1. 1.
    +1 -3
    evet beyler bu paylaşım sadece bilgili ateistleredir küfürbaz binler gelmesin
    Evrim Teorisi Termodinamiğin ikinci Kanununa terstir


    TERMODiNAMiĞiN iKiNCi KANUNU:
    Gözlenen her şeyde, düzenlilikten düzensizliğe doğru bir gidiş vardır. Bu, gelecekteki transformasyonlar için mevcut enerjinin dağılımını yansıtır.1
    iKiNCi KANUN, bir başka şekilde şöyle ifade edilir:

    Kâinatta­ki her şeyin devamlı olarak, enerji vererek, düzenli halden daha düzensiz bir hale dönüşme eğilimidir.2
    Bu kanunu biz de kendi çevremizde gözleyebiliriz. Odamı­zı düzeltmek için bir gayret sarf ederiz, fakat kendi haline bı­raktığımızda hızla ve kolayca dağılır. Binaları, makinaları ve vücudumuzu mükemmelen çalışan bir düzende yapmak ne kadar zorsa, bütün bunları tahrip etmek ve bozmak da o de­rece kolaydır. Gerçekten yapacağımız tek şey hiçbir şey yap­mamaktır; her şey, enerji vererek, kendiliğinden bozulup, çarpışarak parçalanacaktır. işte ikinci kanunun mahiyeti bu­dur.3

    Şimdi termodinamiğin ikinci kanununu, Huxley tarafın­dan, tarif edilen şekliyle Evrim Teorisiyle karşılaştıralım:

    Evrim geniş manada; zaman içinde vuku bulan basitten yüksek yapılı canlılara doğru yüksek seviyede bir organi­zasyonu netice veren bir işlem olarak tarif edilir.4
    Gözlenen bütün tabiî sistemlerde düzensizliğe doğru gitme eğilimi vardır. Bu gerçek hem mikro hem de makro seviyeler­de olmak üzere bütün kâinatta geçerlidir. Bu eğilimin zıddına cereyan eden bir olaya şimdiye kadar tesadüf edilmemiştir. Çünkü bu bir tabiat kanunudur.

    Diğer taraftan Huxley'in tarif ettiği şekliyle genel Evrim Teorisine göre, tabiî sistemlerin daha da yüksek seviyede bir karmaşıklığa sahip olacak şekilde düzensizlikten düzenliliğe doğru eğilimleri vardır. Bu temayül, güya ister mikro, ister makro seviyede olsun kâinatın her noktasında geçerlidir. So­nuç olarak; toz parçacıklarının insana evrimleştiğine inanıl­maktadır.

    Böyle seçkin bir insanın, bu iki hadise arasındaki temel tezatı görmemesi cidden anlaşılması zor bir şey. Her ikisinin de doğru olamayacağı aşikârdır. Fakat hiçbir modern bilim ada­mı termodinamiğin ikinci kanununa karşı çıkacak cesareti kendinde bulamaz.

    Evrimciler tarafından bu iki hadise karşısında verilen her zamanki cevap termodinamiğin ikinci kanununun yalnız kapalı sistemler için geçerli olduğudur. iddialarına göre, eğer sistem bir dış enerji kaynağına açıksa, dışarıdan sağlanan enerjinin harcanmasıyla bu sistem içinde karmaşık bir düzen oluşturulup devam ettirilebilir.

    Nitekim güneş sistemimiz bir açık sistemdir ve güneşten dünyaya enerji sağlanmaktadır. Evrim olayı esnasında yeryü­zündeki entropi azalması veya bir başka ifade ile düzenliliğin artması güneşteki entropi artışı ve düzenlilik azalmasından daha çok gerçekleşmektedir. Sonuç olarak, düzenlilikte net bir azalış meydana gelerek termodinamiğin ikinci kanunu­nun bozulmadığı söylenmektedir.

    Düzenli halin teşekkülü ve devamı için açık bir sistem ve uygun bir dış enerji kaynağı gerekli fakat yeterli olmayan şartlardır. Çünkü yönlendirilmemiş kontrolsuz enerji yapıcı değil yıkıcıdır.

    Meselâ, güneşten gelen ultraviyole ışığın büyük bir kısmı­nı absorbe eden atmosferin üst kısmındaki koruyucu ozon ta­bakası olmaksızın yeryüzünde hayattan bahsedilemez. Böyle radyasyonlara maruz kalan bakteriler bir kaç saniyede ölür­ler. Çünkü ultraviyole ışınlar veya herhangi bir radyasyon çe­şidi kimyevî bağları parçalar ve proteinlerle DNA molekülleri gibi biyolojik yönden aktif makro moleküllerin oldukça kompleks olan yapılarını bozar. Hayatî öneme sahip bu önemli moleküllerin bozulmasını hemen ölüm takip eder.

    Kompleks moleküllerin ve sistemlerin daha basit bileşik­lerden teşekkülünde, bir dış enerjiden başka şeylere de ihti­yaç olduğunu, Simpson ve Beck'in şu ifadesinden anlamakta­yız:

    "Düzenin tesisi ve devamı için basit bir enerji sarfiyatı ye­terli değildir. Bir çini dükkânında bir boğa iş yapabilir, fa­kat hiçbir zaman bir organizasyon ortaya çıkaramaz. iş yapma, belirli bir çalışmayı gerektirir ve bunun için de bir­çok hususiyetlerin olması gerekir. Her şeyden önce, nasıl iş görüleceğinin bilinmesi icap eder.5
    Nitekim, yeşil bir bitki, sahip olduğu son derece karmaşık fotosentez sistemi sayesinde güneşten gelen ışık enerjisini yakalar ve bu ışık enerjisini kimyevî enerjiye dönüştürür. Ye­şil bitkideki diğer kompleks sistemler sayesinde bu kimyevî enerji basit bileşiklerden kompleks molekül ve sistemlerin ya­pılmasında kullanılır. Çok önemli bir husus da yeşil bitkilerin bu kompleks enerji dönüşüm mekanizmalarını yönlendirme, devam ettirme ve çoğaltma görevlerini üstlenen bir genetik sisteme sahip olmalarıdır. Bu genetik sistem olmaksızın hüc­re içi olayların cereyanında hiçbir hususiyet olmayacak, bir kaos ortaya çıkacak ve hayat imkânsız hale gelecektir.

    Öyleyse bir sistemde kompleksliğin teşekkülü için şu dört şartın yerine getirilmesi lâzımdır:

    1— Sistem, bir açık sistem olmalıdır.

    2— Uygun bir dış enerji kaynağı bulunmalıdır.

    3— Sistemin enerji dönüştürme mekanizması olmalıdır.

    4— Bu enerji dönüşüm mekanizmalarını yönetme, devam ettirme ve çoğaltma için bir kontrol mekanizması bulunmalı­dır.

    Evrim açısından çözülemeyen bir problem de böyle komp­leks enerji dönüşüm mekanizmalarının ve genetik sistemlerin, nasıl ortaya çıktığıdır. Çünkü termodinamiğin ikinci ka­nunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli bir tabiat kanu­nuna göre, sistemlerin düzensizliğe doğru tabiî eğilimleri var­dır. Daha basit bir ifadeyle; makineleri yapmak için makinalara ve bu makinaları işletecek birilerine veya bir şeylere ih­tiyaç vardır.

    Yaratılışa inanan birisi, tamamen bilim dışı olan evrim hi­potezine karşı çıkar. Bu âlemin bütün ileri kompleksleriyle beraber ortaya çıkmasını ve devdıbını tabiat üstü bir Yaratı­cıya verir ve kâinattaki ince ve hassas nizamın kurucusu ve işleticisi olarak bir yaratıcıyı görür. Yaratılışçılık bilim üstü bir modeldir. Fakat ilmin en belirgin kanunlarıyla çelişen evrim hipotezi gibi bilim dışı değildir.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    -2
    Dipnotlar:



    1- R. B. Lindsay, American Scientist, Voi. 56, p. 100, 1968.
    2- H. Blum, American Scientist, Vol. 43, p. 595, 1955.
    3- 1. Asimov, Smithsonian Institute Journal, June, p. 6, 1970.
    4- J. Huxley, «Evolution and Genetics» in What Is Science?, J. R. Newman, Ed., Simon and Schuster, New York, p. 272,1955.
    5- G. G. Simpson and W. S. Beck. Life: An Introduction to Biology, 2 nd Ed.,
    ···
  3. 3.
    -3
    @3 evrimde olmasa ateizmin hiçbir sığınacağı liman yoktur
    ···
  4. 4.
    -1
    @6 tipik ateist küfürbaz binler gelmesin demiştim
    ···
  5. 5.
    -1
    @9 bizim delillerimiz çok fazla sen yukarıda açıkça yanlış olan bir şeyi kabul ediyosun
    ···
  6. 6.
    -1
    @10 cahile cevap yok
    ···
  7. 7.
    0
    @17 panpa şimdi evolüsyon teorisinin temeli türlerin değişimidir balıktan memeliye kadar veya insanımsı maymundan insana peki bana bir tane türlerin değişimine örnek gösterirmisin
    ···
  8. 8.
    -1
    @16 şimdi panpa evrimin olması bile tanrının yokluğunu kanıtlayamaz çünkü ezeli olmayan herşeyin bir sebebi vardır evreninde big bang ile
    olduğunu bildiğimize göre sonradan oluşmuş bir şey olduğuna göre evrimin olması veya olmaması aslında tanrının yokluğuna kanıt değildir bilim insanları arasında evolüsyon konusunda ayrılık vardır aslında ateist bilimadamları dışında bu türlerin değişimi olayını kabul eden çok azdır evrim çok dallı bir konudur içinde adaptasyon doğal seçilim evolüsyon vs.konular vardır bunalrın tamdıbını içine alan dala evrim denir bu konuların bir kısmı doğrudur ama türlerin değişimi denen ape to man gibi şeyler ateist bilim adamları tarafından kabul edilir
    ···
  9. 9.
    -1
    @25 ateist bakış açısıyla bu çok yanlıştır aslında kendini yalanlıyosun tanrıyı göremediğimize göre inanmayız diyosun hiçbir örneği olmayan türlerin değişimi veya ara türe inanıyosun
    ···
  10. 10.
    -1
    @27 bi gibtir git lan sende
    ···
  11. 11.
    -1
    @31 ben adaptasyon veya türleşme değil türlerin değişimini istiyom
    ···
  12. 12.
    0
    Evrimciler; hırsla ve büyük ümitlerle en büyük delil diye düşündükleri bir türün farklı bir türe dönüşmesine ait ilmî veri, belge ve fotoğrafları inkâr edilemez şekilde kamuoyuna sunmayı beklemektedir. Maalesef spekülatif ve sübjektif yorumlar dışında, bir türün diğer bir türe dönüştüğüne dâir müşahhas bir bilgi yoktur. Üreme açısından izole olduğu için genetik bakımdan değişerek yeni bir türün ortaya çıktığına dâir ellerinde bir delil olmamasına rağmen bazı Darwinciler, hâlâ çok sayıda yeni türün ortaya çıkmakta olduğunu iddia etmektedir.1 iddia edilen bu örneklerin çoğu, aslında türlerin nasıl ortaya çıkmış olabileceğine dâir evrim teorisini savunmak için kullanılan, var olan türlere dâir bir analizdir. Ancak, türleşmeye dâir bir teoriyi desteklemek için mevcut yaşayan türler üzerinde analiz yapmak, başından sonuna kadar bir türleşme hâdisesini meydana gelirken gözlemlemekle aynı şey değildir.

    Türleşme olduğu iddia edilen bazı gözlemler, kromozom sayısındaki artıştan veya "poliploidi"den dolayı sadece çiçekli bitkilerde görülen bir durumdur ve iki türün yeni bir tür oluşturmak için melezlenmesi neticesi meydana gelir.2,3 Evrimci biyolog Douglas Futuyma'ya göre: "Bazı bitkiler arasındaki poliploididen dolayı meydana gelen bu tip türleşme, tamamen farklı ve yeni karakterler sağlamaz, dolayısıyla yeni bir cinsin veya daha yüksek seviyede bir sınıflandırma grubunun evrimine sebep olmadığından, sekonder (ikinci derece) türleşme olarak isimlendirilmelidir."4 Hayvanlarda bir türün alttürlere ayrılması bu çerçevede değerlendirilebilir. Alttürler veya ırklar ise yeni bir tür değildir. Hâlbuki Darwinci evrim, var olan tek bir türün, yeni türlere ayrılmasına (birinci derece türleşme) daha sonra da oluşan bu yeni türlerin, yeniden farklılaşıp tekrar yeni türlere ayrılmasına dayanır. Dolayısıyla Darwinci evrim tarafından iddia edilen, dallanan ağaç yapısını, ikinci derecede bir farklılaşma (ırk meydana gelmesi) meydana getiremez. Böyle dallanan ağaç yapısı ancak (hiç meydana geldiği görülmeyen) birinci derecede bir türleşme durumunda meydana gelebilir.
    ···
  13. 13.
    0
    Melezleme olmadan da fizikî veya kimyevî müdahale ile poliploidi (kromozom artışı) yapılabilir; fakat böyle yeni ırkların çıkarılması şeklindeki melezleme ancak bitkilerde görülmektedir. Meselâ, yirminci yüzyılın başlarında, isveçli bilim adamı Arne Müntzing iki bitki türünü melezlemiştir. En çok bilinen poliploidi tipi olan, kromozomların iki katına çıkarılması şeklindeki çalışmalarda, yeni melezler üretildikçe bunların da yine nane ailesinin bir üyesi olan ve zaten yaratılıştan tabiatta bulunan benzer bitkiler olduğu görülmüştür. Müntzing, bu bitkilerin zaten tabiatta bulunmasından dolayı, kendisinin tercihli ve iradî olarak meydana getirdiği, aynı melezleme süreci ile ortaya çıktığı neticesine ulaşmıştır.5

    Melezleme ile türleşmenin meydana geldiğine dâir diğer bir örnek 2006 yılında, Nature dergisinde yayımlanmıştır. Merkezî Amerika kelebeklerindeki melezleme ile türleşme olduğuna dâir bu iddianın mahiyetinin hangi derecede olduğu, yani bir ırk mı, yoksa yeni bir tür mü olduğu henüz belli değildir. Ancak, melezleme ile ortaya çıkan yeni fertler (poliploidi olsun olmasın) çok büyük çoğunlukla, alttürleri veya ırkları meydana getirmektedir. Bu durum Darwin teorisi tarafından ihtiyaç duyulan birinci tipteki gerçek bir yeni tür ortaya çıkması değildir. Darwinci evrim, bu konuda tam aksini iddia etmektedir; onlar bir türün, birbirinden ayrılmaya başladığını ve neticede ikiye ayrılarak yeni tür meydana getirdiğini söylemektedir. Hâlbuki melezleme bunun tam aksine iki ayrı türün birleşerek ortalama bir özelliğe sahip bir tip oluşturmasından bahseder. Bu açıdan, yeni hayvan türlerinin melezleme ile oluştuğu keşfedilse bile, bu Darwinizmi doğrulamaz.6

    Medya dünyası, gerçek türleşmeyi destekleyen bir örnek bulamadığından, türlerin ortaya çıkmasının bir yolu olarak gördükleri melezleme çalışmaları neticesi ortaya çıkan bir ırkı bile müthiş bir abartma eğilimindedir. Meselâ, 9 Haziran 2004'te, BBC'de, "Bilim adamları yeni bir türün doğumunu görmektedir." şeklinde bir haber verilmiştir.7 Ancak, BBC'nin raporunu dayandırdığı makale, var olan iki meyve sineği türünün tamamen üretken yavrular vermese de melezlenebileceğine dâirdir. BBC'nin, yeni bir türün doğumuna dâir kendinden emin raporunun aksine, bilim adamlarının: "Melez erkek kısırlığının basit bir temeli yoktur ve önceki Drosophila türleşme çalışmaları muhtemelen sadece özel bir hikâyedir."8 şeklindeki ifadeleri, gerçekte çıkan neticenin daha değişken veya kararsız olduğunu belgelemektedir.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    0
    Darwinistler tarafından iddia edilen türleşme hikâyelerinden sadece beşi, birinci derecede türleşme iddiasına biraz yaklaşmıştır. 1962 yılında, J. M. Thoday ve J. B. Gibson, Drosophila'ya (meyve sineği) ait bir tek populasyon içerisinde bulunan sadece çok fazla sayıda tüycüğe sahip fertler ile çok az sayıda tüycük sahibi fertleri çiftleştirmiştir. On iki nesil sonrasında, hem tüycük sayılarında farklılık gösteren, hem de kısmî izolasyon gösteren iki populasyon üretilmiş; ancak deneyi yapanlar bile yeni bir tür ürettiklerini iddia etmemişlerdir. Ayrıca, diğer lâboratuvarlar da, bu araştırmacıların neticelerini tekrar elde etmekte başarılı olamamıştır.9

    ikinci olarak, 1958 yılında Theodosius Dobzhansky ve Olga Pavlovsky, Kolombiya'daki bir sinek soyuna ait tek bir dişiyi kullanarak, lâboratuvarda bir meyve sineği populasyonu oluşturmaya başlamıştı. Lâboratuvarda, bu sinek ile diğer soylar arasında çaprazlamalar yaparak kısır olmayan melezler ürettiler. Ancak 1963'te, yapılan benzer çaprazlamalarda kısır melezler meydana gelmiştir. 1966'da Dobzhansky ve Pavlovsky, 1958'de açıkladıkları neslin, "lâboratuvarda 1958 ile 1963 yılları arasında bir zamanda ... yeni bir ırk veya türleşmekte olan bir tür"e dönüştüğü sonucuna varmışlardır.10 Ancak Coyne ve Orr, 2004'te, bu neticenin "Diğer alt türlere ait kültürlerden bir bulaşmadan kaynaklanıyor." olmasından şüphe ettiklerini yazmışlardır.11 Her durumda da, Dobzhansky ve Pavlovsky, yeni bir tür değil, sadece "yeni bir ırk" rapor etmişlerdir.

    Üçüncü olarak, 1964 yılında biyologlar, Los Angeles Limanı'ndan bazı deniz solucanları toplamışlar ve bunları bir lâboratuvar kolonisi başlatmak için kullanmışlardır. On iki yıl sonra aynı yere geri döndüklerinde, orijinal populasyon yok olmuştur, bu yüzden de birbirinden kilometrelerce uzaklıkta diğer bölgelerden solucanlar toplamış ve bunları iki yeni lâboratuvar kolonisi üretmek için kullanmaya başlamışlardır. 1989'da, araştırmacılar görmüştür ki, bu iki yeni koloniler kendi aralarında çiftleşebilmektedir; ancak yirmi beş sene önce meydana getirilen Los Angeles Liman Kolonisi ile çiftleşememektedirler. 1992 yılında James Weinberg ve çalışma arkadaşları bu durumu, orijinal koloninin "1964'ten öncesine nazaran, 1964'ten sonra lâboratuvarda türleştiği" faraziyesine dayanarak, "hızlı türleşme"ye ait müşahede edilmiş bir örnek olarak adlandırmışlardır.12 Ancak birkaç yıl sonra, Weinberg ve arkadaşları, yaptıkları çalışmada, orijinal türün "1964'te ilk örneklemenin yapıldığı zamanda bile" yani çok önceden, diğer iki yeni türden "farklı bir tür" olduğunu göstermişlerdir.13 Kısaca söylersek hiçbir türleşme olmamıştır.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    0
    Evrimcilerin türleşme için verdikleri dördüncü deney, 1969'da E. Paterniani tarafından yapılmıştır. O, sadece bir hususiyete dâir iki aşırı ucu taşıyan fertleri çiftleştirmiş, neticede "iki mısır populasyonu arasında neredeyse tamamen bir üreme izolasyonu" meydana gelmiştir. Fakat E. Paterniani kendisi bile yeni bir türün üretildiğini iddia etmemiştir.14

    Evrimcilerin türleşme hakkında iddia ettikleri son delil ise şudur: 1980'lerde William R. Rice ve George W. Salt, bir meyve sineği populasyonunu sekiz farklı çevrede yaşatmış ve daha sonra, en aşırı çevre şartlarını tercih eden sinekleri almış ve sadece bunların çiftleşmelerine izin vermiştir. Otuz nesil içerisinde, sinekler kendiliğinden, birbirleri ile çiftleşemeyen iki ayrı populasyona ayrılmıştır. Buna rağmen yine de, Rice ve Salt iki yeni tür ürettiklerini iddia etmemiştir. Daha mütevazı olarak, "türleşme başlangıcının" yaşandığına inanmışlardır.15

    Yukarıda örneklerini verdiğimiz beş türleşme iddiasından dördünün türleşmeyle hiç alâkasının olmadığı ilk başta söylenmiş, sadece biri (Weinberg'inki) gerçek türleşme olduğunu iddia etmiştir ve daha sonra bu iddia da geri çekilmiştir.

    Peki, "başlangıç safhasındaki türleşme" nedir? Darwin şöyle yazmıştır: "Benim görüşüme göre, canlılardaki çeşitlilikler, oluşum süreci içerisindeki türlerdir; biz bunları, başlangıç safhasındaki türler olarak adlandırıyoruz."16 Peki bu durumda iki ırkın, ayrı iki tür olma süreci içerisinde olup olmadığını nasıl bileceğiz? Saint Bernards köpeği ve Chihuahuas köpekleri iki farklı çeşittir ve normalde birbirleri ile çiftleşemezler; ancak aynı türe (köpek türüne) mensupturlar. Evrimcilere göre bu iki çeşit, ayrı iki tür olma yolundadır. Daha önce bahsedilen Rhagoletis pomonella'nın iki çeşidi, normal tabiat şartlarında birbirleri ile çiftleşmez. Ancak birbirlerine tamamen benzemektedir ve lâboratuvar şartlarında zorlandıkları takdirde birbirleri ile çiftleştirilebilirler. Bunlar da farklı köpek ırkları gibi, aynı türün elemanlarıdır. Bunları "başlangıç türleri" olarak adlandırmak daha sonraları ayrı birer tür olacakları iddia etmek, sadece evrimcilerin aşırı hoşgörülü tahminlerinden başka bir şey değildir. Bunların ayrı birer tür olacaklarını kim iddia edebilir? Bu tahminlerin doğru çıkıp çıkmayacağını görmek için, kısa ve sınırlı hayat sürelerimiz kâfi gelmez.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    0
    Bu sebepten Darwinciler, çok uzun zaman alacağı gerekçesi ile türleşme için gerekli örnek ekgibliğinin üzerinde durmazlar. Görüldüğü gibi, üzerinde bu kadar gürültü koparılan evrimin en önemli ve birinci basamağı olan türleşme konusunda, doğrudan gözlem yapılacak malzeme olmadığından, bütün iddialar dolaylı tahmin ve yakıştırmalara dayanmaktadır. Darwinciler, bütün türlerin varyasyon ve tabiî seleksiyon yolu ile tek bir ortak atadan geldiğini iddia etmektedir. Ancak, tek bir gözlemlenmiş durum gösterinceye kadar ispatlanmış ilmî bir gerçek olarak değil, iddiaları doğrulanmamış faraziye olarak kalmalıdır. Bristol Üniversitesi'nden bakteriyolog Alan H. Linton, 2001 yılında, türleşmenin doğrudan delili olup olmadığını değerlendirirken, tam olarak bu noktaya dikkat çekmiştir: "Literatürdeki iddiaların hiçbirinde olmayan ?ey, bir t?r?n bir ba?ka t?re evrimle?ti?inin g?sterilmesidir. Bakteriler, ba??ms?z şey, bir türün bir başka türe evrimleştiğinin gösterilmesidir. Bakteriler, bağımsız hayatın en basit formudur ve üreme sürelerinin yirmi veya otuz dakika kadar olması ve bir populasyonun elde edilmesinin sadece sekiz saat sürmesi açısından, hızlandırılmış bir süreç içinde evrimi gösterebilecek bir çalışma için ideal canlılardır. Ancak 150 yıllık bakteriyoloji bilimi boyunca, bir bakteri türünün bir başka türe dönüştüğüne dâir hiçbir delil yoktur. En basit tek hücreli hayat formlarında bile, türlerin değişmesine dâir bir delilin bulunmamasından dolayı, yüksek seviyedeki çok hücreli organizmaların bütün şubeleri bir yana, bakteriler gibi prokaryotik hücrelerden, bitkiler ve hayvanlar gibi eukaryotik hücrelere evrimleşmeye dâir hiçbir delilin bulunmaması şaşırtıcı değildir."17

    Bu yüzden, alttürlerin (ırkların) ortaya çıkmasına ait tabiî (coğrafî olarak ayrılmalarından dolayı) veya insan müdahalesiyle ortaya çıkan ırklaşma örnekleri (köpek, güvercin, koyun, sığır ırkları gibi) dışında, hakiki bir türleşmeye ait deliller yoktur. Evrimci biyolog Lynn Margulis ve Dorion Sagan'ın 2002'de yazdığı gibi: "ister uzak Galapogos adalarında olsun, ister, meyve sineklerinin lâboratuvardaki kafeslerinde olsun veya paleontologların kalabalık çökelmiş kayaçlarında olsun, türleşme, şu ana kadar asla doğrudan gözlenmemiştir."18
    ···
  17. 17.
    0
    Dipnotlar
    1. CALLAGHAN, C. A. (1987): Instances of Observed Speciation. The American Biology Teacher 49, p.34-36.
    2. RAMSEY, J. and SCHEMSKE, D.W. (2002): Neopolyploidy in Flowering Plants. Annual Review of Ecology and Systematics 33:589-639.
    3. ROSENTHAL, D.M., RIESEBERG, L.H. and DONOVAN, L.A. (2005): Re-creating Ancient Hybrid Species' Complex Phenotypes from Early-Generation Synthetic Hybrids: Three Examples Using Wild Sunflowers. The American Naturalist 166:26-41.
    4. FUTUYMA, D.J. (2005): Evolution. Sunderland, Massachusetts: Sinauer Associates, 398 p.
    5. MUNTZING, A.(1932): Cytogenetic Investigations on Synthetic Galeopsis tetrahit. Hereditas 16 (1932): 105?154.
    RAMSEY, J. and Douglas W. SCHEMSKE, D. W.(2002): Neopolyploidy in Flowering Plants. Annual Review of Ecology and Systematics 33: 589?639.
    6. MAVAREZ, J. et al.(2006): Speciation by Hybridization in Heliconius Butterflies. Nature 441: 868?871.
    7. WHITEHOUSE, D. (2004): Scientists See New Species Born. BBC News, June 9, available online at http://news.bbc.co.uk/2/h...cience/nature/3790531.stm (last accessed January 16, 2007).
    8. LAURA K. REED, L. K. and THERESE A. MARKOW, T. A. (2004): Early Events in Speciation: Polymorphism for Hybrid Male Sterility in Drosophila. Proceedings of the National Academy of Sciences USA 101 (June 15, 2004): 9009?9012
    9. THODAY, J.M. and J. B. GIBSON, J.B. (1962): Isolation by Disruptive Selection. Nature 193: 1164-1166.
    10. DOBZHANSKY, T. AND PAVLOVSKY, O. (1966): Spontaneous Origin of an Incipient Species in the Drosophila paulistorum complex. Proceedings of the National Academy of Sciences 55: 727-733.
    11. COYNE, J. A. and ORR, H.A. (2004): Speciation. Massachusetts: Sinauer Associates, 138.
    12. WEINBERG, J. R., STARCZAK, V. R. And JÖRG, D. (1992): Eviedence for Rapid Speciation Following a Founder Event in the Laboratory. Evolution 46: 1214-1220.
    13. RODRIQUEZ-TRELLES, F., WEINBERG, J. R. and AYALA, F. J. (1996): Presumptive Rapid Speciation After a Founder Event in a Laboratory Population of Nereis: Allozyme Electrophoretic Evidence Does Not Support the Hypothesis. Evolution 50:457-461
    14. PATERNIANI, E. (1969): Selection for Reproductive Isolation Between Two Populations of Maize, Zea mays L. Evolution 23:534-547.
    15. RICE, W. R. and SALT, G.W. (1988): Speciation via Disruptive on Habitat Preference: Experimental Evidence. The American Naturalist 131:911-917.
    16. DARWIN, C. (1859): On the Origin of Species. p.111
    17. LINTON, A. (2001): Scant Search fort the Maker. The Times Higher Education Supplement (April 20, 2001), Book Section, 29.
    18. MARGULIS, L. and SAGAN, D. (2002): Acquiring Genomes: A Theory of the Origins of Species (New York: Basic Books, p.32.
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    0
    ben çıkıyom beyler soruları yanıtlayamayacam kusura bakmayın
    ···
  19. 19.
    0
    @42 türleşme bir türün kendi altında gruplara ayrılmasıdır türlerin değişimi ise bir türün başka bir türe evrilmesidir
    ···
  20. 20.
    0
    @43 mutasyon+seçilim=adaptasyon+adaptasyon birikimi+coğrafi izolasyon=üremeyalıtımı sonucunda genetik düzeni mükkemmel bir şeye evriliyor
    panpa en baştan söylediğim gibi evrim hiçbi zaman tanrının yokluğunu kanıtlayamaz
    ···