-
1.
01 - medyaya nasıl direnilir?
Enformasyon, pazarlama, haber, reklamcılık, iletişim, kampanya, kamuoyu… Her şeyden önce bu sözcükleri bizzat medyanın günlük hayatımıza, ekonomik-siyasî ve toplumsal retoriğimize dahil etmiş olduğunu hatırlatmakta yarar var. Genel yönelim, bu sözcüklerin herbirine yüklenen “olumlu” anlamın mutlaklığına duyulan hayranlıktır. Etik ve düşünce açısından son derece yoksul olan medyamızın kendi gücüne duyduğu bu hayranlığın, “iletişim sarhoşluğu” adını verebileceğimiz neredeyse evrenselleşmiş bir ideolojinin özelliklerinden biri olduğunu kaydetmek durumundayız. Bu kavramlar o kadar sorgulanamaz olumlu içeriklere sahipler ki üzerinde düşünmeye başlamak bile bazı tehlikeleri göze almayı gerekli kılıyor. Sözgelimi günümüz dünyasında “düşünce”nin yapımı ve iletimi “pazarlamacı” ve “işletmeci” adını verdiğimiz yeni bir toplumsal tipin tekelindeymiş gibi görünüyor. Özellikle son on yıl içinde Türkiye’nin de bu havaya girmeye başladığı gözleminde bulunulabilir. Bu durumu “iletişim çağı”, “enformasyon toplumu” türünden genelleştirmelerle ele almaya çalışmak iletişim sarhoşluğunun tuzağına düşmek olurdu: Alman düşünürü Walter Benjamin’in onyıllarca önce düşünebildiği şeyleri, iletişim teknolojileriyle iletişim kavramı, felsefesi ve ahlâkı arasındaki uçurumun son derece derinleştiği ve genişlediği günümüzde düşünemez hale geldiysek bu sarhoşluğun etkisini rahatlıkla farketmeye başlayabiliriz. -
2.
0Bu durum tabii ki bütün karmaşık teknolojiler için geçerli: örneğin bir TV izleyicisi genellikle uzaktan kumandanın nasıl çalıştığına dair herhangi bir fikir sahibi olmaz. Fakat buradaki ek düğüm şu ki sadece teknolojinin özü değil ayrıca seçimler ve içeriğe erişimde artık kontrol ediliyor. Başka bir değişle “bulutların” oluşumuna dikey entegrasyon süreci eşlik ediyor: bir kurum veya şirket gittikçe artan bir şekilde sanal alemin bütün düzeylerinde hisse sahibi olacak: kişisel makinelerden (PCler, iPhonelar vs.) program ve data depolama donanımlarına hatta bütün yazılım formlarına (işitsel, görsel, vs.) kadar.
Bu yüzden her şey bütün formların (yazılım ve donanım, içerik ve bilgisayarlar) sahibi şirketin aracılığıyla erişilebilir olacak. Kesin bir örneği ele alırsak, Apple sadece iPhone ve ipad satmıyor, ayrıca iTunes’un sahibi de. Apple aynı zamanda geçenlerde Rupert Murdoch ile Murdoch’un medya imparatorluğu tarafından sağlanan haberlerin Apple bulutunda yayınlanmasına dair bir anlaşma yaptı. Basitleştirecek olursak, Steve Jobs Bill Gates’ten daha iyi değil: Apple ya da Microsoft olması farketmez, global erişim gün geçtikçe bu erişimi sağlayan bulutun sanal bir şekilde monopolistik özelleştirilmesine dayanıyor. Bireysel kullanıcı evrensel açık bölgeye erişebildikçe, bu bölge daha fazla özelleştiriliyor. -
3.
0Net-işlem savunucuları net-işlemi internetin “doğal evrimindeki” gelecek mantıklı adım olarak sundular . Soyut-teknolojik yöntemde bu doğru iken; global sanal dünyanın gitgide artan bir şekilde özelleştirilmesinde “doğal” bir şey yok. “Doğal” bir şey yok çünkü iki ya da üç şirketin monopol benzeri pozisyonu sadece fiyatları ayarlamakla kalmaz ayrıca bize sağladıkları yazılımı ticari ve ideolojik ilgileri doğrultusunda “evrenselliklerine” özel bir düğüm atmak için filtrelemelerine sebep olur.
Doğru, “net işlem” bireysel kullanıcılara eşi benzeri olmayan bir seçim zenginliği sunar – fakat bu seçim özgürlüğü bizim öncelikli olarak gittikçe daha az özgürlüğe sahip olmamıza sebep olan sağlayıcı tarafından yönetilmiyor mu? -
4.
0ve acı çekici bir son :
kendi yabancılaşmamızı anlamak -
5.
0liberal makinenin kaptanı yoktur. toplumsal bakımdan güzel yarınlara erişmek için ortadan kaldırılması gereken kötü adam yoktur. teknik, ekonomik, mali ya da politik mantıklar vardır. bunlar, kendi çıkarlarına uygun olarak ağlarını örer, dokunaçlarını uzatır, tomurcuklanır, büyür ve çoğalırlar. çağdaş teknolojik araçlar sayesinde, bunların tümü de hegemoniktir. kadınlara ve erkeklere baskı uygulayan, toplumsal inisiyatifi önleyen, kültürü metalara indirgeyen ve yurttaşları daha iyi uyutabilmek ve toplumu genel olarak entelektüel gerilemeye gömmek için insanları tüketiciler halinde atomize eden bu güçleri gözler önüne seren ne ilk ne de son kişi biziz.
yabancılaşmayı anlatabilmek zordur. diğer yurttaşları kendimizden daha aptal sandığımızdan değil. biz de herkes kadar cahiliz, ama biz bunun farkındayız. hepimiz birçok konuda cahiliz. toplum konusunda, yani olguları, tavırları, yönelimleri, eğilimleri, rakam ve söylemleri bağlantılandırma tarzımızdaki cehaletimiz – söylenegeldiği gibi- “bilinçlenme”yle ilgilidir. hayatlarımızın parçalanmışlığını düzenleyen çalışmanın, ticaretin taleplerine ve oyuncul isteklere gömülmüş olan bizler, genellikle dolaysız ihtiyaç ve arzularımızı tatmin etmenin ötesini pek göremeyiz. içinde bulunduğumuz toplum manzarasına görmeden bakarız. -
6.
0insan okuyacak lan bunu insan
-
7.
0süpermarket çıkışında ya da bankamatiğin dibinde bizi kollayan dilenciye uzun süre dalgın dalgın bakabiliriz; komşumuzun kapı dışarı edildiğini görmeyebiliriz; yandaki fabrikanın kapanmasına dikkat etmeyebiliriz, daima en ucuza giyinir, beslenir ama bunun içerdiği düşük ücretli emek payı üzerinde kafa yormayız; harçtan çok kimyanın yer kapladığı hazır yemeğin etiketini görmezden gelebilir ve bir sonra satın alacağımız nesneyle, yakındaki tatille, çocukların sınav sonuçlarıyla, o günlerde oynayan film ya da devam eden konserle ilgilenebiliriz… böylece aylar, yıllar, uzun uzun süreler, bir mahallede, bir şehirde, ticari bir bölgede hiçbir şey fark etmeden geçirilir; ta ki günün birinde, şahsi bir simyayla gözlerimiz yıkanıp günlük yaşamımızın çirkinliğini fark edene dek. durumlara açıklama bulmak için, nedenleri sonuçlara bağlamak ve bizi harekete geçiren şeyin mantıksal örgüsünün ortaya çıktığını görmek için, kişisel yaşamda bir kaza (meslek hastalığı, tayin, işsizlik, iflas, mülksüz kalma…), bir karşılaşma, bir okuma, bir düşünme çabası gerekir. metastazları günümüzde havaya, suya, toprağa, okula, sağlığa, çalışmaya saldıran kar kanserini böyle keşfederiz.
insan sefalet içinde yaşadığında, sırtında bir namluyla çalışmak zorunda olduğunda, aç olduğunda, yabancılaşmanın ne olduğuna dair açıklamaya ihtiyaç duymaz! bu yabancılaşma, kötü muamelelerle gözümüze sokulur. ama insanın başını sokacak bir yeri, üstüne örtecek şiltesi varsa, sosyal güvenliği, kredi kartı varsa, çalışma süresi azaltılmışsa, bir fast-food ile hızlı bir restoran arasında tercihte bulunma özgürlüğü olduğunu söyleyen televizyon kanalları varsa, kendi yabancılaşmasını, bunun dünyasal boyutunu anlaması, ancak durumları, güç ve aktörleri entelektüelleştirmekten, bunlar üzerinde düşünmekten geçer. başka şeylerin yanı sıra, bu kitap da bu düşünme sürecinden kaynaklanmıştır. -
8.
0reserved
-
9.
0insan, dünyanın tüm bahtsızlıklarının sorumluluğunu taşıyacak değil ya; “kötülüğün, hatta en adaletsiz kötülüğün bile kökünü kazımaya kendini adamak tek bir insanın görevi değildir, yaşamda başka hedefleri olmalı insanın” diye düşünebiliriz. olsun! ama hiç olmazsa haksızlıkların, insanlığa verilen zararların bizim adımıza ya da bizim paramızla yapılmamasına dikkat edebiliriz! tembelliğe, feragate evet! ödlekliğe hayır! yazgının nüfus edilemez yollarından söz etmeye gelince, cevabı jean giraudoux’ya bırakalım: “yazgı… yalnızca insanların güçsüzlüğüyle vardır.”
bilinçlenme acı verici olabilir, insanın kendinin araçsallaştırıldığını ya da güç tarafından enayi yerine konulduğunu keşfetmesi asla hoş değildir. ama isyanla birlikte acı silinir: en mütevazı direniş bile (adil ticaret ürünü malı satın alma, bir markayı boykot etme) tüm haysiyeti anında iade eder. kişinin kendi isyanının bilincine varması, kendi yaşdıbına yeniden sahip çıkması için gereken gücü serbest bırakır. kendini militanca feda etmekten uzak, basit ve zevkli bir iştir bu. yani haz ilkesi eylemdedir. -
10.
0kusura bakma da okuyanin yuregini gibeyim
-
11.
0Okunur mu lan bu
-
12.
0Okumam amk
-
13.
0beyler okuyamayanlar bu başlığı internetimin gidişi sebebiyle (bkz: Dünya Kalkınma Göstergeleri Türkiye) başlığındakiler için dün gece hazırladım. bu akşam 00:00'dan sonra internetim olmayacak malesef.
okuyan, okumaya çalışanlar için ise teşekkür ederim. -
14.
0seviyeyi yükseltme bin
-
15.
06- şirketler tarafından kuşatılan net - işlem
Günümüzde kullanıcılar çok uzaklarda binlerce bilgisayarın bulunduğu sıcaklığı kontrol edilen odalardan sağlanan program ve yazılımlara erişiyorlar. Net-işlemin (cloud computing) tanıtım materyalinden alıntı yapacak olursak: “detaylar artık sizi (tüketiciyi) “bulutlarda” destekleyen teknolojik altyapıyı kontrol etmenize ya da uzman olmanıza gerek kalmayacak şekilde sizlerden soyutlandı.”
Burada durumu açığa vuran iki kelime mevcut: soyutlamak ve kontrol. Bir bulutu yönetmek için sistemin çalışırlığını kontrol eden -doğası gereği nihai tüketiciden saklı- bir denetleme sistemi bulunmalı. Bu yüzden paradoks şu ki elimde tuttuğum yeni cihazın (akıllı telefon ya da mini taşınabilir cihaz) kişiselleştirilmiş, kolay kullanılabilir, işlevinin apaçık ortada olma durumu arttıkça, bütün yapı da gittikçe daha fazla başka bir yerde yapılan çalışmaya bağlı kalıyor - kullanıcı deneyimini düzenleyen çok geniş bir makine ağı. Diğer bir değişle, kullanıcı deneyimi daha kişiselleştirilmiş ve yabancılaştırılmamış oldukça; yabancılaşmış bir ağ tarafından düzenlenmesi ve kontrol edilmesi gerekiyor. -
16.
0Hemen alınması gereken daha üstün teknik özelliklere sahip yeni modeller fotoğrafçıyı sürekli dürter: ‘Hadi al beni!’ Artık fotoğraf makinesi, anlatmak istediğiniz şeyi anlatacağınız bir araç olmaktan çıkıp sürekli bir tüketim nesnesi olan dijital kayıt makinesi halini almıştır. Her yüceltmenin tapınmaya dönüşmesi gibi bu kısır döngü de, sürekli yeni modeller hayal eden tatminsiz ve mutsuz insan tipini, dijital fotoğrafçıyı yaratır.
Tam da modernizmin teknoloji vasıtasıyla size hayat boyu buyurduğu tempoda: Tüket! -
17.
0Şimdi bu sarhoşluğun benim en önemli gördüğüm bir etkisine, sonucuna dikkat çekmek istiyorum: Medya “olaylar”ımızı kaybettiriyor bize. Dolayısıyla düşünce yeteneğimizi de… Çünkü her düşünce, kendisi de bir “olay” olmakla birlikte, olaylar üzerine olmak zorundadır. Medya ise bize “bireyleşmiş”, birbirinden kopmuş, yani üzerinde düşünemeyeceğimiz olaylar veriyor: Skandalların birbiri ardına sıralanışı, medyanın en esaslı iki tekniğiyle soyut, hayali ve düşüncesiz bir dünya anlayışını dayatmaktadır – yani tekrar ve ısrar teknikleri: birincisi gündeme getirilmiş bir olayı bıktırıcı bir tekrarla üsteleyerek kafalara işleme yoluyken ikincisi, kitle iletişiminin bütün kanallarını mobilize ederek, aynı olayı şurada duygusal, burada politik, bir yerde biçimsel, başka bir yerde enformatif biçimlerde, farklı mesaj türleriyle verip duruyor. Bu durumun en önemli sonucunun dezenformasyon yoluyla zihinleri etkileme değil, “olayları düşünülebilir olmaktan çıkarmak” ve tekdüzeleştirmek diyebileceğim bir durum olduğunu düşünüyorum. Artık medyatik olmayan, yani medyanın karşıtı olması gereken somut insan düşüncesi tarafından oluşturulmuş yeni bir “olay” kavrdıbına ihtiyaç duyuyoruz. Medyatik olay parlar-söner, saman alevi gibidir. Ama asıl önemlisi olaylar birbirlerine “tekrar” ve “ısrar” adını verdiğim mekanizmalar dışında bağlanamazlar: sonucu, pgibolojik etkilerini her an hissedebileceğimiz yoğun bir “dumur” duygusu, bir felç ve bıkkınlık halidir. Anti-medyatik düşünce “olay”ın ne olduğunu yeniden düşünmeli, olayı olay olarak yeniden kurgulayabilmelidir. Enformasyon ve iletişim toplumunda aydının aslî görevinin bundan ibaret olduğunu düşünüyorum.Tümünü Göster
Peki medyatik “olay”ı yeniden kurgulamaktaki zorluklar nasıl aşılabilir? Sözgelimi anti-medyatik çabalar çoğu yerde bir bakıma bugünlerde sesini pek duyuramayan “karşı-medya” oluşturma çabalarına tekabül ediyor. Medyanın enformasyonu kontrol edişine karşı yükseltilen bu protesto çoğunlukla, baskın medyanın gündeme getirmediği “olay” ve “gerçek”leri dillendirmeye dayanmaktadır. Böylece seslerini kaybetmiş, bir anlamda aforoz edilmiş olanlar kendilerini ifade etme şansını bulabiliyorlar. Ama onların “olay” kavrayışı farklı olmalıdır; isterseniz somut bir örnek vermeye çalışabilirim: Bir ülkede baskın olan medyanın ve yetkililerin iddia ettiklerinin aksine, sistematik, kurumlaşmış işkence yer etmiş olabilir. Bu dezenformasyonun oyununu bozacak pek çok şey anti-medya, alternatif medyalar vs. tarafından, hukuksal baskıların ve tehditlerin izin verdiği oranda kamuoyuna getirilebilir. Uluslararası Af Örgütü’nün raporlarından tutun, boyalı basına varıncaya kadar günlük gazetelerin kenarında köşesinde “işkence olayları” vakalar olarak dile getirilebilirler. Ama ne yaparsanız yapın, bunlarla “işkence olayı”nın varolduğunu, hele hele sistemli ve kurumsal olduğunu anlatamazsınız. Herhangi bir emniyet ya da içişleri Bakanlığı yetkilisi çıkıp büyük bir rahatlıkla sistematik bir işkencenin olmadığını, olsa olsa “münferit olaylar”ın vuku bulduğunu, buna karşın “sorumluların hemen kovuşturmaya tâbi tutulacaklarını” söyleyiverecektir. işte medya modeli olayın sorunlu yanı burada ortaya çıkıyor: istediğiniz sayıda işkence vakaları toplayabilirsiniz. Ama işkencenin sistemli olduğunu bu yoldan gösteremezsiniz. “Olay”ı anlamak ve anlatmak zordur: -
18.
0Sorunun şöyle konulması gerekir: Ne zaman polis tarafından alınsan, sorguya çekilsen başına işkence gelecektir, gelmiştir ve geliyor… işte “olay”ın gerçek formülü budur. Şöyle de diyebilirsiniz: tek bir kişi bile işkenceye uğramış olsa, orada işkence vardır: bir “olay” olarak. Ya da yine: biri işkenceden geçmemiş olsa bile işkence –bir olay olarak– yine de vardır, yanıbaşımızda, yakınımızdadır… Bu asla “böyle gelmiş, böyle gider”in meşrulaştırılması değildir – bu cümle daha çok medya modeli “olay”ın ısrarının dolaysız sonucu olan bir bıkkınlığın ifadesidir. Olay aracılığıyla “tek bir anı”, evrenselliği, ezeli ve ebedi önemi açısından kavrayabilirsiniz.Tümünü Göster
Peki medyanın hakimiyeti altındaki modern dünyada düşünme alanlarını yeniden açacak bu “olaylaştırma” yöntemi nasıl uygulanabilir? Medyayı kullanmamak bana göre asla bir çözüm değil. Kitle iletişim araçları karşı durulmaz güçleri harekete geçiriyor olmaları bir yana, asla kendilerinden kaçabileceğimiz şeyler değil. Bu araçların eğitsel, enformatif, eğlenceye dayalı, hattâ ferregrafik kullanımlarına bile karşı değilim. Zaten dünyaya o kadar tepeden bakacak bir halim de yok. Söyleyebileceğim tek şey, medyatik “olay”ın yanında “düşünsel olay”ın değerinin teslim edilmesinin gerekli olduğu.
Birilerinin çıkıp sözettiğim “düşünselliğin” medya karşısındaki gücünün artık çok sınırlı olduğunu, ya da benim “olaylarla düşünme” kavrayışımın oldukça havada kaldığını söyleyebileceğini tahmin ediyorum. Ancak benim anladığım anlamda “düşünce” herbirimizin, birey ya da topluluk olarak, dünyaya açılma perspektifimizdir. Düşünce her zaman bir optik, bir perspektiftir. Medyanın bir ideoloji alanı olarak işlev gördüğünü biliyoruz. Öte yandan Marx, “bir köylü kulübesinde bir saraydakinden farklı düşünülür” demişti. Basit bir olguyu anlatan bu cümleciğin neresinde ideoloji kurdıbının temellerini bulabiliriz? Bir köylü bir saraylı gibi düşünürse, yani “saraylı gibi düşünme” tüm topluma yaygınlaşırsa işte ideolojiyle karşı karşıyayız demektir. Köylü gibi düşünme, köylünün yaşam perspektifini düşünsel bir perspektif haline getirir. Düşünceye düşünceyle karşı çıkılır ancak. Yani düşünceyi bütün perspektiflerinde homojenleştiren, aynılaştıran düşünceye (işte ideoloji budur), perspektife dayalı somut bir düşünceyle karşı çıkılabilir. Bu homojenleştirmeyi, hakikatın her yerde aynılığını ve kendisiyle özdeşliğini sağlayan neredeyse insanüstü diyebileceğim düzeneğin medyanın ta kendisi olduğunu rahatlıkla farkedebiliriz. Böylece, düşüncede olaylar “perspektiflerin ifadesi” olarak ortaya çıkmalıdırlar. -
19.
0Öyleyse, medyatik söylemle başa çıkmanın sırrı nerede yatıyor? Medya “düşünce” ve “kavrayış” üretmediği gibi “olay” da üretmez: Olsa olsa onları sahneler – bilgiyi enformasyona dönüştürür, fikri piyasaya sürer. Oysa düşünce, fikirler arasındaki bağıntıları tümüyle farklı bir düzende kurmaktadır. Medya bize şu “eğitici” uyarıları yağdırır: “Trafik canavarı olmayın, kazalar onbinlerce ölüme, yüzbinlerce sakatlık vakasına neden olmaktadır.” Düşünce ise olayları bu mantıksal neden-sonuç zincirini tersine çevirmelidir. Düşünür Ernst Jünger’in dediği gibi, “tüm bu sakatlıklara neden olanın kazalar olduğunu düşünmek optik bir yanılgı, bir göz aldanmasıdır; aksine başımıza gelen kazalar, dünya henüz rüşeym halindeyken bile sakatlanmış olmamızdan gelirler.” Böylece düşünce sakatlıkların nedeninin basitçe kazalar olmadığını, kazaların nedeninin ise basitçe dikkatsizlikler ve ihmaller olmadığını, bütün bu nedenler-sonuçlar zincirinin aslında başka bir alanda belirlendiğini kavrayabilir: yaşamak zorunda bırakıldığımız bu dünyada mağduruz, sakatız: trafik bu dünyanın bir olayıdır. Trafik içine doğduğumuz tehlikeli bir dünyadır; orada her zaman hep… kazalar gelir başımıza. Olaylaştırma bütün basitliği ve anlaşılabilirliği içinde fikirler arasındaki bağlantılar zincirini de sağlar. Sözgelimi trafik ile metropoliten yaşam, vahşi piyasa kapitalizmi arasındaki bağlantılar: Medyanın “kamuoyu oluşturma” adına “iş kazalarına” karşı münferit ve bağlantısız uyarıları, ancak kayıtsız bir kulak verişi celbedebilirken, fikirler arasındaki düşünsel bağlantı aynen trafik dünyası gibi vahşi kapitalizm dünyasının, oradaki iş örgütlenme biçiminin iş kazalarının gerçek nedeni olduğunu kolayca görebilir. Ayrıca süratin ve denetimin aynı oranda zorunlu kılındığı vahşi trafik alanıyla vahşi kapitalizm arasındaki bağı da: zaman paradır; öyleyse sürat de paradır…
-
20.
0sanayiye giderim yinede okumam
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 22 12 2024
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 21 12 2024
-
elması neyle delebilirim
-
bakıp bakıp gülersiniz diye
-
oglu ddos atarken yan odada cekirdek
-
devlet kuramadiklari icin nufus artirma
-
kalbim agriyor stresten amg
-
zalianzurt o tahinin tarifinibi daha de ile
-
kadinlar niye instagramda kendi fotolarini
-
kirk bitti mi bu akşam
-
bi tanidigimin dedesi gençiken
-
memati kim şımartı sözlüktekilere sövüyor
-
cccrammsteinccc bu foto sana kimii
-
geyy öldürmekk
-
melek dayı neden sürekli şukulanmak istiyorsun
-
mentalcel salagindan sıkıldım
-
sözlüğü en son 2017 de
-
indiregannick gey pişlik vurdum kavga kan
-
beyler p0rn0 film bağımlısıyım
-
kafeye gitmis elinde kahve bardagi
-
memati seni sevmiyorum ama abin olarak uyarı
-
memati mod olsun kampanyası
-
soğuk 1 kış cumarte sisi ve 49 üye
-
salata yerken limon çekirdeğinin ağza gelmesi
-
mk sözlüğüne güvenlik önlemi alınamıyor mu
-
bayan pamir 3 5 foto at yolumuzu bulalım
-
beyler amerika nın hangi eyaletinde
-
hakkariden çıkıp istanbula gidebiliyorsan
-
beyler endonezyalı bir kızla evleneyim mi
-
ıçine pis döllerimi boşaltmak istiyorum
- / 2