0
Gözlerini açtı, tavandaki çatlakların yerli yerinde durup durmadığını kontrol edercesine uzun uzun tavana baktıktan sonra kendini çekyatın katlanma noktasının oluşturduğu çukurdan kurtararak sola doğru attı. Bileğinin üzerine düştü salak. Acıyla yerden kalktı, kola makinasına yürüdü. Bir bardak çekti, kolasını doldurdu. ilk bardağı tek seferde kafaya dikip ikinci bardağı içerken, evde yalnız olmanın verdiği rahatlıkla kendi kendine mırıldanmaya başladı. “Şu kabusun tek iyi tarafısın, sen de olmasan…” dedi.
Çekyattaki çarşafı tek hamlede toplayıp sekiz hamlede çekyatın sandık kısmına yerleştirdi. Çekyatı kapatıp üzerine oturdu, yerde unuttuğu yastığı görüp kendisine gülmeye başladı. Yastığı da yerine koyduktan sonra yapacak başka bir şeyi olmadığı için oturup yine hiçbir ehemmiyeti olmayan konular düşünmeye başladı. Birden uyandığından beri yaşadıklarının festival filmi başlangıcı gibi olduğunu fark edip kendisine sinirlendi. Öne doğru yaklaşık elli santimetre eğilince çekyattan güçlükle ulaşabildiği sehpanın üzerindeki boş çaydanlığı aldı. Hızlı ensesine vurdu çaydanlıkla. “Aptalsınız oğlum siz, Aptal” dedi.
Kalktı, bir kola daha doldurdu. Bardağı çekerken ayağına iki damla kola damladı. Kola damlayan çorabı hızlıca çıkardı zütürüp kirli sepetine attı. Koşarak geri dönüp halıyı kontrol etti. Derin bir oh çekti “neyse damlamamış” dedi. Emlakçı yeni bir kiracı getirene kadar gizlice girip evi gasp etmiş olmasına rağmen halıya damlayacak kolayı bu kadar umursamasına şaşırdı.
iyice siniri bozulmuştu telefonu eline aldı, son aranan numarayı tekrar aradı.
-Efendim.
-Lan ben Rıza..
-He gülüm söyle.
-Bir fikrim daha var toplanıp deneyelim mi?
-Ya oğlum her şeyi denedik işte olmuyor.
-Deneyeceğiz abi yapacak başka bir şey yok. Sıkıldım oğlum ben buradan bu ne lan her gün aynı şey iğrenç bir tadı var zaten.
-Nasıl her gün aynı şey lan başka bir şeyler iste oradan.
-Üç tane seçenek çıkıyor zaten. Biri ekmek, biri püre diğeri A-teti.
-Lan adamlar oraya sekiz tane tuş koymuş hiç mi basmadın?
-Kurcalamayım dedim oğlum bozarız mozarız elin malını.
-Ha ha salak. Senin o yediğin A-teti şirketinin, makinanın denenmesi için ücretsiz olarak dağıttığı promosyonlar.
-Nasıl yani başka yiyecekler de mi var bunda?
-Evet.
-Gerçi ne fark eder para mı var.
-Tamam bak dediklerimi sırayla yap.
-Söyle.
-Sağda “profiles” yazan bir tuş olması lazım bas ona.
-Bastım. Üç tane kutu çıktı.
-Şanslı p*ç.
-Niye lan ne oldu?
-Senden önce evde üç kişi yaşıyormuş.
-Evet harbiden çok şanslıymışım ya.
-Üç kişilik ev demek, üç kişilik yiyecek kredisi demek.
-Ya oğlum çıkın gelin hallet şunu ya anlamıyorum ben.
-Lan dediklerimi yap sen ben doyuracağım seni.
-Tamam sağ üstte “3250p” yazıyor bu mu kredim?
-Avradıns.
-Efendim?
-Ben sana durumu şöyle özetleyeyim;
120 gram pirinç pilavı 50p.
-iyiymiş lan nerden alıyoruz pilavı
-“Refreshments list” yazan yere gir.
-Tamam buldum.
-iyi, ben gece ortalık sakinleşince gelirim. Ziyafet çekeriz, bitirme sakın krediyi.
-Oldu hadi görüşürüz.
Bu bir heyecan bir heyecan pilavı üç kere seçmiş. Makina ardı ardına üç porsiyon pilavı yere boca etti. Bu salak tabi farkında değil tabak koyması gerektiğinin. Gitti üç tabak pilav.
Hah! Siz öyle sanın, “Yerler temizdi lan zaten.” Diyerek elleriyle girdi pilava hayvan.
Pilavı bitirdikten sonra bir sonraki sefer için tabak bulması gerektiğini fark etti. Mutfak dolaplarına açılmalarını söyledi, ama hangi aptal taşınırken tabaklarını unuturduki. Dededen kalma pratik zekayı tozlu sandıklardan çıkartıp kullanma zamanıydı artık onun için. Dizlerini üzerinde yerde oturuyorken birden hızlıca ayağa kalkıp daha yeni telefonda kullanmayı öğrendiği aleti sanki yıllardır kullanıyormuşçasına kurcalamaya başladı. Niyeti bir karpuz almaktı. Onu bile beceremedi, karpuz makinadan çıktığı gibi yere düştü. Ayağını son anda çekmesine mi sevinse yoksa pilav hezimetinden sonra karpuzun yere düşeceğini fark edemeyecek kadar aptal olmasına mı üzülsün bilemedi. Sevindi aptal. Kırılan karpuzun içini bir daha kullanıp kullanmayacağını bilmediği ev anahtarıyla oyup karpuzu elleriyle yedi.
Karpuz kabuğunun bir parçasını üzerindeki karpuzu iyice sıyırdıktan sonra tabak olarak kullanmak üzere kırdı.
Hava karardı, kapı çaldı. Kapı ya koştu, dürbünden bakıp tanıdık bir yüz hatta bir insan yüzü görmüş olmanın sevinciyle kapıyı açtı. Kapıyı açtığı gibi ağzında bir acı hissetti. Yumruk yemişti. Ağzını toparlayıp “ne vuruyon oğlum.” Dedi.
-Lan ben sana “kim o?” demeden kapıyı açmayacaksın demedim mi?
-Dedin.
-E niye sormadan açıyorsun kapıyı ya emlakçı müşteri getirmiş olsa.
-Dürbünden baktım, gerizekalı!
-Pardon kanka ya ağzını vurmuş bulundum. Getir öpeyim geçsin.
-Ya gibtir git oğlum ya. Dalga geçiyor bir de utanmadan.
-Misafirimize kapıyı açmayacak mısın?
-Ne misafiri ? Nerde Misafir?
-Bahçe kapsını açsana önden sığmadı.
-Nasıl lan? Kaç kiloki?
-Ya sen aç kapıyı.
Merakla salona koşup bahçeye bakan büyük sürgülü kapıya yöneldi, perdeyi açtı. Birden irkilip iki adam geri attı. Gördüğüne inanamadı.
-Senin şu misafirin atı var mıydı?
-Aç kapıyı aç misafir o.
-Nasıl o lan eve at mı getirdin?
-Ya aç sen şu kapıyı, o da bizim gibi.
-Senin gibi olup olmadığını bilemem profilden seni hafif andırmıyor değil ama kesinlikle benim gibi değil.
-Lan açsana kapıyı ayıp oluyor adama.
-Bak hala adam diyor ya!
-O da bizim gibi mahsur kalmış burada.
Sertçe kapıyı açar “Sende de var mı o aletten?” diye sorar yeni dostuna, kader ortağına.
-Olmasa bu soruya cevap verebilir miydim?
-Bilmem mantık çerçevemi kıralı çok oldu.
-Tüm dilleri çeviremese de var ondan bende de.
-Onlardan olmadığını sanıyordum yanlış mı anladım?
-Doğru anladın. ilk geldiğimde yakalayıp incelediler ve türümden başka bir canlı olmadığı için organize olup istila etmek gibi bir niyetim olmadığına kanaat getirdiler.
-Adın nedir?
-Oymapınar
-Nasıl yani? Türk müsün?
-Yok. Anne tarafından ingiliz, baba tarafından arabım.
-Yarış atı mıydın?
-Evet. Aslında pek sayılmaz, henüz yarış kazanmışlığım yoktu.
-Nasıl yani?
-Göle düştüğümde amatör yarışlar dışında bir yarışa katılmış değildim daha eğitimim tamamlanmamıştı.
-Dur tahmin edeyim. Bir şekilde göle düştün ve gözlerini açtığında etrafında yarı insan yarı at canlıların olduğu bir havuzda buldun kendini.
-Aynen öyle
-Yalnız mıydın?
-Hayır bir eğitmen bir de onu kurtarmaya çalışan temizlik görevlisi de benimle geldi.
-Peki onlar nerdeler?
-Daha havuzdan çıkar çıkmaz tutuklandılar. Sizi nasıl serbest bıraktılar?
-Bizi yakalayamadılarki. Havuz temizleyicisi polisler gelmeden oradan uzaklaşmamıza yardımcı oldu.
-Peki size bir açıklama yapmadı mı?
-Yerleştirdiği evde kalmamızı tembihledi akşam geleceğini söyledi ancak ona güvenemezdik.
-Ne yani evi değiştirip size ulaşmasını engellediniz mi ?
-Evet.
-Burada büyük ihtimalle size yardımcı olabilecek tek insandan kaçtınız yani?
-Nasıl bir yardım?
-Şöyle anlatayım;
Havuz temizleyiciler paralel evrenler arasında geçiş kapısı açabilecek teknolojiye ulaşmış toplulukların bunu kötüye kullanmamaları için yıllardır savaşan canlılardır. Onları sarı tulumlarından tanıyabilirsiniz.
-Bunlar iyi kişiler yani?
-Evet
-Peki sana buraya gelmemize neden olan kişinin de onlardan birisi olduğunu söylesem?
-Bir yanlışlık var derim.
-Hayır tam tarif ettiği gibi sarı tulumlu bir insana havuza girebilir miyiz diye sorduk ve “girebilirsiniz tabi yeğenim.” Cevabını aldık.
-Eeee?
-Ne “Eeee” si havuza girdik ve buradayız işte.
At sordu, Rıza cevapladı, Rıza sinirlendi, At sordu, Rıza cevapladı, Rıza sinirlendi. En sonunda at yüzü görmekten bıkmış olacak ki dönüp;
-Hiç bekler miydin o adamdan bunu?
-Yok abi, ben daha önce oradan sürekli gelip geçiyordum defalarca gördüm o amcayı yıllardır orada, çok güzel saz çalar hatta.
-Ya sokayım sazına daha bana saz diyor ya adam bizi neresi olduğunu bilmediğimiz bir yere göndermiş sen hala sazı vardı, iyi amcaydı, nur yüzlüydü diyorsun.
-Ne bileyim oğlum saz çalan insandan zarar gelmez diye düşündüm.
“Ne saz mı?” diye yükseltti sesini Oymapınar.
-Evet saz ne olmuş?
-Şimdi anlaşıldı.
-Neymiş?
-O gördüğünüz bir havuz temizleyicisi değildi. O kılık değiştirmiş bir Kornish’di.
-O ne?
-Ya böyle galaksi galaksi gezen tek amacı itlik, uğursuzluk ve pislik olan canlılar. Evrendeki kaostan beslenirler, ve sanırım sizi buraya göndermek onlardan birkaçının kahvaltısıydı.
-Bak sen allahsızlara ya nasıl sinir oldum.
-Yemek yemeye geldiğimizi sanıyordum, yanlış mı hatırlıyorum?
-Ha! Pardon ya zütü kurtarma telaşına düştük unuttuk onu buyur geç içeri.
Oymapınar içeri geçti. Masadan iki sandalyeyi alıp koridora koydular Oymapınar’a yer açtılar.
Tümünü Göster