/i/Tarih

''Tarih bir meslektir, bir hobi, gevezelik, anekdot ya da asparagas değildir.'' (Pierre Goubert)
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 251.
    0
    Bilinmiyosa sen nerden biliyosun
    ···
  2. 252.
    0
    Veterinerlik

    En eski medeniyetlerden biri olan Mısır'da tabâbete (hekimliğe) ait çok es vegibalar ele geçmektedir. Şimdiye, kadar bulunmuş olan papirüslerin en eskisi, Kahun papirüsü (M.Ö. 1900), veteriner tababete aittir. Burada "Kurt yuvası" ismi altında, muhtemelen köpeklerin paraziter b hastalığından bahsedilmektedir. 1910 ve 1921 yıllarında Ruffer tarafından M.Ö. 1250 - 1000 arasında, yirminci firavun sülalesine ait iki mumyanın böbreklerinde Schistosoma heamatobium yumurtalarının keşfi, bu hastalığın eski Mısırda mevcut olduğunu göstermiştir. Bu hastalığın karakteristik semptomu olan hematüri, halihazırda bilinen papirüslerde elli defa zikredildiğine nazaran enfeksiyonun bu memlekette sık sık görüldüğü anlaşılmaktadır. A-a-a hastalığı ve papirüste bununla ilgili olduğu bildirilen kurdun Schistosomiasis'e atfedilmesine rağmen Mısırlılar'ın hastalığı yapan parazitleri görememiş olmaları da muhtemeldir.[12][13]

    ilk çağlardan beri, sığır vebasının varlığı kabul edilmektedir. Eski tarihçiler sık sık sığırlarda seyreden müthiş kırgınlardan bahsederler. Bunların çoğunun sığır vebası olması pek az şüphe zütürmektedir. Hayvan hekimliğine ait en eski belge hatta şimdiye kadar ele geçen papirüslerin en erken yazılanı olan Kahun Papirüsü (M. Ö. 1900)'nde rastlanan bir sığır hastalığının sığır vebası olduğunu tanınmış veteriner tarihçisi Smith [14] ileri sürmektedir. Buna göre zamanımızdan 4000 yıl kadar önce de sığırlar bu salgınla ölmektedirler.[15]

    Veteriner hekimliği ile ilgili en eski belgelerden olan Kahun Papirüsü'nde, Göz hastalıkları ve ilgili konular da yer almıştır.[21][16] Bu papirüste, bir boğada gözlerde akıntı görüldüğünde hayvan için dua edilmesi; gözlerin su kabağı ya da kavun ve karpuzla ovulmasının yanı sıra tütsü uygulanması önerildikten sonra gözler eğer aralanmış ise sıcak ketenle bandaj uygulaması salık verilmiştir.[16][17][18]

    Matematik

    Eski Mısır matematiği hakkında edinilebilen temel bilgileri Rhind ve Moskova papirüsleriyle ancak birer parçası zamanımıza kadar intikal edebilmiş olan Kahun ve Berlin papirüslerine borçluyuz.[19] Kaynaklar, XII. sülale zamanından (M.Ö. 2000-1787) kalma, bir takım aritmetik problemlerini açıklayan papirüsler ele geçtiğini, bunların bugün, Kahun, Moskova, Berlin ve Rhind papirüsleri diye adlandırıldığını belirtir.[20] Bunlar sayesinde Grek tesirinin nüfuzundan evvelki devre ait Mısır matematiğinin esasları hakkında oldukça. toplu ve homogen bir fikir edinmek kabil olmaktadır. ihtiva ettikleri bilgi ve takip ettikleri metot, hattâ ifade bakımından bu muhtelif eserler arasında tespit edilen benzerlik ve uygunluk, bahis mevzuumuz olan matematik bilgisinin artık teessüs etmiş, tamamiyle muayyen ve ahenktar bir bütün teşkil ettiğini göstermektedir.

    Bundan başka, Mısırlılar, Kahun papirüsünde 3 ve 4 sayılarının karelerinin 5'in karesine eşit olduğunu da bulmuşlardı ve bu özeliği geometri şekillerine tatbik ediyorlardı. Fakat meşhur Pisagor teoremini ne amprik olarak, ne de rasyonel bir surette ispat edebildiklerini gösteren hiç bir vegibaya rastlanmamıştır. Hattâ, bunu sadece aritmetik bir özelik olarak keşif ve tespit ettiklerini, bu hususta hiç bir geometrik esasa varmamış bulunduklarını da söyleyebiliriz.[19]
    Tümünü Göster
    ···
  3. 253.
    0
    Eski Mısır'ın Senet Oyunu Satrancın Bilinen ilk Atası Mı?

    Satranç Tarihi üzerine yazılan yazıları internette incelemek için Google'de, ‘satranç tarihi' yazdığımızda, Türkçe olarak karşımıza çıkan indexlenmiş sitelerde, hep şu bilgi yer almakta; ‘Satrancın, zamanımızdan en az 4000 yıl önce Mısır'da oynandığına dair bulgular piramitlerdeki kabartmalarda bulunmaktadır'. Bu bulgular nelerdir? Bu bulgular da yer alanlar, gerçekten satranç oyununun ilk Mısır'da oynandığının kanıtları mıdır? Bu ve benzeri sorularla konuyu internette, özellikle yabancı kaynaklarda araştırmaya başladım ve Mısır ‘da oynanan oyunun aslında Satranç oyunundan çok farklı olan, Senet Oyunu olduğunu öğrendim. Bizim sitelerimizde ise bu konuyla ilgili bilgiyi, maalesef sadece bir sitede bulabildim. Kısaca Senet oyununu sizlere anlatmadan önce, bu oyunun oynandığı dönem olarak bilinen, Firavun IV.Amenhotep zamanı ve özellikle eşi Kraliçe Nefertiti ile ilgili bilgileri size aktarmak istiyorum. Çünkü Eski Mısır tarihi incelenirken, Senet oyunu ile ilgili duvar resimleri ve senet oyun tahtası, özellikle onun yaşadığı döneme aittir.

    Kraliçe Nefertiti

    Mısır Firavunu IV. Amenhotep'in (sonradan Akhenaton M.Ö.1353-1334) eşi, Firavun Tutankhamun'un kaynanasıdır. Adı "güzelik geliyor" anlamındadır. Nefertiti, yaşadığı dönemin en güçlü kadınlarından biriydi. Özellkle de Mısır'da. Çünkü Nefertiti kocası Akhenathonla aynı düzeyde bulunuyordu. Hatta firavunun uygulaması gereken cezaları, ya da yapması gereken işleri yapabilme yetkisi vardı. Bu durumdan halk ve din adamları hiç memnun değildi, çünkü bu Mısır'da alışkın olunan bir uygulama değildi. Tahtta çok uzun süre kalamadıklarından dolayı bu memnuniyetsizlik uzun sürmedi. Nefertiti'nin 6 kız çocuğu olduğu bilinmektedir ve bu durumda taht varisinin olmaması büyük bir sıkıntı olmuştur. IV.Amenhotep'in, ya Nefertiti'nin kızlarından ya da başka birinden oğlu olmuştur, o da Mısır'ın küçük kralı Tuthankamon'dur (3). Akhenaton, saraya yayılan salgın bir hastalıktan öldüğü için, Tuthankamon küçük yaşta kral olmuştur. Mısır Kralları aile içinden evlendiklerinden, küçük kral da Nefertiti'nin kızıyla evlenmiştir. Nefertiti de bir süre tahtta kalmış ve yaşama veda etmiştir. Kendisi ile ilgili araştırmalar hala devam etmektedir. (1)
    ···
  4. 254.
    0
    Dünya' da bilinen en eski oyun olduğu düşünülmektedir. M.Ö 5000 yıllardan beri oynandığı belirtildiği gibi günümüze kalan eserler III. Amenhotep, Kraliçe Nefertiti ve Kral Tuthankamon zamanına aittir.Bu oyun iki kişi ile oynanmaktadır ynamak için, 5 makara ve 5 koniden oluşan, 10 parçalık oyun taşlarına ve 4 sayma çubuğuna (bir yüzü sade, bir yüzü dekore edilmiş) ihtiyac vardır. Aşağıdaki resimlerde Senet Oyunu tahtası ve taşları görülmektedir. (2)

    Mısır'ın En Küçük Kralı Tuthankamon'a (M.Ö.1333-1324) ait gömüde bulunan Senet Oyununun Tahta ve Taşları (2)

    Kral Amenhotep III.(M.Ö 1391-1350), Senet Oyunu, Brooklyn Müzesi, New York, ABD (2)



    Burda da Tuthankamon eşi ile Senet oynarken (3)





    Nebenmaat (Ramses II ‘nin hizmetkarı Senet oynarken

    Bu oyunla satranç oyununun ilk benzerliği tabi ki iki kişi olarak oynanması. Taşların olması ikinci benzerlik ama taş sayısı ve çeşidinde benzerlik bulunmamaktadır. Senet'te de tahta yüzeyi karelerden oluşmakta ve bu açıdan da satrançla benzirlik taşımaktadır. Ancak Senet'te kare sayısı 30 dur.Her iki oyuncunun 5 er taşı bulu nmakta ve oyun başlangıcında bu taşlar aşağıdaki gibi dizilmektedir. Taşlar ilk on kareye dizildikten sonra amaç ;sayma çubuklarının belirlediği sayıya göre, kareleri takip ederek taşları tahta dışına çıkarmaktır.

    1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

    11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

    21 22 23 24 25 26 27 28 29 30

    Saydığımız benzerlikler dışında oyun kurallarında benzerlik bulunmamaktadır. Dünya da bilinen ilk oyun olarak, Eski Mısır oyunu Senet'in, kareli tahta üzerinde taşlarla oynanması, satrançla kurulabilecek en önemli benzerliği.Bu oyun üzerinden satranç oyununun ortaya çıktığı söylenebilir mi? Şu an için tam olarak söylenemez, çünkü bunun için Senet'in Mısır'da ya da buraya yakın bölgelerde, değişime uğrayarak satrançta ki özelliklerin oluşturulması ve oynanması gerekirdi. Örneğin Araplar ya da Hititler'in, bu oyunu Mısır'lılardan öğrenip geliştirerek, satranç oyunun tahta, taş ve oyun kurallarını belirlediklerine dair bir bulgunun olması gerekirdi.. Herkesin bildiği gibi satranç tarihi Hindistan'dan başlatılmaktadır. Mısır'dan Hindistan'a bu oyunun gittiğine dair de şimdilik bir kanıt yoktur. Senet oyununun ilk Hititler tarafından öğrenilmesi daha mümkün bir durumdur. (Mısır ile Hitit Devleti çağdaştır ve ticari ilişkilerin dışında, Kadeş antlaşması (m.ö1299) aralarındaki bir savaşı sona erdirmiştir. M.Ö 1200-1300.) Eğer Hititler oyunu öğrenip geliştirdiyse, ticaret yoluyla Hindistan'a ve Çin'e giden Türklerin oyunu öğretmesi ve bu oyunun buralarda gelişmesi çok daha mümkündür. Ancak şimdilik bu bilgilerin doğrulanmadığını ve bu konunun da oldukça önemli olduğunu belirtmek isterim. (Oyun Kurallarıyla ilgili bilgiler için ilgili linkler aşağıda belirtilmiştir)

    Sonuç olarak, şu andaki bilgilerimize göre Senet Oyununun, oyun özellikleri açısından, Satrancın bilinen ilk atası olabilmesi için gerekli olan benzerliklerin oldukça az olduğunu söyleyebiliriz. Senet oyunu tahta çubuklara bağlı olarak oynandığı içinde bir şans oyunu iken satranç, bu noktada da çok büyük farklılık taşımaktadır. Ancak, Senet oyunuyla ilk kez kareli bir tahta üzerinde taşlarla oyun oynanmaya başlandığı için, bu oyunun satrancın atası olduğu söylenebilir.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 255.
    0
    Dünya' da bilinen en eski oyun olduğu düşünülmektedir. M.Ö 5000 yıllardan beri oynandığı belirtildiği gibi günümüze kalan eserler III. Amenhotep, Kraliçe Nefertiti ve Kral Tuthankamon zamanına aittir.Bu oyun iki kişi ile oynanmaktadır ynamak için, 5 makara ve 5 koniden oluşan, 10 parçalık oyun taşlarına ve 4 sayma çubuğuna (bir yüzü sade, bir yüzü dekore edilmiş) ihtiyac vardır. Aşağıdaki resimlerde Senet Oyunu tahtası ve taşları görülmektedir. (2)

    Mısır'ın En Küçük Kralı Tuthankamon'a (M.Ö.1333-1324) ait gömüde bulunan Senet Oyununun Tahta ve Taşları (2)

    Kral Amenhotep III.(M.Ö 1391-1350), Senet Oyunu, Brooklyn Müzesi, New York, ABD (2)



    Burda da Tuthankamon eşi ile Senet oynarken (3)





    Nebenmaat (Ramses II ‘nin hizmetkarı Senet oynarken

    Bu oyunla satranç oyununun ilk benzerliği tabi ki iki kişi olarak oynanması. Taşların olması ikinci benzerlik ama taş sayısı ve çeşidinde benzerlik bulunmamaktadır. Senet'te de tahta yüzeyi karelerden oluşmakta ve bu açıdan da satrançla benzirlik taşımaktadır. Ancak Senet'te kare sayısı 30 dur.Her iki oyuncunun 5 er taşı bulu nmakta ve oyun başlangıcında bu taşlar aşağıdaki gibi dizilmektedir. Taşlar ilk on kareye dizildikten sonra amaç ;sayma çubuklarının belirlediği sayıya göre, kareleri takip ederek taşları tahta dışına çıkarmaktır.

    1 2 3 4 5 6 7 8 9 10

    11 12 13 14 15 16 17 18 19 20

    21 22 23 24 25 26 27 28 29 30

    Saydığımız benzerlikler dışında oyun kurallarında benzerlik bulunmamaktadır. Dünya da bilinen ilk oyun olarak, Eski Mısır oyunu Senet'in, kareli tahta üzerinde taşlarla oynanması, satrançla kurulabilecek en önemli benzerliği.Bu oyun üzerinden satranç oyununun ortaya çıktığı söylenebilir mi? Şu an için tam olarak söylenemez, çünkü bunun için Senet'in Mısır'da ya da buraya yakın bölgelerde, değişime uğrayarak satrançta ki özelliklerin oluşturulması ve oynanması gerekirdi. Örneğin Araplar ya da Hititler'in, bu oyunu Mısır'lılardan öğrenip geliştirerek, satranç oyunun tahta, taş ve oyun kurallarını belirlediklerine dair bir bulgunun olması gerekirdi.. Herkesin bildiği gibi satranç tarihi Hindistan'dan başlatılmaktadır. Mısır'dan Hindistan'a bu oyunun gittiğine dair de şimdilik bir kanıt yoktur. Senet oyununun ilk Hititler tarafından öğrenilmesi daha mümkün bir durumdur. (Mısır ile Hitit Devleti çağdaştır ve ticari ilişkilerin dışında, Kadeş antlaşması (m.ö1299) aralarındaki bir savaşı sona erdirmiştir. M.Ö 1200-1300.) Eğer Hititler oyunu öğrenip geliştirdiyse, ticaret yoluyla Hindistan'a ve Çin'e giden Türklerin oyunu öğretmesi ve bu oyunun buralarda gelişmesi çok daha mümkündür. Ancak şimdilik bu bilgilerin doğrulanmadığını ve bu konunun da oldukça önemli olduğunu belirtmek isterim. (Oyun Kurallarıyla ilgili bilgiler için ilgili linkler aşağıda belirtilmiştir)

    Sonuç olarak, şu andaki bilgilerimize göre Senet Oyununun, oyun özellikleri açısından, Satrancın bilinen ilk atası olabilmesi için gerekli olan benzerliklerin oldukça az olduğunu söyleyebiliriz. Senet oyunu tahta çubuklara bağlı olarak oynandığı içinde bir şans oyunu iken satranç, bu noktada da çok büyük farklılık taşımaktadır. Ancak, Senet oyunuyla ilk kez kareli bir tahta üzerinde taşlarla oyun oynanmaya başlandığı için, bu oyunun satrancın atası olduğu söylenebilir.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 256.
    0
    -içerik gizlenmiştir.-
    Tümünü Göster
    ···
  7. 257.
    0
    Horus ve Seth

    Mısır'ın Ölüler Kitabında ise Osiris ve Horus şu şekilde ifade edilirler.

    BAB 1

    Osiris: Osiris ölülerin koruyucu tanrısıdır. Bütün doğan şeylerin simgesi olduğundan ölüler arasındaki yeri tamdır. Çünkü ölüler Galaksilerin dönendiği gök nehirlerinde ebediyen dolaşmaya başlamadan belki de evren dediğimiz başlangıç ve oluş olan ışıklı ruhların arasında, artık belleği olmayan zamanda gelişmeye başlamadan, ikinci bir defa daha doğacaklardır. Bu dünya uzayın tanınmaz bedeninde ölü bir hücre, ölü bir dünya haline gelinceye kadar Osiris, yeryüzünde biten her buğday tanesinde, ne kadar ilkel olursa olsun her hayat parçacığında, ölülerin "Kalbi ve Yüzü" olunca onlara yöneltilen her bakışta, Nil'in taşma zamanındaki ter gibi, ellerinden ve ayaklarından süzülen her su damlacığında, yeniden çoğalarak doğacaktır.

    Osiris'in destanı devirlerin ilk Firavununun zaferi, kutsal kenti olan Abydos üzerinde yeniden parlasın, ölülerin koruyucusu tanrı, yaşayanların nefesini ebediyen beslesin, daima aydınlık kabirlerinde ölüler "Gökyüzünün Anası" Tanrıça Nout'un (Nut) kolları arasındayken, Osiris'in etkileri onların organlarını canlandırsın, kemiklerini birleştirsin, sihir merasimlerine göre çapraz sarılmış sargıları olan ölüler Osiris'te kişiselleşsin, yeniden doğarak onu çoğaltsınlar. O, Osiris'in karısı, sihirbaz isis ağlasın, O, isis ki insanlara bedenlerinin çürümemesi için ne yapmak gerektiğini, iç organları ayrılıp vazolara konulduktan sonra bedenin nasıl mumyalanacağını öğretti. O isis ki kardeşi Seth tarafından öldürülmüş sevgilisini, bütün Mısır'a dağılmış ölüsünün - erkeklik organı hariç; çünkü onu nehirde bir balık yutmuştu.- On üç parçasını bulduktan sonra diriltmişti.

    Ra'nın oğlu firavun gibi, Osiris'te doğacak ölü için de aynı şey olacaktır. Piramit metinlerinde yazıldığı, I. Seti'nin dirilişini gösteren kabartma da olduğu gibi isis ve Horus, ölüyü kutsayacaklar ve ona "Kalk ve Uyan!" diyeceklerdir. Ve Ölüler yeryüzünü uzaklaşan ölüler gibi değil gitmekte olan canlılar gibi terk edeceklerdir. Bu ölü firavunlar Osiris'e doğru gidecekler ve onca kez dinledikleri Rahibin sözlerini hatırlayacaklardır:

    "Osiris, sana doğru yükseliyorum, temizliğim ellerimdedir. Tanrıça Tefnout'un önünden geçtim ve Tanrıça beni temizledi, ben bir rahibim ve bu Mabedin Rahiplerinden birinin oğluyum... "

    "Bağ çözüldü, bu kapıyı geçmek bilekler serbest kaldı, üstümdeki bütün kötülükleri yere attım" hepsi Osiris'e doğru gideceklerdir. Yüzleri yeniden hayat ve güç bulacaktır."

    BAB 2

    Horus: Yirmi değişik şekil altında Horus Mısır Panteonun'un ( Tanrılar Grubunun ) en büyük tanrılarındandır. O, Louvre Müzesinde görebileceğimiz, Firavunun önünde zarif kutsama jestini tekrarlayan atmaca başlı Horus'tur. Piramit tekstlerinde, Seth'i Horus'la karşı karşıya getiren korkunç savaş ilişkisi anlatılır. Oradan Seth'in nasıl husyelerini (testis) kaybettiği ve Horus'un bir gözünden olduğunu öğreniyoruz. Bu kötülüğü kovalayan, yakalayan ve peşini bırakmayan Horus, özellikle ölüler tarafından saygı görmektedir. Çünkü bu ışık yapılı Horus onların "Gözünü Açmıştır" Böylece Ölüler, O'nun aracılığı ile görebileceklerdir. Nil Kıyılarında canlı iken yürüdükleri zamanki gibi adımlarını ebediyete o kadar kolaylıkla yöneltebileceklerdir. Yapıtından alıntı yaptığımız S.Mayassis şöyle yazmaktadır;

    "isis, Osiris'i Horus biçiminde dirilttikten sonra onu gökyüzüne tanrıların karşısına, yeni şekillere doğru çıkardı. Eski Mısırlılar içinden çıktığı eski bir şekilden evrim sonucu oluşan her şekle çocuk diyorlardı. Genç bir adam, kendi kendinin çocuğu, çocukluğunun oğul' u, yetişkin, genç adamın oğlu, ihtiyarda yetişkininkidir. Horus Osiris'in yeni bir yaşam biçimidir."

    Meydan Larousse'yi incelediğimizde ise: isis, Mısır dilinde Esi, Mısır Tanrıçası, Kral Tahtı veya Tanrı Tahtı anldıbına da gelen bu kelime çok eski bir unvandır. En eski tapınağı Kıptî dilinde Nauesi denilen Neteru tapınağıdır. isis'in aynı zamanda aşağı Mısır'ın on ikinci ilinin Neteru yakınındaki Yönetim Merkezi Sebennytos'un baş tanrıçası olması da muhtemeldir.

    Çok eski zamanlarda isis ile dokuzuncu ilinin başkenti olan Busiris'in Tanrısı arasında ilişki kuruldu. isis bir ana tanrıça sayılıyordu. Yeryüzünün gelecekteki tanrısı olan oğlu da Horus genç bir tanrıydı. Busiris'in tanrısı Sebennytos çiftine gösterilen saygıya ortak olunca Osiris adını aldı. Bunun üzerine isis de Kraliçe - Tanrıça sıfatıyla kral Tanrının tamamlayıcısı oldu ve bundan böyle anaların ve çocukların koruyucusu ailenin gözeticisi olarak kaldı. Efsaneye göre insanların Tanrısı Osiris erkek kardeşi Set tarafından hunharca öldürüldü. isis, Osiris'in yeniden dünyaya dönmesini sağladı. Ondan bir çocuk yaptı. Bu çocuk daha sonra babasının tahtına oturdu. Bu efsane tarih öncesinden beri Mısır'ın sosyal hayatı için bir medeniyet yaratıcısı olmuştur. isis Osiris'in bütün tapınaklarında Osiris ile bir tutuldu. Hatta Buto, Koptos, Philac tapınaklarında ve isis ile Hathor'un bir tek tanrı sayıldıkları daha sonraki dönemde, daha başka tapınaklarda da en baştaki yeri aldı. Başlangıçta yalnız veya çocuk Horus'u emziren bir kadın biçiminde temsil edilirken, ana tanrıçalardan biri olunca inek, inek başlı bir kadın veya saçları inek boynuzları ile süslü bir kadın olarak temsil edilmeye başlandı. isis kültü pek eski zamanlarda gemicilerin uğradıkları limanlarda, adalarda, Akdeniz'in kıyı bölgelerinde yayıldı ve yerleşti. Helenistik dönemde bu yayılma arttı. isis kültü Ege adalarında ve çok daha az olmakla birlikte kıta Yunanistan'ı, Anadolu ve batıda tutundu. Tanrıça isis Yunan - Roma nitelikleri kazandı. Demeter ile bir sayıldı ve Zeus - Serapis ile bir sayıldı. Roma imparatorluğu döneminde Tanrıçaların ilki, her şey olan tanrıça sayıldı. Mısır kültlerinin Roma'ya girişi imparatorluk dönemine kadar yavaş oldu. Daha sonra, Hadrianus zamanında en yüksek noktasına ulaşan bir hayranlık dönemi başladı. Dine kabul törenleriyle arıtıcı ve çileli ibadetleriyle mistik bir din haline gelen bu kültür ve inançların yanında Mısır Bibloculuğu da gelişti. Galya'da ispanya'da Ren ve Tuna Kıyılarında isis Tapınakları kuruldu. isis'e tapınanların pek çoğu Roma Lejyonlarının askerleriydi. Törenler tapınağın açılış ve kapanışlarında yapılan günlük birer ayin ve kabul törenleriyle büyük genel şenliklerden ibaretti. Şenliklerde ilkbaharda ayin alayı ile getirilen isis'in gemisi denize indirilir, sonbaharda da oğlunun gövdesinin parçalarını bulan isis'in acısını temsil eden Osiris'in bulunuşu töreni yapılırdı.
    Tümünü Göster
    ···
  8. 258.
    0
    Osiris efsanelerin ve en eski inançların doğuşunda büyük ölçüde etkili oldu. Bitkiler dünyasının hayat gücüydü ve tıpkı kışın toprak altındaki tohum gibi devre, devre dirilmek üzere toprakta gizlenirdi. Aynı zamanda insanlara görünen, onları yeryüzünde yöneten ve onlara sulanmış toprağı işlemeyi öğreten bir tanrı kraldı. Sonra araya isis girerek efsanesini zenginleştirdi. Osiris Geb ile Nut'un oğlu Seth'in kardeşi isis'in kocasıdır. Durmadan ölen ve dirilen bir tanrı olan Osiris -Seth onu öldürmekte, fakat isis gövdesinin parçalarını dikerek onu diriltmekteydi. Eski imparatorluk sonlarında ölüler kralı olarak Anubis'in yerini aldı. Mısırlıların kişisel dindarlıkları onun varlığında en iyi dini düşünce alanını buldu. Helenistik devirde ise efsanesi daha bir kesinlik kazandı ve yabancı düşüncelerle temas sonucu zenginleşti. Osiris her ne kadar isis'in daha yaygın ününden dolayı sönük kalmışsa da Roma Devrine kadar Mısır kültlerinin hepsinden daha uzun süre varlığını sürdürdü. Osiris'e daha tarih öncesinden beri bir fetiş şeklinde tapılırdı. Dalları budanmış bir çam kütüğü olan CED, klâgib çağda Tanrının omurga kemiğini temsil eden bir çeşit sütun oldu. Osiris başka varlıklarla da cisimleşir. Boğa, Onuphis, Kutsal Mendes Koçu, Benu Kuşu gibi yine de özellikle insana benzer şekilde tasvir edilirdi.

    Görüldüğü gibi çeşitli kaynaklarda isis, Osiris ve oğulları, Horus; biçimsel olarak farklılıklar arz ederek değerlendirilmektedir. Ancak özde bir değişim bahis konusu değildir.

    Osiris Nil'in iyilik yapan tanrısıdır. Her yıl onun taşması ile Mısır'a bereket getiren bu yüksek varlık bütün her şeye canlılık vermektedir. Osiris deltanın bir mabududur. Güney Mısır'ın mabudu olan kuraklık ve kötülük Tanrısı Seth ile aralarında bir savaş çıkar bunun sonunda Osiris öldürülür. Ancak karısı isis ve oğlu Horus onun cesedini bulurlar. Osiris yeniden iyilikleri ile beraber, fakat bu sefer göğe yükselmiş bir tanrı olarak Mısır'ı himaye eder. Mısır inançlarına göre insan iki elemandan teşekkül ediyordu. Vücut ve ruh. Bu iki eleman ölümden sonra da yaşayabilirdi. Eğer bir insan Osiris önünde bütün günahlarım affettirebilirse cennette yeniden yaşayabilirdi. işte bu suretle Osiris aynı zamanda ölüler tanrısı olmuştur. isis ise kadınlık, analık ve bereket fikirlerini temsil eden bir tanrıdır. isis'i Ön Asya'daki iştar, Kibele, Yunanistan'daki Demeter, Roma'daki Seres ile karşılaştırabiliriz.

    Horus, Amon Ra ile birlikte Güneş Tanrısı'dır. Her sabah yeryüzüne bereket ve ışık getirmek için yeniden doğar ve bir kayık içinde batıya doğru seyrederdi. Eski Misterlere göre ;gerçekte Osiris efsanesi bitki âleminin her yıl ölümünü, sonra yeniden doğuşunu anlatmaktadır. Her yılın sonbahar mevsimi insana faydalı ve lüzumlu olan her şeyin ölümüne ve her ilkbahar mevsiminde bunların yeniden dirilmesine şahit olmaktır. Eski Mısırlılar diğer birçok halklar gibi bu yeniden dirilmeyi, toprağın ölümden kurtularak hayata yeniden kavuşmasını kâinatın en büyük bir mucizesi sayıyorlardı. Bu yüzden Mısırlılar her bahar mevsiminde Osiris drdıbını derin bir vecd içinde temsil ederlerdi. Osiris dramı toprağın en büyük sırrı üzerinde dönüp dolaştığı için Mısır dininin temeli olmuştu. Çünkü bu dram Mısırlılara göre ölüm kalım muammasının anahtarı idi. Mısırlılar Tanrı Osiris'in öldükten sonra dirildiğine bakarak insanın da öldükten sonra dirilebileceğine inanmışlar ve ona göre tedbir almışlar idi. Osiris'in huzuru hesap yeri idi. Osiris arş üzerinde oturmuş hakimlik ediyor ve ruhları karşısına alarak onları muhakeme ediyordu.

    "Huzuruna günahsız geldim ve hayatımda Tanrıları memnun edecek her şeyi yaptım, kan dökmedim, adam öldürmedim, hırsızlık etmedim, fesat çıkarmadım, zina etmedim, mabetlerinden adaklarından bir şey çalmadım ve açlara ekmek verdim, çıplakları giydirdim" diyen her ruh derhal Osiris'in topluluğuna katılıyordu. Çünkü yalnız dürüst insanlar ebedî hayata lâyık sayılırdı.

    Yazımın başlarında Osiris'in tanımını yaparken Mısır Misterleri, Misterler, Eski Misterler gibi ana bir takım isimlerden bahsettim. Bu noktadaysa isis ve Osiris Menkıbesinin esasını vurgulayan Mısır Misterlerinden birkaç kelime ile bahsetmeden geçemeyeceğim. Mister kelime anlamı ile Behçet Necatigil'in Mitologya sözlüğü kitabında:

    "iman edenlere günahlarından arınma, öte dünyada mutluluk içinde yaşama sağlayan gizli dinler mensupları. Törenleri gizli tutmayı kutsal bir vazife sayarlardı" demektedir. Bir başka deyişle; eski çağların gizemsel bilgisi. Gizem sır veya muamma anldıbına gelir. Etimolojik bakımdan Yunancadaki “Mysterion” teriminden türetilmiştir. Türkçe'deki anlamı bakımından ise tekris ve gizem sözcüklerinin birleşiminden oluşan bir birleşik terimdir. Tarihte birçok meslek ve sanat kuruluşunun kendilerine özgü gizemleri olmuştur. Daha sonraki dönemlerde bunlarda Mister olarak anılmıştır. Buradan da eski misterlere geçersek şu şekilde tanımlama ve açıklamalar getirebiliriz.

    Eski çağların ezoterik ve yer yer gizli olan kurumlarından bazılarının öğretileri eski misterler genellikle oldukça derin gizemli bir nitelik taşırlardı. Bu misterlerin öğretildiği kurumlara girebilmek için, öncelikle çok uzun süren beklenmedik olaylarla dolu zorlu sınavlardan geçmek gerekirdi. Öğretinin temelinde genellikle dinsel kaynaklı bir efsane yatan mit yer alırdı. Bu öyküde haksızcasına öldürülen bir kahramanın tanrısallaşması ve yeniden yaşama kavuşması anlatılırdı. Bu diriliş olayı belirli zamanlarda düzenlenen şenliklerle kutlanırdı. Eski misterlerin bir diğer özelliği de öğretilen gizemlerin büyük bir titizlikle korunması idi. Bu yüzden ancak genel kapsamları öğrenilebilmiş, asıl içrek öğretilerinin ayrıntıları elde edilememiştir. Eski misterler arasında en tanınmış olanları ise, Adonis, Attis, Dionysos, Mısır, Hint, Eleusis, Mitra, Örfe misterleridir.

    Burada konumuza esas olan Mısır Misterlerinden de birkaç kelime ile söz etmemiz gerekir
    Tümünü Göster
    ···
  9. 259.
    0
    MISIR MiSTERLERi: Eski Mısır'ın ezoterik ekollerinde geliştirilerek uygulanmış olan gizemsel öğreti sistemleri aynı çevrenin ezoretik öğretileri oldukları için, Mısır Misterleri ile Hermetizmin gerek kapsamları, gerekse sistemleri arasında birçok benzerlikler vardır. Ancak Hermetizmin pek derin, zorlu ve gizli bir çalışması olmasına karşın, Mısır Misterleri uygulandıkları antik çağlarda biraz daha basit ve biraz daha kolay olarak nitelenebilir. Hermetizmde bir amaç olarak aranan şey öncelikle bilimsel gerçektir. Mısır Misterlerinde ise bilimlerin öğretilmesi yoluyla gizemli, nitelikli bir gerçeğe yönelmek benimsenmiştir. Mısır Misterlerinin asıl kaynağının doğuda olduğu, özellikle Hint Misterlerinden yararlanarak ve esinlenerek geliştirilmiş bulunduğu açıkça bellidir. Bu Misterlerin tümünün en önemli öğesi olan isis - Osiris - Horus üçlemesi Hint Misterlerindeki Brahma - Vişnu - Şiva üçlemesinin tam karşılığı ve tıpatıp benzeridir. Bu misterler uygulandıkları çağlarda tüm rahiplere ve firavunlara öğretilmiştir. Memfis ve Teb kentleri bu misterlerin öğretim merkezleri olmuştur.

    Mısır Misterleri, kendi içlerinde üç türe ayrılırlar. isis Misterleri, Serapis Misterleri, Osiris Misterleri. Bunlardan isis Misterleri Hermetizm ile en yakın benzerlikleri gösteren türdür. Hermes ve Hermetizm ile isis Misterleri arasındaki benzeşme ve Osiris'in ölüm ve baka (varoluş) felsefesinin incelenmesi başlı başına bir konu teşkil edeceği için bu yazının kapsamı dışında tutulmuştur.

    Serapis Misterleri olarak anılan tür hakkında çağımıza gelinceye kadar pek önemli bir şey öğrenilememiştir. Osiris Misterleri olarak anılan üçüncü tür ise daha sonra eski Yunan Uygarlıklarında görülmüş olan Dionysos Misterleri ile Eleusis Misterlerinin temel esinlenme kaynağını oluşturmuştur.

    isis Misterleri: Bu misterler, doğanın güçlerinin değişiminin ve kendini yenilemesinin öğretimini temel konu olarak alır. Öğretim aşamaları bakımından yedi dereceye ayrılmıştır. Bu derecelerin isimleri ve özet olarak kapsamları şöyledir.

    Pastofor: Doğal ve Fiziksel Bilimler
    Neotor: Geometri ve Mimari Bilgiler
    Melanofor: Osiris Misterleri ve hiyeroglif bilgisi
    Kistofor: Sosyal Bilimler ve Hukuk
    Balahat: Kimya
    Astronom: Astronomi ve Matematik
    Profeta: Felsefe
    Osiris Misterleri: Bu Misterlerin temel konusu, Osiris efsanesine dayanır. Bu efsane, diğer birçok eski Misterlerde olduğu gibi kötünün iyiyi öldürmesini ve iyinin yeniden yaşama kavuşmasını işler. Burada Osiris, iyi ve Güzel olanın; kardeşi Typhon ise kötü ve çirkin olanın temsilcisidirler. Böylelikle Osiris Misterleri, ölümden sonraki Yaşam - Ruhun Ölümsüzlüğü ve Yeniden Doğuş kavramlarının tümünü ilkel bir biçimde işler. Bunun yanı sıra iyilik ve kötülük arasındaki diyalektik çelişkiyi de ortaya koyar.

    Aslında çok geniş ve kapsamlı olan mitolojilik Mısır gezimizin sonuna geldik; umarım sıkılmadınız? Gezimizi gene Talat Sait Halman'ın dizeleri ile noktalıyorum.

    Nil 'in taştığını görenler ürperir,
    Tarlalar gülümser boydan boya,
    Nehir kıyıları berekete kavuşur
    Gökten Dökülür Tanrı armağanları,
    Yüzü güler bütün insanların
    Tanrıların yüreği şenlenir. [7]
    Tümünü Göster
    ···
  10. 260.
    0
    Luksor Tapınağı

    Karnak Amon Tapınağı yakınında bulunan ve görkemli eski Mısır Mimarlığının Nil kıyısındaki en zarif örneklerinden biri olan tapınak, Yeni Krallık döneminin 9.firavunu III. Amenhotep tarafından, Eski Mısır tanrılarının en büyüğü Amon-Ra adına M.Ö. XIV. yüzyılda inşa ettirilmiştir. Daha sonraları Tutankamon, II.Ramses, Büyük iskender, Roma ve Müslüman Araplar tarafından çeşitli ekleme ve yapılarla günümüze kadar gelmiştir.1885'de başlatılan araştırma, kazı ve restorasyon çalışmaları günümüze kadar devam etmektedir.

    Tapınağa 24 metre yükseklikteki pilondan girilir. Pilon cephesinde 4 tane oturan, 2'si ayakta duran büyük boy 6 adet Ramses heykeli bulunmaktaydı. Günümüzde tahtta oturur şeklindeki iki heykel, girişin sağında ve solunda yer alır. Pilon cephesi, boydan boya II.Ramses'in zaferlerine ait tasvir ve yazılarla süslenmiştir. Pilon'dan sonra II.Ramses olarak bilinen büyük avluya girilir.

    Burası, kapalı lotus başlıklı sütunlar ve aralarında yer alan Osiris heykelleri ile çevrilidir. Avlu girişinin sağında, orta krallıktan kalma orijinal ve küçük Teb üçlüsü tapınağı ile sol yanda ve yukarıda yerel bir şeyh tarafından XIII. yüzyılda inşa ettirilen Abu al-Haggag Camii yer alır. Avludan sonra güney yönünde sapma yaparak koridor şeklinde uzanan açılmış papirüs başlıklı 52 metre yüksekliğinde 14 devasa sütün çift sıra halinde 2. büyük avluya ulaşır. III. Amenhotep'e ait olan bu sütunların üzerine.Tel Amarna'daki Aten inancını terk ederek Teb'e gelen ve Amon inancını kabul eden Tutankamon tarafından, bu dönüşümü kutlamak için süslemeler yaptırılmıştır. Buradan Hıpostil hole girilir. 32 sütunlu olan bu ilginç bölümden sonra Khonos, Mut ve Adak şapeli, yuvarlak kemerli, freksli, nişli, iki yanında kalgib roma sütün başlıklı girişi olan Roma kutsal mekanı, doğum odası, III. Amenhotep ve Büyük iskender'e ait dar ve karanlık kutsal mekanlar bulunur.Her yıl Ağustos ayı sonlarında 15 gün süreyle kutlanan Opet Festivali nedeniyle Karnak Tapınağından törenlerle getirilen bir örneğini görebileceğimiz Amon Ra Teknesi bu mekanda bir süre bekletilirdi. Karnak ve Luksor Tapınaklarını birbirine bağlayan yolun sfenksli olan önemli bir bölümü pilon duvarı karşısında bulunmaktadır.
    ···
  11. 261.
    0
    Aşk ve büyü yan yana gelmez. Gelirse aşk incinir, kutsallığı incinir, anlamı incinir. Aşk, zaten bir büyüdür. Ama büyü, aşk değildir. Aşkın büyüsü, aşk için yapılan büyüyle bozulur. Yaşanan, artık bir garabet ve yitirilen onca asalettir.

    Aşık olduğu kadına / erkeğe büyü yaptıran kişi, aşık değildir. Olamaz da. Çünkü “Sevdiği insanın, saçının teline rüzgar değse kalbim üşür.” dediği insanın o hiç “incitmeye kıyamam.” dediği kalbini karanlık güçlerin, cinlerin, iblislerin taarruzuna bırakmaktır. Ömür boyu o kişiyi mutsuz etmek, ruhsal bunalım içinde yaşamasına sebep olmaktır. Böyle sevgi olur mu? Böyle aşk olur mu? insanın düşmanına bile yapmayacağı birşeyi yapıp, o kişiyi karanlık güçlerin avucuna bırakıp hayatını karartan kişiye aşık denilebilir mi? Dedim ya, düşmanı bile yapmaz bunu insana. Mertlik değildir, asalet değildir çünkü.

    Sitede, büyünün günah ve Allah’a şirk koşmak olduğu, büyü yapan kişinin de büyü yaptıran kişinin de ahretlerini sattığı, KUL HAKKINA GiRDiKLERi, mahşerde Allah-u Teala’nın affetmeyeceği tek suçun kul hakkı olduğu konusunda bir çok uyarıcı yazı ve makaleler verildi. Evet, KUL HAKKI, Allah’ın affetmeyeceği tek günahtır. Çünkü bir insanın özgür iradesini kendi rızası olmadan tahakküm altına çalışmak KUL HAKKI, Allah’a dua yerine bir takım tılsımlı, efsunlu isimlerin okunması ve Allah’tan başkasından yardım dilenilmesi (Fatiha Suresi'nin sırrınca ŞiRK’i doğurur. Büyü, “başvurulacak en son çare” bile değildir; çünkü çare değildir. Aksine, sevdiğinizi iddia ettiğiniz kişiye zarar vermekten başka bir şeye yaramaz.

    Sevdiğiniz insan, birgün sizi terk edebilir. Kalbini bir başkasına vermiş, bir başkasını seviyor olabilir. Çok acı çekiyorsunuz, kalbiniz inciniyor olabilir. Ama bu, imtihan dünyasının sırrıdır. Allah, (Kuran’da yazıldığı gibi bizi bazen malımızla, canımızla, kimi zaman da sevdiklerimizle imtihan edecektir:

    BAKARA SURESi ,155: “Muhakkak ki sizi biraz korku biraz açlık biraz da mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. (Ey muhafazid!) Sabredenleri müjdele!"

    Sevdiğiniz insan sizi terk etmişse, zaten hiç sizin olmamıştı. Sizin olmayan şey için kendinizi üzmek neden? Bırakın gitsin… Yani sözler anldıbını yitirmişse, aşk birgün gelip sönmüşse, çabucak tükenmişse, sadece külleri kalmış bir sevgiden ne umulabilir ki? Sadece bir imtihanın bir parçasıdır bu ve belki sizin için daha hayırlıdır. Çünkü hayır gibi görünen şeylerde şer, şer gibi görünen şeylerde sizler için bilmediğiniz bir çok hayır ve güzel neticeler vardır. Kalbiniz, doğal olarak yaralanabilir. Acı çekersiniz. Ama bu acıya dayanma gücüne sahip olduğunuzda, hem sizi olgunlaştıracak hem de sabrettiğiniz, isyan etmediğiniz için Allah’ın hoşnutluğunu kazanacaksınız. Çünkü sizi öldürmeyen acı, sizi daha da dayanıklı yapacaktır. Acı mı çekmeniz gerekiyor; o acıyı çekin. Allah, kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. O’na sığının. Ondan yardım isteyin. Duayla, inatla, kapısından hiç ayrılmadan, bıkmadan… Ama büyücüsünden, medyumundan, kahininden, ya da adı hoca, bilmem ne bilmem ne olanlardan değil. Bu insanlar, “büyü yapmakla”, "yok ne bilmem muska yazmakla" sadece bu dünya için ahretlerini satan zavallılardır ve kendilerini de sıkılmadan hoca diye tabir edip bu taşkınlıklarını, zararlarını bir kat daha artırırlar. Ne dinle, ne diyanetle ne de “hocalık”la alakaları vardır. Onlara para ödeyip sadece maddi anlamda bir şeyler kaybetmiyorsunuz; Allah’a olan bağlılığınızdan ve sadakatinizden de, yani ahretinizden de vazgeçiyorsunuz. Şeytan’ın ve cinlerin istediği insan modeli oluyorsunuz. Yani kendileri gibi “aldanmış”.
    Tümünü Göster
    ···
  12. 262.
    0
    Agarta Nedir?

    Ergenekon'un merakla beklenen iddianamesinde örgütün 600 yıllık bir tarikat geleneğinden geldiği ve adının Agarta olduğu ifade edildi. Agarta efsanesini sizin için araştırdık

    Budist kökenli bir kelime olan Agarta, yeraltında kurulu olduğuna inanılan ve milyonlarca kişinin yaşadığı kente verilen addır.

    Başkenti Şamballa olan bu imparatorluğun yöneticisi doğuda “Dünyanın Kralı” olarak bilinir.

    Birçok kaynakta, “Dünya Kralı”nın yeryüzündeki temsilcisi Tibetli Dalay Lama olarak geçer. Doğuda Tibet ve batıda Brezilya, dünyanın iki ayrı ucunda tünel şebekelerine sahip iki ülkedir.

    Mısır'daki Gize Piramidi'nin altında bulunan gizli odaların da yeraltı dünyası ile ilişkisi olduğu iddia edilir. Firavunların, bu tüneller aracılığıyla yeraltında tanrılar veya üstün varlıklarla temas kurabildiği iddia edilir.

    Mısır tanrıları ve krallarının dev heykelleri ile doğudaki Buda heykellerinin, insan ırkına yardım etmek üzere yerüstüne çıkan bu üstün ırkı temsil ettiğine inanılır.

    Bu cinsiyetsiz Agarta temsilcileri, aynı zamanda yeraltındaki ütopik cenneti temsil ederler.

    iddialara göre, Hz. Nuh gerçekte bir Atlantisli idi ve Atlantis sulara gömülmeden önce kurtarılmaya değer bir grup insanı bu felaketten kurtarmıştı.

    inanışa göre, Atlantislilerin çıkardığı 'nükleer savaş' sonucu meydana gelen tufan felaketinden kurtulan bu grup, önce Brezilya'nın yüksek platolarına gelmişler daha sonra da radyasyondan korunmak için, yüzeyle bağlantılı tünelleri olan yeraltı şehirlerine yerleşmişlerdi.

    Agarta medeniyeti, Atlantis medeniyetinin bir devamı niteliğindeydi.
    Geçmişteki korkunç nükleer savaştan ders aldıkları için, devamlı barış içinde yaşamaktaydılar. Bu insanlar bilimde yeryüzü insanlarının binlerce yıl ilerisindeydi.

    Yeraltındaki bilim adamları, bizim bilim adamlarımızın bilmediği enerji türlerini bilmekteydiler. Bu enerjiler hem uçan, hem de karada giden taşıtlarda kullanılmaktaydı.


    TÜNELLER AĞI

    Agarta imparatorluğu'nun birbirine tünellerle bağlı yeraltı şehirlerinden oluştuğu ve bu tünellerde, uzay araçlarına benzeyen taşıtlarla dünyanın her köşesine gidilebildiği öne sürülürdü.

    Agarta'daki halk, “Dünya kralı”nın başkanlığında bir hükümet tarafından yönetilmekteydi. Bu insanlar, Lemurya, Atlantis ve tanrılar ırkı Hyperborluların temsilcilerinden oluşmaktaydı.
    iNSANLIĞI KURTARAN VARLIKLAR

    Tarihin birçok döneminde Agartalı üstün varlıklar yeryüzüne çıkarak, insan ırkına rehberlik etmişler ve onları savaşlardan, felaketlerden ve yok oluşlardan kurtarmışlardı.

    Hiroşima'ya atılan ilk atom bombasından sonra, ortaya çıktığı söylenen uçan dairelerin bu nedenden dolayı geldiği iddia ediliyordu.

    Hint destanlarından “Ramayana”da, Rama'nın Agarta'dan uçan bir araçla geldiği anlatılır. Aynı şekilde inka imparatorluğu'nun kurucusu Manco Copac da uçan bir araçla geldiği söylenir.

    Amerika kıtasında ortaya çıkan Agartalıların en önemlilerinden birisi de Maya, Aztek ve genel olarak Kuzey ve Güney Amerika'daki yerlilerin en büyük efsanevi önderi Quetzalcoatl'dır.

    Başka bir ırktan (büyük olasılıkla Atlantis'ten) gelen bu beyaz adam, Mekgiba, Yukatan ve Guatemela'daki yerliler tarafından “büyük kurtarıcı” diye anılmaktadır. Aztekler ona “Sabah yıldızı” ve “Bereket tanrısı” derlerdi.

    Quetzalcoatl, “Tüylü Yılan”, yani yılan şeklinde sembolize edilmiş “öğretici bilge” anldıbına geliyordu. Bu isim, ona uçan bir araçla geldiği için verilmişti.

    Mısır inançlarındaki Osiris başka bir yer altı tanrısıdır. Bazı araştırmacılar da, Yunan mitolojisinde geçen tanrıların Atlantisli yöneticiler olduğunu ileri sürer.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 263.
    0
    TÜRKiYE'DE DE ÖRNEKLERi VAR

    Agarta'nın, dünyanın her tarafına yayılan tünel ve şehirler ağına Türkiye'de de rastlandığı öne sürülüyor.

    Kapadokya bölgesinde bulunan Mazıköy, Kaymaklı ve Derinkuyu yeraltı kentleri, bazı araştırmacılar tarafından Agarta'nın bir ispatı olarak gösterilir.

    Bölgede bulunan ve büyük bir kısmı halen keşfedilmemiş olan yeraltı kentlerinin, bilinenden daha büyük ve derin bir alana yayıldığı düşünülüyor.
    HiTLER DE PEŞiNDEYDi

    Agarta imparatorluğu'nu bugüne kadar araştıran belki de en ilginç isim, Nazi Almanyası'nın lideri Adolf Hitler.

    Hitler döneminde Almanya'da kurulan tarikat ve gizli dernekler, Agarta'nın varlığına inanan ve gizli yeraltı kentlerini bulmaya çalışan kişilerden oluşuyordu.[1]
    ···
  14. 264.
    0
    Agarta ve Dabbet'ül-Arz ilişkisi

    Genel olarak bilindiği kadarıyla Agarta; "Şamballa" (Shambhala), "Dünyanın Kalbi", "Yüce Ülke", "Bilgeler Ülkesi" gibi çeşitli adlarla belirtilen Agarta, teozofik ve ezoterik kaynaklara göre, önceki devrenin sonlarına doğru Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim-rahipleri tarafından kurulmuş bir organizasyondur.

    Önceleri beşeriyetle açık temas halinde olan bu organizasyon, bu devrenin koşullarından ötürü gizlenme gereği görmüş ve ikamet yeri olarak birbirlerine tünellerle bağlanan, dağlar içindeki yeraltı kentlerini tercih etmiştir.

    Agarta, dünya insanlığının tekamülünde sorumluluk sahibidir. ilâhî Hiyerarşi'ye hizmet eder. Dünyanın Efendisi ve "Kutup" olarak ifade edilen ve "Brahatma" veya "Brahitma" adıyla belirtilen Agarta'nın lideri, Dünya'yı sevk ve idare eden ilahi Hiyerarşi'nin fizik alemdeki temsilcisidir.

    1912'de Müslüman olduktan sonra Abdülvâhid Yahya adını alan; ezoterik, okült ve mistik konularda çok sayıda yapıtı bulunan Fransız asıllı Mısırlı düşünür ve yazar Rene Guenon'a göre tradisyonlarda "Kutsal Dağ", "Dünyanın Merkezi" olarak ifade edilen yer, O'nun mekânıdır. Kimilerine göre, dünyanın tüm geçmişi, yitik kıtalara indirilmiş dinler ve kozmik öğretiler, Agarta arşivlerinde kayıtlıdır ve birçok peygamber (Hz.Musa, Hz.isa), dinlerini kurmadan önce, bu arşivleri incelemişlerdir ki, bazıları burada "inisiyasyon"dan da geçmiştir.

    Agarta'nın yeryüzüne açılan 7 (kimi kaynaklara göre 4) ana çıkış noktası bulunmakla birlikte, mağaralarda inzivaya çekilen bilgelerin ve mağaralarda etkinliklerini sürdüren bazı inisiyatik toplulukların Agartalılar'la ilişki içinde oldukları ileri sürülür.

    Rene Guenon'a göre bu durum, en çok, Türklerin yaşadığı Orta Asya'da görülmektedir. Kimi yazarlara göre, Göktürk, Uygur ve Hun masallarındaki, "ataların kutsal mağaraları" ve bir mağaradan geçilerek ulaşılan "gizli ülke" inanışında Agarta'nın sembolizmi bulunmaktadır. Tibet tradisyonlarına göre, Agartalılar şimdiki devrenin sonunda dışarı çıkacak ve Agarta'nın lideri yeryüzündeki menfiliği yenecektir.

    Agarta'nın ne olduğuna ilişkin en yaygın, Internet ve angiblopedik kaynaklarda kullanılan tanım, 'Tibet ve Orta-Asya tradisyonlarında sözü edilen, Asya'daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı Organizasyonu'dur.

    Ancak bu tanım, ivedilikle not düşülmeli ki, 'Agarta'yı anlamak ve çözmek için tamamıyla yetersiz. Ne bu kadar basit ne de bu denli sığ. Ancak bir açılış tanımı olarak kullanılabilir.

    Günümüze değin "Agarta"nın ne olduğunu inceleyen bir çok yayın ve yazar bulunuyor. Bunlar içinde en ünlüleri ve kaynak olarak en itibar edilenleri üç tane. Bunları meraklıları için öncelikli olarak-konunun daha başında-yazalım. Saint-Yves d'Alveydre, Ferdinand Ossendowsky ve René Guénon.

    Agartha kelimesi; "Agharta" ve "Agarthi" olarak da kullanılabiliyor. Agarta veya Agarti sözcükleri, Sanskritçe'de "ele geçirilemeyen, ulaşılamayan, her şeyden korunmuş, şiddetin yakalayamayacağı, anarşinin erişemeyeceği" anlamlarına gelmekte.

    Bir de "Şamballa" (Shambalah) kelimesi var. Bunu da söylemek gerekiyor ki, meraklıları için şaşırtıcı olmasın.

    Kimi kaynak ve kişilere göre Şamballa, Agarta'ya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir menfi merkez. Ancak genel ve yaygın kanı, Şamballa'nın Agarta'nın bir diğer adı olduğu.

    Agarta ismi, ilk kez "Saint-Yves d'Alveydre" tarafından kullanmış. d'Alveydre, bir simyacı. Metalleri altın ve gümüşe dönüştürme formülleri düzenlemiş. Martinist tarikatının (Tours piskoposu Aziz Martin (MS.. 316-397) tarafından kurulmuş tarikat) mürşitlerinden. Topluluğun bir diğer adının, "yeşil adamlar topluğu" olduğu da kayıtlar da mevcut.

    Agarta'nın sembolü: Gamalı haç!

    Agarta'nın hakimi, "dünyanın kralı" rütbesini taşıyor. Yardımcıları durumundaki iki rahip kral bulunuyor. Sembollerinden biri bugün günümüzde hala Hint ve Tibet tapınaklarını süsleyen gamalı haçtır.

    Bu sembol, Mu 'dan kaynaklanıyor. Güneşi ifade eden kadim bir sembol. Dünyanın en eski sembollerinden biri sayılıyor. Bu haç, yaradılışın dört kuvvetini ve dört büyük enerjiyi sembolize eder. Zamanla "yönü çevrilerek" II. Dünya savaşında Nazilerin kullandıkları haline gelecektir.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 265.
    0
    Mu ve Atlantis

    Bu teknik; ama açıklayıcı tanımlamalardan sonra Agarta'yı biraz daha açmaya başlayalım. Bir başka tanım, Agarta'nın 'Mu ve Atlantis'ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp dağ ve mağara içlerine çekilmiş' bir grup olduğunu ileri sürüyor.

    Bu açıklama da Agarta ile ilgili yaygın bilgiler arasında. Neredeyse "mutabakatla kabul edilmiş" bir yaklaşım.

    Buradan Agarta ile ilgili ilk ve en bilinen "tartışma" konusuna gelebiliriz. Agarta'nın "bir yeraltı ülkesi"ni veya "gizli bir dernek (oluşum)"mu olduğuna ilişkin bir tartışma bulunuyor.

    Agarta üzerindeki hemen tüm çalışmalarda bu ayrışmaya rastlanıyor. Ancak ortak nokta, bir "gizlilik" olduğu yönünde. Yani ister "yer altı" olsun ister "örgüt, dernek, oluşum"; gizlilik var.

    Burada bir uzlaşma noktası da zamanla ortaya çıkmış. Her ikisinde de doğruluk payı olduğu varsayılıyor.

    Agarta'nın adamları kim, misyonu ne?

    Peki Agarta ne yapar? Amacı nedir? Kimlerden oluşur? Burada kesin yargılarla ayrışan bir farklı okuma yok. Değişik 'görev' tanımları varsa da genel olarak amaç ve araçlar belli. Agarta, 'sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spiritüel ilhama (illumination/aydınlanma/ışık) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşuyor'.

    Saint-Yves d'Alveydre'den sonra Agarta isminin ilgi çeken biçimde sunuluşu, Fransız konsolosu olan Jacoliot'un "Hint'teki Tevrat' adlı eserinde ve teozofinin kurucusu H. P. Blavatsky'in "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış isis" adlı eserinde oluyor.

    Bundan sonra en bilinen ve en sık gönderme yapılan 'Rene Guenon' oluyor ve "Dünyanın Kralı" adlı çalışmasıyla Agarta hakkında en geniş bilgileri kamuoyuna veriyor.

    'Öteye Ait Zekâların Oğulları' Nerede?

    Peki Agarta nerede? Agartalılar nerede? Bu konu üzerinde asla mutabakat yok. Hemen her kaynak kendine göre bir adres gösteriyor. Böyle olmakla beraber, 'geniş coğrafi' tanım açısından bir harita çıkarmak mümkün.

    Guenon'a göre, çok eski bir tufan bugünkü Gobi bölgesinde çok gelişmiş bir uygarlık yok olmuştur. Burada yaşamakta olan 'spiritüel mürşitler' Himalayaların altında yer almakta olan büyük bir mağara şebekesine sığınmışlar.

    Bu tezin bir devamı var. Coğrafi bir tanım verip, siyasi bir bilgiyi de içeriyor. Yukarıda 'Agarta ve Şamballa' ilişkisine değinmiştik. 'Ayrı-rakip' olduklarına ilişkin bilgi burada bulunuyor.

    Bu göçten sonra, iki gruba ayrılıyorlar ve "sağ elin yolu' diye anılan grup Agarta'ya, yani dünya hayatından uzak 'murakabe ve mükaşefe'de bulunma ülkesine, "sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise 'Şamballa'ya yani kaba güç ülkesine yerleşiyor.

    Bir diğer Agarta adresi Ferdinand Ossendowski'den gelmekte. Ossendowski, Bolşevik ihtilaline direnmiş Polonyalı bir bakandır ve başarısız olunca Moğolistan ve Çin'e kaçmıştır.

    Sığındığı bir Lama manastırında kendisine, 'altı bin yıldan fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir halkıyla bir mağarada kayıplara karıştığı, ve yitik bir bilim yardımıyla, Agarti adlı yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmış. Ossendowski bu bilgileri 1924'de yayınladığı "Hayvanlar, insanlar ve Tanrılar" kitabında derlemiş.
    Agarta'ya katılım şartları!

    'Agartalı olmak', günümüz değerleriyle pek mümkün gözükmemekte. Kut Humi'ye göre, "Agarta'ya girmek, katılmak, atanmak, seçilmek' söz konusu değil; 'Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünkü beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spiritüel bilimdir.'

    Yani Agartalılık; Yogiler'e veya ilk ibranilerdeki "semavî insana" özgü en derini hal ile mümkün. 'Agartalılar dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spiritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktalar'.

    Naziler-Hitler ve Agarta'

    Agarta'nın nerede bulunduğuna ilişkin bir diğer adres ise bize oldukça yakın. Kapadokya. Bölgenin yer altı dehlizleriyle bilinen mimarisi ipucu oluşturuyor. Geniş ve büyük tüneller yapısı bölgeyi Agarta'nın olası adresi haline getirmiş.

    Tabii bu da bir iddia. Zaten Agarta'ya ilişkin tüm bilgiler çeşitli ve renkli iddialara dayanıyor. Tünellerin kaynağı Daniken gibi araştırmacılar tarafından uzay uygarlıkları olarak gösterirken, bazıları Atlantis ve Mu kıtalarının batışlarından sonra kurtulan kimseler olarak gösteriliyor.

    Elbette bu iddiaların en büyüğü, Agartha sakinlerinin insanlarla çok az iletişim kurarak günümüze kadar yaşadıklarıdır.

    Popüler ve çok ilginç hatta inanılası bilgiler içeren yakın tarihli söylencelerin başında ise Adolf Hitler'in, Agarta rahipleri tarafından yönlendirilen bir medyum olduğudur. Bu nedenle bir çok araştırmacı Agarta ile ilgili konulara Naziler ve Hitler ile başlanmasını önerir.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 266.
    0
    Dabbe'tül Arz yeraltında değil mi?

    Bazı kaynaklarda, Agarta(lıların) dünyayla iç içe yaşadığı, ancak 4. boyutta olduğu için görünmediği söyleniyor. Göründükleri zaman dilimi ise 'kıyametle' ilişkilendiriliyor.

    'Bizlerin şu an göremediği, ancak iç içe yaşadığımız, bu Medeniyet Mensupları (Agartha) dünya insanlarının dördüncü boyuta geçişi sürecinde onları karşılayacak, kendilerini tanıtacak ve insanlara bilgi aktaracaklardır. Kuran'ın Neml Suresi'nde bahsedilen Dabbetül Arz, yani 'yerden çıkacak' ve hakikatleri anlatacak olan canlı varlıklar, bu medeniyetlerin mensupları olan varlıklardır'

    Agarta, popüler kültüre de defalarca konu olmuş bir figür; Umberto Eco, 'Foucault'nun Sarkacı' kitabında Agarta'dan bahseder. Abel Posse'nin meşhur romanının ismi: 'El viajero de Agartha'dır. 'Agarta: Hollow Earth' adıyla bir bilgisayar oyunu da var. Bir başka meşhur oyun 'Final Fantasy IV'te de Agarta şehrinden cücelerin yaşadığı bir yeraltı ülkesiyle bağlantı kuruluyor. Miles Davis'in bir albümünün adı da Agarta.
    ···
  17. 267.
    0
    Alt başlık olarak kızıldereli yazmışsın altına Kızılderili yazmışsın
    ···
  18. 268.
    0
    Yeraltı Dünyası: Agarta

    "Agarta", kelime olarak Budist kökenlidir. Bütün imanlı Budistler, yeraltında bir dünya veya kudretli bir imparatorluk olduğuna inanırlar. Bu inanca göre, yer altı dünyasında milyonlarca kişi yaşamaktadır. Başkenti Şamballa olan bu imparatorluğun yöneticisi, Doğu'da “Dünyanın Kralı” olarak bilinir.

    “Dünya Kralı”nın yeryüzündeki temsilcisi, Tibetli Dalay Lama'dır. Doğuda Tibet ve batıda Brezilya dünyanın iki ayrı ucunda tünel şebekelerine sahip iki ülkedir. Mısır'daki Gize Piramit'inin altında bulunan gizli odaların da yer altı dünyası ile ilişkisi olduğu iddia edilir. Firavunlar bu tüneller vasıtası ile yeraltında tanrılar veya süper, insanlarla temas kurabiliyorlardı.

    Mısır tanrıları ve krallarının dev heykelleri ile doğudaki Buda heykellerinin, insan ırkına yardım etmek üzere yerüstüne çıkan yer altı Süpermenleri ırkını temsil ettiği ileri sürülür. Bu cinsiyetsiz Agarta temsilcileri, yeraltındaki ütopik bir cenneti temsil etmekteydiler.

    iddialara göre, Hz. Nuh, gerçekte bir Atlantisli idi ve Atlantis, sulara gömülmeden önce kurtarılmaya değer bir grup insanı bu felaketten kurtarmıştı. inanca göre, Atlantislilerin çıkardığı NÜKLEER SAVAŞ sonucu meydana gelen tufan felaketinden kurtulan bu grup, önce Brezilya'nın yüksek platolarına gelmişler daha sonra da radyasyondan korunmak için, yüzeyle bağlantılı tünelleri olan yer altı şehirlerine yerleşmişlerdi.

    Agarta yer altı medeniyeti, Atlantis medeniyetinin bir devamı niteliğindeydi. Geçmişteki korkunç nükleer savaştan ders aldıkları için, devamlı barış içinde yaşamaktaydılar. Bu insanlar bilimde yeryüzü insanlarının binlerce yıl ilerisindeydi. Agarta medeniyeti binlerce yıllıktı. (Atlantis 11.500 yıl önce sulara gömülmüştü)

    Yeraltındaki bilim adamları, bizim bilim adamlarımızın bilmediği enerji türlerini bilmekteydiler. Bu enerjiler hem uçan, hem de karada giden taşıtlarda kullanılmaktaydı.

    Ossendowski, Agarta imparatorluğu'nun birbirine tünellerle bağlı yer altı şehirleri ağına sahip olduğunu ve bu tünellerde (Karada veya denizde) harekete edebilen olağanüstü süratli araçlardan söz eder.

    Agarta'daki halk, “Dünya kralı”nın başkanlığında bir hükümet tarafından yönetilmekteydi. Bu insanlar, Lemurya, Atlantis ve tanrılar ırkı Hyperborluların temsilcilerinden oluşmaktaydı.

    Tarihin birçok döneminde Agartalı Süpermenler ve tanrılar yeryüzüne çıkarak, insan ırkına rehberlik etmişler ve onları savaşlardan, felaketlerden ve yok oluşlardan kurtarmışlardı.

    Hiroşima'ya ayılan ilk Atom bombasından sonra, ortaya çıkan uçandaireler işte böyle bir nedenle gelmişlerdi. Ancak tanrılar kendileri yerine temsilcilerini göndermişlerdi.

    Hint destanlarından “Ramayana”da Rama'nın Agarta'dan uçan bir araçla –muhtemelen bir uçan daire ile- geldiği anlatılır. Aynı şekilde inka hanedanlığının kurucusu Manco Copac da uçan bir araçla gelmişti.

    Amerika'daki Agartalı öğretmenlerin en büyüklerinden biri, Maya'ların, Aztek'lerin ve genel olarak Kuzey ve Güney Amerika'daki yerlilerin en büyük efsanevi önderi Quetzalcoatl'dır. Başka bir ırktan (Atlantis'ten) gelen bu beyaz adam, Mexico, Yukatan ve Guatemela'daki yerliler tarafından “büyük kurtarıcı” diye anılmaktadır. Aztekler, ona “Sabah yıldızı” ve “Bereket tanrısı” derlerdi. Quetzalcoatl, “Tüylü Yılan”, yani yılan şeklinde sembolize edilmiş “öğretici bilge” anldıbına geliyordu. Bu isim ona uçan bir araçla geldiği için verilmişti. Muhtemelen o, yer altı dünyasından geliyordu. Quetzalcoatl, geldiği gibi esrarengiz bir şekilde kayboldu. inanışa göre, geldiği yer altı dünyasına dönmüştü.

    Mısır inançlarındaki Osiris, başka bir yer altı tanrısıdır. Donely, “Atlantis the Antediluvian World” (Atlantis, Tufan Sonrası Dünya) adlı kitabında Yunan mitolojisinde geçen tanrıların Atlantisli yöneticiler olduğunu ileri sürer.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 269.
    0
    Rezrrve
    ···
  20. 270.
    0
    Yeraltı Devleti

    Birgün, Çağan Luk yakınlarındaki ovadan geçerken, Moğol kılavuzu mırıldandı: «Durunuz!» Devesinin üstünden kendini bırakıp yavaşça aşağı kaydı, deve de kendiliğinden yere çöktü Moğol, dua vaziyetinde ellerini yüzüne koyduktan sonra kutlu cümleyi tekrarlamaya başladı: «Om mani padme hung!» Akşamın hülyacı güneşinin son ışınları ile aydınlanan bulutsuz göğe kadar ufukta uzanıp giden taze yeşilliğe bakarak kendi kendime: "Ne oldu?" dedim. Moğollar, bir müddet dua ettiler, aralarında fısıldaştılar ve develerin kolanlarını sıktıktan sonra tekrar yola düzüldüler. Kılavuz sordu:
    "Gördüğünüz mü, korkudan develer kulaklarını nasıl oynatıyorlar, ovadaki at sürüsü nasıl hareketsiz ve tetikte duruyor, koyunlar ve sığırlar nasıl toprağa yatıyorlardı? Dikkat ettiniz mi ki kuşlar uçmaz, tarla fareleri koşmaz ve köpekler havlamaz oluyorlardı? Hava hafif hafif titriyor ve insanların, hayvanların, kuşların yüreğine işleyen bir şarkının nağmelerini uzaklardan getiriyordu. Yeryüzü ile gökyüzü nefes almıyorlardı. Rüzgâr esmiyor, güneş ilerleyişini durduruyordu. Böyle bir anda, gizlice koyunlara yaklaşan kurt sinsi yürüyüşünden vazgeçer; ürkek antilop sürüsü çılgınca koşusunu ağırlaştırır; koyunun boğazını uçurmağa hazır bıçak çobanın elinden düşer; yırtıcı insan kuşkusuz salga kekliği ardında sürünerek ilerlemez olur. Bütün canlı yaratıklar kendilerini karkuya kaptırır, dua için ister istemez diz çöküp başlarına geleceği beklerler. Demin olan bu idi. Demin olan da Cihan Hâkimi, yeraltı sarayında, dünya milletlerinin alın yazısını öğrenmek için dua ettiği her sefer vukua gelen hâdisedir."

    Kültürsüz, basit bir çoban olan ihtiyar Moğol işte bunları söyledi.

    Moğolistan çıplak ve korkunç dağları, üzerlerinde ata kemikleri serpilmiş uçsuz bucaksız ovalar ile sırrı doğurmuştur. Tabiatın kasırgalı ihtiraslarından ürken veya ölüm sessizliği içinde uyuyup kalan buralar halkı bu sırrın derinliğini sezmekte, sarı ve kırmızı Lamalar onu muhafaza edip şiirleştirmekte, Lhassa ile Urga'daki ruhanî reisler ise ilmi ile mülkiyetini gizlemektedirler.

    Orta Asya'ya seyahatimde, ilk defa olarak, başka bir isim vermem kabil olmayan -sırların sırrını- öğrendim. ilk önce ona fazla itibar etmiyordum, lâkin mevziî ve ekseriya münakaşası kabil bazı delilleri tahlil ve mukayese ettikten sonra ehemmiyetinin farkına vardım.

    Amil ırmağı kıyılarında yaşayan ihtiyarlar bana bir efsane naklettiler. "Bir Moğol kabilesi Cengiz Han' ın isteklerinden kurtulmaya çalışırken bir yeraltı ülkesinde gizlendi (Daha sonraları Nogan Kul gölü civarları soyotlarından biri bana Agarti devletine kapı hizmeti gören ve içinden duman bulutları yükselen bir delik gösterdi.). Vaktiyle bir avcı bu kapıdan devlet sınırları içine girdi, dönüşünde de görmüş olduklarını anlatmaya başladı. Sırların sırrından bahsetmesine engel olmak için Lamalar onun dilini kestiler. Avcı, ihtiyarlığında mağraya döndü ve hatırası onu göçebe kalbine haz ve neşe vermiş olan yeraltı devleti içinde kayboldu."

    Narabanşi Kür hututkusu Celip-Camsrap'ın ağzından daha fazla malûmat aldım. O bana yeraltı devletinden çıkıp dünyaya gelen kudretli cihan hâkiminin zuhurunu, mucizelerini ve kehanetlerini anlattı. Ancak o zaman anlamaya başladım ki bu efsanede, bu hipnozda, bu müşterek hülyada, her ne suretle tefsir edilirse edilsin, yalnız bir sır değil, Asya'nın siyasî hayatının gidişine tesir edebilecek hakikî ve hâkim bir kuvvet gizli idi. O andan itibaren araştırmalarıma devem ettim. Prens Şultum Beyli' nin gözdesi Lama Gelong ile prensin kendisi yeraltı devletini bana tarif ettiler. Lama Gelong dedi ki:

    "Dünyada her şey, milletler, kanunlar ve âdetler, devamlı bir istihale ve tahavvül halindedir. Ne kadar büyük imparatorluk ve ne kadar parlak kültür yok olmuştur. Yalnız değişmeyip kalan bir şey varsa o da fenalık, habis ruhların bu vasıtasıdır. Altı bin yıldan fazla bir zaman evvel, ihtirama şayan bir zat, bütün bir kabile ile birlikte toprağın içinde kayboldu ve yeryüzüne bir daha çıkamadı. Bununla beraber, o zamandan sonra birçok kimse, Çekya Muni, Under, Gegen, Paspa, Babür ve başkaları yeraltı devletlerini ziyaret etti. Bu yerin nerede bulunduğunu bilen de yok. Kimi Afganistan, kimi Hindistan der. Bu bölgelerin bütün insanları kötülüğe karşı korunmuşlardır. Ve sınırları içinde cinayet yoktur. Bilgi sessizce gelişmiş, hiç bir şey orada yıkılma tehlikesine düşmemiştir. Yeraltı ahalisi bilimin en yüksek katına ermiştir. Şimdi o milyonlarca tebbaası olan büyük bir devlettir ki üzerinde cihan hâkimi saltanat sürer. Cihan hâkimi ise tabiatın bütün kuvvetlerini bilir, bütün insan kalplerini ve kaderin büyük kitabını okur. Göze görünmediği halde emrini icraya hazır yüz milyon kişiye hükmeder."

    Prens Şultun Beyli ilâve etti:

    "Bu devlet, Agarti'dir. bütün dünya yeraltı geçitleri boyunca uzanıp gider. Bilgin bir Çin Lamasının Amerika'da ne kadar yeraltı mağarası varsa hepsinin toprak içinde gözden nihan olmuş eski bir milletçe iskân olduğundan Bogdo Han'a bahsettiğini işittim. Bu milletlerle bu yeraltı mesafelerini cihan hâkiminin hâkimiyetini tanıtan şefler idare ederler. Bunda olağanüstü bir şey yoktur. Bilirsiniz ki batı ve doğudaki en büyük Okyanuslarda vaktinde iki kıta bulunurdu. Bunlar sular altında kayboldularsa da sakinleri yeraltı devletine geçmişlerdir. Derin mağaralar, nebatların büyütülmesini sağlayıp halka hastalıksız uzun bir hayat veren ışıkla aydınlanmaktadır. Burada sayısız millet ve kavim yaşar. Nepalli ihtiyar bir brahman Cengizin eski krallığı Siyam'a Tanrıların iradesiyle seyahat ederken bir balıkçıya rastladı. Bu balıkçı kayığına binip kendisi ile birlikte denize açılmasını ona emretti. Üçüncü günü bunlar, iki lisanı ayrı ayrı görüşmeye muktedir iki dilli bir insan cinsinin oturduğu bir adaya vardılar. Buradaki adamlar onlara acayip hayvanlar, on altı ayağı ve tek gözü olan kaplumbağalar, eti çok lezzetli kocaman yılanlar, sahipleri için denizde balık tutan dişli kuşlar gösterdiler. Yeraltı devletinden geldiklerini söyleyip bu devletin bazı taraflarını tasvir ettiler."

    Benimle Pekin-Urga seyahatini yapmış olan Lama Turgut daha başka izahlarda bulundu:

    Agarti'nin payitahtı etrafında büyük rahiplerle âlimlerin oturduğu şehirler vardır. Payitaht, mabetler ve manastırlarla örtülü dağın tepesinde Dalai-Lama'nın sarayı Potala'nın bulunduğu Lhassa'yı hatırlatır. Cihan hâkiminin taht etrafında iki milyon tecessüs etmiş tanrı durur. Bunlar aziz panditalardır. Sarayın kendisi de yeryüzünün, cehennemin ve gökyüzünün görünür ve görünmez kuvvetlerine sahip olup insanların ölüm ve dirimleri bakımından her şey iktidarlarında bulunan Goro'ların saraylar ile ihata edilmiştir. Şayet bizim çılgın beşeriyet onlara karşı savaşa kalaşacak olursa bunlar yıldızımızın yüzünü hallâç pamuğu gibi atıp onu çöle çevirebilirler. Onlar denizleri kurutabilir, kıtaları Okyanus haline getirebilir ve çölün kumları arasına dağları serpiştirebilirler. Onlar emir verince ağaçlar, otlar ve çalılar sürmeğe başlar, yaşlı ve zayıf kimseler gençleşip kuvvetlenir ve ölüler dirilirler. Onlar bilmediğimiz acayip arabalara binip yıldızımızın dar geçitlerinden hızla geçerler. Hindistanın bazı brahmanları ile Tibetin bazı Dalai-Lamaları, hiç bir insan ayağının henüz basmamış olduğu yüce dağlara tırmanmaya muvaffak oldukları zaman buralarda kayalara oyulmuş yazılar, ayak ve araba tekerleklerince bırakılmış izler buldular. Aziz Çekya- Muni bir dağ başında öyle taş tabletler buldu ki ancak olgun yaşa gelince manalarını anlayabildi. Ve sonra, Agarti krallığına girerek oradan hafızasında saklamış olduğu kutlu bilim kırpıntılarını getirdi. işte orada, harikalı bilimler köşklerde, müminlerin göze görünmez şefleri otururlar: Cihan hâkimi Brahitma, ki benim sizinle görüştüğüm gibi Tanrı ile görüşür, Mahitma, ki geleceğe ait hâdiseleri bilir; Mahinga, ki bu hâdiselerin seveplerini sevk ve idare eder.

    Kutsî panditalar dünyayı ve onun kuvvetlerini tetkik ederler. Bazen, aralarında en bilginleri toplanıp insan bakışının hiç nüfuz etmemiş olduğu yerlere murahhaslar gönderirler. Bunu, yüz elli yıl önce yaşamış olan Taşi-Lama tasvir etmiştir. En yüksek panditalar, bir ellerini daha genç rahiplerin gözlerine ve ötekilerini enselerine temas ettirip bunları derin uykuya daldırır, vücutlarını bir nebat suyu ile yıkar, kendilerini acıya karşı duygusuzlaştırır, bedenlerini sihirli bezlere sarar ve sonra, kudretli tanrıya dua etmeye başlarlar. Taş kesilip yatan, gözleri açık ve kulakları hisli delikanlılar her şeyi görür, işitir ve hatırlarlar. Sonra, onların yanına gelip gözlerini uzun uzun üstlerine diker, vücutları yavaşça yerden yükselir, ve daha sonra, kaybolurlar.
    Tümünü Göster
    ···