-
1.
+1 -7Malazgirt Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans imparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, "Türklere Anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]Tümünü Göster
1060'lar süresince Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Türkler (Alparslan komutanlığında), günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Manzikert (Bizans dilinde Malazgirt) ve Erciş kalelerini ele geçirdi. Daha sonra Türk ordusu Diyarbakır'ı (Amid) aldı ve Bizans yönetimindeki Urfa'yı kuşattı. Ancak alamadı. Türk Beylerinden Afşin Beyi de güçleri arasına katıp Halep'i aldı. Alp Arslan Halep'de konaklarken Türk atlı birliklerinin bir kısmına ve Akıncı Beylere Bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. Bu sırada da Türk akınlarından ve son gelen Türk ordusundan çok rahatsız olan Bizanslılar tahta ünlü komutan Romen Diyojeni çıkardılar. Romen Diyojen'de büyük bir ordu kurup Konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). Ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. Matthew of Edessa Bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].
Bizans ordusu düzenli Rum ve Ermeni birlikleri dışında ücretli Slav, Got, Frank, Gürcü, Uz, Peçenek, Kıpçak askerlerinden oluşuyordu. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi. Burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. Şikayetler üzerine de şehrin Ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada, Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alp Arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]
Diyogen, Alp Arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi. Öncü kuvvetlerini Malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. Bu sıradada Halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. Elçileri Halep'te karşılayan Sultan teklifi reddetti. Mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip Malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. Casuslarının verdiği bilgiyle Bizans ordusunun büyüklüğünü bilen Alp Arslan Bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (Bugünkü iran) girmek ve Büyük Selçuklu Devletini yıkmak olduğunu sezdi.
Ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle Erzen ve Bitlis yolundan Malazgirt'e varan Alp Arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için Savaş Meclisini topladı. Romen Diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı Türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. Alp Arslan ise "Hilal Taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı. Malazgirt Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans imparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, "Türklere Anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]
1060'lar süresince Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Türkler (Alparslan komutanlığında), günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Manzikert (Bizans dilinde Malazgirt) ve Erciş kalelerini ele geçirdi. Daha sonra Türk ordusu Diyarbakır'ı (Amid) aldı ve Bizans yönetimindeki Urfa'yı kuşattı. Ancak alamadı. Türk Beylerinden Afşin Beyi de güçleri arasına katıp Halep'i aldı. Alp Arslan Halep'de konaklarken Türk atlı birliklerinin bir kısmına ve Akıncı Beylere Bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. Bu sırada da Türk akınlarından ve son gelen Türk ordusundan çok rahatsız olan Bizanslılar tahta ünlü komutan Romen Diyojeni çıkardılar. Romen Diyojen'de büyük bir ordu kurup Konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). Ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. Matthew of Edessa Bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].
Bizans ordusu düzenli Rum ve Ermeni birlikleri dışında ücretli Slav, Got, Frank, Gürcü, Uz, Peçenek, Kıpçak askerlerinden oluşuyordu. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi. Burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. Şikayetler üzerine de şehrin Ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada, Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alp Arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]
Diyogen, Alp Arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi. Öncü kuvvetlerini Malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. Bu sıradada Halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. Elçileri Halep'te karşılayan Sultan teklifi reddetti. Mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip Malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. Casuslarının verdiği bilgiyle Bizans ordusunun büyüklüğünü bilen Alp Arslan Bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (Bugünkü iran) girmek ve Büyük Selçuklu Devletini yıkmak olduğunu sezdi.
Ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle Erzen ve Bitlis yolundan Malazgirt'e varan Alp Arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için Savaş Meclisini topladı. Romen Diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı Türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. Alp Arslan ise "Hilal Taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı -
2.
-6Fransız ihtilalinin Osmanlı imparatorluğuna EtkileriTümünü Göster
Fransız ihtilali, meydana geldiği tarihe damgasını vurmuş ve bütün toplumları etkilemiş bir olaydır. ihtilal öncesi Avrupasına bir göz attığımızda, halk kilisenin taassubu altında inliyordu. Ülkeler küçük derebeyliklere bölünmüştü ve ağır vergiler halkı iyece fakirleştirmişti. ihtilalin öncesinde, halk isyan derecesine ulaşmıştı.1
değiştirdi.2 Fransa’nın toplum yapısında çok büyük eşitsizlikler vardı. Soylular ve papazlar sınıfı imtiyazlara sahipti. Ticaretle meşgul olan ve şehir merkezlerinde oturan burjuvalar ise zengin olmuşlardı. Hiçbir hakkı olmayan köylüler ise çalışmak ve vergi vermekten başka hiçbir hakka sahip değillerdi. Fransa Kralı XVI. Louis yaptırmış olduğu Versailles sarayında lüks içerisinde yaşıyor ve her türlü israfı yapmaktan geri kalmıyordu. Kilise, halkı sürekli taassup içinde tutuyor ve krala ihaneti en büyük suç sayıyordu. ihtilalinin fikir alanındaki sebepleri ise Diderof ve d’Albert’in öncülük ettiği angiblopedistler vasıtasıyla toplumun alt tabakasına yeni fikirler yayılıyordu. Cumhuriyet ve demokrasi anlayışı yavaş yavaş yayılıyordu. J. J. Rousseau, Voltair, Montesguieu halkı bilinçlendiriyordu.3
Kralın’da beklenen reformu yapmaması üzerine, soylular ve papazlar ve halk temsilcileri arasında oy kullanımı yüzünden çıkan anlaşmazlık büyüdü. Çünkü sınıf esası üzerine oy kullanılmasında halk temsilcileri halkın % 96’sını temsil etmesine rağmen her zaman soylular ve papazların dediği oluyordu. Böylece devam eden olaylar ihtilâli meydana getirdi. Ulusal meclis, Kurucu meclis, Yasama meclisi, Konvention, Directoire, Konsüllük dönemi sırasıyla Fransa’da Cumhuriyet ve demokrasi gelişti. Kral ve eşi idam edildi. Halkın hareketi başarıya ulaşmış oldu. Siyasi, dinî, ekonomik nedenlerle meydana gelen ihtilal, Fransa’yı çok farklı yerlere taşıdı ve o tarihten sonra meydana gelen tüm milliyetçilik ayaklanmalarına temel teşkil etti.
Fransız inkılâbı sonucunda, bazı yeni devletler kurulurken, bazı büyük devletler parçalandı. Dünyada yeni olaylar ve oluşumlar meydana geldi. Fransa’da 1789 yılında halik ve burjuva sınıflarının krala ve zadegana karşı meydana getirdiği ve başarıya ulaşan bu inkılâb aynı zamanda Osmanlı Devleti, Avusturya-Macaristan, ingiltere, Rusya gibi devletler için pek de olumlu bir olay olmadı.4
1789 Fransız ihtilalinin mahiyeti, o sırada Avusturya ve Rusya ile savaş halinde olan Osmanlı Devleti’ni uzun süre ilgilendirmedi. 1791-92 Ziştovi ve Yaş antlaşmasından sonra biraz ilgilendiyse de 1791’de kralın yetkilerinin sınırlandırılması, hatta azli ve idamı Osmanlıyı endişelendirmedi.5
ihtilalin en önemli mesajı “milletlerin kendi kaderini kendisinin belirlemesi” prensibi milletlerarası camiaya yerleşti. Osmanlı Devleti, Fransız ihtilalini Avrupa’nın iç meselesi olarak görüyor, hiç ilgilenmiyordu. Ancak Fransa’nın 1797’de, Yedi Adalara el koyup Yunanlıları bağımsızlık için kışkırtmasıyla milliyetçilik prensibinin ve ihtilalin önemi ancak anlaşılabildi.6
Bu dönemde Fransız ihtilaline karşı tarafsız kalan pek az ülkeden biriydi. Osmanlı ülkesinde ihtilal yanlıları, kahvehanelerde broşür dağıtıyorlardı. Hak, özgürlük ve eşitlikten bahsediyorlardı. Bu dönemde, ortaya çıkan yeni düşüncelerin Osmanlılar tarafından ne ölçüde anlaşıldığını kestirmek olanaksızdır.7
III. Selim ihtilalci Fransa’yı desteklemiştir. Bu da Osmanlı’nın kendisi için çok yakın gelecekte tehlike oluşturacak olan bu olayı tam olarak anlayamadığını gösterir.8 Fransa, ihtilalden çok kısa bir süre sonra yayılmacı politikalar içerisine girmiştir. Amerika bağımsızlığa destek vererek el Altından Amerika’daki ingiliz kolonilere silah satıyordu. Aynı zamanda Osmanlı ülkesi olan Mısır’a çok geçmeden saldırmıştı.9
Fransa’nın Osmanlı Devleti üzerindeki bu gizi hesaplarına rağmen, Osmanlıyla, Fransa arasında Kanuni döneminden bu yana devam eden ve sürekli gelişen bir dostluk vardı. iki devlet arasındaki ticari ve diplomatik faaliyetler çok eskiye dayanıyordu. Fransız ihtilali başladığında bu olayı Fransa’nın iç sorunu olarak gören Osmanlı Devleti, bir islâm devleti olması hasebiyle kendi ülkesinde Avrupa ölçülerine göre bir adaletsizlik, eşitsizlik, siyasi ve sosyal bozukluklar mevcut değildi.10 Üstelik Fransa dostu olan bir ülke olmasına rağmen çok uzaktaydı. Buradaki gelişmeleri ancak dolaylı yollardan öğrenebiliyordu. Osmanlı Devleti bir çok problemle uğraşması, çöküş sürecine girmesi dolayısıyla böyle bir işle uğraşmaya vakitte bulamıyordu.11
1792 yılında Fransa, yeni rejimini korumak ve rejimini ülkelere tanıtmak üzere doğal sınırlarının dışında savaşlara girişti. Bunun karşısında Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etti. Fransa’nın Osmanlı’yı parçalamak isteyen Rusya ve Avusturya’yı yenmesi istanbul’da sevinçle karşılandı. Fransa’nın isteğine rağmen Osmanlı Devleti bu yeni rejimi hemen tanımak istemedi. Osmanlı yöneticilerine göre Fransa’nın yeni rejimi Avrupa’nın sorunu idi. Osmanlı’nın Avrupa hukukuna dahil olmadığını öne sürüyorlardı. Osmanlı hükümeti ihtilal karşısında gerçekten tarafsız davranıyordu.12
1793’te Fransa istanbul’a olağanüstü elçiler göndererek, Fransa Cumhuriyet hükümetinin tanınmasını Türkiye ile Fransa arasında anlaşma yapılmasını ve Türkiye’nin savaşa girmesini istedi ama Türk hükümeti bunu reddetti. Çünkü Fransa’nın Cumhuriyetini tanımakla Avrupa’ya karşı cephe almak istemiyordu. Prusya Fransa’yı tanıdıktan sonra Osmanlı Devleti Fransa Cumhuriyetini tanıdı.13
Bu tarihten sonra Fransa, Osmanlıyı Rusya ve Avusturya aleyhinde savaşa sokmak istiyordu. Osmanlı buna yanaşmadı. Napolyon orduları ile Avrupa’da bir çok orduları yenerek Compo Formio anlaşmasıyla üstünlüğünü kabul ettirdi.14
1798’de Mısırı işgal eden Fransızlarla Osmanlılar arasındaki münasebetler bitmişti. 1798’de Pramidler savaşını kazanan Mısır’dan ingilizler ve Ruslar sayesinde onların desteğiyle çıkarabildi. Ama bu seferde Mısır’a ingilizler yerleşti. Fransızlar gittikleri bütün yerlerde milliyetçilik akımlarını yayıyorlardı. Mısır’a girip çıkan Fransızlar Kölemenleri Osmanlı aleyhine kışkırttılar. Daha sonra da işgal ettiği yedi Adadan çekilmesi üzerine bölgeye Ruslar geldi. Tıpkı Fransızlar gibi Ruslar da Rumları Osmanlı aleyhine kışkırtmaya başladılar. Diğer taraftan Ruslar balkanlarda ulusçuluk faaliyetlerini yaymaya devam ettiler.
Fransızlar, propagandalarını çekilmiş oldukları bölgelerde, sürdürdüler. Türkçe, Rumca, Ermenice’ye tercüme ettikleri milliyetçiliğe ve Cumhuriyete dair eserleri özel adamları Akdeniz adalarına gönderdiler.15 16 Yunan isyanları 6 Mart 1821’de Eflak Buğdan’da başladı. Etnik-i Eterya bu faaliyeti yürütüyordu.
Fransa’nın çabaları ve zararlı faaliyetleri sonucunda, Osmanlı milleti olan gayr-i müslim Hıristiyan teb’a başta olmak üzere bir süre sonra müsüman teb’a devlete karşı isyan etmiştir.
1804 tarihinde Sırplar isyan etmişlerdir. 1821’de Morada isyan meydana gelecektir. 1830 yılında Yunanistan bağımsız olarak bir devlet kuracaktır.17
Daha sonraları Fransızlar, Cezayir’i işgal edecekler ve bunun yanı sıra M. Ali Paşa’ya destek vererek Vali’nin devletine karşı cephe almasına sağlayacaklardır.
Rusya ise Balkanlarda Osmanlı aleyhine propaganda yaptığı gibi, Kırım’a girerek, Kırım’da yaşayan Türkleri bağımsızlık vaadetmek, girişmiş olduğu türlü entrikalarla Kırım’ı Osmanlı’dan ayırarak ilhak etmiştir. Artık büyük devletler Osmanlı’nın içişlerine müdahale ediyorlar ve her taraftan Osmanlıyı çökertmeye çalışıyorlardı. 1839 Tanzimat Fermanı ve daha sonra Avrupalı devletlerin baskıları sonucunda, 1856 yılında ilan edilen Islahat Fermanıyla gayrimüslim tebaya çok geniş haklar veriliyordu. Bu ıslahat Fermanını, Osmanlı kabul etmek zorunda kalmıştır.18
Fransa’nın tarihteki Osmanlı Politikası daha önce anlattığımız örneklerde görüldüğü üzere, müspet bir yön yoktur. Fransa pek çok olayda Osmanlı Devleti’ni kendi menfaatleri için kullanacağı paravan veya Alet olarak görmüştür.19 -
3.
+5bunun puanları mı ne yükselmiş, annesi aramış valide sultanı teşekkür falan ediyo. halbuki bunla bi gib yapmadık biz aq, benden tamamen bağımsız. neyse, hiç yoktan iyidir. asıl güzel haberi sonda öğrendim, daha sık gelmemi istiyomuş annesi, diyorum ya bi yan cebime koy hali var sürekl olarak, içten içe deli gibi sevindim ama aradan da lan hay aq diyorm. ibrahim üzülmezin bindirmelerinin sonundaki orta açma kararsızlığından daha feci bişi bu.
-
4.
-4SOĞUK SAVAŞ DÖNEMi, 1945-1960Tümünü Göster
Dönemi Şekillendiren Faktörler
II.Dünya Savaşı tarihin gördüğü en yıkıcı savaşlardan biri olmuştur.Ülkeler yanmış, yıkılmış ve milyonlarca insan ölmüştü. Bu savaş tam bir "dünya" savaşı olmuştu. Savaşın tesirlerini hissetmeyen hiç bir ülke ve toplum kalmamıştır, dense yeridir. Fakat ne var ki, altı yıllık bu ızdıraplı dönemden sonra, dünyanın ve insanlığın barışa hemen kavuşabilmesi mümkün olmamıştır. Milletlerarası mücadeleler, büyük devletlerin çatışması ve mahalli savaşlar, insanlığı zaman zaman üçüncü bir dünya savaşının eşiğine kadar getirmiştir. Böyle bir "sıcak savaş" patlak vermemiştir, lakin barış da olmamıştır. Dünya bir "soğuk savaş" atmosferi içinde, heyecanlı bir onbeş yıl geçirmek zorunda kalmıştır.
Bu soğuk savaşın gelişmelerini ele almadan önce, bir başka mühim noktaya da temas etmek istiyoruz. Bu da, II.Dünya Savaşından sonra dünyamızın almış olduğu yeni şekil veya dünyamızı şekillendiren yeni faktörlerdir. Bu faktörler, bundan sonraki milletlerarası münasebetlerin zeminini oluşturacaktır.
Nasıl ki, I'inci Dünya Savaşından sonraki dünya, 19'uncu yüzyılın dünyasından çok farklı olmuş ise, 1945'ten sonraki dünya da, 1918'in dünyasından çok farklı bir yapıda olmuştur. Bu farklılıkları ve yeni dünyamızı şekillendiren faktörleri şu noktalarda toplamak mümkündür.
1) Bir kere, II.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan ve bugüne kadar devam eden milletlerarası politikanın yapısı çok değişmiştir. Savaştan sonra dünya politikasına iki yeni kuvvet, Süper-Devlet (Super Power) adı verilen, Birleşik Amerika ile Sovyet Rusya hakim olmuştur ve bu iki kuvvetin üstünlüğü günümüzde de devam etmektedir. Dikkat edilirse, bu iki büyük kuvvetin her ikisi de daha önce dünya politikasında mühim roller oynamış değildir. Birleşik Amerika, savaştan sonra Monroe Doktrinini terkederek bir dünya devleti olmuş ve milletlerarası politikada birinci plana geçmiştir.
1917 Bolşevik ihtilalinden II.Dünya Savaşı'nın çıkışına kadar çekingen bir politika takip eden ve büyük devletler topluluğunun dışında kalan Sovyet Rusya da, 1945'ten itibaren takip ettiği aktif, yayılıcı ve emperyalist politikasının dışında, gerçekleştirdiği teknolojik gelişme ile de, o da milletlerarası politikanın birinci planına geçmiştir.
Daha önce milletlerarası münasebetlerin başlıca ağırlık noktaları olan, galip gelmiş ingiltere ve Fransa ile, yenilmiş devletler olan Almanya, Japonya ve italyanın kendilerini toparlamaları daha uzun bir zaman alacaktır. Toparlandıkları zaman da, ancak ikinci planda kalacaklardır.
Kısacası, II.Dünya Savaşı'ndan sonra milletlerarası politikanın yapısı değişmiş ve ikili bir yapı ortaya çıkmıştır.
2) Sovyet Rusya'nın sivrilmesinin bir mühim neticesi de, ilk defa olarak milletlerarası münasebetlere doktrin ve ideoloji unsurunun girmesidir. Sovyet sistemi, dünya proleter ihtilali gibi, komünizmi bütün dünyada hakim kılmak isteyen bir doktrine dayandığından, savaştan sonra Sovyet dış politikası tamamen bu hedefe yönelmiş ve bu da milletlerarası politikaya doktrin ve ideoloji unsurunun girmesine sebep olmuştur.
Komünist düzenin karşısında olan ülkeler, Sovyet Rusyanın komünizmi bütün dünyaya yayma çabalarına karşı koyunca, milletlerarası mücadelenin konusu, farklı dünya görüşlerinin çatışması ve hürriyet düzeni ile totaliter komünist düzenin mücadelesi haline gelmiştir. Milletlerarası münasebetler tarihinde böyle bir durum ilk defa ortaya çıkmaktaydı.
3) Günümüz dünyasının en mühim gelişmelerinden biri de, sömürgeciliğin tasfiyesidir. Bir-iki yer istisna edilirse, Asya ve Afrika'daki sömürgelerin hepsi bugün bağımsız olmuşlardır. 1956 yılında Afrika'da bağımsız devlet sayısı 6 iken, bugün bunların sayısı
50'yi aşmaktadır.
Sömürgelerin bağımsızlıklarını kazanmaları ise, daha ilerde göreceğimiz üzere, milletlerarası politikaya Üçüncü Blok, Üçüncü Dünya veya Bağlantısızlar Bloku denen yeni bir kuvvetin girmesi neticesini vermiştir.
4) II.Dünya Savaşı'nın en mühim neticelerinden biri de, milletlerarası politikanın "alan genişlemesi"dir. 1945'e gelinceye kadar, milletlerarası münasebetlerin yoğunlaştığı başlıca alan Avrupa idi. Avrupa politikası demek, dünya politikası demekti. Asya, Afrika ve Latin Amerika, 20'inci yüzyılın ortalarına kadar, milletlerarası politikanın bağımsız alanları değildi. Bu kıtalar ancak Avrupa politikasının çerçevesi içinde yer alırlardı.
Halbuki bugün artık böyle değildir. Çin Halk Cumhuriyeti ve Hindistan gibi geniş ülkeli ve kalabalık nüfuslu iki ülkenin ortaya çıkışı ve Japonya'nın Asya'da büyük bir ekonomik kuvvet olarak tekrar sivrilmesi ile Asya gayet mühim bir milletlerarası politika alanı haline gelmiştir.
Elliyi aşan bağımsız devleti ile Afrika, artık sömürgeciliğin Kara Afrikası olmayıp, milletlerarası münasebetlerin yeni bir ağırlık alanıdır.
Latin Amerika ise, 19'uncu yüzyıldaki uyuşukluğundan silkinmeye başlamıştır. 1982 yılında Arjantinin Falkland Savaşı ile ingiltereye kafa tutabilme cesaretini kendinde görmesi ve diğer Latin Amerika ülkelerinin tepkileri, küçümsenecek bir hadise değildir.
Nihayet, Üçüncü Dünya Ülkelerine de Asya-Afrika-Latin Amerika grubu dendiğini de unutmayalım.
5) Milletlerarası münasebetlerin alan genişlemesi, sadece dünyanın düzeyi üzerinde olmayıp, günümüzde bu münasebetler yukarıya doğru da bir alan genişlemesi yaparak, uzaya intikal etmiştir. i'inci Dünya Savaşı karada ve denizlerde yapıldı. II.Dünya Savaşında ise zaferi havalarda güçlü olanlar kazandı. Bu savaşta kara ve deniz muharebelerinin kaderini daima "hava" tayin etti. Yani, II.Dünya Savaşı, milletlerarası mücadeleyi dünyanın yüzeyinden atmosfere çıkardı.
Lakin ilk adımlarını II.Dünya Savaşı sırasında atan füze teknolojisi, savaştan sonra büyük bir gelişme hızı gösterince, büyük kuvvetler mücadelesi günümüzde atmosferi de aşarak uzaya intikal etmiştir. Uzay şimdi kuvvet üstünlüğü mücadelesinin yeni alanı olmuştur. Bir zamanlar nasıl sömürge sahibi olmak büyük devlet olmanın şartı gibi telakki edilmiş ise, şimdi de uzayın derinliklerine el atabilmek, büyük kuvvet olmanın şartı gibi görünmektedir.
6) Günümüzün dünyasının, bilhassa II.Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan en mühim meselelerinden biri de, ekonomik meselelerdir. Denebilir ki, tarihin hiç bir döneminde ekonomik meseleler, milletlerarası münasebetlerde bugünkü kadar ağırlık kazanmamıştır. Bugün bütün dünya ülkeleri, siyasal kuvvet dengesi, güvenlik ve barış gibi meselelerden belki de çok daha fazla olarak, ekonomik kalkınma, refah, daha iyi bir yaşama seviyesi gibi meselelerle yoğun bir şekilde meşgul olmaktadırlar. Bunun neticesi olarak da, bugünkü milletlerarası münasebetlerde ekonomik faktör büyük bir ağırlığa sahip bulunmaktadır. Zengin ve fakir ülkelerle, iktisaden geri kalmış, gelişme halinde olan ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki farklılıkları ekonomik ve ticari münasebetler ve ekonomik yardım münasebetleri yoluyla ortadan kaldırmak, bugünkü milletlerarası münasebetlerin temel meselelerinden birini teşkil etmektedir.
Yeni dünyamızı şekillendiren faktörler genel olarak bunlardır. -
5.
+4okulun hemen yakınında lise var, bu da ordan çıkmıyomuş zaten anlattığına göre. ordan bulduklarını anlattı baya bi süre, nerden açtım bu konuyu aq diip tekrar kitaba falan dönmeye çalışıyorum ama nafile. kalemi kitabı bıraktık kızı dinliyoruz. ne anlattığını yazmicam zütünüzle gülersiniz, level 1 şeyleri anlatıyo, yok ben güvenmiştim niye böyle oldu vırvırvırvır
kıza da ister istemez alıcı gözüyle bakmaya başlamıştım. ya manken gibi diyemesem de bizim okula gelse çok rahat top 5 olurdu sanırım bizim dönemde. zaten sarışın diince akan sular duruyor bir de böyle bir ortam var oldu yani bi kere. o gün kısa kestik, bi de ben rahatsız oldum tekiz falan. murphy nin akyaym başka zaman olsa eve kız atmaya 1000 takla atarız ki ortada da ev yoktur zaten liseliye kim kapı açar. o kadar ortam oluşmuş kardeşim var diye kıza anca bakıyoruz.
benim bu arada bilmediğim çok önemli bir detay da var zütünü skeym. ilerde zütüme gircek bu detay, tamamen benim aptallığım aslında. -
6.
+1 -328 e kadar yaşar mıyız bilmem
edit: yaşadık mk
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 18)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 19)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 20)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 21)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 22)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 23)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 24)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 25)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 26)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 27)
datura laf atmış iddialı middialı diye ama kimse yokken biz vardık, kanıtlar yukarda binler. sahalara geri döndük. bölük pörçük anlatma da benim icadım çok ana bacı yapmayın aflidkşgshfhdflş -
7.
+3 -1nedenini ne sorabildim ne de öğrenebildm ne de kulağıma geldi. kız benimle yaşıt, bilmem kaç sene sonra yazdırmışlar okula. aptal bir hali de yok kalmıştır falan da diyemiyorum. neyse ıvır zıvırı geçelim, bunun ailesi benden nasıl bir izlenim edinmişse (ki benle alakası olmadığına emin gibiyim) bizimkilere sizin oğlan bizim kıza şunu bunu anlatabilir mi gibi bir diyaloğa girmişler.
-
8.
+2 -1ardından kimsecikler yok kız kaş göz etti, gittik bi köşeye soymaya başladım, soyarken çok zevk aldı dıbını tam elliyodum ki elime iki tane haya geldi o neydi ? kız sonra çatır çatır gibti beni.
-
9.
+2 -1hikayenin başlığı ne? ... gelin artı 28
kız nerde? ortaokulda. orta okulda başlama yaşı kaç? 12
(ilkokul = 7, 7+5 =12)
topla 28 le 12 yi
40 yapar -
10.
+2 -1bizim orda veletliğimden beri tanıdığım bir kız vardı. kızla herhangi bir muhabbetim yok, ailelerimiz tanışıyor sadece. gördüğümde selam belki veririm. biraz tipini tarif edicek olursam, 170 boylarında (tam emin diilm burasından daha uzun olma ihtimali de var) sarışın, yeşil gözlü zayıf bir kız. e böyle bi hatunla nası işin olmaz, bu kız benim kardeşimle aynı sınıfta okuyor. belirttiğim üzere 8. sınıfta yani. ama bi özelliği var bu kızın..
-
11.
+2 -1ki gitti biliyorum ben sanırım. kızla bir alakamız yok uzuncaaaa bi süredir.
binler biliyorum dayanamadınız sonuna kadar ama bu kadardı. sorusu olan eklesin buraya, cevaplarz. -
12.
+2 -1binler çoğunuz öncekileri okumamıştır zaten ama yine de hatırlatayım, bizde uydurmaca kurmaca yok. ailemi öldürüp 2 trilyonu har vurup harman savurmicam korkmayın. bilenler bilmeyenlere anlatsın. (bilen bilir kullanamaz olduk angutyus sağolsun)
lise sona geldiğim vakit yaşanıyor olaylar. hem de 8.sınıfa giden bir kızla olcak. -
13.
+3tam o sırada kapı açıldı ve mutfakta beni azarlayan kız içeri girdi. karanlıktan seçemiyordum ama belinde birşey vardı. ince uzun ve sallanıyordu. yaklaşınca farkettim beline takma yannan takmıştı. o sırada sarışın kız da elini tekrar benim alete attı ve sertçe sıktı. bu acıyla irkildim ve içkinin de etkisiyle kendimi yerde buldum. daha sonra ikisi önceden planlamış gibi benim boxerımı indirdiler ve arkadan dildoyu dayadılar. kız sanki üzerimde tepiniyordu. ben bağırsamda müzik yüzünden kimse duyamıyordu.
o günden beri kızlara ilgi duymuyorum -
14.
+3daha girer girmez şaşırmam bir oldu. bir kere makyaj yaptığını görmediğim kız makyaj yapmış bir değişik duruyor. hani zaten sarı saç - mavi göz kombinesi vuruyodu bunlara bir de bu eklenince şöyle içimden kocaman bir wooooooooooow çekmedim desem yalan olur. gel dedi geçtik içeri, bunun odasına çıktık. oturdum ama aklım kitapta diil, derste diil, kızda hiç diil. ohaaaaaaaaa makyaj yapmış laaaaaaaaaan da kalmışım öyle. başladım sorularını çözmeye ama her soru ayrı angarya gelmeye başladı o an ak. kız da sandalyeyi tam olarak benimkine dayamış kitaba mı bakıyor bana mı bakıyor belli diil. ya hani hissedersn ya biri sana baktığında, o noktaya doğru bakmak istersin, o istek kudurdu, azdı, bitirdi beni.
-
15.
+2 -1işte yavaş yavaş usulca zütürdü elini, napıyosun diyemeden açtı eteğini, tabii bi gördüm şok oldum, zaten kafam da kötü ulan orda damarlı bir şey mi var yoksa bana mı öyle geliyo diyemeden kız ağzıma verdi
-
16.
+1 -2gördüğünüz üzere hala yaşıyoruz ve bu gece anlatılcak bu. tabi +27 yi bitirmem lazım öncesinde.
-
17.
+2iide hacı ben boşalmadım mk boşalt lan beni
-
18.
+228 te liseli hikayesi var 18 e bulaşmadım kreşte öptüğün kız macerasıdır diye kusura bakma yeğen.
-
19.
+1@161 hadi be! (cengiz atay ses tonuyla)
-
20.
+1oh be sonunda amk haydi bastır
-
levitasyonn
-
zıplayıver sıçarge
-
adam aklına düşen her düşünce zerresini
-
2 senedir geçmeyen şiş diz ve feci ağrı
-
ulan 20 kişiyle kaybettim be
-
denize gidip bikini giyen kızın amacı
-
adamlar muhalif liderleri tutukluyor
-
solas molas
-
herkes aylık ne kadar telefon faturası ödediğini
-
3 tane ayyaş içmiş içmiş
-
sicaklarin artmasi iyi oldu
-
10 online ne leeen
-
dünyada ilk kez bir balina ameliyat edildi
-
ferreciler intihar etmez
-
öcalanın videolu mesajı yayınlanmış
-
margarin kokuyor
- / 1