-
1.
+235 -16ingiliz Taburu Nereye Gitti?
12 Ağustos 1915'te Çanakkale Savaşı'nda ingilizlerin 54. tümenine ait 4. Norfolk taburu'nun Küçük Anafartalar ovasında bir tepeye tırmandığını, tepenin üzerindeki ekmek somunu şeklindeki beyaz bulutun içine girdiklerini, son asker de bulutun içinde kaybolduktan sonra bulutun yavaşça havalandığını ve rüzgârın aksi yönünde hareket ettiğini, 250 asker, 16 subay ve 1 albayın hiçbir iz bırakmadan kaybolup gittiğini ve bir daha haber alınamadığını, biliyor muydunuz?
( Savaş süresince ve sonrasında; ingilizler, taburlarının kaybolduğunu tüm dünyaya duyurmuş; fakat buna rağmen tabur hakkında hiçbir iz bulunamamıştır.)
Kanuni, Viyana
Kanuni, Viyana'yı Neden Alamadı?
Kanuni Sultan Süleyman'ın 1529 yılının Mayıs Ayı'nda 75 bin kişilik büyük bir ordu ile Viyana'ya sefere çıktığını, O yılın son 10 yılın en yağışlı yazını yaşadığını, Kanuni'nin çamura saplanan toplarını geride bıraktığını, Viyana önlerine de bu koşullar nedeniyle beş ayda ancak vardığını, ordusunun yıprandığını, Bu arada Viyanalılara takviye geldiğini ve hazırlıklarını tamamladıklarını, asker sayılarını iki katına çıkardıklarını, Bu aksilikler olmasa Kanuni'nin büyük olasılıkla Viyana'yı almış olacağını ve tarihin değişeceğini, Biliyor muydunuz?
Kızıldereliler
Kızılderililer, New York'u Kaça Sattı?
Bugün dünyanın en pahalı arazisi sayılan New York'un ünlü Manhattan Adası'nı 1624 yılında Peter Munite adlı bir tüccâr tarafından Kızılderililerden 24 dolar değerindeki incik boncuk karşılığında satın alındığını, toplam 58 km2 olan Manhattan'a ilk olarak Hollandalı göçmenlerin yerleştiğini ve bölgeye New Amsterdam adı verildiğini, bölgeye 1664 yılında yerleşen ingilizlerinse New York adını verdiğini, Kızılderililerin 24 dolarlarını 377 yıldır Amerikan hazine bonolarına yıllık %5 faiz ile yatırsalar, bugün 2 milyar 336 milyon 536 bin 394 dolarları olacağını, biliyor muydunuz?
Leonardo Da Vinci
Olmaz Olmaz Deme; Olmaz, Olmaz!
Leonardo Da Vinci'nin 16. yy. başında modern helikoptere şaşırtıcı derecede benzeyen uçan makineler çizdiğini, Engizisyon korkusu ile bunları gizlediğini, bu tasarılar 1797 yılında yayınlandığında herkesin havadan ağır makinelerin asla yerden ayrılamayacağı konusunda fikir birliği ettiğini, 20. yüzyıl başlarında ünlü astronom Simon Newcomb'un uçan araçların uzun mesafelere gidebilmesini sağlayacak bir itici gücün bulunamayacağını savunduğunu, 1924 yılında Profesör. Hermann Oberth'in "Uzaya Roketler" adlı kitabını eleştiren ünlü Nature Dergisi'nin uzay roketi tasarılarının ancak insan soyunun tükenmesinden biraz önce gerçekleşebileceğini öne sürdüğünü, ilk roketlerin dünyadan ayrıldığı 1940'larda bile doktorların insan metabolizmasının yerçekimsiz ortama, uymayacağını ve insanlı uzay uçuşlarının imkansız olduğunu savunduklarını, biliyor muydunuz?
Pyramids, pyramid, egyp, egypt, piramit, piramitler, mısır piramitleri
Piramitlerin Sırları
Kahire'de bulunan Keops piramitinin 12 ton ağırlığında iki buçuk milyon taş bloktan oluştuğunu, Günde on blok yerleştirilmesi hâlinde yapımının 664 yıl süreceğini, piramitin üstünden geçen meridyenin karaları ve denizleri tam eşit iki parçaya böldüğünü ve piramitin dünyanın ağırlık merkezinin tam ortasında bulunduğunu, yüksekliğinin 164 metre) bir milyarla çarpımının Güneş'le Dünya'mız arasındaki uzaklığı verdiğini, Taban alanının, yüksekliğinin iki katına bölünmesinin pi sayısını verdiğini, piramitlerin içerisinde ultrasound, radar, sonar gibi cihazların çalışmadığını, kirletilmiş suyun birkaç gün piramitin içinde bırakıldığında arıtılmış olarak bulunduğunu, piramitin içerisinde sütün bir kaç gün süreyle taze kaldığını ve sonunda bozulmadan yoğurt haline geldiğini, bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdüklerini, çöp bidonu içindeki yemek artıklarının hiç koku yaymadan mumyalaştıklarını, kegib, yanık, sıyrık ve yaraların piramitin içinde daha çabuk iyileştiğini, piramitin içinin yazın soğuk, kışınsa sıcak olduğunu; piramit, kimin adına yapıldıysa onun bulunduğu odaya yılda 2 kez güneş girdiğini ve bu günlerin doğduğu ve tahta çıktığı günler olduğunu, biliyor muydunuz?
Piri Reis, Haritalarını Uydudan mı Çizdi?!
18. yy. başlarında Topkapı Sarayı'nda Kaptan Piri Reis'e ait bir çok eski haritanın bulunduğunu, 1957 yılında Amerikalı haritacılar tarafından incelenen haritalarda henüz 1952 yılında ses yansıtıcı araçlarla keşfedilen Antarktika Dağları'nın bütün ayrıntılarıyla çizildiğini, daha sonra uydu fotoğrafları ile karşılaştırılan haritalarla uydu fotoğrafları arasında müthiş benzerlikler çıktığını, bilim adamlarının bu haritaların ancak çok yükseklerden çekilmiş fotoğraflar aracılığı ile çizilebileceğini söylediklerini, biliyor muydunuz?
Sigara Sağlığa iyi (mi) Gelir?!...
Avrupalıların tütün içmeyi, onun tedavi edici özellikleri olduğuna inanan Amerikan Kızılderililerinden öğrendiklerini, 16. yüzyılda tütünün Avrupa'ya tıbbi faydaları olan bir madde olarak tanıtıldığını, tütünün zararlı etkilerinin ancak 1950'lerde kanıtlanıp kamuoyuna açıklandığını, dünyada sigaradan kaynaklanan toplam ölümlerin 1995 yılında 2.5 milyon kişi olduğunu, bu rakamın 2050 yılında 12 milyona ulaşmasının beklendiğini, 1990 yılında Amerika'da 20 bin kişi uyuşturucudan ölürken 400 bin kişinin sigaradan öldüğünü, her sigaranın bir tiryakinin hayatının 5.5 dakikasına
mal olduğunu, ingiltere'de bütün sigara tiryakilerinin yarısının sigara kullanımından dolayı öleceklerini, biliyor muydunuz?
Yaşlı Albayın inadı
Amerika'da yaşlı bir emekli olan Albay Sanders'in otoyol kenarında küçük bir lokanta işlettiğini, otoyol, başka bir yere taşınacağı için lokantasını kapattığını, kendi bulduğu bir kızarmış tavuk tarifinden başka bir sermayesi kalmadığını, bu tarifi ülkedeki lokanta sahiplerine satarak piliç başına prim almaya karar verdiğini, tüm ülkeyi arabası ile dolaştığını ve tam 1009 lokantadan red cevabı aldığını; fakat sonunda birinin kabul ettiğini ve bunun sonucunda "Kentucy Fried Chicken" zincirinin doğduğunu, Albay Sanders'in şimdi ülkenin sayılı zenginlerinden olduğunu, biliyor muydunuz?
devamı gelicektir.
edit: en az 7 en fazla 10 kaynaktan araştırıp paylaşıyorum.
-
2.
+6aydınlandım krdş eyvallah
-
-
1.
+1kanuni viyana kuşatmasına mevsime dikkat etmeden çıktığı için başarısız oldu.
-
1.
-
3.
-13Tarih süper xde 2005'li abinizin tarihi çok iyidir heeee ona göre
-
-
1.
0Okumayın Beyler. Kör oldum
-
1.
-
4.
-1Okuyamadım
-
5.
+36 -2Dünyada ilk insanların huzur ve mutluluk dolu bir şekilde yaşadıkları ve Türklerin ataları oldukları, dünyadaki medeniyetlerin buradan geldiği, Tevrat'ta "Gen Adn" ve Kurân-ı Kerîm'de "Cennet-i Adn" (Adn Cenneti)olarak geçen, 18.000.000 kilometre² toprakları olan, 11500 yıl önce 64.000.000 nüfusu ile yirmi dört saatte battığına inanılan Atlantisvârî bir uygarlık: MU kıtası.Tümünü Göster
ilk yüksek medeniyet, ilk dil, ilk tek tanrılı din ve günümüz ilim ve fen uygulamaları, 70000 bin yıl önce Mu kıtasından MAYA ismiyle çıktığı rivayet edilmektedir. Öyle ki Asya'da Uygur, Hindistan'da Naga-maya, Fırat deltasında Akkad, Mezopotomya'da Sümer, Kızıldeniz'in batısında Etiyopya'da Tamil adını almış kavimlerin Mu kıtasının çocukları olduğu söylenir.
Mu adını kullanan ilk araştırmacı, Albay James Churcward'dır. Albay, 1868 yılında Hindistan'da ortaya çıkan kıtlık döneminde gönüllü olarak ingiliz devleti tarafından Himalaya bölgesinde yardım faaliyetlerinde bulunmak için gönderilmiştir. Bölgedeki Ayhodya manastırının başrahibi Riçi, özellikle eski medeniyetler üzerinde bilgili bir kişiydi. Albay, Riçi'nin güvenini kazanarak kendisini akşam yemeğine davet ettirmeyi başarır. Bu esnada odada bulunan bir sürü evrak ve tabletler, albayın ilgisini çeker. Bunların ne olduğunu sorduğunda; Riçi, ona bunların Pasifik denizinde yüzyıllarca önce yaşamış MU adında bir kıtanın tarihini yazdığını söyler. Merakı iyice artan albay, konuyla ilgili Riçi'nin izahatlarını dinledikten sonra manastırda 12 yıl kalarak MU dilini Riçi'den öğrenir ve manastırda bulunan binlerce belge ve tableti okumaya başlar.
Bu manastırdaki belgeler bitince; albay, Riçi'nin de isteğiyle Tibet bölgesindeki tüm manastırlarda MU ile ilgili belgeleri aramaya başlar. Ural, Orta Asya, Tibet, Lena Nehri ve çevresini gezdikten sonra Mayalar'a ait yaklaşık 2400 adet tableti Mekgiba'da inceler. Mısır'da araştırmalarda bulunur. Sonunda 50 yıllık bir araştırmadan sonra 4 ciltlik bir eser hazırlar. Bunlar;
1- MU'nun Çocukları
2- Kaybolmuş Mu Kıtası
3- Mu'nun Mukaddes Eserleri
4- Mu'nun Kozmik Kuvvetleri
Bu eserleri 1931-1933 yıllarında yazmıştır. Albayın üzerinde çalıştığı tabletleri "Makal" adında bir Mu rahibinin getirdiği söylenir.
Albay, Pasifik'te Mu'nun olduğu bölgede bulunan Tonga, Fici, Markiz, Marşal, East Izland gibi adaları da gezmiştir. Albay, eserinde Türklerin soyca büyük kardeşleri olan Uygurlarla Sümer ve Akadların ilk yurtlarının bilindiği üzere Orta Asya olmayıp, bunların Mu kıtasından gelerek önce Doğu Asya kıyılarına, oradan Orta Asya, Tonkin ve Birmanya yoluyla Hindistan'a ve oradan da Basra Körfezi'yle Akad, Mezopotomya ve Hindistan çevrelerine yayıldıklarını söyler. Hatta bir kısmının Mısır'a ve Uygurlar tarafından bir kısmının da Yunan medeniyetine gidip Mu'nun yüksek medeniyetini tüm Avrupa'ya yaydığını söyler. Aslında insanlığı ilk olarak Mu medeniyeti aydınlatmış ve "güneş dini"yle ahlâkî ve vicdânî olarak yükseltmiştir.
Özellikle Pasifik Adaları, jeolojik incelemelere göre tarih öncesi devirlere ait birçok yazılı taş eseri barındırmaktadır. Bu da bize Mu kıtasının varlığı hakkında ipucu vermektedir. Ayrıca bulunan eser ve resimlerde görülmektedir ki; Mu inanışında insan, rûhunu Tanrı'dan almıştır. Bu da günümüz birçok inanışının temelinde bulunmaktadır. Ayrıca Mu armasında 8 köşeli bir yıldız içerisinde haç şekli görülmektedir. Bu da kainatta var olan 4 kuvvetin sembolüdür. MU kıtasında güneş, "KiN" olarak adlandırılıyordu. Bu da bize günümüz Türkçesindeki "gün" kelimesini çağrıştırmaktadır. Mu kıtasının sembolü olan güneşi; Japon, iran, Arjantin, Uruguay gibi birçok devlet de kullanmaktadır.
Albay, ayrıca Japonların kendi kültürlerinde de aslında buraya başka bir medeniyetten geldiklerini belirttiklerini, bunun da Pasifik'teki Mu kıtası olduğunu belirtir. israil bayrağındaki yıldız ve Amerikan dolarındaki üçgen içindeki göz-güneş şeklinin de Mu'dan geldiği iddia edilen tabletlerde bulunmaktadır. Özellikle haç şekilleri, isa'dan binlerce yıl önce, özellikle Mekgiba'da Oahaka kabilelerin de ve Maya kültünde mezarlarda kullanılan bir simgedir. Mu tabletlerinde de "gamalı haç" gibi birçok örnekler mevcuttur.
Pasifik Denizi'ndeki Arorai Adası'ndaki yerlilerin amblemi de Mu amblemidir. Bu şekil, aynı zamanda Markiz Adalar'ında da kullanılmaktadır. Özellikle Uygurların kullandığı semboller ve dini inanışlar (tek tanrılı din), bulunan Mu tabletlerindeki yazılara resimlere çok benzemektedir. Ayrıca kullanılan dilde birçok benzerlikler bulunmaktadır. Bu nedenle Mustafa Kemal ATATÜRK, Mu kıtasının araştırılmasını istemiş ve bu araştırmalardan esinlenerek "Güneş-Dil Teorisi"ni ortaya koymuştur.
Her ne kadar yapılan araştırmalar, ortaya çıkarılan obje ve yazıtlar böyle bir adanın varlığına işaret etse de, kesin olarak ortaya bir delil koyamadığından bunun gerçek olup olmadığı konusu, muallakta kalmıştır. Genel kabul, tıpkı Atlantis'te olduğu gibi böyle bir kıtanın aslında var olmadığıdır.
devamı gelicektir. -
-
1.
+1Kardeş anlatım bozukluğunu düzelt 70000 bin yıl yazmışsın ya 70 bin yıldır ya da 70000 yıldır 70000 bin yıl ne amk
-
2.
0Yararlı bilgi (ç)aldım
-
3.
0Bir yerde okumuştum M. Kemal Atatürk ile ilgili olan olay yalan olduğu hakkında bir daha araştır.
diğerleri 1 -
1.
-
6.
0Alıntı yaz bin yoksa cügülerim
-
-
1.
+2kardeş alıntı da 10 farklı kaynaklardan araştırıp paylaşıyorum. bu sözlükte paylaşılması imkansız bir şeyler yani bu sözlükte yazılan bir şey değildir,
-
2.
+1Tamam panpa
-
1.
-
7.
+5Faydali bilgi okunur.
-
8.
+18Soru: Dünyadaki ilmi ve teknolojik gelişmelerin uzaylılar tarafından sağlandığına, eski Mısır ve Mezopotamya matematiğinin bizim matematiğimizden ileride olduğuna inanan kimseler var. Tarihte yaşamış bu iki toplumu eldeki verilerle incelemiş bir ilim adamı olarak sizin düşünceniz nedir?Tümünü Göster
Sayılı: Mısır ve özellikle Mezopotamya'da matematik ve cebir, o devre göre gerçekten çok ileri. Mezopotamyalıların 60 tabanlı bir sayısal sistemleri var. Birçok problemi çözmüşler ve bu sistematiği kullanarak bir şeyler yapmışlar. Ancak bugün bizim kullandığımız 10'lu sistem, sadece alışkanlığın ürünü değil. Büyük kolaylığı var. Logaritma ve kesir sistemimiz, ondalık sayı esasına göre. Basit bir benzetme ile şimdi ölçümle ilgili hesaplarınızı arşın birimine göre yaptığınızı düşünün. O mu kolay, santim sistemi mi?
Soru: Peki ya uzay meselesi?
Sayılı: Saçmalık bunlar... ilmî gelişme, insan için olağandışı bir şey değil ki! Akıllı yaratıklarız. Beynimiz çalışıyor. insan var olduğundan beri günümüze kadar gelen bir birikim var. Bugünkü ilmî seviyeyi insan aklına değil de hayâle bağlamak, ne derecede akıllılık olu bilmem..
Soru: Birtakım insanlar, uzayla ilgili iddialarını doğrulayacak deliller için çalışıyorlar. UFO araştırmaları Amerika'da da Rusya'da da resmî kuruluşlar tarafından yapılıyor. Bunların gerçekliğine hiç şans vermiyor musunuz?
Sayılı: Elimde yetki olsa, TV'deki uzay filmlerini kaldırırdım. Dizileri kastediyorum tabii. Hepsi baştan sona saçmalıklarla dolu. Vücut yapıları, gözleri, kaşları, kulakları falan bizden farklı; ama bizim dilimizi konuşuyorlar, bizim değer yargılarımıza sahipler vs. Bunlar, saçmalık. Aslında ilim, insanoğlunun hayâl gücünün dahi sınırlarını aştı pek çok alanda. Uzay konusu da bunların başında geliyor. Ama ilmî veriler, hayâl dünyasında arananla çok farklı. Işık hızı mesela.
Madde, ışık hızına ulaştığında madde olma özelliğini kaybeder. Işık, madde değil parçalanmış enerjidir. Dolayısıyla bir aracın, daha doğrusu bir maddenin ışık hızına ulaşması, hatta bunun üstünde hareket etmesi, ancak hayâl dünyasında mümkün. Bir sınır tanımak, doğru düşüncedir. Hız konusunda da maddenin özellikleri bozulmadan ulaşılabilecek teorik sınırın tespiti mümkün. Ama teorik olarak sınır tanımamak da mümkün. Tabii sadece o planda kalacağını bilerek.
Soru: Yani gezegenler arası seyahat falan düşünülüyor. Hatta farklı güneş sistemlerine ulaşmak isteği var.
Sayılı: insanoğlu, şüphesiz uzay konusunda da bir yerlere ulaşacak. Üstelik öğrenme arzusunun sınırı yok. Olsa, zaten ilme gerek yok. Ama şimdi düşünüyorum: Ay'da koloni kurma üzerine fikirler var. Ciddi ciddi çalışmalar yapılıyor. Bunu gerçekten başarır mı insanoğlu bilemem. Fakat sanırım gerçekçi yaklaşım, orada bir hakimiyet kurmak. Yoksa buradan insanlar gidecek, oraya yerleşecek ve hayatlarını orda sürdürecekler. Böyle bir şeyi gerçekçi bulmuyorum.
Orada atmosfer şartları bulunmadığına göre dünyadan yanlarına ne kadar hava alıp zütürecekler, ne kadar su alıp zütürecekler... ? Bunlar, temel ihtiyaçlar...
Soru: Ay'da bir yerleşimi imkân dışı gördüğünüze göre diğer gezegenler bakımından hiç şans tanımıyorsunuz anlaşılan...
Sayılı: Mars'ta hayat olması şansı yüksek. Yani biyolojik anlamda tabii. Artık bitki örtüsü şeklinde mi olur, yoksa mikro biyolojik seviyede mi olur bilinmez. Ama orası için bir şans var. Benim inanmadığım, insanların teorik hızla, yani ışık hızıyla bir yerden bir yere gitmesi ihtimalidir. Ben, o hıza ulaşıldığında, insan insandan başka bir şey olur diyorum. Bırakın hayatiyetini korumasını, maddî varlığını bile koruyamaz diyorum.
Soru: Erich von Daniken gibi yazarların uzaylıların ziyaretleriyle ilgili kuramlarına delil olarak gösterdikleri bazı işaretler var. Güney Amerika'da yüzlerce mil yükseklikten görünebilen insan figürleri, yollar vs. Onları nasıl yorumlamak mümkün?
Sayılı: Zihin, bir kere uzaylılara takıldı mı, hep orada kalıyor. Bunları insan aklının dışında kaynaklara bağlamak, bir bakıma işin kolay tarafı. Halbuki yer küremize çok yüksekten bakıldığında başkaca şekiller de görülebilir. Elde olmadan hayâl gücünü harekete geçiren şekillerdir bunlar.
Şimdi jeologlar da o kadar yükseğe çıkmaya gerek görmeden baktıkları bir coğrafi kesitin mahiyeti konusunda bir şeyler söyleyebiliyorlar. Dışa yansımış şekillere bakarak yapıyorlar bunu. Şimdi denilebilir mi ki uzaylılar geldi, madenlerin bulundukları yerleri işaretledi... Sonra sormak lâzım neden bu uzaylılar hep Amerika'ya geliyor diye... Bu işle uğraşanlar, herhalde para da kazanıyorlar. Bunu da düşünmek lâzım...
Soru: Gerçi başka ülkelerden de örnekler var ama, çoğunlukla Amerika'dan gelen haberlerde, birçok insan uzay gemileri tarafından bir süre de olsa kaçırıldığını iddia ediyor.
Sayılı: Evet, iddia ediyorlar... Ama sadece iddia bunlar. Ben, gözümle gördüğüme aklım da yatarsa inanırım. Gözün yanılma ihtimalinin sınırını ve şartlarını ilmî olarak öğrenmiş durumdayız. Dolayısıyla gözümle gördüğüm ve olağanüstü nitelikte bir hâdise karşısındaysam, muhakkak aklımın tasdikini ararım. Aklıma yatmıyorsa da gözümün yanıldığına inanırım.
Böyle birkaç olayla karşılaştım. Hepsi olağanüstüydü. Birkaçının hilesini çözdüm. Ama diğerlerini çözemedim diye kabullenmek durumunda değilim. Mutlaka bir izahı var; ama ben bilemiyorum. Sonra insanoğlu için bazı problemler önemsizdir. Yani aslında problem diye ortaya konulan şey, hayâldir. Bunda çözüm aranır mı?
Soru: Eski Mısır piramitleri için de benzer iddialar var. Boyutlarının bazı astronomik işaretlere uyması gibi...
Sayılı: Mısırlılar mesela pi sayısını biliyorlardı. Bunu elimizdeki belgelerden anlıyoruz. Ama yine elimizdeki papirüsler okunduğunda ortalıkta esrar diye bir şeyin bulunmadığı görülüyor. Hâlâ çözülememiş yanları var eski Mısır medeniyetinin. Piramitlerin yapılış özellikleri de bunların arasında. Ama bu işi uzaylılara havale etmemizi gerektirmez. Dün çözülemeyen şeyin hiçbir vakit çözülemeyeceğini düşünmek yanlıştır. Kaldı ki mutlaka çözümlenmesi gerektiğini düşünmek yanlıştır. Çözmek için uğraşmak lâzımdır. -
9.
+17süryanilerin kültürü,Tümünü Göster
Şark Yıldızı gazetesinin sahibi Naum Faik, gazetenin amacını yeni gelişmeleri, Süryani toplumuna Süryanice ulaştırmak, altı yüz yıl boyunca Osmanlı'ya bağlı kalmanın gururunu dile getirmek, Osmanlı sayesinde katledilen mesafeleri gelecek nesillere ulaştırmak ve Süryanicenin unutulmaması, gelecek nesillere öğretilmesi olarak tanımlamaktadır. Şark Yıldızı 27 Nisan 1910'da yayın hayatına başlar ve iki yıl sonra 27 Nisan 1912'de 43. ve son sayısını yayımlar.
Osmanlı devletinin dinî, siyasal, askerî ve hukuk alanındaki yapısal değişimi Tanzimat Fermanı ile başlamıştır. 1839'da başlayan ve bir süre ertelenen Tanzimat Fermanı ve özellikle dinin formel kurallar üzerinde etkinliğinin azaltıldığı kırılma noktası Islahat Fermanı'dır. işte bu dönem, Osmanlı'da yaşayan gayrimüslim tebaaya tanınan haklar ile Batı tipi laik yönetim anlayışının ilk uygulamalarının başlangıcını oluşturur. Esasen bütün bu haklar adı geçen toplulukların dini esas alan kültürel kimliklerinin geliştirilmesini sağlanmıştır. Gayrimüslim tebaa din belirleyicili kültürel kimlikle kendini ifade etme çabalarının bir sonucu olarak, eğitim kurumları ve basın yayın araçlarını kullanmışlardır.
II. Meşrutiyet döneminde derneklerle ilgili yeni düzenlemeler getirilmiş ve derneklerin ve basın faaliyetlerinin sayısında da önemli artış olmuştur. Dernekler yasası 6 Ağustos 1909'da yeniden ele alınmıştır.[1] Avrupa ve özellikle Amerikan patentli iletişim araçlarının ithali ve kullanımına erken uyum gösteren gayrimüslim tebaa basın yayın hayatının gelişiminde etkili olmuştur. Bu araçların girişi daha çok üst düzey dinî temsilcilikler ve misyon şeflikleri aracılığı ile olabilmekteydi.[2] Osmanlı'nın hayata geçirdiği Tanzimat ve Islahat uygulamaları istanbul dışında, Diyarbakır'da da yankı bulmuştur. Bunun en güzel örneklerinden biri de Diyarbakır Süryanileridir. Bu itibarla, 1800'lü yılların son çeyreği ile 1900'lü yılların başında Süryaniler, kentin eğitim ve kültür yaşamında önemli atılımlar gerçekleştirmeye başlamışlardır.
Tanzimat ve Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere sağlanan yeni imkânların yanında misyonerlerin faaliyetleri de Süryanilerin basın yayın hayatında daha etkili olmalarını sağlamıştır. Çünkü Batılı misyoner teşkilatlarının yerli Hıristiyanlar üzerinde yoğunlaşmaları, ilk zamanlarda dinî çatışmaları da beraberinde getirmişti. Bu faaliyetlerin bir sonucu olarak, geleneksel kilise cemaatlerinin bölünmesi, kilise vakıf gelirlerinin ve gayri menkullerinin paylaşılmasına neden olmuştur. Böylece yerli Hıristiyan cemaatleri daha kötü duruma düşmüştür.[3]
Yukarıda dile getirilen iki noktanın bir sonucu, millet (din) olarak tanımlanan bu toplulukların ulusal kimliklerini ön plana çıktığı yeni bir tanıma yönelmelerine de yol açmıştır. Ulusal tanımlamalı kiliseler (Süryani Ortodoks, Keldani-Nesturi, Ermeni Gregoryan) kendi içinde bölünmeye başlamıştır. Katolik ve Protestan olarak yeni oluşumlar başlar. Merkezî otoritenin zaafları, yerel kiliseleri, misyoner oluşumlar karşısında koruyamaz hale gelmiş buna karşın yerel kiliseler, kültürel kimlikli direnç noktaları geliştirmeye başlamışlardır. işte Diyarbakır'daki Süryaniler, 1876'da "Kadim" ifadesiyle geleneksel kilise hiyerarşisini tesis etmeye çalışırken, [4] Keldaniler de "Asur" kimlikli kilise oluşumunu başlatır. Modernleşme adına yeniden ihdas edilen Katolik ve Protestan (Ermeniler de olmasına rağmen sadece Süryaniler kastedilmektedir) kiliseleri kendi kültürel kimliklerinden vazgeçerlerken, Süryani kadim cemaati varlığının muhafazası ve geliştirilmesi için yoğun bir eğitim ve basın-yayın faaliyetlerine başlamıştır. Bu amaç doğrultusunda dernekleşme faaliyetlerine girişilir ve şehrin ileri gelen Süryani elitlerinin katkılarıyla Diyarbakır merkezli "intibah Cemiyeti" 1908'de kurulur.[5]
Süryaniler basın-yayın ve özel eğitim alanlarında "Süryani Kadim Kardeşler Şirketi" ismi altında toplanarak faaliyetlerini gerçekleştirmeye başlamışlardır. Süryaniler arasında düşünceleri ve faaliyetleriyle göze çarpan Naum Faik, [6] "intibah" cemiyetinin hedef ve politikaları doğrultusunda çalışmalar yapar, derneğin yayın ve bültenlerini hazırlar. Cemiyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra "Diyarbakır'da" adlı gazeteyi çıkarmıştır.[7] Gazete, Diyarbakır Süryani Kadim Metropolitlik makamı bünyesinde tesis edilen "Kevkeb Şark Matbaası"nda basılmıştır.[8] 1869'da şehirde yayınlanan ilk resmi gazete "Diyarbekir"den sonra, 1910'da yayınlanan Peyman ve Şark Yıldızı (Kevkeb Medinho) eş zamanlı olarak yayın hayâtına başlamıştır.[9]
Naum Faik, yazılarını daha çok ülke dışında ABD'de Cebrail Boyacı Efendi'nin intibah dergisi ile Aşur Yusuf Efendi'nin Harput'ta yayınladığı Asurilerin Mürşidi adlı dergilerde yayınlamaktaydı. Naum Faik'in sahip olduğu birikim ve gelişmeleri izleme imkânı, yeni düzenleme ve girişimlerin başlatmasına ön ayak olma durumuna da itmiştir. Diyarbakır'da ilk Süryani gazetesi olan Kevkeb Şark gazetesi hazırlıkları başlatılır. Bu faaliyetin fikir babası gazeteye maddi destek de veren Edip Bişar Burucu Efendi'dir. Bu gazetenin, önceleri bir dergi hacminde olması öngörülmüştü. Ancak baskı zorlukları ve maddi problemler, Kevkeb Şark'ın gazete olarak çıkmasına karar verilir.
ilk sayısı 27 Nisan 1910'da çıkar. 15 günde bir yayınlanmak üzere başlık atılır. 25x36 cm, çift sütun ve 8 sayfa olmak üzere Süryanice harfler ile Arapça, Türkçe ve Süryanice dillerinde yayınlanır. Kevkeb Şark gazetesi, 27 Nisan 1910 Çarşamba günü yayına başlar. Yine, 27 Nisan 1912 tarihinde yayınma son verir. Birinci yılda 26 sayı, ikinci yıl 17 sayı olarak, toplam 43 sayı yayınlanır.
Gazetenin önemli bir yönü, üç ayrı dilde yazılmasıdır. Bunun nedeni, Diyarbakırlı Süryanilerin, Süryanice'yi bilmemeleridir. Arapça'yı Mardin'den gelen Süryaniler kullanırken, Diyarbakırlı Süryaniler günlük yaşamlarında Türkçe, Kürtçe az da olsa Ermenice'yi kullanıyordu.
Naum Faik, Süryanice'yi yaygınlaştırmak için, Türkçe ve Arapça'yı Süryanice harflerle kullanmak durumunda kalmıştır. Öyle ki, gazetenin yayımını kutlamak üzere gönderilen 27 adet mesaj metninin 14 tanesi Osmanlı Türkçe'siyle yazılmıştı. [11]
Gazetede işlenen konu başlıkları şunlardır:
Gazete okuyunuz.
Matbaaya olan ihtiyacımız.
Toplumsal hastalıklarımız ve tedavisi.
Fikri yükselme
Toplumsal sorunlarımızla kimler ilgilenecek.
Toplumsal bir hastalık olarak "haset".
Süryanilerde başı boşluk.
Gidiş nereye.
Süryanilerde Şura Kuralı.
Günlerimizi nasıl geçiriyoruz?
Matbaa, konuşan halkın dilidir.
Hakiki gayret, yalancı gayret.
Uyanış asrında büyük tembellik.
Bugün neyimizle övünüyoruz.
Tarihimiz ve tarihçilerimiz.
Birlik ve ayrılık.
Semiramis.
Okullarımız.
Atalarımızla övünmenin bir faydası yok
gibi başlıklar altında yazılar yayınlanmıştır. Gazete, yayınlandığı dönemde, Süryani toplumunun modernleşmesine önemli katkılarda bulunmuştur. Hıristiyan topluluklar arasında işbirliğini geliştirmiştir. Özellikle Süryani Kadim, Süryani Katolik, Süryani Protestan ve Keldanı Nesturiler ile Katolik Keldaniler arasında Asur ulusçuluğu paydasında ortak hareket oluşturulmasına zemin hazırlamıştır.
Naum Faik'in 22 Eylül 1912'de, Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmek üzere Diyarbakır'dan ayrılışından 4 ay önce Şark Yıldızı (Kevkeb Medinho) gazetesinin yayınına son verir. Bu gazetenin devamı olan Bethneharin gazetesi 1916'da Amerika'da yine Naum Faik tarafından hazırlanarak yayın hayatına devam eder. Şark Yıldızı gazetesi Diyarbakır'da yayınlandığı süre içerisinde Amerika Birleşik Devletleri'ne de gönderilerek, orada yaşayan Süryaniler tarafından da takip edilme imkânı verilmiştir. -
10.
+9Kızılderili inançlarıTümünü Göster
Kuzey Amerika yerlileri veya diğer bir deyişle Kızılderililer farklı dil, gelenek ve ritüellere sahip pek çok kabileden oluştuğundan Kızılderili inançlarını tek başlık altında ele almak zordur. Bununla birlikte Kızılderili inançlarında bazı ortak unsurlara rastlamak mümkündür:
Doğayı ve doğadaki varlıkları kutsal semboller olarak görmek;
Belirli bir kutsal kitap yerine mitolojik hikâyelerin kabilenin kutsal kişileri tarafından aktarılması;
Şaman veya şifacı (medicine man) denilen ve ruhlar dünyası ile ilişki kuran seçilmiş kişilerin varlığı. Kuzey Amerika yerlileri veya diğer bir deyişle
Kızılderililer farklı dil, gelenek ve ritüellere sahip pek çok kabileden oluştuğundan Kızılderili inançlarını tek başlık altında ele almak zordur. Bununla birlikte Kızılderili inançlarında bazı ortak unsurlara rastlamak mümkündür:
Doğayı ve doğadaki varlıkları kutsal semboller olarak görmek;
Belirli bir kutsal kitap yerine mitolojik hikâyelerin kabilenin kutsal kişileri tarafından aktarılması;
Şaman veya şifacı (medicine man) denilen ve ruhlar dünyası ile ilişki kuran seçilmiş kişilerin varlığı.[2]
Kızılderililer ve Felsefe
“ Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin ANASIDIR. Biz bu dünyanın bir parçasıyız. Ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz. Kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye ait.
Dünya beyaz adamın kardeşi değil, ama düşmanıdır ve onu fethetti mi ilerlemeye devam eder. Babalarının mezarlarını geride bırakır ve aldırmazlar. Annesi dünyayı ve kardeşi göğe, satın alınan, yağma edilen, koyunlar ya da parlak boncuklar gibi değişilen birer malmış gibi davranır. iştahı dünyayı yiyip bitirecek ve geride sadece bir çöl bırakacaktır.
Beyaz adamın şehirlerinde sakin yer yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Ama belki de benim vahşi olmamdan ve anlamadığımdandır. insan eğer bir kuşun yalnız ağlayışını ve su birikintisi etrafında tartışan kurbağaların seslerini duymazsa hayatın anlamı nedir?
Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam, çayırlarda çürüyen binlerce buffalo gördüm. Beyaz adamın geçen trenden vurup, bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı demir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz buffalodan nasıl daha önemli olabildiğini anlamıyorum.
Dünya annenizdir, dünyaya ne olursa, dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.
Bunu biliyoruz biz, dünya insana ait değildir, insan dünyanındır. Bunu biliyoruz. Bütün her şey bir aileyi bağlayan kan gibi birbirine bağlı. “
“ Nerede kesilip indirilmemiş orman varsa, nerede hayvanlar kuytu köşelerinde dinleniyorsa, nerede dünya dört ayaklılardan yoksun değilse, SOLUK BENiZLiLER oraya ehlileştirilmemiş, yabani arazi diyorlar. Halbuki bize göre yabani, vahşi yer yoktur. Doğa tehlikeli değildir, misafirperverdir; korkutucu değil, arkadaşçadır. Bizim felsefemiz korkudan ve ön yargıdan uzak, sağlıklı bir düşünce sistemidir. Bu noktada "Beyaz adam" ve Kızılderili inançları arasında önemli bir fark buluyorum.
Kızılderili inancı, etrafını çevreleyen her şeyle insanın ahengini gözetir; beyazlar ise çevreye tahakkümü esas almıştır.
Kızılderililer aradıkları her şeyi, paylaşma ve sevgide buldu; ama beyazlar aradıklarını korkarak savaşmada buldular. Bizim için dünya güzellik doluydu. Diğeri için öteki dünyaya gidene kadar, tahammül edilmesi gereken, günah ve çirkinlik dolu bir yerdi.” [3]
Manitu
Manitu
Manitu kimi Amerika Kızılderilileri tarafından kullanılan bir terim olup, Algonquin Kızılderilileri’ne göre, gözle görülmez, gizemli bir güçtür. insan kendisine sağladığı bireysel enerjiyi Manitu'dan edinir. Kabile Şamanları insanlara yardım amacıyla bu güçle irtibat kurabilirler. Bu güç Siu Kızılderilileri’nde "Wakan", iroquois Kızılderilileri’nde ise "Orenda" adını almıştır. Kızılderililerdeki bu kavramın çeşitli kültürlere ait birçok tradisyonda prana, mana, qi ya da ch’i vb. gibi çeşitli adlarda belirtilen evrensel yaşam gücü kavramıyla hemen hemen eş olduğu görülmektedir. Fakat Kızılderili tradisyonlarında, Manitu teriminin başına “Yüce” sözcüğü getirildiğinde terim çok farklı bir anlam kazanır: “Yüce Manitu” tüm yaratılışı canlandıran, ahengi sağlayan, her şeyin en güçlüsü olan “Ulu Ruh” anldıbına gelir.[4]
Barış Çubuğu
Barış Çubuğu
Barış çubuğu Kuzey Amerika yerlileri arasında ritüel amaçlı kullanılan tütün çubuğu. Calumet veya şaman piposu şeklinde de adlandırılır.
Barış çubuğu yapımında genellikle kızıl pipo taşı veya Güney Dakota'daki Big Stone Lake'in batısındaki Coteau des Prairies'den çıkarılan kızıl kil (catlinite) kullanılır
Buhar Kulübesi Ritüeli
Arınma ritüellerinde kullanılan buhar kulübesi
Buhar kulübesi Kuzey Amerika yerlileri tarafından kullanılan törensel buhar banyosunun gerçekleştirildiği küçük yapıdır. Çeşitli stillerde buhar kulübeleri vardır. Kubbeli olanları kadar, Kızılderili çadırları (tipi ) gibi olanları hatta yerde açılmış basit bir çukur şeklinde olanları da bulunur. Kulübe dışında yakılan ateşte kızdırılan taşlar kulübenin ortasındaki bir deliğe yerleştirilerek kulübede yüksek sıcaklık sağlanır.
Kızılderili ritüel ve gelenekleri bölgeden bölgeye, kabileden kabileye değişmekle birlikte ritüellerde genellikle dualar, davul çalma ve ruhlar dünyasına armağanlar sunma gibi unsurları içerir. Dua, şükür vb. amaçlarla kullanılan buhar kulübesi bir arınma ayinidir, ayin öncesinde ve sırasında kimi kabilelerde oruçla ve/veya sessizlikle ayin icra edilir. -
11.
+8Mayalar Neden Yok Oldu?Tümünü Göster
Yüzyılın başından beri bilim adamları Mayalar'ın kim olduklarını, nasıl yaşadıklarını, ve uygarlıklarının bir anda neden yok olduğunu araştırıyorlar. Bu garip uygarlık MS 300'lerde dünyanın en gelişmiş uygarlığıydı ama dünyanın güneşin çevresinde 365 günde döndüğünü dahi bilen Mayalar tarihin en kanlı kasaplarıydılar ve yemeklerini dahi yarım bırakarak birden yok oldular. Bilim Mayalar'ın bilimi ve kültürü vardı, onlara bu bilgiyi kim öğretmişti?
Guetamala ormanlarındaki, kan kırmızı rengindeki piramidin önünde, büyük bir kalabalıklar saatlerdir ayakta bekliyordu. Kimse kıpırdamıyordu; tüm gözler, piramidin doruğundaki ataların bilgileriyle dolu süslü kafatasındaydı. Kalabalık kralın hareketlerini göremiyor fakat dinsel bir ayin olduğunu anlayabiliyordu. Kral yanardağda oluşan keskin taşları alıp penisini delecek ve sonra yaranın üstünü bir iple bağlayıp; kanın ağaç kabuğundan yapılmış kaba akmasını sağlayacaktı. Daha sonra bunu alıp, bir ateş yakacak, bu ateşten yükselen duman aracılığıyla iblisle konuşacaktı. Ve kral, ortaya çıktı. Peştamalının altından kanlı elini göstererek, atalarının mesajını daha öncelerde de olduğu gibi yine haykırdı; "Savaş için hazırlanın." Kalabalık, neşe içinde tekrarladı. Artık kan dökme zamanı başlamıştı.
Savaş, onların yaşamıydı...
Mayalar kimdi? inanılmaz büyüklükteki piramitleri Amerika'nın ortasına inşa eden ve sonra birdenbire terk edip kaybolan bu insanlar kimdiler? Neden o garip dinsel kurallara inanıyorlardı? Bu sorular bugüne kadar sayısız bilim addıbının zihnini kurcaladı.150 yıl geçtikten sonra Maya'lar daha anlaşılır olmaya başladılar. Artık, Maya'ların MS. 250-900 arasında yaşadıklarını, dönemlerinin en gelişmiş yazı sistemini bulduklarını, matematikle ilgilendiklerini , astrolojik takvimler oluşturduklarını ve piramitler inşa ettiklerini biliyoruz. Bugüne örnek olacak mimari örnekler bulundu. inşaatlarını, yağmur ormanlarına zarar vermemek belli zamanlarda yapıyorlardı. Mayalar doğallığın bozulmaması için bize iyi bir ders vermişlerdir, Güney Belize'nin orman kaplı dağlarında; yeni bulunan dört Maya kenti gösteriyor ki; Maya'lar buralarda yaşamaktan kaçınmışlardı, işte buraları 900'lü yıllarda yokolan Maya'ların toplumsal yaşamları hakkında henüz çözülememiş bir çok soruya ışık tutacaklardı. "National Geographic" yazarlarından arkeolog George Stuart; "Her sabah uyandığımda Mayalar hakkında ne kadar az şey bildiğimizi düşünüyorum, bu tropik iklimde nasıl yaşadıklarının %1'ini ancak biliyoruz” diyordu. Kısıtlı imkanlara rağmen, arkeologlar, sanat tarihçileri, yazıt uzmanları, antropologlar, coğrafyacılar, ve dil uzmanları yıllardır Maya'ların peşinde. Ortada, Mayamanik bir durum var; Tennesse Üniversitesi arkeologlarından Arthur Demarest son 4 yıldır Kuzey Guetemala'da Maya kenti Dos Pilas'ı inceliyor. Demarest'e göre ormanın içinde kayıp kentler var; buralarda çözümlenemeyen yazıtlar bulunuyor ve bu yazıtlar Maya'ların ani yok oluşunu açıklayabilir. Ortaya çıkan bilgi patlaması, şiddetli tartışmalar yarattı. Herkes kimin kurdıbının doğru olduğunu tartışıyor. Yine de uzmanlar bir görüş üzerinde fikir birliğine vardılar; savaş, Maya halkının oluşmasında ve yaşamında kilit noktaydı. -
12.
+8Kiklad UygarlığıTümünü Göster
Kiklad Uygarlığı, (diğer adları ile Kiklad Kültürü, Kikladik Periyot) Ege Denizi içinde kalan, bugün Tavşan Adaları olarak adlandırılan, adalarda yaşayan Kikladlar'ın M.Ö.3000-M.Ö.2000 yılları arasında, Erken Tunç Çağı'nda kurdukları medeniyet.
Köken
Yapılan tüm kazı ve araştırmalarda bulunan eserler, belirli bir çağa geldikten sonra ortaya çıkmış eserlerdir. Bulunan öğelerin hiçbiri bize hemen hemen Kikladların ne zaman, nereden buralara yerleştiği hakkında bilgi vermez. Bir çok tarihçi, Kikladların, Yunanistan topraklarına ve adalara başlayan göç hareketi sırasında buralara Anadolu'dan geldiği konusunda birleşir. Bir kısım tarihçiyse, Kikladlar'ın Truva şehirleri ile bağlantılı olduğu görüşünü savunur.
Bir başka görüşse adaların, Kikladlar'dan da önce, Karyalılar'ın bir kolu olan kavimlerce bilindiği ve Delos Adası'nda onların yaşadığı yönündedir. Fakat bu hipotez 1965 - 1965 yıllarında gerçekleştirilen kazılarda çürütülmüş, bahsedilen tarihlerde adada Kikladlar'ın çoktan yerleşmiş olduğu saptanmıştır.
Tarih
Geç Cilâlı Taş Devri'nde Kiklad Uygarlığı'nın en önemli özelliği, güneyde Girit'te doğacak olan Orta Tunç Çağı Minoan Uygarlığı'ndan çok önce yapılmış, yaşadıkları adanın saf beyaz mermerlerinden imâl edilmiş düz kadın tanrıça heykelleridir. Fakat bu eserler 20. yüzyıldan beri mezarlardan yağmalanarak pazarlanmaktadır.
Kiklad kültür ve uygarlığı zamanın değiştirici etkilerine ve toplumu şekillendiren olayların oluşuna göre üç ana bölüme ayrılarak incelenir. Erken, Orta ve Geç Kikladik Uygarlık olarak adlandırılan bu üç bölümden Erken Kiklad Dönemi M.Ö. 3000'lerde başlamış ve M.Ö. 2000'lere gelindiğinde Kiklad kültür ve Uygarlığı son demlerini yaşamış, Minoan Uygarlığı ile köklü bir kültürel etkileşime girmiştir. Ve bu nedenle M.Ö. 2000'li yılların Kiklad Uygarlığı'nın kültürel olarak mı yoksa kronolojik olarak mı bittiği konusunda görüş ayrılıkları vardır. Etkisi altında kalınan kültüre göre yapılan sınıflandırma aşağıdaki gibidir:
Arkeolojik Bulgular
Kiklad Uygarlığı alanında 1880'lerde gerçekleştirilen ilk kazıları, Atina'daki British School ve 1898 yılında Tavşan Adaları'nda birçok toprak altında kalmış şehirlerde bulunan mezarları bularak döneme Kiklad Uygarlığı adını veren Konstantin Tsountas tarafından yapılan sistematik kazı çalışmaları izlemiştir. Bu kazı çalışmaları eserlerin eski tarihlerde keşfedilip duyulmasının ardından yapılan en büyük kazı çalışmasıdır. Uzun zaman toprak altında gizli kalmış olan tüm heykel ve değerli eşyalar, ilk keşfedildikten sonra, gerek denetimsizlik gerek ise Osmanlı Devleti'nin bilinçsizliğinden dolayı yurtdışına kaçırılmış ve bir kısmı bulunmuş olan eserlerin bazı parçaları bu kaçırılmış eserler nedeni ile ekgib kalmaktadır.
Kiklad Şehirleri
Kikladlar'ın hayatı yerleşik yaşam üzerine kuruluydu ve taş evlerde yaşarlardı. Yapılan kazılardan elde edilen verilere göre evlerin geneli birbirine bağlantılı iki odadan oluşurdu ve evler dikdörtgen biçimliydi. Daha sonraki kazılardan elde edilen bilgiler ise Kiklad evleri hakkında daha detaylı bilgi verir. Buna göre evlerin duvarlarındaki köşeli kesme taşlar oldukça pürüzsüz hepsi aynı boyutlardaydı. Kiklad şehirleri geleneksel Yunan şehircilik kültüründe olduğu gibi koruma amacı ile inşâ edilmiş güçlü surlar ile çevriliydi. iki bölümden oluşan tek bir duvar olan bu surların ikinci kısmı alçak, şehrin dışına bakan, ön kısmı ise yüksek olurdu, askerler alçak olan ikinci kısımda gözcülük yapardır. Bunun haricinde surların belirli noktalarında konuşlandırılmış kulelerde vardır.
Din ve inanış
Arkeolojik bulguların azlığı nedeni ile Kikladların kültürünün genelinde olduğu gibi, dinleri hakkında da kesinliği kanıtlanmış fazla bilgi yoktur. Girit uygarlığında pek çok dinî mabet ve idol bulunmasına rağmen, Kikladların yaşam alanlarında, adalarda, sadece birkaç bulgu vardır. Yapılan kazılarda devâsâ bir kaya kütlesinin altındaki bir mağarada seramik parçalar ve bardaklar bulunmuştur, içinin yapısına ve içinde bulunan parçalara bakıldığında buranın genelde bulunan ev türünden çok farklı olduğu görülmüş ve dinî bir mabet olduğu saptanmıştır. Bu bölgeye yakın bir başka yerde daha seramik objeler bulunmuş ve ara vermeden yapılan kazılarda dinî yapı olduğu sanılan yerin çevresinde içleri değerli eşyalar ile dolu mezarlarda keşfedilmiştir. Kikladların gün yüzüne çıkarılmış olan çoğunluğu kadın figürüne sahip mermer heykelleri de Kikladların muhtemelen genel Yunan kültüründe olduğu gibi çoktanrılı bir dinleri olduğunu gösterir. -
13.
+7israil'in Kayıp 10 Kabilesi 1.Tümünü Göster
Zaman: M.Ö. 8. yüzyıl ve sonrası, Mekân: israil.
"Bundan dolayı" Rab diyor, "işte artık: israiloğullarını Mısır diyarından çıkarmış olan Rabbin varlığı hakkı için değil, ancak, israiloğullarını şimal diyarından, kendilerini sürmüş olduğu bütün memleketlerden çıkarmış olan Rabbin varlığı hakkı için, diyecekleri günler geliyor. Ve atalarına vermiş olduğum topraklarına onları tekrar getireceğim." YEREMYA 16: 14-15
iÖ 721'de Asur kralı Büyük Şarrukin, ordusuyla güneye yürüyüp Suriye'den geçti ve israil Krallığı'na saldırdı. Başkent Samiriye'yi yerle bir etti, milletin liderlerini aileleriyle birlikte çiftçiler, zanaatkarlar ve tüccarlar olarak yeni bir hayata başlamaları için Suriye'nin kuzeyine sürgüne gönderdi.
israil milleti o zaman Reuben, Gad, Aşer, Efraim, Manasseh, Dan, Naftali, issahar, Simeon ve Zebulon kabilelerinden oluşuyordu ve sürgünler bu nüfusun yalnızca bir azınlığını oluşturmakla birlikte popüler folklora israil'in Kayıp On Kabilesi olarak geçtiler.
Bu "Kayıp On Kabile "ye ne olmuştur? Tarihi gerçekler az, dünyanın pek çok yerinde spekülasyon, gelenek ve folklor ise pek fazladır. Tevrat'ta verilen bilgi pek kısıtlıdır. II. Krallar 17:2-6'da bunlardan bir kısmının Kuzey Suriye'de Gozan (Tel Halaf) yakınlarında Habur Vadisi'nde Halah adında bilinmeyen bir başka kente yerleştirildikleri yazar. Sürgünlerden geri kalanı Asur'un doğusundaki Med Ülkesi'ne gönderilmişti. Büyük bir olasılıkla hepsi birkaç kuşak içinde yerli halk arasında erimişlerdir.
Ancak bir istisna vardır. Sürgün zamanında kullanılan dile yakın bir tür neo-Aramice konuşan Irak Kürdistanı Yahudileri 20. yüzyılın ilk yarısında modern israil devletine göçmüşlerdir. Diğer Kürt Yahudiler de iran ve Türkiye'den gelmişler ve şu anda israil'de yüz bin kişilik bir grup oluşturmaktadırlar. Bunların dilleri, geldikleri bölge -kuzey Irak, Suriye ve Türkiye'nin doğusu- ve gelenekleri bunlardan bazılarının Asur sürgünlerinin halefleri olduklarını inandırıcı bir biçimde ortaya koymaktadır.
Ancak On Kayıp Kabile'nin çevresinde oluşturulan romantik hikâyelerin çokluğu karşısında bu gerçek, büyük ölçüde dikkatlerden uzak kalmıştır. Sofu Yahudiler, kabilelerin efsanevi Sambatyon Irmağı'nın ötesinde hâlâ var olduklarına ve Tanrı'nın bunları kutsal kitaptaki kehanete uygun olarak (örneğin, Ya Rab, kendi kavmim, israil'in bakiyesini kurtar, îşte ben onları şimal diyarından getireceğim Ve onları dünyanın uçlarından ve onlarla beraber körü ve topalı, gebe kadını ve doğuran kadını birlikte toplayacağım, büyük cemaat olarak buraya dönecekler. Ağlayışla gelecekler, yalvardıkça onlara yol göstereceğim, onları, sulu vadiler yanında sürçmeyecekleri doğru yolda yürüteceğim", Yeremya 31: 7-8)
Mesih Çağı'nda anayurtlarına geri döndüreceğine inanmaktadırlar. Ortaçağ'dan en azından 19. yüzyıla kadar kâh Doğu'da kâh Afrika'da olduğu söylenen ve kayıp kabilelerin binyılın krallığını sabırla bekledikleri bu efsanevi Yahudi ülkesi Yahudiler ve Hıristiyanlar tarafından aranmıştır.
Bu konuda çok geniş bir literatür vardır. Daha pek çok topluluk arasında Mormonlar, Japonlar, Pakistan'ın Pathanları, Nepalliler, Amerika kızılderilileri ve hatta ingilizler ve Amerikalılar tarafından ya da onların adlarına iddialarda bulunulmuştur.
iddiaların Ardındaki Gerçek mi? Mazı durumlarda bu iddialar içinde bir gerçek payı da bulunmaktadır. israil'in Asurlular tarafından yok edilmesinden sonraki yüzyılda pek çok göçmen hâlâ özerk Yahuda krallığına ve özellikle de başkenti Kudüs'e gitmişlerdi.
Ancak Asur'un, Babil'in ve Mınır'ın -zamanın büyük devletleri- bağımsız varlıklarına yönelttiği ciddi tehdidi gören insanlar hem Urail'den hem de Yahuda'dan göç etmeye başlamışlardı. Yahuda'nın Hezekiya iktidarında (ÎÖ 727-698) yaşamış olan işaya'nın bir kehanetinde Tanrı diasporayı Asur, Patros, Nubye, Elam, Şinar ve Hamat topraklarından kurtaracaktır. ("Ve o gün vaki olacak ki, Asur'dan ve Mısır'dan ve Patros'tan ve Kuş'tan ve Elam'dan ve Şivar'dan ve Hamat'tan ve denizin adlarından artakalacak kavminin bakiyesini kurtarmak için Rab yine ikinci kere elini uzatacak", işaya 11: 11-12)
Belgesel kanıt bulunan ilk denizaşırı Yahudi kolonisi Mısır'da, şimdi Elephantine denilen Yeb'dedir. Assuan'da Nil Nehri'nin Birinci Şelale'si yakınlarındaki bu adada M.Ö. 5. yüzyıl sonlarında kısa bir süre için bir Yahudi tapınağı vardı. Oradaki Yahudiler'in çoğunun Mısır kralının paralı askerleri oldukları tahmin edilmektedir.
Son Babil kralı Nabonidus'un iktidarında (iÖ 555-539) Yahudi gruplarının bu kralla birlikte uzun bir Arabistan yolculuğuna çıkmış olmaları mümkündür. Herhalde Babil imparatorluğu'nun Medler'in ve Persler'in elinde M.Ö. 539 yılında sona ereceğini tahmin ederek bunlar orada kalmaya karar vermişlerdir.
Yine Kitabı Mukaddes'ten muzaffer Pers kralı Büyük Kuros'un M.Ö. 538'de yayımladığı bir dizi fermanla sürgündeki toplumların anayurtlarına dönmelerine izin verdiği bilinmektedir. Ancak sürgündeki bütün Yahudiler Yahuda'ya dönmek istememiştir (Ezra 1:4, 6). Büyük bir çoğunluk yerleşmişler hatta Pers ve Med gibi ülkelerde koloniler kurmuşlardı.
Böylece M.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda anayurtları dışında Yahudi yerleşimci grupları vardı. Yeni Ahit kitabında Aziz Pavlus'un seyahatlerine üstünkörü bir bakış bile Helenistik ve Roma çağlarında bu diasporanın artarak Akdeniz çevresine yayıldığı görülecektir.
DOĞU VE BATI
Şu halde bu Yahudiler'in batıya olduğu kadar doğuya gitmeleri de şaşırtıcı olmazdı. Nispeten yakın zamanlara kadar Arabistan'da ve Çin'de Yahudi toplulukları olduğu bilinmektedir. Hindistan'da hâlâ bazı gruplar vardır. Yahudi kökenli olduklarını iddia edenlerden Pathanlar Pakistan, Hindistan, Afganistan ve iran'da yaşayan dindar Müslümanlar'dır. Ancak Müslüman olmalarına rağmen kendilerini Ben-i israil (israiloğulları) diye adlandırırlar ve Şabat gibi Yahudi âdetlerini korumuşlardır.
Birmanya'da Mizo kabilesi ve Ben-i Menaşe (Menaşeoğulları) Y'wa adında bir tanrıya taparlar ki, bu ad da israil tanrısının (Yahve) adını andırmaktadır. Kuzeybatı Çin'de kendilerinin ibrahim'in soyundan olduklarına inanan Chiangmin'ler vardır. Bunların özel rahip sınıfı, kurban keser ve ritüel saflığa çok önem verir. -
14.
+82. Burada tek tek anılmayacak kadar çok grup vardır ve bu iddialarda herhangi bir imkânsızlık yoktur. Yahudiler gerçekten çok geniş bir alana yayılmışlar ve pek çok ıssız yere yerleşmişlerdir. Bunların soylarından gelenler yüzyıllar boyunca daha geniş toplum içine karışıp Yahudilik'in esas grubuyla ilişkilerini kaybetmişlerse de, yine de kökenleri konusunda pek bulanık da olsa bir bilince sahip kalmışlardır.Tümünü Göster
israil'den (iÖ 721) ve Yahuda'dan (iÖ 701 ve 587) sürülenlerin yolları ve diğer göçler. Bu torunlu ya da gönüllü göçler israil'in Kayıp Kabileleri konusundaki pek çok söylemin fonunu oluşturur.
AFRiKA'DAKi KAYIP KABiLELER
Afrika'da da Yahudi kökenli olduklarını iddia eden gruplar vardır. Bunlardan en çok tanınanları bugün çoğunlukla israil'de bulunan Habeş Yahudileri'dir. Ancak şu anda Güney Afrika'da dağılmış olan ve "Afrika'nın Kara Yahudileri" iddialarında haklı olabilecek bir grup daha vardır. Bunlar, sözlü tarihleri yakın zamanlarda Londra Üniversitesi'nden Tudor Pâffitt tarafından belgelenmiş olan Lemba halkıdır.
Bunlar atalarının yerini bile bilmedikleri kuzeyde San'a diye bir yerden geldiklerini her zaman iddia etmişlerdir. Kanıtlanmamışsa da, Habeşistan Yahudileri ile bağları olduğuna da inanırlar. Lembalar Yahudi kaşrut yasalarına (neyin yenilip neyin yenilemeyeceği) riayet ederler ve Güney Afrika'ya sünnet âdetini onlar getirmiş olabilir.
Lembalar'dan kendi tarihleri konusunda pek az şey elde edebildiğini gören Dr. Parfitt bunların kökenlerini bulmak için Güney Afrika'dan yola çıkmış, Zimbabwe'yi geçmiş ve sonunda Arabistan'ın güneybatı köşesindeki Yemen'e varmıştır. Burada bulduğu eski San'a kentinin Lemba geleneklerinin işaret ettiği yer olduğuna inanmaktadır. Diğer pek çok ayrıntı da Lembalar'ın kökenleri konusundaki inançlarını doğrulamaktadır. Arabistan'ın bu bölgesiyle Lemba klanlarında ortak olan aile adları da vardır.
(Solda) Güney Afrika'da Vendaland'da bir Lemba töreni. Lembalar, Mwali adını verdikleri Tek tanrıya inancı Güney Afrika'ya getirdiklerine inanırlar. Bölgeye sünnet uygulamasını da onlar getirmiştir. Büyük Zimbabwe ile ilişkileri konusunda gayet güçlü anıları da vardır. (Sağda) Sinahheriba sarayındaki bir röliyeften. M.Ö. yaklaşık 700 yılında bir aile, M.Ö. 701 yılında Asurlular tarafından ele geçirilen Yahuda'da Laiş'ten sürgüne zütürülüyor. 20 yıl önce israil krallığından sürgüne giden bir aile de herhalde bundan farklı olmayacaktı.
GENLERDEKi KANITLAR
Lembalar'ın, kökenleri konusundaki inançlarını büyük ölçüde destekleyen bir kanıt daha vardır: Bu kanıt, genetik araştırmalardaki en son gelişmelere dayanmaktadır. ABD, ingiltere ve israil'de yetişkin Yahudi erkekleri üzerinde yakın zamanlarda genetik bir araştırma yapılmıştır. Buna göre cohanim'lerin (Musa'nın Yüksek Rahiplik görevini üstlenen kardeşi Harun'un soyundan geldiğini iddia eden dinadamları klanı) yüzde yetmişinin Y kromozomlarında ortak bir DNA işareti bulunmuştur.
Bu, cohanim olmayan yetişkin Yahudi erkeklerinde bulunandan önemli derecede yüksek bir yüzdedir. Yahudi olmayan erkek gruplarında buna rastlama oranı daha da düşüktür. Bu da cohanim'in yaklaşık 3000 yıl önce ortak bir ataları olduğu iddialarını desteklemektedir.
Lemba kabilesi erkeklerinde yapılan testlerde bu DNA işaretinin genelde Yahudi erkeklerinde rastlanan oranda olduğu görülmüştür. Dahası, Lemba klanının üst sınıfı olan Bhubalar'da bu kromozom işareti çok daha yüksektir ve bu oran yüzde 53,8'e kadar çıkmaktadır ki, bu da Yahudi cohanim'lerde rastlanan orana çok yakındır. Bu genetik işaret oranına Yahudi olmayan başka bir grupta rastlanılmamıştır.
Bu Lembalar'ın Yahudiliğini kesin olarak kanıtlamazsa da, Yahudi soyundan gelmiş olma iddialarını büyük ölçüde desteklemektedir. Bu projeyi Yahudi soyundan geldiklerini iddia eden diğer birleşik gruplar arasından sürdürmek yararlı olacaktır.
Bu grupların israil'in sözde "On Kayıp Kabilesi"nden gelmeleri imkânsız olmamakla birlikte pek muhtemel değilse de, genetik testler hiç olmazsa içlerindeki erkekler arasında kromozomları bir Yahudi, belki de bir din adamı soyuna işaret edecek insanlar olup olmadığını ortaya çıkaracaktır. Kayıp Kabileler sorununu çözemeyebiliriz ama iki bin yıldır kayıp Yahudiler'in bazılarının ailelerini belki de bulabiliriz.
Dünyanın pek çok yerinde israilliler'in soyundan geldiklerini iddia eden gruplar vardır. "israilliler'in Japonya'ya yürüyüşleri, kısmen eski resimlerden derlenmiş", 1877. -
15.
+6Vatikan'ın Haçlı SeferiTümünü Göster
Dışişleri Bakanlığı bir genelge yayınlayarak, Papa'nın Türkiye'de dilediği kişilerle görüşme yapmasına izin verdi. Genelgede hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin herhangi bir temsilcisinin burada bulunması gerekmez denildi.
Papa 16. Benedikt'in Almanya'da sarfettiği “islam dini kılıç dinidir” sözlerini Türliye'nin tek Oksidantalisti- Hıristiyan bilimcisi olan araştırmacı yazar Aytunç Altındal Yeniçağ'a değerlendirdi. Bu sözlerin bilinçli söylendiğini ifade eden Altındal, “bu Papa son derece eğitimli ve 30'a yakın yayınlanmış kitabı var. Gerçekten de son 200 yüzyıl içinde gelmiş geçmiş Papalar'ın en eğitimli ve bilgilisidir. Ancak bu Papa'nın yanlışlıkla bir kelimeyi sarf etmesi mümkün değil” dedi.
Papa 16. Benedikt'in sözlerinin arkasındaki gerçek nedir?
Öncelikle dikkat çekmek istediğim iki husus var. Hem Başbakan Erdoğan hem Dışişleri Bakanı Gül'ün Papa'nın sözlerinin ardından yaptıkları açıklamaları değerlendirmek gerekir. Şöyle ki; Başbakan ‘Papa özür dilemelidir' dedi. Her şeyden önce papaların özür dileme yetkileri yok. Papalar özür dileyemezler. Çünkü 1870'li yıllarda yanılmaz ilan edilmişlerdir. Şöyle ki şu masanın üstündeki çay bardağına benim elim çarpsa ben suçluyum. Papa'nın eli çarpsa ‘Tanrı böyle istedi' denilir. Papa'nın özür dilemesini beklemek bilgisizliktir.
Ama Papa çok üzgün olduğu açıklamasını yaptı
Bu tamamen Papa'ın yalak işbirlikçilerinin uydurmuş olduğu bir palavra. Papa hiçbir şekilde üzgün olduğunu da söylemedi. Papa 16. Benedikt şunları söyledi: “Müslümanların benim sözlerimi anlayamamasına üzüldüm”. Ters bir iş yaptığından dolayı özür dilemedi. “ ben Müslümanlara yardım edecek şekilde konuştum. Ama onlar beni anlamadılar” diyerek “Regret” kelimesi kullandı. Regret- pişmanlık diye tercüme edildi. Ancak bunun gerçek anlamı “teessüf” etmektir.
Papa'nın yardımcıları ziyaret için gelip gerekli görüşmeleri bile yaptılar. Bundan sonra neler yaşanacak?
Papa'nın geliş programında, benim de öğrendiğime göre herhangi bir değişiklik olmayacak. Burada üzerinde durulması gereken bir konu var. Papa doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Cumhurbaşkanı'nın davetlisi olarak Türkiye'ye gelecek. Papa bir devlet başkanı olarak davetli. Bir dini lider olarak değil. Bunun nedeni ise Türkiye Cumhuriyeti'nin Laik bir devlet oluşudur. Burada bir problem çıkıyor ortaya. Türkiye laik bir devlet ise ve Papa buraya bir devlet başkanı olarak geliyorsa Türkiye'ye geldiği zaman hiçbir şekilde dini içerikli bir konuşma yapamaz. Bu bütün dünyada geçerli olan bir kural.
Hükümetin Papa ziyaretine bakışını nasıl gözlemliyorsunuz?
Dışişleri Bakanlığı'nın hazırladığı bir genelge var. Bizzat Dışişleri Bakanı Gül'ün imzasını taşıyan bu genelgede aynen şöyle deniliyor: “Papa Türkiye'ye geldiğinde dilediği kişilerle dilediği yerde baş başa görüşmeler yapabilir ve Türkiye'den herhangi bir temsilcinin burada bulunması gerekmez.” ikincisi Papa Türkiye'ye geldiği zaman dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de, Benedikt açıklamalarında daima “Konstantinopol'e gidiyorum diyor. Bu Papa son derece eğitimli ve 30'a yakın yayınlanmış kitabı var. Gerçekten de son 200 yüzyıl içinde gelmiş geçmiş Papaların en eğitimli ve bilgilisidir. Ancak bu Papa'nın yanlışlıkla bir kelimeyi sarf etmesi mümkün değil. Bu Papanın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgelerini kabul etmediğini gösteriyor.
Ve bütün bunlara rağmen davet ediliyor!..
Burada nasıl ki AKP devletin bası kurumlarını istanbul'a taşıyıp istanbul'u yeni bir başkent yapma arzusundaysa Papa da Ankara'yı başkent olarak görmüyor. Ve buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti'nin davetlisi olarak geliyor. Buna başta Başbakan ve Dışişleri Bakanı “siz hangi Konstantinopol'dan söz ediyorsunuz” diye tepki göstermeleri gerekir. Buna her ikisi de Büyük Ortadoğu Projesinde Aktör olmak istediklerinden Papa'ya bu denilmedi ve denilmeyecektir de. AKP Hükümeti de Papa da BOP projesinin adamlarıdır.
KATLiAMLARI MEŞRULAŞTIRDI
16. Benedikt, Bush yönetiminin yürüttüğü politikaları destekliyor. 2. Jean Paul komünizmle mücadele için göreve getirildi. Şimdiki Papa da islam ve Asya ile mücadele için görevde
Türkiye'nin tek Oksidantalisti- Hıristiyan bilimcisi olan araştırmacı-yazar Aytunç Altındal , Papa 16. Benedikt'in Amerika'nın Orta Doğu'daki politikalarını onayladığını söyledi. Altındal, “Vatikan 1996 yılından itibaren teröristbaşı Öcalan'ın Vatikan'a yolladığı mektuplar çerçevesinde Irak'ın kuzeyindeki Kürtlerin hamiliğine soyundu” ifadesini kullandı.
Papa 16. Benedikt'in BOP projesindeki tan rolü nedir?
Papa'nın yaptığı açıklamada hep atlana bir husus var. Ortadoğu'da yapılan Hıristiyan katliamı ki; bununla ilgili 11 gün önce Amerikan hükümeti resmi bir açıklama yaptı: “Irak'ta öldürülen sivillerin resmi sayısı 51 bin civarında. “Bu rakam en az 150 bindir. Şimdi bu katliama meşruiyet kazandırıldı. Papa'nın Almanya'da yaptığı konuşmada “Müslümanlar teröristtir öldürülebilirler”” diyerek Hıristiyan alemine şu mesajı verildi: “ Evet Irak'ta siviller ölüyor ama bunlar zaten teröristtir. Onun için bu konuda bir girişimde bulunmayın.”
Bush'u destekliyor
ABD'nin katliam açıklaması ile Papa'nın sözleri arka arkaya geliyor. Zamanlama için oldukça bilinçli diyebilir miyiz?
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. ABD Hükümeti'nin Irak'ta ve Afganistan'da öldürdüğü sivillerin tan sayısını, hapishanelerini anlatmak zorunda kaldığının ertesinde Papa böyle bir açıklama yapmak zorunda kalıyor. Yaptığı açıklamasında da diyor ki “Evet ölmüş olabilirler. Ama islam dini zaten terör dinidir. Onun için öldürülmüş olan bu binlerce kişiye bakarak insan hakları ve demokrasi gibi konuları gündeme getirmeyin.” Burada Irak ve Afganistan'daki katliamı dinen meşrulaştırdı. Neden yapıyor bunu: çünkü bu papa Bush'u destekliyor. BOP'u destekliyor.
Papa Bush'a bu desteği ilk kez vermiyor zannederim
Bunu ABD seçimlerinde de açıkça gördük. Bush ilk seçimlere girdiğinde karşısında John Keryy diye bir rakibi vardı. Papa “John Keryy Katolik olsa da aslen Yahudidir. Dolayısıyla biz Keryy'i desteklemiyoruz. Vatikan olarak Bush'u destekliyoruz” diye bir açıklama yaptı. Ve bu açıklamanın ardından ABD'deki Katolikler oylarını Bush'a verdiler. Burada Katolik olan Keryy'nin önünü kesen bizzat Ratzinger oldu. Ancak Bush Evangelist olmasında rağmen Papa, “biz Ekümenizm hareketini destekliyoruz diyerek kiliseler birliğini desteklediğimiz için burada herhangi bir sakınca görmedik” açıklamasında bulundu.
16. Benedikt BOP'a hizmet ediyor. Peki Jean Paul hangi amaç için Papa yapılmıştı?
Bundan önceki Papa 2. Jean Paul komünizmle mücadele için getirilmişti. Şimdiki papa da islamla ve Asya ile mücadele için getirildi. Bunu da iş başına getiren kişi son derece önemlidir. Bu kişi de ABD'li Kardinal Walter Caspel'dir. Şimdi bu Caspel Papa ile tak eskiden beri birlikte olan ve birlikte yayınları yöneten kişidir.
Walter Caspel'in ismi daha önceleri de sık sık duyulmuştu…
Walter Caspel 1996 yılından itibaren teröristbaşı Öcalan'ın Vatikan'a yolladığı mektuplar çerçevesinde Irak'ın kuzeyindeki ve Türkiye'nin Güneydoğu'sundaki Kürtlerin hamiliğine soyundu. Bu mektuplarda Öcalan dedi ki: “ben kendimi Hıristiyanlığa çok yakın buluyorum ve Anadolu'da yüce Hıristiyanlık dininin kurmuş olduğu yüce Hıristiyan medeniyetini yıkmış olan Barbar Türklere karşı savaşıyorum. Hatta sizi vuran Mehmet Ali Ağca da bu barbar Türklerden birisidir. Onu sizi vurdurmak için özellikle seçtiler.”
Bu mektuplardan sonra Vatikan'ın tavrı ne oldu?
Vatikan'ın bütün yayınlarında TSK'ya karşı bir karalama kampanyası başlatıldı. Bugünkü Papa o dönemde “kardinal” olan Ratzinger'in hazırladığı, Papa 2. Jean Paul'un Ermeni Katalikos'u 2. Karekin'le birlikte ortak bir bildiri yayınlamasını tavsiye etti. Ve bu bildiri 2001 yılında yayınlandı. Yayınlanan bu bildiride 1915-1924 yılları arasında Avrupa'daki XX. Yüzyılın ilk soykırımını Türklerin yaptığına ve 1,5 milyon Hıristiyanı öldürdüğü iftirasına yer verildi. -
16.
+4AsatruTümünü Göster
Asatru Neo-Pagan türünden inançların en çok saygı görenlerindendir. Bu inanç türü Witchcraft, Kelt Druidizmi, Mısır, Yunan,Roma ve diğer eskil Pagan inançlarının yeniden yapılandırılmış hallerini kapsar. Ancak, birçok Asatru inancına bağlı kişi (Asatruers) kendi inançlarını Neo-Pagan ağacının bir dalı olarak değil, ama tamamen farklı bir başka ağaç olarak değerlendirmektedir. Birçok farklı geleneklere sahip Witchcraft'ın tersine, Asatru'nun bu yeniden yapılanımı, yaşayan tarihi kanıtlara dayanmaktadır ve orjinal iskandinav inançlarına olabildiğince yakın durmaya çalışmaktadır.
Asatru ya da Ásatrú izlandaca bir kelimedir, ve Danimarka dilindeki Asetro sözcüğünü bir çevirisidir.Bu ikincisi, araştırmacılar (scholars) tarafından 19. yüzyılın ortalarında kabul edilmişti ve anlamı Asir'e (Asatru inancındaki tanrılar topluluğu) inanmaktı. iskandinavya da bu din çeşitli adlarla anılır: Forn Sigr (Eskil yol demektir), Forn sed (Eskil Gelenek), Nordisk sed (Kuzey Geleneği) ve son olarak Hedensk sed (Pagan Geleneği)
Asatru inançları
Asatru çok tanrılı bir dindir, ve bu dine göre iskandinav panteonunda üç farklı nesil tanrı vardır. Onlara tıpkı insan yaşdıbının içine karışmış, ve dünya üzerinde yaşayan güçler gibi bakılır:
1. The Aesir: Bunlar krallığı, düzeni ve zanaatları temsil eden bir tanrılar klanı ya da kabilesidir.
2. The Vanir: Doğanın bereketini ve güçlerini temsil eden tanrılar grubu. Bir parçası olmamakla beraber, onlarda klanla beraber düşünülür.
3.The Jotnar: Bunlar Aesir klanıyla bitmez bir savaş durumunda olan devlerdir. Kaos'u ve yıkımı temsil ederler. Ragnarok savaşında, birçok tanrı ölecek, dünyanın sonu gelecek ve yeniden doğacaktır.
Spesifik Tanrılar
En önemlilerinden bazıları
Thor yıldırım tanrısıdır ve kutsal çekiç Mjolnir'i kullanır. Savaş arabasıyla (Chariot) gökyüzünde dolanırken yıldırımlar ortaya çıkar. ingilizcede perşembe gününe verilen ad olan Thursday, anlamı Thor'un Günü demek olan “Thor's Day” kelimesinden türemiştir. Odin tek gözlü tanrıdır; gözlerinin birinden bilgelik pınarından akan suyu içebilmek için vazgeçmiştir. Bir büyücü ve tanrıların içinde en bilgesidir. Rune taşlarının sırrını, kendini Yggdrasil ağacına dokuz gece boyunca asarak öğrenmiştir. Frey Yule kutlamasının tanrısıdır. (bu kış gündönümüne ve tam olarak Aralığın 21.gününe denk gelir) O aynı zamanda barışın, bereketi getiren bolluğun ve başarının tanrısıdır. Babası ise Njord idi.
Spesifik Tanrıçalar
En önemlilerinden bazıları
Freya (aka Freyja) aşk, güzellik ve cinsellik tanrıçasıdır. Valkyrie'lerin komutanı olarak savaş alanlarında ölen savaşçıların ruhlarını Valhalla'ya (Odinin büyük sarayı) zütürür. Frigg Odin'in karısıdır. ismi sonradan, argo lugatında cikste soğukluğu belirten bir kelime olan frigid'e dönüşmüştür. Ev halkının ve özellikle evli kadınların koruyucusudur. Skadi özgürlük, ölüm, avcılık ve kayak tanrıçasıdır. Scandinavia , yani iskandinavya, adını ondan alır. Aynı zamanda ingilizce kelimeler olan shadow, skullduggery ve shade'in orijininde de bu tanrıçanın adı yatmaktadır.
Ostara, ilkbahar ekinoksunda adına kutlamalar yapılan bereket tanrıçasıdır. Saksonlarca Eostre olarak bilinir ve Bahar Tanrıçasıdır. ingilizcedeki Easter (paskalya günü) kelimesi onun adından gelir. Ostara'nın sembolleri yumurtalar ve yabani tavşanlardır. Diğer Kutsal Varlıklar: Diğer tanrılar, Aegir, Balder, Bragi, Forseti, Heimdall, Loki, Njord, Ran, Tyr, Ull ve Vithar'dır. Asatru inancına bağlı kişiler ayrıca Landvaettir denen yeryüzü ruhlarını da yüce tutup onurlandırırlar.
Hayat Değerleri
Onlar Dokuz Yüce Meziyete uyarlar: Cesaret, Gerçek, Onur, Sadakat, Disiplin, Konukseverlik, Çalışkanlık, Kendine-Güven ve Azim. Aile onlar için çok değerlidir ve el üstünde tutulur. Etnik olsun, dillere dayalı olsun, ırklara ya da cinsiyete dayalı olsun, her tür ayrımcılığı ve taraf tutmaya şiddetle reddederler.
Orijin: insalık tanrılar tarafından yaratılmıştır. Odin, Vili, bir de Ve adlı üç kardeş tanrı iki ağaçtan insanlığı yaratmışlardır ve birinin ismini Ask ve diğerininkini de Embla olarak belirlemişlerdir. Bir başka tanrı, Rig dünyaya ziyaret etmiş ve sosyal sınıfları oluşturmuştur.
Yaradılış Hikayesi: Voluspa (Peygamberlerin Kehaneti) adlı bir şiir Asatru inancına göre evrenin yaradılış hikayesini anlatmaktadır. Şiire göre en başta Muspelheim (Ateşin Ülkesi) ile Niflheim buzlar ülkesi arasında Ginnungigap diye anılan boşluk vardır. Daha sonra ateş ve buz birbirlerine doğru yaklaşmaya başlarlar ve çarpıştıklarında evren ortaya çıkar. Odin, Vili bir de Ve daha sonra öldürdükleri bir devin vücudundan dünyayı yaratırlar.
Ölümden Sonrası: Savaşlarda ölüdürülenler Valkyrie'ler tarafından Odin'in sarayı Valhallaya görürülür ve burada, onlar hergün kesilen ve yeniden dirilen bir domuz olan Särimner'i yerler. Kim ki kötülükler ve hainlikler yaparak ömrünü geçirir, o Hifnel'de yaşamaya gönderilir. Her ne kadar bu yer ismiyle de hristiyan cehennemini (hell) andırıyorsa, onunla hiçbir ilgisi yoktur. Sonsuz bir durgunluğun ve barışın olduğu bir yerdir Hifnel.
Asatru Ayin ve Uygulamaları
Yerel dinsel toplulukları Kindreds, Hearths, ve Garths olarak adlandırılır. Rahipleri Gothi; rahibeleri de Gythia olarak.
The Blot: Bu ayin Asatru inancının en genel olan ayinlerinden biridir. Eski çağlarda, hemen hemen bütün antik inançlarda olduğu gibi Asatru inancına mensup kişilerde tanrılara adanan bir hayvanı kurban ederlerdi. Bu bir rüşvet ya da ölen hayvanın güçlerini ele geçirmek için bir yöntem olarak algılanmaz, yalnızca içinde oldukları bolluğu tanrılarla paylaşmak yerine geçerdi. Şimdilerde, Asatru inancında hayvan kurban etmek yerini bira, meyve suları ya da mead (mayalandırılmış bal ve sudan yapılan alkollü bir içki) sunmaya bırakmıştır.
The Sumbel: Bu ayin, içkilerin içildiği bir kutlamadır. Bir boynuzun içine doldurulan içki ayine katılan arasında elden ele geçirilir. Katılan herkes bir selam verir, ve kızarmış bir dilim ekmeği tanrılara, eski kahramanlara ya da atalarına sunar; yahut bir hikaye, şarkı ya da şiir söyler ve sonra boynuzdan içki içer.
Profession ya da Adoption: Bu, Asatru'nun tamamen kendine özgü ve diğer dinlerden onu ayıran bir ayinidir. Ayinde Asgard, Aesir ve Vanir tanrılarına bağlılık yemini edilir. Bir yemin çemberi yahut başka bir objenin etrafında toplanılarak bir Gothi ya da Gythia ve geri kalan Kindred, Hearth ya da Garth gözetiminde yapılır. -
17.
+9 -1Cadıların Ağzından CadılarTümünü Göster
Cadılık sanatının ne olduğunu merak ediyorsanız, bizim geleneğimizi anlamayan ve anlamak için de herhangi bir çaba göstermek istemeyen insanların söylemlerinden oluşan ön yargılarınızı bir kenara bırakın. Cadılığın günümüzde de canlı bir şekilde varlığını sürdüren ve en az geçmiş çağlardaki kadar çok uygulayıcısı olan bir inanç sistemi olduğunu göz ardı etmeyin.
Bizler, kutsal olanın hem dişi hem de erkek olduğuna inanırız. Bu ikisinin eşit ve dengede olduğuna inanır, yaşamlarımızda ve kendi içimizde bunun dengesini kurmaya çalışırız. Hem Tanrı'ya hem Tanrıça'ya inanır, kişisel ihtiyaçlara göre Tanrıça'yı isis, Astarte yada Hekate gibi adlarla, Tanrı'yı Osiris, Pan veya Herne gibi adlarla isimlendiririz. Bunu anlamak için Kutsal olanın sonsuz yüze sahip olan aynadan bir küre olduğunu, her bir yüzün farklı bir kimliği yansıttığını ama tamdıbının kutsal olduğunu düşünün.
Çalışmalarımızda faydalandığımız hava, ateş, su, toprak ve ruh elementleri doğada çevremizi sararken aynı zamanda içimizde de yer alırlar: Hava; düşüncelerimiz, ateş; tutku ve isteklerimiz, su; duygularımız, toprak; bedenimiz ve ruh; iç benliğimizdir. Bunlar büyü yaparken faydalandığımız enerjilerdir.
Büyü, irade gücüyle değişiklik yapma becerisidir. Büyü yaparken ‘kimseye zarar vermedikçe istediğini yap' ve ‘iyi yada kötü yaptığın her şey üç misliyle sana geri dönecektir' kurallarına bağlı kalırız.”
Pek çok çoğumuz Hekate ismine, hatta Bodrum'da yaşayan bizler yanı başımızda Lagina'daki tapınağının varlığına, bölgemizde çok eskilere uzanan bir inanışı ve kültü olduğu bilgisine aşina değiliz, bu bir gerçek. Oysa yazımıza geri dönüp baktığımızda, bizden çok uzaktaki insanların Hekate ile ilgilendiklerini, uğraşlarına konu edindiklerini görmekteyiz…
Elle tutulur, gözle görülür bir Hekate tapınağı hemen yanıbaşımızda… Her yöreden çıkan onlarca Hekate heykelcikleri bugün çevremizi ve müzelerimizi doldurmakta… Turizm ve kültürel mirasımızı koruma adına yapılacak çok şey olsa gerek…
slında cadılığın kökünde, Avrupa'ya kuzeyden gelen barbar kavimlerin doğaya ve bilinmeyene olan tutkusunu bastırarak halkı batıl inançlarla korkutmak isteyen Kilise' ye karşı bir protesto vardır. Bu protesto, en çok ingiltere adasında kendisini göstermiş ve halkın yoğun tepkisiyle buraya Engizisyon girememiştir. Günümüzde bu Witch kültü, batı Avrupa'da Hıristiyanlığa karşı pagan dinlerin yeniden ayaklanışı anlamındadır. Murray'ın 1921' de yayınlanan "The Witch-Cult in Western Europe" adlı araştırmasında, cadılarla cinler arasındaki bağlantı söyle tanımlanmıştır:
"Bir zamanlar Avrupa' da yasayan cüce ırktan çok az elle tutulur bakiye kalmıştır günümüze. Ama bu ırk, cinler ve perilerle ilgili birçok hikayede varlığını koruyabildi. Her yedi senede bir insanı kurban etmelerinden başka bunların dini inançları ve gelenekleriyle ilgili bir bilgimiz yok. Cadıların, bu periler olarak bilinen ırk ile güçlü bir bağlantısı olduğu kesindir. Tahminimizce üç yüz yıl öncesine kadar, peri ırkına bağlı gelenekler devam etmiştir ve bu gelenekleri sürdürenlere de cadı (Witch) denmiştir."
Fakat, Engizisyon papazları böyle düşünmemişlerdir. Cadılıkla suçlanan kişinin içine girdiği varsayılan cinleri çıkarmak için önce ellerini ayaklarını mengenelerle sıkıştırıyor, sonra kollarından ve bacaklarından geriyor ve sonunda cadının iyice kurtulabilmesi için onu bir direğe bağlayarak diri diri yakıyorlardı. Cadılıkla suçlanmak için de öyle olağanüstü bir sebebe gerek yoktu. Örneğin birinin yüzünde, kolunda veya kaba etinde belirgin bir beni veya ten lekesi varsa bu işaret o kişinin Şeytan'la işbirliği yaptığına kesin bir kanıt sayılırdı. Ormanda biraz fazla dolaşıp yabani bitkileri toplayarak sebze çorbası yapan kadınlar da emri altındaki cinlere ziyafet vermekle suçlanıp alelacele Engizisyon heyetinin karşısına çıkarılıyorlardı. Eğer bir kadın kilisedeki ayin sırasında esnerse, kutsal sözleri duyan içindeki cinin kaçmak için ağzından çıkmaya çalıştığı düşünülürdü. -
18.
0Devam et beğendim
-
19.
0Allah razı olsun kardeşim.
-
20.
+3beyler bi yemek yiyim devam edeceğim baya baya değişik şeyler buldum.