerinden izlenen uzak galaksilerin ışığındaki kırmızıya kayış, bunun ispatı olarak kabul edilmektedir.
ilk radyasyonun tespiti
Büyük patlamadan gelen radyasyon, ilk defa 1965'te tespit edilmiştir. New Jersey'deki Bell Laboratuarlarından Arno Penzias ve Robert Woodrow Wilson, Samanyolu'nun dış kısımlarından gelen belirsiz radyo dalgalarını ölçmeye çalışıyorlardı. Fakat bunun yerine gökyüzünün her tarafından gelen bir radyasyon buldular. Bu ışınımın bütün yönlerdeki parlaklığı aynı idi ve yaklaşık 3° Kelvin (yaklaşık -270,15 santigrat) sıcaklığında bir ortamdan geldiği anlaşılıyordu. Daha sonra Penzias ve Wilson, bu buluşları için bir Nobel ödülü kazandılar.
Bu kozmik artalan radyasyonunun, büyük patlamadan hemen sonra evreni dolduran sıcak gazdan geldiği tahmin edilmektedir. Astronomlar, 1920'lerden beri evrenin genişlediğini biliyorlardı. Bu genişlemenin hızı da, yaklaşık 13,7 milyar yıl kadar önce bütün maddenin tek bir anda aynı noktada bulunması gerektiğini gösteriyor. işte tam bu ilk zamana büyük patlama denilmektedir. O zamandan beri de evren sürekli olarak büyümektedir.
ilk atomların oluşması
Büyük patlamadan sonra evren radyasyondan yayılan çok sıcak gazla dolmuştur. ilk önce gaz, temel parçacıklardan meydana gelmişti: Önce kuarklar oluştu ve bunlar bir araya gelerek protonları ve nötronları meydana getirdi; daha sonra da elektronlar ortaya çıktı. Büyük patlamadan 300.000 yıl sonra, sıcaklık 3000 °K'ye(2726,85 santigark) düşünce bu parçacıklar birleştiler ve ilk atomlar oluştu.
Bu durum, evrende büyük bir değişiklik getirdi. O zamana kadar elektrik yüklü parçacıklar radyasyonu çok kolay emerlerdi. Radyasyon çok uzağa gidemediğinden, gaz da şeffaf değildi. Fakat nötr atomlar radyasyonu iyi ememediler. Bu durumda hareketine bir engel kalmadığından, radyasyon uzayda yayıldı.
Uzay genişledikçe radyasyonun dalga boyu uzadığı için, daha soğuk bir cisimden geliyormuş kanaatini vermeye başladı. Bizim radyasyonu ölçebildiğimiz şimdiki zamana kadar radyasyon, mutlak sıfırın ancak birkaç derece üstündeki sıcaklıklara kadar soğudu.
Penzias ve Wilson tarafından bulunan kozmik artalan radyasyonu, bu düşünceye uymaktadır. Hem sıcaklık doğru derecedeydi hem de radyasyon bütün gökyüzünde aynı sıcaklıktaydı; çünkü bütün yönler büyük patlamaya doğru gidiyordu.
Fakat bu keşif ortaya çözülmesi gereken bir de bilmece çıkardı. Artalan radyasyonu, büyük patlamadan 300.000 yıl sonra gazın son derece homojen olduğunu göstermektedir. Gazın içinde büyük topaklar ve delikler olsaydı, bunlar radyasyonun gökyüzündeki dağılımında sıcak ve soğuk bölgeler olarak gözükecekti. Öte yandan bugün çok topaklıdır. Kümeler, ince uzun gruplar halinde toplanan galaksiler ve bunların aralarında boşluklar vardı. Bu büyük yapıların orijinal gazın içindeki topaklardan çıkmış olması gerekmektedir. Tıpkı sütün topaklanarak peynire dönüşmesi gibi.
Kozmoloji ile uğraşan bilim adamları, artalan radyasyonu iyi incelenirse, bunun sıcaklığında bazı sapmalar bulacaklarına inanmaktadırlar. Astronomlar, kozmik artalan radyasyonunun sıcaklığını 1960'lardan beri giderek artan bir dikkatle ölçmektedirler. Birkaç yanılmanın dışında, yalnızca ortalama sıcaklıktan sapmalara sınırlamalar koyabilmişlerdir. Yerden yapılan son deneyler, bunların da bir Kelvin'in 30 milyonda birinden fazla olamayacağını gösteriyor. Yerden gözlem yapan astronomlar, kozmik artalan radyasyonunu incelediklerinde iki hususla karşılaşmaktadır: Birkaç santimetre daha uzun dalga boylarında gözlem yaptıkları zaman bizim galaksimiz Samanyolu'ndan gelen radyasyon, zayıf artalan radyasyonundan baskın çıkıyor. Bizimi galaksimizdeki parlak ve karanlık kısımlar, artalan radyasyonundaki herhangi bir sapmayı kolaylıkla maskeliyorlar.
Daha kısa dalgaboylarında ise Samanyolu daha zayıftır; fakat bu dalgaboylarındaki radyasyon, Dünyanın atmosferindeki su buharı tarafından emilmektedir. Dünyanın her yerinde, çeşitli gruplar, yüksek dağlar, Antarktika ve yüksekte uçan balonlar gibi havanın kuru olduğu yerlerden gözlem yaparak bu problemi çözmeye çalışmışlardır.
Buna en iyi çözüm, bir uydudaki kısa dalgaboylu bir radyo alıcısıdır. 1970'lerin ortalarında, bu gözlemcilerin çoğu, NASA'nın Goddard Uzay Uçuş Merkezindeki bilim adamlarıyla işbirliği yaparak Kozmik Artalan Keşif Uydusu COBE'nin tasarımına katkıda bulundular.
18 Kasım 1989da COBE, yörüngesine mükemmel bir şekilde oturtuldu. COBE'nin taşıdığı üç araçtan iki tanesi gökyüzünü uzun kızılötesi dalgaboylarında gözlemledi. Araçlar, uzaydan gelen zayıf sinyallerin uzay aracının kendi sıcaklığından etkilenmemesi için sıvı helyumla soğutulmaktaydı. Bu araçlar görevlerini seferin dokuzuncu ayında sıvı helyumun bittiği sırada tamamladılar. Araçlardan biri fonun ortalama sıcaklığını görülmemiş bir hassasiyetle ölçerek 2.735 °K değerini buldu. Diğeri de ilk defa olarak, uzun kızılötesi dalgaboylarında uzayın haritasını çıkardı.
Üçüncü ölçüm aleti artalan radyasyonunun parlaklığındaki sapmaları aramak için tasarlanmıştı. Altı diferansiyel mikrodalga radyometreden oluşan bu düzenek gözlemlerine devam ediyor; çünkü bunların soğutulması gerekmiyor. Bunlarla gökyüzü şimdiye kadar iki kere tarandı ve üçüncü taramaya devam edilmektedir. Radyometreler gökyüzünü 3.5, 5.7 ve 9.5 milimetre olmak üzere üç kısa radyo dalgaboyunda gözlemlemektedir.
Halen, dünyanın çeşitli yerlerinde aynı derecede hassas aletlere sahip ekipler COBE'nin görebileceğinden daha küçük, bir açı dakikası sapmalar bulmak için gözlem yapmaktadır. -
52.
0Bilinmeyeni nerden biliyon oç
-
53.
+1ingiliz taburu çanakkalede asıl kuvvetten ayrıldığı için izole duruma düşmüş ve çoğunluğu ölmüş. sağ kalanların anlattıklarından hareketle ingilz bbc televizyonu all the kings man diye dizi bile çekmiş. yok beyaz sis yok evliyalar diye zütünüzden uydurup orada ölmüş binlerce mehmetçiğe hakaret etmeyin. adam canını veriyor çanakkalede, 100 sene sonra itin biri çıkıp orda sis olduda, evliyalar çıktıda savaşı öyle kazandık diyor. giberim ecdadınızı kanı bozuk arap soyları sizi
-
54.
+1Zaman Makinesi Yapılması Mümkün mü?Tümünü Göster
Not: Bu yazıdaki kimi veriler, teorilerden ibarettir ve bilimsel gerçeklik taşımayabilir.
Zamanda yolculuk, edebiyatta ve sinemada sıklıkla işlenen konular arasında yer alır. Herbert George Wells'in klagibleşen “Zaman Makinesi” kitabı da, “Geleceğe Dönüş” filmleri de aynı konuyu işlemişlerdir. Ancak acaba zamanda yolculuğun bilimsel bir temeli var mı? ABD'li bilim adamı Prof. Ronald Mallett, bunun mümkün olabileceğini söylüyor.
Prof. Mallett, “Zaman Gezgini” adlı bir kitap kaleme alarak zamanda yolculuk hayaline ulaşma mücadelesi ile geçen hayatını da anlattı.
Ronald Mallett1950'lerde New York'un Bronx ilçesinde yetişen Mallett, o yıllarda da zaman yolculuğu konusuyla çok yakından ilgiliymiş. Ronald Mallett, babası ani bir kalp krizinden öldüğünde sadece on yaşındaymış. Onu avutan tek şey, bilim kurgu imiş. Ronald Mallett o yıllarla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Babamın ölümünden bir yıl sonra, Herbert George Wells'in “Zaman Makinesi” kitabı elime geçti. Beni depresyondan kurtaran şey, oydu. Çünkü bana ilham vermişti. Şunu düşünüyordum: Eğer bu kitaptaki gibi bir zaman makinesi yaparsam, geçmişe dönebilecektim; geçmişe dönersem de babamı yeniden görebilecek, başına gelecekler konusunda onu uyarabilecek ve belki de onu kurtarabilecektim. Bu yüzden de bu iş bende bir takıntıya dönüştü.”
Aradan 50 yıl geçti ve Mallett, bilimsel alanda derinleşti. Şu anda Connecticut Üniversitesi'nde Fizik Profesörü.
Yıldızlar ve gezegenler gibi büyük nesnelerin hem uzayı hem de zamanı bükebildikleri biliniyor. Prof. Mallett ve diğerleri içerdiği enerjiden dolayı ışığın da böyle olduğuna, onun da uzay-zaman döngüsünü bükebileceğine inanıyor.
Buna göre, çok güçlü bir lazer halkası oluşturulup bu ışık girdabının içine nesneler -ya da bir gün belki bir insan- konulduğunda, makinenin içindeki görüntüyü zaman içinde geriye veya ileriye doğru izlemek mümkün olabilecek.
“Niyetimi uzun süre gizledim”
Prof. Mallett, “Göreceğiniz şey, içinde kesişerek devasa bir ışık tüneli oluşturan lazer demetlerinin bulunduğu bir silindir olacak. Bir ışık girdabının çevresinde döndüğü bir tünel hayal edin.” diyor.
Zamanda yolculuk aslında fazlasıyla bilim kurgu kokan bir kavram. Bu nedenle Dr. Mallett, rakiplerince dalga geçilmemek için gerçek niyetini uzun süre gizlemiş.
Ancak bir yazar ve astronom olan Dr. David Whitehouse, bilim dünyasının Mallett gibilere ihtiyacı olduğunu söylüyor ve “Ayrıca yanılmak da evreni araştırmanın bir parçasıdır.” diyor.
Bununla beraber bu çalışmanın işe yaramayacağını söyleyenler de az değil. “Öyle ise neden günümüz de gelecekten gelen ziyaretçilerle dolu değil” diye soruyorlar. Bu noktadan itibaren ise “büyükbaba paradoksu” başlıyor.
David Whitehouse; “Örneğin zamanda geri gidip büyükbabanızı ya da babanızı öldürseydiniz, siz var olmayacaktınız. Zaman çizgisini değiştirmek, bir paradokstur. Bu noktadan itibaren de insanlar zaman yolculuğunun imkansız olduğunu söyleyenler ile evrenin tüm olasılıklara göre parçalara bölünebildiğini söyleyenler arasında ikiye ayrılıyor.” diyor.
Prof. Mallett, artık babasıyla görüşemeyeceğini kabul etmiş. Işık girdabını tamamlamayı başarsa bile, makinenin ilk çalışmasında kendisini istediği kadar geriye zütüremeyeceğini söylüyor. Ancak zaman yolculuğunun bir gün gerçekleşeceğinden emin. Mallett şunları söylüyor:
“Hangimiz geçmişimizde bir şeyleri değiştirmek istemedik? Acaba neler olurdu bunu yapabilseydik? Sevdiğim kişiye “o arabaya binme” veya “o uçakla gitme” diyebilseydim nasıl olurdu? Bence bu durum, geçmişi değiştirme ya da daha sonra neler olacağını, yüz yıl, iki yüz yıl sonrasında yaşanacakları bilme arzusu hepimizin içine işlemiştir. Bu bence çok temel bir arzudur.” [1]
Time Mechine
ABD'li bilim adamından ilginç iddia: Zaman makinesi yapabilirim
Amerikalı bilim adamı Ronald Mallett, geçmişte ölmüş babasını kurtarmak için zaman kavramı üzerinde çok araştırma yaptığını ve bir zaman makinesi icat edebileceğini iddia etti. Amerika'nın Connecticut Üniversitesi'nde bir fizik profesörü olan 62 yaşındaki Ronald, daha 50 yıl öncesinde zaman makinesi araştırmalarına karşı ilgi duyduğunu aktardı. Amerikan ve Çin medyasında yer alan bir habere göre daha 10 yaşındayken kalp krizinden babasını kaybeden Ronald, babasının ölümünü aşırı içki ve sigara tüketimine bağlıyor. "Zaman Makinesi" adlı romanın en sevdiği kitap olduğunu söyleyen Ronald, araştırmaları sonucu zamanın bir çeşit boşluk olduğunu keşfettiğini, bu boşluk içinde ileri geri hareket edilebileceğini iddia ediyor.
"120 BiN STERLiN'E BiR ZAMAN MAKiNESi YAPABiLiRiM"
Zamanı değiştirmenin sırlarını kavradığını söyleyen Profesör Ronald, "120 bin sterline bir zaman makinesi yapabilirim." dedi. Daha küçük yaşlarda böyle bir hayalinin olduğunu ifade eden Ronald, kısa süre sonra Einstein'in zaman kavramı ile ilgili teorilerinin yayınlanmasıyla hayallerinin gerçek olabileceğine inanmaya başladığını belirtiyor.
Ailesindeki fakirlikten dolayı gerekli araştırmaları yapamayan Ronald, hayallerini gerçekleştirmek için Amerikan hava kuvvetlerine katılma kararı alır. Amerikan hava kuvvetlerinde elektrik bölümünü bitiren Ronald, 1973 yılında profesör unvanını kazanır ve bir akademisyen olarak Connecticut Üniversitesi'nde çalışmalarına devam eder.
Ronald Mallett and Time Machine
AMERiKA'NIN TEK SiYAHÎ FiZiK PROFESÖRÜ
Yaptığı araştırmalarla büyük ilgi toplayan Ronald Mallett, Amerika'nın tek siyahî fizik profesörü unvanını da elde eder. icat edeceği zaman makinesinin ünlü ingiliz romanı "Zaman Makinesi"ndeki kızaktan ya da "Geleceğe Dönüş" adlı filmdeki araba sistemlerinden çok farklı olduğunu söyleyen Ronald, yuvarlak şeklinde bir lazer çekim alanı oluşturacağını, çekim alanının merkezindeki kuvvetle zamanı hareket ettirebileceğini iddia ediyor.
Konuyla ilgili yayınlanan haberlerde, birçok bilim adamı konuya şüpheyle yaklaşıyor olsa da, teorik olarak böyle bir makinenin geliştirilemeyeceğini ise kimsenin ispatlayamadığı ifade ediliyor. Ronald, icat edeceği yeni aletle, filmlerde veya romanlardaki gibi istenilen zamana gidilemeyeceğini, sadece zaman makinesi kurulduktan sonra en erken zaman makinesinin kurulduğu güne dönülebileceğini iddia ediyor. [2]
Bir Zaman Makinesi Nasıl Yapılır?
Zaman yolculuğu, H. G. Wells' in 1985 yılında ünlü romanı "Zaman Makinesi"ni yazmasından bu yana güncel bir bilim-kurgu temasıdır. Fakat acaba gerçekten yapılabilir mi? Bir insanı geçmişe veya geleceğe taşıyacak bir makine inşa etmek mümkün müdür?
On yıllar boyunca zaman yolculuğu saygın bilimin sınırlarının dışında kaldı. Fakat son yıllarda bu konu kuramsal fizikçiler arasında bir çeşit yan uğraş haline gelmeye başladı. Çıkış noktası kısmen eğlence amaçlıydı; zaman yolculuğu u üzerine düşünmek eğlenceliydi. Fakat bu araştırmanın ciddi bir yanı da var: Neden ve sonuç arasındaki ilişkiyi anlamak. Bu, fizikte birleştirici bir kuram oluşturma çabalarının ana öğelerinden bir tanesi. Eğer, kuramsal olarak bile olsa, sınırsız zaman yolculuğu mümkün ise, böyle bir birleşik kuramın yapısı bundan büyük oranda etkilenecek demektir.
Zamana ilişkin en iyi kavrayışımız, Einstein' in görelilik kuramları sayesindedir. Bu kuramların öncesinde zaman kesin ve evrensel; fiziksel koşulları ne olursa olsun herkes için aynı kabul ediliyordu. Einstein, özel görelilik kuramında iki olay arasında ölçülen zaman aralığının gözlemcinin nasıl hareket ettiğine bağlı olacağını söyler. Temel olarak, farklı şekillerde hareket eden iki gözlemci, aynı iki olay arasında farklı zaman aralıkları deneyimleyeceklerdir.
Bu etki genellikle “ikizler açmazı” kullanılarak açıklanır. Sally ve Sam'ın ikiz olduklarını düşünün. Sam evde otururken Sally bir rokete biner, yüksek bir hızda yakındaki bir yıldıza gider, sonra dönüp dünyaya geri gelir. Sally için yolculuğun süresi sözgelimi bir yıl olabilir; fakat geri dönüp de uzay aracından indiği zaman, dünyada 10 yıl geçmiş olduğunu görür. Artık kardeşi ondan 9 yaş daha yaşlıdır. Sally ve Sam, aynı günde doğmuş olmalarına karşın artık aynı yaşta değildirler. Bu örnek zaman yolculuğunun sınırlı bir çeşidini göstermekte. Sonuçta Sally dünyanın geleceğine doğru 9 yıllık bir sıçrama yapmış oldu. -
55.
0Okurum rez
-
56.
0Ve Zamanda YolculukTümünü Göster
Zamanda yolculuk, zamanda geçmişe ya da geleceğe yolculuk yapabilme kuramıdır. Zaman'ın doğası henüz tam anlaşılamadığından, zamanda yolculuk şimdilik bilim kurgu'nun egemenliğindedir.[8]
Eşzamanlılık sadece uzaydaki noktalar kümesi arasında değil, aynı boşluğu paylaşma şeklinde olan boyutlar arası bir eş zamanlılıkta vardır. Tüm boyutlar iç içe frekanslar şeklinde yaşanır. Geçmiş ve gelecek zaman frekansları içerisine geçiş ise bir üst boyut frekans alanına geçip üst uzaysal bir hareketle belli bir açıda ve yönde bir üst uzaysal mesafe kat edimiyle kendi zaman boyutumuz ve uzay boyutumuz içerisinde bir yerdeğiştirimle mümkündür.Üst uzay ve alt uzay boyutlarına ait her bir şimdiki zaman birbirlerini 90 derecelik bir açıda üst üste gelecek şekilde keserler.
Üst ve alt boyutlar dikey zaman frekans bandını temsil ederler geçmiş ve gelecek zaman boyutları yatay zaman frekans bandını temsil ederler. Yatay zaman boyutu frekanslarımız içerisinde yer değiştirmek için mutlaka dikey zaman boyutu frekansları boyunca yükselerek geçmiş ve gelecek zaman frekansları içerisine geçmeyi düşünmüş olmamız gerekir.Bir üst boyuta ait bir AN(zaman dilimi) bizim zaman dilimlerimizin bir önceki ve sonraki AN'larını içerisine alabilecek zamansal genişlikte olduğu için bir üst boyut AN' ı içerisinden kendi geçmiş ve gelecek zaman dilimlerimiz içerisinde bir uzay noktasına doğru kendimizi hareket ettirebiliriz.Biz kendi zaman çerçevemizi genişleterek bu genişleme süreci içerisinde kendimizi kendi geçmişimize yada geleceğimize doğru iten bir oluşuma geçebiliriz.Bu üç boyutlu uzaydan bir dördüncü boyut uzayına doğru geçişi temsil eder.
Bilinmelidir ki kendi evrenimizdeki tüm noktalar arasında bir eşzamanlılık uyumu vardır. Zaman esnemeleri ve zaman kasılmaları zaman sensörü üstünde ne kadar daraltıcı ve genişletici gibi görünen zaman farlılaşmalarına neden olsa da evrendeki tüm noktalar arasında belli bir zamansal esneme farkıyla da olsa bir eşzamanlılık uyumu vardır. Evrendeki madde ve enerjinin dağılımı zamanın akışını eğri büğrü hale getirse de bu zamansal akıştaki dalgalanma farkları ana zaman tensörünün dışına çıkmaz. Tüm madde ve enerji aynı andalık içerisinde varolur ve titreşir.Bu ise boyutsal çerçeve dediğimiz şeyi yaratır.
Üç boyutlu uzayımızın üst boyutsal hologramik harita cinsinden bir dört boyutlu haritalamayı da içerisine alan bir haritalama metodu sayesinde geçmiş ve gelecek zaman boyutlarındaki uzay noktaları ile şimdiki zaman'ımıza ait uzay noktaları arasındaki mesafe üç boyutlu hologramik bir mesafe cinsinden ifade edilebilir.
içerisine girdiğimiz üst uzayın boyutsal derinliği( uzay/zamansal genişliği) oranında kendi uzayımızın geçmiş ve gelecek zaman/uzay noktaları arası mesafe üst uzaysal iki nokta arası mesafeye çevrilmiş olur.Üst uzaysal bir yolculuk; mekanik bir yön tayini yapan güdümlü nükleer roket ve uçak bilgisayarlarından daha gelişmiş kendi kendini denetleyebilen uzak zamanlar arasındaki mesafeyi ve dev uzaysal mesafeleri hesaplayıp bulunduğu noktayı gideceği noktayı dört boyutlu hologram alanı içerindeki konumunu hesaplayıp buna göre aracı hareket ettirebilen bir bilgisayar donanımını gerekli kılar. Sayısız gezegenler, farklı boyutlar, evrendeki belirli bir bölgeye ait yıldız konumları yani uzay aracının içerisinde hareket edeceği uzay/zaman hologram alanına ait tüm gök dinamiğinin matematiksel verisi bilgisayarda kayıtlı olmalıdır. Buna göre bilgisayar geçmişe ve geleceğe doğru olan uzaydaki tüm yer değiştirmelerin izini sürebilmelidir. -
57.
0Zaman yolculuğundaki temel ilke önce kendi uzay/zaman sürekliliğimizi aşmak için yoğunlaşmış bir enerji olan maddenin boyutunu belirleyen ana titreşim skalasını (ışık hızı) üst uzay/zaman skalasına geçecek şekilde yükseltmektir. Sonra üst uzaysal bir mesafe cinsinden yer değiştirimle kendi uzay/zaman çizgilerimiz arasında yer değiştirmiş oluyoruz. Sonsuzlukta her şey birbirine bir bağlılaşım bir iç içelik arz eder. işte bu iç-içelik bu birbirine devam ede giden frekanslar ortamı sayesinde üst zaman bandı kanalınca alt zaman bandı pozisyonuna düşen kendi uzay boyutumuzun zaman boyutları içerisinde yer değiştirim mümkün hale gelir.Tümünü Göster
Üst zaman bandı yada üst zaman akışı hem kendi uzayımız içerisindeki dev mesafeleri bir anda atlayabileceğimiz bir sıçrama tahtası görevi görür hem de kendi uzayımızın geçmiş ve gelecek zaman frekansları içerisine doğru kaymak için bize bir geçiş zemini sunar.Üst boyutun bir sinüs dalgası ile ifade edilen bir zaman dalgası( bizim şimdi'ki AN'ımızı kesen bir üst AN) bir alt vibrasyon boyutu olan bizim boyutumuzun bir geçmiş birde gelecek zaman dalgasını(titreşim birimlerini) ifade eden iki sinüs dalgasıyla eşzamanlıdır. Buna göre kendi zaman enerji bandımızın içerisinde yer aldığımız şimdiki AN 'ı ifade eden zaman dalgamız sıfır noktasını temsil etmekle birlikte bu noktadan üst uzaya çıkmakla kendi şimdiki zamanımızın her iki yanında yer alan ileri ve geri zaman dalgamız içerisine geçiş için kendi zaman birimimizden daha geniş bir zaman boyutuna doğru yükselmiş oluruz. Böylece kendi içerisinde bulunduğumuz şimdiki zaman dalgasını (Bir AN'ı) genişleterek(maddenin vibrasyonlarını yükselterek) bir önceki ve bir sonraki geçmiş ve gelecek zaman dalgamızla (her iki AN'la da) senkronize hale geçeriz.
Diğer AN'larla da,(kendi bir AN'ımız içerisindeki birbirine eşzamanlı noktalar kümesi sayesinde tüm uzay noktalarıyla aynı boyutsal ortamı paylaşmak gibi) eşzamanlı bir konumda olduğumuz bir üst boyut realitesine-üst zaman dalgası içerisine- yükselmiş oluruz. Böylelikle alt boyuta ait iki zaman noktası arası mesafe bir üst boyutta üst uzaysal bir mesafe aralığına dönüşür. Böylelikle üst uzaysal bir hareketle kendi diğer zaman noktalarımıza doğru sanki üç boyutlu uzaydaki noktalar arasında yer değiştirir gibi hareket edebiliriz.[7]
Zamanda ileriye Yolculuk
Ortak zaman ileri doğru akmaktadır.
Einstein fiziğine göre bir cisim hızlandıkça, zamanı genişler.
Zaman genişlemesi, cisim için zamanın daha yavaş akmasıdır. Cisim hızlandıkça zamanda ileri gitmektedir. Örneğin, ikiz kardeşlerden biri ışık hızına yaklaşabilen bir roketle yolculuğa çıkıp geri döndüğünde dünyada bıraktığı kardeşini kendinden daha yaşlı bulur.
Bunun teoriden öteye zütürebilme mantığı ikna ile mümkündür, şöyle ki: Işık hızından daha hızlı bir alet olmuş olsa da gökyüzünde bir ışık kaynağını hedef seçilmiş olunsa da ta yola çıkılsa o kaynaktaki yıldızın milyonlarca yıl önce göndermiş olduğu ışığı yakalanabilirdi. Dolayısı ile ışık kaynağı kaçacak ve zaman yolcusu uzay boşluğunda ışık kaynağının gerçek yerini bulmak için dolanacaktı. Bu da ışığın kaynağı olan yıldızın sonunu görmesine neden olacaktı.
Zamanda Geriye Yolculuk
Bunu günümüz fiziği tam olarak çözememiştir.
Zamanın doğrusal olmadığı, ve hatta farklı boyutları olduğu ileri sürülmektedir.
Yani ileri, geri'nin dışında sağa, sola, yukarı aşağı gibi zaman yönleri ve paralel uzay zamanlarının da varlığı olası görülmektedir.
Bazı fizikçiler olay dağılımlarının çok yönlü olduğunu ve bugün oluşan bir şeyin geçmişi değiştirebileceğini iddia etmektedirler.
Ayrıca zamanda geriye doğru yapılacak bir yolculuk zaman paradoksları oluşturabilir. (Anne ve Büyükbaba Paradoksu gibi) Fakat bu paradokslar paralel evrenler teorisi ile çözülebilir.[8]
Geleceğe Dönüş, Back to Future
Zaman Yolculuğu ile ilgili Bilim-Kurgu Filmleri
Bu konuyla ilgili 1985 yılında Amerika'nın California eyaletinde Geleceğe Dönüş isimli bir bilim-kurgu filmi çekilmiştir. Filmde Marty, Doktor Brown'un icat ettiği zaman makinesi ile 1955 yılına gider ve zamanda değişikler yaratır. Böylece yeni kuantum evrenleri oluşur ama eskisine dönemez. Ortaya çıkan çok farklı bir boyutla karşılaşılması ile zamanda geriye yolculuğun geleceği değiştirme olasılığına dikkat çekilmek istenmiştir. Ayrıca bu filmde geleceğe gitmekten de bahsedilmektedir.
Bunun dışında zamanda yolculukla ilgili çekilen filmler geri veya ileri zamanla ilgili değişik temalar işlemeye çalışmışlardır. En dikkat çeken filmlerden biri de Zaman Polisi filmidir. icat edilen zamanda yolculuk teknolojisini devlet eliyle kullanan polis teşkilatının geçmişe giderek işlenen suçları önleme teması üzerine çekilmiş bir filmdir.[8] -
58.
0Ctrl+C... Ctrl+V
-
59.
0Yararlı bilgi şuku
-
60.
0Yakın zamanda, Arizona Üniversitesi’nden yapılan bir araştırma duyurusunda çok ilginç bilgilere yer verildi. Dr. Peter Rhee (Opthalmologist) tarafından sürdürülen araştırma çerçevesinde açıklanan sonuçlar bilim kurguyu aratmayacak nitelikte olsa da aslında olabildiğince gerçek.[1]Tümünü Göster
Dr. Rhee, yaklaşık 1 ay önce yaptığı basın toplantısında şu sözlerle konuşmasına başladı:
“Vücut ısınız 10 dereceye kadar düşmüşse, beyin fonksiyonunuz durmuşsa, kalbiniz atmıyor, kanınız damarlarınızdaki yolculuğuna son vermişse doğal olarak ‘Öldü’ teşhisi konulacaktır. Ama emin olun geliştirdiğimiz bir teknikle sizi hayata geri getirebiliriz.”
inanamayan gözlerle bakan basın mensuplarına bu sefer de Maryland Üniversitesi araştırmacılarından Samuel Tisherman açıklamalar yaptı:
“Evet! Peter Rhee’nin sözlerinde hiçbir abartı yok. Araştırmalarımızı çeşitli hayvanlar üzerinde yaptık ve çok başarılı sonuçlar elde ettik. Bütün detaylarıyla açıkladığımız bu devrim yapacak buluş nedense bilimkurgu gibi algılanıyor. Aynı araştırmayı insanlar üzerinde yapmak için ‘etik kurulundan’ izin bekliyoruz. Sanırız ondan sonra hak ettiğimiz ilgiyi göreceğiz.” [2]
Peter Rhee’nin yaptığı basın toplantısında yaptığı "öldü" teşhisi konulmuş kişiye geliştirdikleri yeni bir teknikle yeniden hayata getirmek mümkün olacak açıklaması, dikkatleri üzerine toplamış ve ilgili çevrelerde uzun süre gündemde kalmıştı. Her ne kadar kulağa inanılmaz gelse de, hayvanlar üstünde araştırmalar yapılmış ve olumlu sonuçlar alınmış olduğunun söylenmesi de ne kadar çarpıcı bir araştırmaya tanık olunduğunu doğrular nitelikte oldu. işin daha da merak uyandıran kısmı, bu deneylerin insanlar üstünde de yapılacak olması. Yapılan açıklama çerçevesinde insan deneyleri için tek engelin etik ve ahlâkî kurallar olduğu belirtiliyor. insan deneyleri için beklenen etik kurulu tarafından verilmesi gereken izin araştırmanın son adımı olarak da nitelendirilebilir.
Peki, bu nasıl olabilir? Vücudun soğumaya başlaması, solunumun devam etmemesi, kalp atışlarının durması ve kan dolaşımının sona ermesi, ölüm teşhisini onaylayan belirtilerden. Her ne kadar organların kısa bir süre daha sahip özelliğini koruyabiliyor olsa da bunun hemen ardından oksijensizlikten dolayı büyük hasarlar oluşmaya başlamakta. Yapılan araştırmaysa bu hasarı durdurmakla başlıyor. Açıklamaya göre ölümün ardından derhal vücut ısısı hızlı bir şekilde düşülerek metabolizma minimuma indiriliyor. Ardından insan vücudunda bulunun kan serum fizyolojikle değiştiriliyor. Değişimin ardından gerekli cerrahi müdahaleler vücuda uygulanıyor ve kan yeniden vücuda pompalanıyor. Bu pompalamanın ardından ise elde edilen verilen kalbin yeniden çalışma olasılığının %90 olduğu. Domuz ve fareler üstünde yapılan deneylerde öldü teşhisinin ardından denekler tekrar hayata dönmeyi başarmış. insanlardaysa tek engel etik kurulları geçmek olarak tekrar belirtiliyor.[1]
iznin alınmasının ardından en kısa sürede insan deneylerine de başlanacak ve sonuçları tüm dünya öğrenecek. Çok farklı amaçlar içinde kullanılabilir olduğu düşünülen bu çalışma ileride neler getirecek merak konusu olmaya devam edecek.[1]
Samuel Tisherman, bu senenin başında insanlı deneylere hazır olduklarını söyleyerek dünyayı da şoke etmişti. Aldığı kararlar şöyleydi; hasta/denek, silah yaralanması vakasından mustarip olacaktı, hızla kan kaybediyor olacaktı ve kalbi durmuş olacaktı. Böylece hastanın kurtulmak için başka şansı olmayacaktı ve işlem uygulanacaktı.
Tisherman, yaptığı işin fantastikleştirilmesinden korkuyor; “insanların şöyle düşünmesini istemiyorum.” diyor, “Uzay yolculuğu yapacak insanları dondurup Jüpiter’de uyandıran bir adam değilim. En önemlisi bunun bir bilimkurgu düşü değil, gerçek olması. Deneysel bir çalışmaya dayanıyor ve uzun süre denendi.” [3]
UPMC Presbyterian Hastanesi’nden doktorlar, "Yıldız Savaşları" (Star Wars) filminin karakterlerinden Han Solo’nun karbon içinde dondurulmasını ve ölü sanılmasını anımsatan bu yöntemi, silahlı ya da bıçaklı saldırıya uğrayanların tedavisinde de kullanmayı hedefliyor. Kan hücrelerinin daha az oksijene ihtiyaç duymasını, aynı zamanda hayatta kalmalarını sağlamak için hastaların "dondurulmasının" planlandığını belirten doktorlar, hastaların kanının soğuk tuzlu solüsyonla değiştirilerek, vücut sıcaklıklarını 10 dereceye düşürmeyi, vücuttaki hücresel faaliyetleri ise neredeyse durdurmayı öngörüyor.
Sadece 15 dakikada vücut sıcaklığının düşürülmesi, hastaların bir süre nefes almaması ve beyin faaliyetlerinin durmasını, yani teknik olarak ölü sayılmalarını gerektiriyor. Hastalar bu durumdayken; doktorlar, mermi ya da bıçağın neden olduğu sorunları gidermeye çalışmayı amaçlıyor. Yöntem, hastaneye bu ay sonunda uygun hastaların gelmesiyle uygulanmaya başlanacak. Doktorlardan Peter Rhee, "Hasta, 2 saat önce ölmüşse hayata döndüremezsiniz. Ancak ölüyorsa, bazı yapısal sorunları giderip onu yaşatabilirsiniz." ifadesini kullanıyor.[4]
Geçen aralıkta yapılan bir araştırmaya göre ABD’li doktorların yüzdesi ‘Lazarus fenomeni’ olarak adlandırılan olayla karşılaşıyorlar; yani tıbbi umut kesilmişken, kalp kendi kendine yeniden atmaya başlıyor. Beyne oksijen gitmemesi problemine kendi çapında bir çare bulan da Tisherman’ı hocası Safar olmuş; vücut ısısı 33 dereceye düşürülerek vücuda buzlar bağlanır, hücrelerin hareket hızı düşürülür ve böylece oksijensizlik yüzünden ölmeye başlayan hücreler yavaşlar…[3]
Lazarus, Yeni Ahit’e göre ölümünden 4 gün sonra isa Mesih tarafından mezarından diriltip çıkardığı söylenen kişinin adıdır. Bu hadiseye dayanarak geliştirilmiş terimler vardır: "Lazarus Fenomeni", "Lazarus işareti" gibi. Kalbi ve solunumu durmuş bir insanın, yapılan hayata döndürme girişimi sonrasında kalbinin çalışmaya başlaması ve solunumunun dönmesine, dönme anına "Lazarus Fenomeni"; beyin ölümü olmuş bir hastada omurilikten kaynaklanan refleksler sonucu bedeninde hareketler görülmesine de "Lazarus işareti" denir.[5]
Tisherman’ın bu gibi durumlarda uyguladığı şu; “Vücut ısı 10-15 derece arasına düşürülür ki bu da doktora iki saat daha zaman kazandırır. Öldüğü düşünülen insanın vücudundan kanı çekilir ve dondurulmuş tuzlu solüsyonla değiştirilir. Çünkü metabolizma zaten çalışmayı durdurmuştur, hücrelerin hayatta kalması için kana ihtiyaç yoktur ve tuzlu donmuş solüsyon hastayı soğutmanın en hızlı yoludur. işlemler yapılır ve gerekli müdahale yapıldıktan sonra kan tekrar vücuda sokulur. Hatta hastanın kalp faaliyetleri ölüme yakınsa kalp durdurulur.” [3]
Bu uygulama şu ana kadar hayvanlar üzerinde denendi. Rhee ve Tisherman’ın domuzlar üzerinde yaptığı deneylerdeki operasyonların ortasında hayvanlar resmi olarak ölüydü. Hayvanlar, yeterince hızla soğutulabildiğinde (dakikada 2 derece düşürülerek) %90’ı hayata sorunsuz geri döndü. Döndükten sonra uygulanan testlerdeyse beynin zarar görmediği ortaya çıktı. Bu uygulama, çok tartışılacak gibi görünüyor. Ama Tisherman ve Rhee’nin attığı adımlar, kesinlikle bambaşka kolaylıklar sağlayabilir.[3]
iddia ettikleri projeye kısaca bir göz attığımızda erçekten çok ilginç olduğunu görüyoruz. Bir canlı, hayatını kaybetse de; kan ve organlar, bir süre özelliğini kaybetmeyebilir. Fakat nefesin durmasıyla birlikte oksijensiz kalan organlarda (özellikle beyinde) büyük bir “hasarlar zinciri” başlar. Araştırmacıların yaptıkları testlere göre, bu hasarı engellemek mümkün. Bunun için ölümün gerçekleşmesinin hemen ardından beden 20 derece kadar soğutularak hücre metabolizması yavaşlatılıyor. Daha sonra vücuttaki kan, serum fizyolojikle değiştiriliyor. Bu sırada vücutta oluşan hasarı gidermek için yapılması gereken müdahale (örneğin ameliyat) gerçekleştiriliyor. Tedavi sonrası, ölen kişinin kanı, yeniden bedenine pompalanıyor.[2]
Dr. Rhee, “Kan pompalanır pompalanmaz vücut tekrar pembe rengini almaya başlıyor.” diyor. Test edilen kobay hayvanların çok az hastalık belirtileri gösterdiğini söyleyen Tisherman ise “Bir gün sonra normal sağlık kondisyonlarına dönüyorlar.” diyor.[3]
Kanın damarlarda dolaşmaya başlamasının ardından kalbin atmaya başlama oranı % 90. “Öldü” teşhisi konulan canlı gözlerini açıyor ve yaşdıbına devam ediyor. Yapılan incelemelere göre hafıza kaybı yok, öğrenebilme yeteneği ise yerli yerinde...
Domuz ve fare gibi memelilerde gerçekleştirilen bu testler bilimsel etik kurulundan yanıt alınır alınmaz sıraya giren (çoğunluk kanser hastası) gönüllülerde uygulamaya sokulacak. Araştırmacıların en çok odaklandığı kullanım sahası, insanlı uzay misyonları. Geliştirilen bu teknik, yıllarca sürecek yolculuklarda astronotların yolculuk boyunca uyutulabilmelerine bir ön adım olarak gösteriliyor.[2] -
61.
0TarihçeTümünü Göster
Organizma Diriltme Deneyleri (Organism Resurrection Experiments), 1939-1940 yılları arasında Moskova'da çok gizli olarak yürütülmüş deneylerdir. Deneyde başı kopmuş bir köpeğin kalbi, akciğerleri ve başı vücudunda olmadan yaşatılmıştır. Bu deneyler dönemin ünlü Rus doktorlarından Sergei Brukhonenko ile ingiliz biyolog Profesör John Burdon Sanderson Haldane tarafından yürütülmüştür.[6]
Robert Cornish, 1930'larda tahtıravalliye benzer bir düzenek kullanarak ölü hayvanları canlandırmaya kalkıştı. Yeni ölen bazı köpeklerin damarlarına adrenalin ve anti-pıhtılaştırıcılar enjekte etti. Bazı denekler bir süreliğine ağır beyin hasarı ve körlükle hayata döndü.[7]
Andrew Ure (Lakabı iskoç Kasabı), ölü diriltme konusunda deneyler yapan başka bir isimdir. Asılarak idam edilen mahkumların üzerinde gerçekleştirdiği deneylerde onları geri getirebileceğine inanıyordu.[8]
ilk dondurulma olayı ise 1977 yılında yapılmış. 37 insan, 10 kedi ve 6 köpek, (2003 bilgileri) enstitüde hayata yeniden dönmeyi bekliyor. Amerika’da toplam 90 kişi (2003) ölüme çare bulunduğu taktirde yeniden canlandırılmak üzere donduruldu. Ölüleri dondurma aşamaları ise, ölülere ilk iki saat içinde ulaşılıyor ve vücudundaki kanın pıhtılaşmaması için "herapin" adlı ilaç enjekte ediliyor. Daha sonra içi buz dolu bir tanka yerleştirilen cesedin kanı boşaltılarak donmanın vücutta yaratacağı zararları en aza indirmek amacıyla damarlarına gliserinli bir sıvı veriliyor. Uyku tulumuna konulan ceset, dışı tahtadan içi fiberglastan yapılmış bir sandığa yerleştiriliyor. Sandığın üzerine yerleştirilen kumaşa buru buz konularak ceset soğutuluyor. Bu işlem, vücut ısısı -40 dereceye düşene kadar buz miktarı her gün arttırılarak sürdürülüyor. Vücut ısısı -40 dereceye düştüğünde, ceset, dibinde sıvı nitrojen olan çelik bir tanka yerleştiriliyor.
Her gün bir miktar aşağı indirilerek bir haftanın sonunda tamamen sıvı nitrojene batırılıyor. Bu işlem tamamlandığında cesedin vücut ısısı -196 dereceye düşüyor. Son olarak ceset tekrar çözülmeyi beklemeye başlayacağı, fiberglas ve izolasyonu arttıran perlit adlı maddeden yapılan "cryostat" adı verilen başka bir tanka konuluyor. Tanktaki sıvı nitrojen düzeyi her gün ölçülerek gerekli düzeye tamamlanıyor.[9]
Kutsal Kitaplarda Ölüleri Diriltme
Peki kutsal kitaplarda ölen kişilerin diriltilmesi mümkün mü? Ya da insanlar, çok uzun süreler dondurulup sonra tekrar canlandırılabiliyor mu? Bu soruya Tevrat, incil ve Kurân-ı Kerim’den yanıtlar arayalım.
“Elişa, oğlunu diriltmiş olduğu Şunemli kadına şöyle demişti: “Kalk, ailenle birlikte buradan git, geçici olarak kalabileceğin bir yer bul. Çünkü RAB ülkeye yedi yıl sürecek bir kıtlık göndermeye karar verdi".” (Tevrat, 2. Krallar 8:1)
“işte Gehazi tam Elişa’nın ölüyü nasıl dirilttiğini krala anlatırken, oğlu diriltilen kadın eviyle tarlasını geri almak için kraldan yardım istemeye geldi. Gehazi krala, "Efendim kral, sözünü ettiğim kadın budur. Yanındaki oğlu da Elişa’nın dirilttiği çocuktur." dedi.” (Tevrat, 2. Krallar 8:5)
“Meryem’le birlikte evde bulunan ve kendisini teselli eden Yahudiler, onun hızla kalkıp dışarı çıktığını gördüler. Ağlamak için mezara gittiğini sanarak onu izlediler. Meryem, isa’nın bulunduğu yere vardı. O’nu görünce ayaklarına kapanarak, “Ey efendim,” dedi, “Burada olsaydın, kardeşim ölmezdi.” Meryem’in ve onunla gelen Yahudilerin ağladığını gören isa’nın rûhunu hüzün kapladı, yüreği sızladı. Onu nereye koydunuz? diye sordu. O’na, “Ey efendim, gel gör” dediler. isa ağladı. Yahudiler, “Bakın, onu ne kadar seviyormuş!” dediler. Ama içlerinden bazıları, “Körün gözlerini açan bu kişi, Lazar’ın ölümünü de önleyemez miydi?” dediler. isa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. Mezar, bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. isa, “Taşı çekin!” dedi. Ölenin kızkardeşi Marta, “Efendim, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu” dedi. isa ona, “Ben sana, ’iman edersen Tanrı’nın yüceliğini göreceksin’ demedim mi?” dedi. Bunun üzerine taşı çektiler. isa, gözlerini gökyüzüne kaldırarak şöyle dedi: “Rab, beni işittiğin için sana şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.” Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, “Lazar, dışarı çık!” diye bağırdı. Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü peşkirle sarılmış olarak dışarı çıktı. isa oradakilere, “Onu çözün, bırakın gitsin” dedi. O zaman, Meryem’e gelen ve isa’nın yaptıklarını gören Yahudilerin birçoğu isa’ya iman etti.” (incil, Yuhanna 11, 31-45)
“Hastaları iyileştirin, ölüleri diriltin, cüzamlıları temiz kılın, cinleri kovun. Karşılıksız aldınız, karşılıksız verin.” (incil, Matta 10:8)
“Hani siz, "Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıktan açığa görmedikçe sana asla inanmayız" demiştiniz. Bunun üzerine siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpmıştı. Sonra, şükredesiniz diye ölümünüzün ardından sizi tekrar dirilttik.” (Kurân-ı Kerîm, Bakara 55-56.)
“Hani, bir kimseyi öldürmüştünüz de suçu birbirinizin üstüne atmıştınız. Halbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktı. "Sığırın bir parçası ile öldürülene vurun" dedik. (Denileni yaptılar ve ölü dirildi.) işte, Allah ölüleri böyle diriltir, düşünesiniz diye mucizelerini de size böyle gösterir.” (Kurân-ı Kerîm, Bakara 72-73)
Açıklama: Abdullah b. Abbas, Ubeyde b. Sâmit, Ebü'l-Âliye gibi sahâbîler ve diğer bazı ilk dönem müfessirlerinin verdiği birbirine yakın bilgilere göre, hayli zengin ve yaşlı bir Yahudi, mirasına ve kan bedeline göz diken yeğeni tarafından öldürülüp bir yere atılmış, cinayet bir masumun üstüne yıkılmak istenmişti. Katilin bulunamaması yüzünden toplumda neredeyse silâhlı mücadeleye kadar varacak bir gerginlik doğdu ve olay Musa'ya bildirilerek kendisinden bir çözüm bulması istendi. O da Allah'tan aldığı vahye uygun olarak bir inek kesmelerini ve bunun bir parçasıyla maktulün cesedine vurmalarını emretti. Denilenin yapılması üzerine maktul dirildi ve kendisini öldürenin kimliğini açıkladı.[10][11] -
62.
0“Binlerce kişi oldukları halde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah insanlara karşı lütuf ve ikram sahibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.” (Kurân-ı Kerîm, Bakara, 243)Tümünü Göster
“Hani ibrahim, "Rabbim! Bana ölüleri nasıl dirilttiğini göster" demişti. (Allah ona) "inanmıyor musun?" deyince, "Hayır (inandım) ancak kalbimin tatmin olması için" demişti. "Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır. Sonra onları parçalayıp her bir parçasını bir dağın üzerine bırak. Sonra da onları çağır. Sana uçarak gelirler. Bil ki, şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir".” (Kurân-ı Kerîm, Bakara 260)
“Allah onu israiloğulları'na bir Peygamber olarak gönderecek (ve o da onlara şöyle diyecek): "Şüphesiz ben size Rabbinizden bir mucize getirdim. Ben çamurdan kuş şeklinde bir şey yapar, ona üflerim. O da Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir. Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim. Evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm. Eğer müminler iseniz bunda sizin için elbette bir ibret vardır".” (Kurân-ı Kerîm, Al-i imran 49)
“O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir. (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O'nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” (Kurân-ı Kerîm, Enam, 60)
Kurân-ı Kerîm'de benzer şekilde (teknik olarak) insanların dondurularak uzun süre hayatta kalmasından ve tekrar uyandırılmalarından / hayata döndürülmelerinden de söz edilmiştir. Kehf Sûresinde anlatılan eshab-ı kehf kıssasıyla bugün uzun süren uzay yolculukları için insanları dondurma/uyutma hadisesi arasında benzerlikler görülebilir:
“O gençler mağaraya sığınınca şöyle dediler: "Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden bir kurtuluş yolu hazırla." Bunun üzerine biz de kulaklarını tıkayarak mağarada onları yıllarca uyuttuk. Sonra da iki gruptan hangisinin, onların mağarada kaldıkları süreyi daha iyi hesapladığını anlamak için, onları tekrar uyandırdık. Biz sana onların kıssalarını gerçek olarak anlatacağız. Hakikaten onlar, Rablerine iman eden birkaç genç idi. Biz de onların hidayetlerini artırdık. (Oranın hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına ilâh deyip tapmayız, yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz, Allah'tan başka ilâh edindiler. Onların ilâh olduğuna dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah'a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? (içlerinden biri şöyle demişti:) "Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya sığının ki, Rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve işinizi rast getirip kolaylaştırsın." Ey muhafazid! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. işte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın. Bir de onları mağarada görseydin uyanık sanırdın. Halbuki onlar uykudadırlar. Biz onları sağa sola çevirirdik. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer onları görseydin, arkana bakmadan kaçardın ve için korku ile dolardı. Onları bir mucize olarak uyuttuğumuz gibi, birbirlerine sorsunlar diye kendilerini uyandırdık da içlerinden bir sözcü şöyle dedi: "Ne kadar durup kaldınız?" (Kimi) "Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. (Kimi de) şöyle dediler: "Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size azık getirsin. Hem çok dikkatli davransın ve sizi kimseye sezdirmesin".” (Kurân-ı Kerîm, Kehf 10-19) -
63.
0islam Tasavvurunda ve Halk inanışlarında Ölüleri DiriltmeTümünü Göster
Hz. muhafazid’in ölüleri diriltmesi meselesi, halk tasavvurunda Hz. muhafazid’e atfedilen mucizevi üstünlüklerdendir. Bu anlayışa göre Hz. muhafazid de anne ve babasını hatta amcası Ebû Tâlîb’i dirilterek iman etmelerini sağladıktan sonra onlar tekrar ahirete intikal etmişlerdir. Ayrıca Hz. muhafazid, bir bedevinin kızını diriltir. Dirilttiği kız da onun nübüvvetine (peygamberliğine) şehadet (şahitlik) etmiştir.[12]
Rivayete göre Cabir bin Abdullah, Hz. muhafazid ve sahabelerinden bazılarını evine davet eder. Ziyafet için bir koyun (veya deve) keser ve zevcesine: “Ben, bir miktar odun alıp geleyim.” der ve evden ayrılır. Cabir’in iki küçük oğlu vardır. Büyük olan oğlu küçük oğlana; “Babamın koyunu nasıl boğazladığını gel sana göstereyim.” der. O da: “Peki göster.” der. Büyük oğlan, küçüğün elini ayağını bağlar ve elindeki bıçağı küçüğün boğazına çalıp, başını gövdesinden ayırır. O dehşet verici durumu gören anne feryat edince, oğlan korkusundan dama kaçar. Kadın da peşinden gidince, oğlan korkudan kendini damdan atar ve o da ölür.
Kadıncağız, Hz. muhafazid'in o olay sebebiyle üzülüp yemek yemeği terk edebileceğini düşünerek bu olayı sinesine çekerek sabır eder ve iki ölüyü de odaya koyup, üzerlerini örterek yemeği pişirmeye koyulur. Yemek ortaya gelince, Cebrail gelir ve “Ey Allah’ın Resulü, Allah, bu yemeği Cabir’in çocukları ile birlikte yemeni emrediyor.” der. Hz. muhafazid, Cabir’e: “Ey Cabir, çocuklarını çağır gelsinler yemeği onlarla birlikte yiyelim.” der. O da hanımına oğullarını sorar. Cabir’in Hanımı: “Burada yoklar.” der. Cabir’de Resûlullah’a: “Ey Allah’ın Resûlü, çocuklar burada yoklarmış.” der. Resûlullah, tekrar emreder. Bunun üzerine Cabir de hanımını sıkıştırır. Cabir’in hanımı, çaresiz durumu kocasına anlatır. Cabir, çocuklarının durumu görünce şaşar kalır ve hanımıyla birlikte ağlamaya başlarlar. Resûlullah, bu vahim durumdan haberdar olup çok mahzun olur. Bunun üzerine Cebrail gelir: “Ey Allah’ın Resûlü, Allah, sana emir ediyor ki, onları çağır. Sen dua edeceksin bizler de “âmin” diyeceğiz Alemlerin Rabbi, o çocukları tekrar diriltecektir.” der. Resûlullah, bunun üzerine dua Rabbine dua eder, Cebrail ve oradakiler de “âmin” derler. Allah da oğlanların ikisini diriltir ve Hz. muhafazid, çocuklar ve Ashâbı ile birlikte yemeklerini yerler.[13]
Hasan Basrî anlatıyor: Bir adam, Resûlullah'ın yanına gelerek ağlayıp sızladı ve şöyle dedi: "Benim küçük bir kızım vardı. Şu yakın derede öldü, oraya attım." Resûlullah, ona acıdı. Ona dedi: "Gel, oraya gideceğiz." Gittiler. Resûlullah, o ölmüş kızı çağırdı, "Yâ fülâne!" dedi. Birden, o ölmüş kız "Lebbeyk ve sa'deyk!" dedi. Resûlullah, sordu: "Tekrar peder ve validenin yanına gelmeyi arzu eder misin?" Kız, cevap verdi: "Yok, ben onlardan daha hayırlısını, seni buldum." [14]
imam-ı Beyhakî ve imam-ı ibni Adiyy gibi imamlar, Enes ibni Mâlik'ten haber veriyorlar ki, ihtiyar bir kadının bir tek oğlu vardı, birden vefat etti. O saliha kadın, çok müteessir oldu. Dedi ki: "Yâ Rab! Senin rızan için, Resûlünün biatı ve hizmeti için hicret edip buraya geldim. Benim hayatımda istirahatimi temin edecek tek evlâtçığımı, o Resûl'ün hürmetine bağışla." Enes ibni Malik diyor ki: "O ölmüş adam kalktı, bizimle yemek yedi." [15]
imam-ı Taberanî ve Ebu Nuaym, Delâil-i Nübüvvet'te, Numan ibni Beşir'den haber veriyorlar ki: Zeyd ibni Hârice, çarşı içinde birden düşüp vefat etti. Eve getirdik. Akşam ve yatsı arasında, etrafında kadınlar ağlarken, birden "Ensıtû, ensıtû" (Susunuz, susunuz!) dedi. Sonra, fasih bir lisanla, "muhafazidün Resulullah; esselâmü aleyke yâ Resulallah" diyerek bir miktar konuştu. Sonra baktık ki, cansız, vefat etmiş.[16]
Halk tasavvurunda ölüleri diriltme özelliği sadece Hz. muhafazid'le sınırlı kalmayarak kimi islâm büyüklerine de atfedilmiştir. Mesela Hıristiyanlar, iman etmek için Hz. Ali’den Hz. isa gibi ölüleri diriltme mucizesi talep ettiklerinde, Hz. Ali de, yeni ölen Hayberî’nin yanma gelerek “Kum biiznillâh” (Allah'ın izniyle ayağa kalk!) sözünü söyler. Hayberî de “Lebbeyk” diyerek kalkar ve iman eder.
Kanaatimizce bu tür bir tasavvurun oluşmasında Kitâb-ı Mukaddes’in etkisi olabilir. Çünkü I. Krallar, 17:l7-23’te ilya peygamber, bir çocuğu diriltmiştir. Yine II. Krallar, 4:32-37’de Elişa peygamber, bir kadının ölü çocuğunu diriltmiştir. Ayrıca Hz. Ísa’ya atfedilen mucizelerde de Hz. isa’nın ölüleri diriltmesi vardır. Gerek Kurân ve gerekse Kitâb-ı Mukaddes'te bu husus anlatılmaktadır. Muhtemelen bu olaylar, Hz. muhafazid’e uyarlanmış olabilir.[12]
islâmî kaynaklarda, Kıyamet alametlerinden biri olan Deccal'in vasıfları anlatılırken, onun ölüleri diriltme özelliğine sahip bir kişi olduğu hususu, kendisine tapmayı reddeden bir genci kılıçla ikiye bölüp öldürdükten sonra tekrar diriltmesiyle verilmiştir.[17]
Türklerin eski inançlarına göre, insan vücudunun bazı parçaları özel güçlere sahiptir. Bu tür güçleri olan beden parçaları arasında insanın kemikleri yer almaktadır. Şamanizm konusunu inceleyen araştırmacılar, kemiklerden diriltme inancından söz etmektedirler.[18] Roux’nun Türklerin ve Moğolların Eski Dini adlı kitabında yer verdiği açıklamasına göre “kemikler, Şamanizm’in temel kavrdıbını oluşturan tekrar doğuşa olanak verdiğinden, ölünün yeryüzündeki devamlılığını ve kişiyi atalarına ve gelecek kuşaklara bağlaması dolayısıyla niteliği görünen bir güçle donatılmıştır.” [19]
Mitolojide Ölüleri Diriltme
ibis kuşu, daha doğrusu "Toth'un kitabı" ile ilgili ilk bilgi 1868'de Paris'te çözümlenip yayımlanan Turis papirüsünde ortaya çıktı. Eski Mısır inanışına göre Toth kitabı, insana sonsuz güçler sağlamaktaydı. Papirüse göre, firavunu ve danışmanlarını büyü yoluyla ya da balmumu heykeller aracılığı ile yok etme bilgisini Toth kitabından öğrenen asiler, az daha başarılı oluyorlardı. Firavun, bunun üzerine kitabı yaktırdı. Daha sonra, II. Ramses'in oğlu Khaunas'ın, kitabın bir eşini ya da kopyasını ele geçirdiği biliniyor. Bilindiği kadarıyla firavun, Toth'un bizzat yazdığı nüshaya sahipti. Belgeler, kitaptaki bilgiler sayesinde Güneş'in gücünün kullanılacağını, yeryüzü, deniz ve gökcisimlerinin kontrol edilebileceğini anlatıyordu. Ayrıca hayvanların birbirleriyle anlaştıkları sezgisel dil de öğretiliyordu.
Toth kitabının bilgileriyle ölüleri diriltmek mümkün olabiliyordu. Bu tür bilgiler içeren bir kitap gerçekten tehlikeliydi, üstelik kötü amaçlı birinin eline geçmişse ... Bir diğer bilgiye göre Toth, kitabını kendi eliyle yakmış. Böylece kötülüğü uzaklaştırdığına inanıyordu.[20]
Justin Martyr’in "ilk Savunma" (First Apology) adlı eserinden öğrendiğimize göre, bu şekil mucizeler gerçekleştirmek zamanının Yunan düşüncesinde de yaygındı. Yunan Tanrısı Perseus, Tanrı Zeus tarafından bakire bir anneye ilka edilmiştir. Perseus’un da sakatları, felçlileri, doğuştan körleri iyileştirmesi, ölüleri diriltmesi
yaygındır.[21]
Benzer şekilde Asklepios, Yunan mitolojisinde Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısıdır. Ölecek olan hastaları iyi edip tanrılara karşı geldiği için Zeus tarafından öldürülmüştür. Asklepios, Apollon ile Koronis adlı ölümlü bir kadının oğludur. Söylentiye göre, Argonaut'ların "altın post"u elde etmek için Kolkhis'te yaptıkları sefere katılan Asklepios, dönüşünde ölüleri diriltme yolunu buldu. Tanrıça Athena, Gorgona'nın başında yılanlar bulunan bir canavar Medusa gibi sağ böğründen çekilmiş biraz kanı Asklepios'a vermişti. bu kan iyi kullanıldığında mucizeler yaratabiliyordu.[22]
Yine hakkında yazılanlara göre Gorgo’nun sağ taraf damarlarından zehirli kan, sol taraf damarlarından ise şifalı kan alınmış. işte bu şifalı kan, ölüleri diriltmekte kullanılmış. Hatta dirilttiği kişiler arasında Kapaneus, Lykurgos, Minos’un oğlu Glaukos ve Theseus’un oğlu Hippolytos varmış.[23]
Asklepios efsanesine Anadolu'da yapılan bir katkı da şudur (aynı hikâye Lokman Hekim içinde anlatılır); Zeus Asklepios'u yıldırımıyla öldürünce bu sırada hekimin yazmakta olduğu reçete oradaki bir otun üzerine düşmüş, yağan yağmurla kâğıttaki yazı toprağa karışarak her derde deva sarımsak meydana gelmiştir.[24] -
64.
0Görünmez Olabilmek Mümkün Mü ve Nasıl Görünmez Olabiliriz?Tümünü Göster
H.G.Wells, "Görünmeyen Adam" adlı romanında, bir fizikçinin insan vücudunun görünmez oluşunu sağlamasını anlatır. Çeşitli kereler sinemaya da uygulanan bu romanın dayandığı fiziksel tez, doğrudur; ama pratikte olması mümkün olmayan bâzı detaylar vardır. Görünmezlik pelerini yakın zamana kadar kurgusal bir temaydı, günümüzde ise gerçekleştirilmiştir.
Bilimde Görünmezlik Pelerini
19 Ekim 2006'da ingiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nden bilim adamlarının ortak çalışmalarıyla, bakır bir silindiri mikrodalgalar tarafından tespit edilmekten koruyan bir pelerin üretilmiştir. Pelerin metamalzemelerden yapılmıştır. Tasarımcılarının düzeltmeye çalıştığı küçük bir gölge oluştururlar. Alet, sadece iki boyutta ve mikrodalga altında çalışır ve cisimler hala çıplak gözle görülebilmektedir.
ilk “görünmezlik pelerini” çalışmasının yapıldığı Duke Üniversitesi'nde elektrik ve bilgisayar mühendisliği profesörü olan David R. Smith şunu söylemiştir:
“Herkesin düşündüğü, Harry Potter'ın pelerini veya Star Trek'in görünmezlik aygıtı ile yaptığı, görünmezliği elde edebileceğimiz henüz kesin değil. Gerçekten bir cismi gözden kaybedebilmek için, pelerinin, ışığı oluşturan tüm dalga boyları veya renklerle eşzamanlı etkileşimde bulunması gerekmektedir.”
Bununla birlikte, bir grup Amerikalı bilim adamı tarafında yapılan yeni çalışmalar pelerinin Harry Potter'deki görünmezlik pelerinine çok benzer olacağını, fakat hücreler etraflarındaki ışığı bükeceklerinden gölge oluşmayacağını söylemektedir. Tasarım, saç fırçası şeklinde bir koninin üzerine ışığı pelerinin etrafından geçmeye zorlamak için belirli açı ve uzunluklarda yerleştirilen küçük metal iğneler gerektirmektedir.Bu da koninin içindeki her şeyin kaybolmasını sağlar, çünkü ışık artık üzerlerinden yansımamaktadır. Purdue'de elektrik ve bilgisayar mühendisi olan baş araştırmacı Prof. Vlademir Shalaev; "Bu, oldukça kurgusal görünüyor, farkındayım, fakat fiziğin yasalarıyla tamamen örtüşüyor," demiş ve eklemiş; "ideal olarak, eğer onu yaparsak kesinlikle Harry Potter'ın görünmezlik pelerini gibi olacaktır. Ağır olmayacak çünkü üzerinde çok az miktarda metal olacaktır.”
Aslında insan vücudunu oluşturan her şey, başta su olmak üzere renksiz ve saydamdır. insanda renkli olarak sadece kana rengini veren hemoglobin ile deriye, saçlara ve göze rengini veren "melanin" isimli pigment bulunur. Bir ilaçla bunlar da renksiz hale getirilebilseler, insanın saydam yani görünmez olması mümkündür.
Bir cismi görebilmemiz için, onun üzerine gelen ışığı ya yansıtması, ya emmesi ya da kırması gerekir. Bunların üçünü de yapamazsa o cisme bakılınca görülemez.
Kağıdı oluşturan selüloz lifleri, saydamdırlar; ama kağıt, saydam değildir. Aynı şekilde, tuz da her biri saydam olan küçük kristallerden oluşur; ama bir kaba konulunca gözümüze beyaz görünür, yâni bir cismi oluşturan elemanların her biri saydamlaştırılsalar bile o cismin tümünün saydam olması mümkün olmayabilir.
Ölmüş insan ve hayvanların bazı iç organlarını temizledikten sonra metil salisilat içine koyan bilim insanları onları kavanoz içinde görünmez hale getirebilmişlerdir. Burada bütün numara, kırılma endeksinin büyüklüğünden dolayı metil salisattadır. Ne var ki bu işlemi canlı bir insanın tüm vücuduna uygulamak mümkün değildir.
Akvaryumu olanlar bilirler, bazı minik balıkların vücutları renksiz ve saydamdır. Dışarıdan bakılınca iç organları bile görülür. Tabiattaki yaşadıkları ortamda savunma amacıyla kamuflaj olarak kullandıkları bu saydam vücutlarında saklayamadıkları bir organları vardır. Hemen dikkati çeken minik, siyah gözleri.
Görünmez adamın görünmezliğindeki küçük; fakat gerçeklere aykırı en önemli nokta da gözleridir. Görünmez adam, görülmemeli; ama kendisi, etrafını görebilmelidir. Baktığı şeyi görmesi, görüntünün gözünün retinası üzerinde oluşabilmesi için ışığın göz tabakalarından kırılarak da olsa geçmesi, retinaya ulaşması gerekir.
Ancak o zaman da görünmez adamın, gelen ışığın bir kısmını emen, bir kısmını da yansıtan gözleri görünür. Romanda ise gözleri görür ama dışarıdan görünmez. Görünmez adam görünmeyen gözleri belli olmasın diye giyinikken onları kara gözlükler takarak saklar.
Ormanın karanlıklarında saklanan ve görülmesi mümkün olmayan bir hayvanı bile parıldayan gözleri ele verir. Tam bir görünmezlik olması için gözlerin olmaması gerekir.[1]
Matematiksel Olarak Görünmezlik
Nicolae Nicorovici ve Graeme Milton, nesnelerin süper-lens adı verilen ışığı bükebilen maddelere yaklaştırıldığında gözden kaybolmuş gibi gözükebileceğini belirtiyor. Bilim insanları, bu etkiye ‘anomalous localised resonance’ (Anormal lokal titreşim) adını veriyor. Uzmanlar şimdilik sadece matematiksel temelini oluşturdukları bu sistemin pratik olarak uygulanmasının biraz daha zor olacağını kabul ediyor.
Milton ve Nicorovici’nin hazırladığı görünmezlik sisteminin matematik altyapısı şöyle işliyor: Müzik aletlerinin akort edilmesinde kullanılan diyapozon aleti, geniş bir şarap kadehinin kenarında tutulduğunda ortaya bir titreşim çıkıyor.
Görünmezlik sistemi, aynı titreşimi ses yerine ışık dalgalarıyla yapacak. Bilim insanları ilk etapta büyük bir nesneyi görünmez yapmak yerine, sistemi toz parçacıklarıyla deneyecek.
Işık Titreşimi
Görünmezlik cihazları, yeni keşfedilen kimyasal maddelerle üretilen ve ışığı doğası dışında farklı davranmasını sağlayan süper-lens teknolojisiyle yapılıyor. Toz parçacıkları süperlense yaklaştırıldığında, çok güçlü bir ışık titreşim yaymaları halinde ışık yaymıyormuş gibi gözükebilecek.
Deneyde toz parçacıkları, ışığı güçlü bir titreşim verecek frekanslarda dağıtacak; titreşim toz parçacıklarının yaydığı ışığı kapayacak ve onları görünmez kılacak.
Mesele, Büyük Nesneleri Görememek
Görünmezliği oluşturmak için esas olan toz parçacıklarını değil, büyük nesneleri de görünmez kılmak. Ancak, görünmezlik etkisi sadece belli frekanslarda tutuyor, bunun dışında nesneler parçalı olarak görünmez oluyor.[2] -
65.
0Kurguda Görünmezlik PeleriniTümünü Göster
Görünmezlik pelerinleri folklorda görece seyrektir; "Oniki dans eden prensesgibi bazı masallarda geçseler de, daha yaygın olan tipi görünmezlik "şapkasıdır. Görünmezlik şapkası Yunan mitolojisinde yer almaktadır: Pluto'nun giyeni görünmez yapan bir kask veya şapkaya sahip olduğu söylenmektedir. Perseus mitinin bazı versiyonlarında, Perseus bu şapkayı tanrıça Athena'dan ödünç alır ve uyuyan Medusa'yı öldürmek için yanına gizlice yaklaşmakta kullanır. Benzer bir kask, Tarnhelm, Norveç mitolojisinde vardır. Galler mitolojisinin önemli düzyazılarından biri olan Mabinogi'nin ikinci bölümünde, Caswallawn(tarihi Cassivellaunus) Caradog ap Bran'ı, bir görünmezlik pelerini giyerek öldürür ve diğer resileri Büyük Britanya'nın yönetimine bırakır.
Çok yakın geçmişte, bir görünmezlik pelerini Harry Potter serilerinde kullanılmıştır. Ayrıca Edgar Rice Burroughs 1931 tarihli romanında A Fighting Man of Mars aynı fikri kullanmıştır. Erik the Viking filmindeki bir sahnede baş karakter, sadece pelerinin sahibi olan prensesin ahmak babasının üzerinde işe yaradığını fark etmeden, ödünç aldığı pelerinle daha çok komik bir betimleme yapar. Düşmanları bu tuhaf davranışı ve sahte görünmezlik iddiaları karşısında o kadar şaşırmışlardı ki onunla savaşamayacak kadar sersemlemişlerdi, böylece kolayca yenildiler
Star Wars'da, Star Trek'de ve ayrıca Stargate'de görünen gizlenme aygıtı, bilim kurgusal formda benzer bir kavramı temsil etmektedirler. Bilim kurguda, görünmezlik kavramı bilim fantezi formunda, doğal bilimlere dayanan formlarında göründüğünden daha çok görünmektedir.[3]
Nanoteknolojide Görünmezlik
Bir nesnenin görünmesi için, ışığın o nesnenin yüzeyinden yansıması gerekiyor. ingiltere’nin önde gelen üniversitesi Imperial College London profesörü John Pendry, olağanüstü optik özellikleri olabilen nesnelerin ışığı emerek yansımayı önleyebileceğini temelinde görünmezliğin bir yolunu araştırıyor. Meta-maddeler adı verilen bu tip ışığı emen nesneler, ışık demetinin etrafında dolaşmasını sağlayarak görünmezliğe erişiyor.
Meta-maddelerin içerdiği metal ve elektronik bileşenler özel olarak ışığı yansıtmayacak şekilde üretilebiliyor. Bilim insanları bunu elektrik ve manyetik alanlar ile ışığın yönü arasındaki ilişkiyi yönlendirerek yapıyorlar.
Bilim ekibi, ışığı geri yansıtmayacak özellikte, küre biçiminde bir meta-madde tasarladı. Bilim ekibinden Duke University profesörü David Smith, teorik olarak gerekli maddelerin ne olduğunu bildiklerini, esas zorluğun bunları pratiğe dökmek olduğunu belirtiyor.
Pendry ve ekibinin tasarladığı görünmezlik nesnesi şimdilik sadece görünebilir ışığın dışındaki dalga boylarında çalışıyor. Görünür ışık dalga boyları için bir görünmezlik düzeneği için nano ölçekte meta-maddeler üretmek gerekecek. Ancak bilim insanları, nano ölçekte metallerin özelliklerini kontrol etmenin zorluklarına dikkat çekiyor. Uzmanlar, farklı işlevler gören görünmezlik düzeneklerinin gelecek yıllarda üretilebileceğini de sözlerine ekliyor.[4]
Spiritualizmde Görünmezlik
Görünmezlik olayı insanlara her zaman çekici gelmiştir. H. G. Wells'in görünmeyen adamından Harry Potter'ın görünmezlik pelerinine kadar bütün bilim kurgucular, bunu hayal ettiler. Görünmezlik genelde mükemmel bir saydamlık olarak sergilendi. Oysa bu metot, bilinen ve bizim anladığımız doğa yasalarına ters bir düşünceydi. Üstelik saydam bir insan hareket ederken çok büyük güçlükler yaşayabilir ve temas ettiği her şeyde görünmeze dönüşebilirdi. Yani, görünmeyen bir insan için yemek ve içmekte bir sorun olmalı. Dolayısıyla, sindirim sistemi de görünmezliğe dönüştüğü için beslenmesi mümkün olamazdı. Çünkü, görünmeyen yiyeceklerinde bu yeni ortama uyum sağlamaları gerekiyordu. Bu sorunun sosyal ortamda ve giysilerde ortaya çıkacağını söylemek ise mümkün değil. Görünmezlik pelerini diye hayal edilen şey, aslında çevremizdeki fotonları yönlendiren veya değiştiren bir aygıt olmalıdır. Bu uçuk düşünce, bilimsel açıdan pek mantıksız değildir ama yanı sıra da bir sürü sorun getirir. Mesela eğer dışarıdan bir ışık gelirse, ışık sanıldığı gibi görünmeyen insanın içinden geçmeyecek, yansıyacak ya da yön değiştirecektir. Çünkü ışığın yasalarına göre hiç bir ışık görünmeyen insanın içine ulaşamaz.
Bu görüşler, geleceğe yönelik olarak ciddi ciddi tartışılıyor. Ekim 2006'da Londra imperial College'da Prof. Sir John Pendry tarafından verilen bir konferansta tartışıldı. Bu ilginç konferansın ana konusu, basit bir görünmezlik pelerininin gerçekten yapılıp yapılamayacağıydı. ilgi uyandıran bölüm ise temel ışık fiziğinin bu konuda yardımcı olabileceği idi. Üstelik temel fiziği bilen her yüksek okul öğrencisi bunun üzerinde çalışabilirdi. Sir John'un görünmezlik pelerini temelde bir gökkuşağına benzetiliyor. Yani ışığın bir prizmadan kırılması gibi. Aynı şeyi bir bardak suya soktuğumuz kalemde de görebiliriz yani görüntü asıl bulunduğu yerde olmayacaktır. Sir John ve onu destekleyen fizikçiler, ışığın bir objenin etrafında kırılması ile bunun mümkün olabileceği düşüncesindeler. Elbette ki bütün bunlar iddiaları kolayca açıklamıyor. Her bilim adamı gibi, Sir John'un ne demek istediğini tam olarak sadece kendisi biliyor.
Sonuç olarak eğer doğru ortam ve materyaller varsa gerçek bir görünmezlik pelerini yapmak mümkün hatta bunun yakın gelecekte denenebileceği de söyleniyor. Sir John bu vaatte bulunuyor. Bütün iddialar halen karmaşık ve ironik. Ama ilgilenmeye değer. DARPA (The defense advanced research projects agency), Sir John'un görünmezlik pelerinini gelecek yıllarda gerçekleştirebilmesi için gereken desteği sağlıyor. Kimbilir, birgün belki de Harry Potter'in pelerini bir yerlerde satılacak. Ne kadar işe yarayıp yaramadığını da o zaman anlayacağızdır.[5] -
66.
0Bilgisayarınızdaki Gizli TehlikeTümünü Göster
Bilgisayar ve cep telefonu kullanıyorsanız, bu haberi çok dikkatli okuyun...
Bilgisayarlardan, cep telefonlarından, PDA'lerden ve diğer benzeri dijital depolama alanı kullanan cihazlardan silindiği sanılan bilgiler, bilinenin aksine hemen silinmiyor ve duruma göre yıllarca kalabiliyor, istenilen zaman yeniden elde edilebiliyor.
Dijital depolama alanlarına yüklenen her bir bilgi için bilgisayar bir adres ya da veri yolu oluşturuyor. Böylece örnek.doc ya da örnek.jpg gibi herhangi bir dosyayı açmak isteyen kullanıcının komutunu alan bilgisayar, söz konusu adres yolunu kullanarak ilgili dosyayı ekrana getiriyor. Bilgisayar, dosya "Geri Dönüşüm Kutusu/Çöp"e atıldıktan sonra bile adres bilgisini saklarken, kutu boşaltıldığında; bu adres, bilgisini kaybediyor; ancak dosya dijital depolama alanında kalmaya devam ediyor.
Örneğin, 10 MB depolama alanı olan ve 9 MB'ı (Yani yüzde 90'ı) resim, video gibi yazılımlar gibi çeşitli bilgilerle dolu olan bir harddisk'ten 1 MB büyüklüğündeki bilgi silinerek "Çöpe" gönderildiğinde tekrar yerine koymak mümkün. Ancak çöp kutusu boşaltıldığında bilgisayar adres yolunu kendi hafızasından siliyor ve o dosyalar görünmez oluyor. Bu durumda bilgisayarda adreslenebilir ya da adreslenemez 2 MB'lik bir alan kalıyor. Kullanıcı bilgisayarına 2 MB'lık bilgi yüklemez ya da silmezse, silindiği sanılan ve görünmez olan söz konusu 1 MB'lık bilgi daha sonra özel adresleme yazılımları sayesinde recover (yeniden adresleme/geri kazanma) edilebiliyor.
Teknolojinin hızla gelişmesine paralel olarak dijital depolama alanlarının da büyüklüğü hızla artıyor. Günümüzde bir çok bilgisayar en az 200 GB (200.000 MB) ve üzeri kapasiteli harddiskler yüklü olarak satılıyor. Ancak normal bir kullanıcı, oyun, yazılım ve film gibi materyallerle bu kapasitenin ortalama yüzde 50'sini değerlendirebiliyor. Bu bilgisayara tek bir A4 büyüklüğünde ve ortalama 25 KB'lik Microsoft "Word" ya da OpenOffice "Writer" sayfasından ya da 100 KB'lık resimlerden binlerce kaydedilebildiği düşünülürse, bunlardan bir bölümü silinse bile, dijital depolama alanına çok yer kaplayan başka yazılımlar yüklenmezse silindiği sanılan bilgiler uzun aylar, hatta yıllar boyunca bilgisayarda kalabiliyor.
ASKERi BiLGiLER MP3'DE
Yeni Zelanda'lı Chris Ogle isimli gencin yaşadığı olay, bilgi güvenliğinin önemine güzel örneklerden birini teşkil ediyor. Ogle, ABD'nin Oklahoma eyaletinden 9 dolara satın aldığı ikinci el MP3 çalıcıyı bilgisayarına taktığı ve recover ettiği zaman, Amerikan ordusunun Irak ve Afganistan'da görevli birliklerinde yer alan personele ait isim listeleri, görev özetleri, sosyal güvenlik ve cep telefonları gibi bilgilere ulaştı.
Afganistan'da, Kabil dışındaki Bagram askeri hava üssünden çalınan bir bilgisayardaki bilgilerde de yine silinmiş ama kaybolmamış stratejik dokümanlar elde edilmişti. Benzer olayların yaşanmaması için Amerikan Savunma Bakanlığı, bilgisayarlarda USB kullanımını yasakladı.
ABD başkan adayı John McCain'in kampanyası sırasında kullanılan ve sonrasında 20 dolara satılan bir cep telefonunda da kampanyaya bağış yapanların bilgileri, cep telefonları, adresleri, elektronik posta bilgileri ve resimleri bulunmuştu.
Cep telefonlarına takılan harici hafıza kartları da telefon çalındığı zaman, resim, video gibi kişiye özel bilgilerin bir anda üçüncü kişilerin kontrolüne geçmesine neden olabiliyor. Bilgi güvenliği uzmanları, kullanıcılardan cep telefonlarını iyi korumalarını ve tamire verecekleri zaman harici hafıza kartlarını mutlaka çıkarmalarını öneriyor.
Denize düşürülmüş, kırılmış ya da yanmış ama tamamen yok olmamış harddisklerden dahi bilgi yeniden elde edilebiliyor.
TAMAMEN SiLMEK MÜMKÜN
Ancak bazı yazılım şirketleri, yeniden kazanımı engellemeye yönelik yazılımlarıyla bilgilerin "gerçekten" silinmesini de sağlayabiliyor. Söz konusu yazılımlar, adres yolu silinmiş ancak harddisk'in görülmeyen bölümünde bekleyen dosyaları buluyor ve aynı ofislerde kullanılan kağıt öğütme makineleri gibi parçalara ayırıyor. Dosyalar yeniden birleştirilemez, dolayısıyla recover edilemez hale getiriliyor. -
67.
0Astral Beden ve AuraTümünü Göster
Varlık, potansiyel enerjisinin ancak 'luk bir kısmıyla bu dünyada yaşarken, şuurunun da tamamım değil sadece 'luk daraltılmış kısmı kullanabilir. Dolayısıyla sahip olduğu pek çok ruhsal yeteneklerini bu dünya yaşamında kullanamama durumuyla karşı karşıya kalır. Bütün bunların sonucu olarak, kendisini sadece bedenden ibâret bir varlık olarak görme yanılgısı içine dâhî düşebilir. Oysa ki, "ben" dediği bilinci, asıl rûhunun sonsuz imkânlarından sadece; ama sadece çok küçük bir kısmıdır...
Şuûrun toplandığı birden fazla merkez vardır ki bunlardan bir tanesi, çok eski devirlerden beri astral beden ya da esiri beden olarak isimlendirilmiştir.
"Belirli sinir merkezlerine bağlı bulunan, bir çeşit seyyal enerjetik maddeler toplamıdır." da diyebiliriz bu astral bedene...
Bu enerjetik bedenin fiziki bedenle irtibatından doğan bir ışınım vardır. Mavimsi-gri renkteki bir dumana benzer görüntüsü olan bu ışınımı, bazı medyomik hassâsiyete sahip insanlar görebilmektedir. Bu ışınım hareketi; fiziki bedenin her yerinde, çeşitli renklerde kendini gösterir. Biyomanyetik bu enerji alanına hepimizin bildiği gibi Parapgiboloji'de "Aura" ismi verilir.
Anlayışımızı kolaylaştırmak için fizikî bedeni bal peteklerine benzetecek olursak, söz konusu enerjetik astral bedenin bu petekleri dolduran bir akışkan olduğunu söyleyebiliriz...
Belirli bir şekli olmayan bu maddeler topluluğu, varlığın düşünceleriyle istenilen bir görünüme sokulabilir. Hayâlet gördüğünü iddia eden insanların gördükleri şey, aslında işte bu astral bedenin çeşitli şekillere bürünmüş h♪lidir... Yâni hayalet denilen şey; rûhun görüntüsü değil, ruhsâl enerjinin şekillendirdiği astral bedendir.
1960'lı yılların sonlarına dünyanın birçok ülkesinde bu konuyla ilgili çalışmalar, doğru önemli sonuçların alınmasına yol açmıştır. Hatta ruhsâl bir enerjinin varlığını kabul etmeyen ve materyalizmin kalesi olan eski Demirperde Ülkeleri'nde bile...
Örneğin; 1968 yılında Çekoslovak ve Bulgar bilim adamları, dünya kamuoyuna ortak bir açıklama yaparak; bitkiler ve hayvanlar da dahil olmak üzere, tüm canlı varlıkların sadece atom ve moleküllerden meydana gelen fiziki bir bedenlerinin olmadığını, fiziki bedenin eşi olan bir enerji bedenin de mevcut olduğunu keşfettiklerini ilan etmişler ve bu bedene de "biyolojik plazma bedeni" adını vermişlerdi...
Herhangi bir organı kesilen hastalar çoğunlukla o organı yerinde hissettiklerini belirtirler. Rus bilim adamları, yaptıkları aura ile ilgili denemelerde, esası Kirlian Fotoğrafçılık Metodu'na dayanan bir metot ile önce sağlam bir yaprağın sonra da üçte biri kesilmiş olan bir yaprağın fotoğraflarım çekmişlerdir.
ilk fotoğrafta yaprak üzerinde yanıp sönen parlak canlı ışık huzmeleri ve yaprağın kenarlarında bir hat şeklindeki aydınlık alanın mevcûdiyeti, yine kendini göstermiştir. ikinci fotoğraftaki görüntü ise oldukça farklı olmuştur. Bu sefer yaprağın yüzeyi yine tam olarak görünmüş ancak kesilen parçanın olduğu yer diğer kısımlardan bir çizgi ile ayırt edilebilecek şekilde şeffaf kalmıştır.
Astral bedenin maddesi, devamlı bir hareket halinde olup akıcıdır. Kendisine has bir titreşim hızı vardır. Frekansı, duyu organlarımızla algılayabildiğimiz maddelerin frekanslarından çok yüksektir. Bu sebeplerden dolayı, fizikî maddeler onun için bir engel teşkil edemezler. Örneğin bir duvarın içinden kolaylıkla geçebilir. Astral bedenin akıcı olması ona bölünerek kendi eşitlerini meydana getirebilme özelliğini kazandırır. Böylelikle astral bedenin bölünmesi sağlanarak frekansı değiştirilebilir. Astral bedenimizin mevcut frekansını yükseltebilmemizle düşüncelerimizin pozitif kalabilmesi arasında büyük bir paralellik vardır. -
68.
0Astral Rüyalar AlemiTümünü Göster
"Biliyorsun, şu anda rüyâ görüyorsun.!
Ama, ama ben uyanığım! Seni görüyorum.
Bedeninin dışındasın, bu bilinçli bir rüya.
Senin rüyâna girdim. Aynı rüyayı görüyoruz."
Astral, rüyalar âlemi, eterik maddenin bir üstü. Olmayan ülkenin sınırları. Eski çağlardan beri uyuyan insanların, bedenlerinden ayrılıp gezdikleri ve geri geldikleri düşünülürdü. Günümüzde modern bilim, uykunun kademeleri olduğunu ve bu kademelerin uyku boyunca birbirlerine geçtiğini keşfetti.
Beynin yaydığı dalgalar, bilinçli halle uyku halinde alfa, beta gibi farklı dalga boylarında seyrediyor. Özellikle beyin REM (Rapid Eye Movement / Hızlı Göz Hareketleri) sırasında, saniyelerle ölçülebilecek kadar küçük bir zaman aralığında hızlı göz hareketleriyle düşlerini görüyor.
Düşlerimizi kimilerimiz anımsıyor, kimilerimizse hiç rüyâ görmediğini düşünüyor. Buna karşın herkesin REM uykusuna daldığını ve bu uyku sırasında aniden uyandırılan insanların uykuda beklenen dinlenmeyi sağlayamadığı deneylerle ispatlanıyor. Öyle ki, uzun süre REM uykusu olmadan yaşamak biçimi ciddi hayati sorunlar yaşatıyor.
Leonardo da Vinci, çok az uyurmuş. Gün içinde kısa kestirmelerle uzanıp dinlenirken, çalışmaya devam ederek yüzlerce projesini aralıksız yapabilmiştir. Uykusuzluğu bu kadar sistematik ele alıp disiplinli bir tarzla zamanı üretime dönüştürmüştür. Ya da REM uykusunun sürekli yaratıcılığını icatlarına taşımıştır.
Bu anlattıklarımızın çoğunu duyduk ya da okuyoruz. Ama bir de işin tuhaf kısmı var. Aklı başında incelememiz, heyecanlanmadan irdelememiz gereken veriler var. Rüya görmeyi bir kez daha incelemeliyiz.
BDA (Beden Dışı Aktivitiler) ve ÖYD (Ölüme Yakın Deneyimler) diye nitelendirebileceğimiz vakalar bu başlıkları oluşturuyor.
Kişi, kaza geçiriyor ve ameliyata alınınca bedeninin dışında uçtuğunu görüyor. Hastane dışında konuşan akrabalarını görüp cümlelerini duyuyor. Bir savaş sırasında ölümle karşılaşan bir asker, ansızın kendini bedeninin dışında buluyor ve yaklaşan düşman askerlerini görüp kaçıyor.
Bir sürü örnek vaka. Elbetteki hepsi için bilimsel veya mantıksal bir açıklama, belki de bir bahane bulunabilir. Biraz da mistiklerin sözleriyle astral alem
"Uykuda şu dört element çarmıhından kurtulurum;
Şu daracık yerden can yaylasına sıçrarım.” Mevlana, Mesnevi VI/222
"Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni" Yunus Emre
"Çocukluğum boyunca rüyalarımda başka kentlere gittiğimi gördüm. Bu, gençliğime kadar sürdü." Nikola Tesla
Astral madde nedir? Klagib Hint ruhsal bakış açısında ve Neospritüalizm'de üst üste bedenler ve dünyalar bulunur. Bir sıvının içinde erimiş gaz gibi aynı mekanda farklı titreşimlerde bir çok katman halinde dünyalar ve bedenler vardır. Fizik beden, eterik beden, aura, astral beden ve ruhsal beden olarak anlatılır bu katmanlar.
Her beden, farklı bir algı, farklı bir düzlem demektir. insan bilinci ve farkındalığı eş zamanlı olarak bunlarda bulunur. Tıpkı şu an bilinçaltınızın kalp atışınızdan tutun da şeker düzeyinize ve gelen milyonlarca algı bombardımanından sadece gerekli olanları arka planda yönetmesi gibi. Bilinç, bir sürgü gibi bu var oluş düzlemlerine kayabilir.
Garip olan şu ki; bilincimiz, rüyaları hatırlayamaz. Kısa kısa ve kuralları anlaşılmaz bir rüyalar dizisi beynin anladığı ilişkiler ve olaylar dizisine dönüştürülür. Bu, çok ilginç bir deneyimdir. Bir bilgisayara taşınabilir bir hafızayla bilgi getirip onun hafızasına aktarmak gibidir. Ama biz, böyle düşünmeyiz. Pgiboloji, bilinçaltından yüzeye çıkan id bilincinin kimlikle örtüştüğünü ve kendi dili olan bilinçaltından örülü rüyaların anlaşılmaz bir örgüsü olduğunu öngörür. Düşler gün içindeki hayallerin, bastırılmış arzuların kendimizi içine düşerken bulduğumuz dünyasıdır. Fakat bilinçli görülen düşler?
Diyelim ki bir uyku laboratuarındasınız. REM uykunuz başladığında beyin dalgalarınızı izleyen bir cihaz, ufak bir elektrik akımı vererek beynimize şu anda rüya görüyorsun mesajı gönderse ne olur?
Bu, aklımıza bir Elm sokağı kabûsunda uyanmak ve Freddy ile köşe kapmaca oynamayı getirebilir(!) Ancak deneyimleyenler, genellikle tam bilinçli rüya görmenin son derece beyaz ışıklı ve boş bir mekanda bulunmak anldıbına gelebildiğini ve akıldan geçen hayâllerin görsel imgelere dönüştüğünü söylüyor.
Şu anda gözünüzün önüne bir elma getirin. Kırmızı, olgun, nefis bir elma. O elmayı zihin alanınızda canlandırmanız gibi bir şeydir bu.
"Mevlana çocukluğunda bir gün ağabeyi ve Belh'in ileri gelen ailelerinin çocuklarıyla toprak damlar üzerinde oynuyormuş. Bu sırada bir çocuk, küçük Celâleddin'e: — Gel bu damdan öteki dama atlayalım... demiş. Celâleddin gülümseyerek: — Hayır, bu iş, kedi ve köpeklerin kolayca yapabileceği bir iştir. Eğer gücünüz yetiyorsa, böyle damdan dama değil, geliniz göklere uçalım, âlemleri seyredelim... diye cevap vermiş. Derler ki, küçük Mevlâna bu sözleri söyledikten sonra bir anda göğe sıçramış, çocuklar korkudan çığlığı basmışlar."
Astral, bir zamanlar dünyaya daha mı yakındı? Kadîm uygarlıkların, ismini dahi duymadığımız uygarlıkların insanları beyinlerinde rüya bilincini canlı tutarak, gündelik yaşamda kullanıyorlar mıydı? Bu uyanıklık bilinci ya da REM uykusunun bir türü, gündelik bilinci kaplamış mıydı? -
69.
0Astral Seyahat Deneyimleri, ITümünü Göster
Aşağıda Dr. Melvin Morse ve Paul Perry'nin yazmış olduğu "Trasformed By The Light" (Ölüm Sonrası Deneyimler) [1] isimli kitaptan aldığım bir örneği aktarmak istiyorum ÖYD (ölüme yakın deneyimler) yaşayan bayan, olayla karşılaştığında 15 yaşındaydı. Mutfaktaki telefonla yabancı dil sınıfından bir oğlanla konuştuğu sırada telefon hatlarına yıldırım düşmüştü. Telefon kablosu, toprak hattına bağlı olmadığı için elektrik akımı telefon telinden geçerek genç kızı başından çarpmıştı. Deneyimi şöyle anlatmaktadır: [2]
"Zemindeki hat boyunca ilerleyen yıldırım, içimden geçmişti. Hattan elimdeki kulaklığa erişmiş, kulağımın içine girmiş, kulak zarımı patlatmış, işitme sinirimi yakmış, boynumdan aşağı doğru inmiş ve omzumdan dışarı çıkarak yaslanmakta olduğum radyatör dilimlerine geçerek evi terk etmiş. Annem evin içinde tüfek patlamasına benzer bir ses duyulduğunu ve çarpmanın şiddetiyle üç metre kadar savrulduğumu anlatmıştı. Beni buldukları zaman ahizeyi hala sıkı sıkı tutuyormuşum. Bütün bunları sonradan öğrendim, çünkü o sırada bunların bilincinde değildim. Kendimi aniden başka bir boyutta buldum. Bir tünelden geçtiğimi veya buna benzer bir şey hatırlamıyorum. Fakat çok huzur verici bir duruma, gayet beyaz ve pırıl pırıl parlayan ışık görünümündeki bir yere aktarılmıştım. Normalde böyle bir ışıktan gözleriniz kamaşır, hatta ona bakamazsınız bile. Fakat içinde bulunduğum durumda ona bakılabiliyordum ve o, sükunet yayıyordu.
Kelimelere dökerek tanımlamak çok zor. Gün batımında, bulutların üzerinde uçan bir uçakta olmaya benzetilebilir. Fakat uçak yerine her tarafımdan kayıp giden bulutların ve kırmızı ışığın içindeydim ve ona dokunabiliyordum. Bunu tanımlamaya çalıştığımda yetersiz kaldığımı görüyorum.
Bu manzaraya had safhada bütünsel bir barış duygusu eşlik ediyordu. Çocukken mutsuz değildim, yani bu, o zamana kadar mutsuz ve huzursuz bir yaşantım olduğu şeklinde anlaşılmamalı. Ancak buradaki barış duygusu o güne kadar hiç tatmadığım bir şeydi.
Bedenim yoktu, fakat madde denilebilecek bir şeyin içindeydim. Eğer siz de orada olsaydınız ve bana dışarıdan bakıyor olsaydınız, jelatinden ince (süptil) yapıda bir kapsülün, ince uzun ilaç kapsüllerine benzeyen bir şeyin içinde olduğumu görebilirdiniz. Kapsülün beni denetleyen veya sınırlayan bir yanı yoktu, fakat her nasıl oluyorsa o bir biçimde duyularımı içinde bulunduruyordu."Benliğim"onun içindeydi ve görme, işitme, koku alma duyularım da... fakat bir bedenim yoktu ve olmamasına da aldırmıyordum.
Yani hiç önemli değildi. Orası sıcacık ve aşinaydı. Ölüm korkusunu tamamen giderdi. Bunun bir sonra gidilecek boyut olduğunu idrak ettim. Yaşantımla ilgili herhangi bir şeyi düşünme isteğim yoktu. Endişelerim yoktu. Orada çok mutluydum. Birden aşağı doğru çekiliyormuşum ve bedenime doğru savruluyor muşum gibi hissettim. Çok kızgındım. Daha önce hiç böyle şiddetli bir öfke duyduğumu hatırlamıyorum. Bu öfkeyle avaz avaz bağırıyordum, çünkü bulutların arasındaki o yere geri dönmek istiyordum! Hiçbir şey duyamıyordum, çünkü kulaklarımda yüksek seste bir çınlama vardı. Fakat köpeğim Sparky'nin beni yaladığını hissedebiliyordum. Collie cinsi köpekler yalnızca sizi buldukları ya da korktukları zaman böyle davranırlar. Annem beni o sırada buldu. Onun tahminine göre yıldırım çarpmasının üstünden dört ila altı dakika geçmiş olmalıydı." [2] -
70.
0Astral Seyahat Tehlikeli Midir?
Astral seyahat tehlikeli değildir. En azından şimdiye kadar böyle bir durumun yaşandığına dair bir bilgi yoktur. Obe esnasında bedeniniz güven içerisinde yatakta yatıyor olduğu için hiç olmadığınız kadar güvendesinizdir. Beden dışında iken, gümüş kordon olarak adlandırılan bir ip ile yataktaki bedeninize bağlısınızdır. Ölüm hâli, gümüş kordonun kopması hâlidir. Eğer gümüş kordon koparsa, bir daha bedeninize dönemezsiniz. Bu kordonun kopması, ancak ve ancak normal ölümlerle, trafik kazası, hastalık vs gibi durumlarda meydana gelir. Astral seyahat esnasında gümüş kordonun kopması ve tekrar bedene dönememek gibi bir durum söz konusu değildir. Tam aksine beden dışına çıkabilmek o kadar da kolay değildir. Yani ilk denemenizde "Ya geri dönemezsem... !" diye korkmayın. Siz, bu tip gereksiz korkuları düşünmek yerine, nasıl yapar da daha fazla dışarıda kalabilirimin yöntemlerini arayın.
Geri dönmek, bir anda oluveriyor. Önemli olan çıkmak ve bazılarının yaptığı gibi dışarıda uzun süre kalabilmektir. Astral seyahatin en önemli tehlikesi, günlük işlerinizi bir tarafa bırakıp, "Hele bir astral yolculuk yapayım, ondan sonra her şey farklı olacak, dünyaya farklı bir açıdan bakacağım." diye düşünmektir. Bu tip düşüncede olan insanlar, yıllarca denemelerine rağmen hem beden dışına çıkamadıkları gibi yapmaları gereken işlerini de ihmâl ederler. Bu durum ise, gümüş kordonun daha da gerginleşmesine neden olur. Sonuçta vakitlerini boşa geçirir ve hiçbir şey elde edemezler. Doğru bildiği gibi yaşayan, kimseden çekinmeden düşüncelerini açıkça söyleyebilen insanlar, daha mutlu ve sağlıklı oldukları için Astral seyahat yapmaya daha müsaittirler. Bunun tam tersi durumda olan, korkuları yüzünden kendini engelleyen, eleştirilme korkusu ile bildiklerini pratiğe dökemeyen insanlar için Astral seyahat yapmak imkansız olmasa da oldukça zordur. Bu nedenle, önce aksayan sorunların giderilmesi, daha sonra Astral seyahat girişimlerinde bulunulması, akla daha yatkındır.
başlık yok! burası bom boş!