-
151.
0aynı taktan hayatım yaz aylarına kadar aynı şekilde devam etti. okulların kapanacağı gün karneyi elime aldığımda yedi tane kırık vardı. dördünü vermem gerekiyormuş sorumluluk sınavlarında. benim kafa hala dank etmedi. restoranla konuştum. yaz aylarında full-time çalışmak istiyorum diye. tamam dediler, başladım yine yardırmaya. ulan sınavlar ne zamana denk geliyor acaba dedim bi gün. okula gittim, baktım bizim tüm keş tayfa, tüm tembel tenekeler, yan gelip yatanlar orda aq. o zaman ampul yandı benim kafada. aha dedim yannanların gazabına hoşgeldim. çalışmam gerektiğini, çalışmazsam sınıf tekrarının kaçınılmaz olduğunu anlamam geç olmadı. züt de tutuştu bi yandan. ama benim ders çalışmaya ne halimi ne vaktim var. hepsine iki üç gün önceden bakabildim. toplasanız yarım saat bile değil. neyse sınav günü geldi. ilk sınav ingilizce. hem yazılı hem sözlü sınav yapılacakmış. girdim önce yazılı sınava. yazılı sınav dediğim de dört tane resim var onlarla ilgili sorular sormuşlar. sınıfta dört kişiyiz. hoca da bilerek camdan dışarıyı izliyor. biz dört kişi kafa kafaya verip karaladık bişeyler. sonra sözlü sınava geldi sıra. iki tane ingilizce hocası karşımda. benden o dört resimde nelerin döndüğünü anlatmamı istediler. bi tak anlatamadım. az önce yazılı sınavda yazdığımız cevaplardan aklımda kalanları saydırdım. tamam çıkabilirsin dedi hocalar, çıktım sınıftan. aha dedim; kaldık sınıfta.
-
152.
0diğer gün fizik sınavı var. gittim buldum sınıfı girdim içeriye. bu sefer ingilizce gibi değil bayaa kalabalık içerisi. sınav kağıtları dağıtıldı. kağıdı önüme koydum kalemi elime aldım. ulan ben kağıda bakıyorum, kağıt bana bakıyor. hiçbir şey bilmiyorum. hakkında fikir yürütebileceğim şeyler bile yok. sorulardaki sayılara dört işlem uygulayıp uygun sonuçlar bulmaya çalışıyorum. bi mantık kurayım diyorum ama yok olmuyor. o sırada annem gelmiş okula. sorumluluk sınavları her dersten olduğu için neredeyse tüm hocalar okulda o sıralar. kadın bahçede fizikçiyi bulmuş. resmen yalvarmış geçirin yoksa sınıfta kalır. emeklerimize yazık olur falan filan. neyse hocanın da insaflı tarafına denk gelmiş olacak ki, sınavın sonlarına doğru geldi bu yanıma. baktı kağıtta fizik bilimine dair hiçbir tak yok. başladı o yanlış onu öyle yapma böyle yap falan demeye. bi iki ufak taktik verdi geçti. 2-3 dakika sonra tekrar geldi, baktı ki kağıtta değişiklik yok. bu sefer tane tane söylemeye başladı. işte şu formülü yazıyoruz, ordan bu geliyor, burdan şu sonuca ulaşıyoruz, onu burda kullanıyoruz falan. ulan yine bi değişiklik yok. adam alfa diyor, gama diyor, beta diyor; ben işaretlerin nasıl çizileceğini dahi unutmuşum. en sonunda senin cevaplayacağın sorunun amk demiş olacak ki aldı eline kalemi çıkardı beni sınıftan. zaten en son ben kalmıştım. bu sınav da böyle geçti. diğer iki sınav da aynı şekilde geçti. onları da anlatıp konudan sapmayayım. sonuç olarak geçebileceğim minimum puanla beni geçirmişler. aslında bence dört sınavdan da geçememiştim ama. üç sınavın sonucu 45 birinin 20ydi. anlayacağınız hocaların insiyatifiyle geçtim o sene sınıfı.
-
153.
015 temmuz yaklaşıyor. vera'nın doğum günü. ben haftanın altı günü, günde 8-9 saat, bazı günler 11 saate kadar çalışıyorum. aylardır mesaj atsam mı atmasam mı diye düşünüp kendimi engellerken doğum gününde kendimi tutamayıp, cevap vermeyeceğini düşünerek 'iyi ki varsın bu dünyada, doğum günün kutlu olsun güzellik' diye mesaj atıyorum vera'ya gece vardiyasından geldiğimde. sabahın ilk saatlerinde mesajı attıktan sonra uykuya dalıyorum. diğer gün nasılsa tatil günü diye rahat bi uyku çekiyorum. uyandığımda saat gecenin körü. 15 saate yakın uyumuşum. telefona bi bakıyorum 'teşekkür ederim, nasılsın?' diye bi mesaj var vera'dan. çılgına dönüyorum sevinçten. gecenin köründe şimdi uyuyodur diye düşünüp 'iyiyim, çalışıyorum işte, günlerim çok sıradan geçiyor' tarzı bi mesaj atıyorum. uyumuyormuş. cevap veriyor. benim de günlerim çok sıradan ve sıkıcı yazıyor. yeniden konuşmaya başlayacağımızı hiç düşünmemiştim. seviniyorum, sabaha kadar mesajlaşıyoruz.
-
154.
0keyfim bi anda yerine geliyor. içimde ufak ufak umut filizleri yeşermeye başlıyor yavaştan. kendimi affettirmenin derdindeyim. eşşeklik ettim, kızı üzdüm, yok yere kalbini kırdım diyorum. artık bu lanet hayat düzenimi ancak vera adam edebilir diye düşünüyorum. o artık benim çıkış umudum. elleri bataklığıma uzansın diye bekliyorum. yaklaşık 25 gün sonra buluşmaya karar veriyoruz. bursa ikea'da kahvaltıya zütüreyim diyorum. 13 ağustos 2011. sabah saat 10'da buluşmak için sözleşiyoruz. ikea, bursa terminalinin hemen önünde, yanında anatolium isminde yeni yapılmış güzel bi alışveriş merkezi yer alıyor. kent meydanından demirtaş minibüsleri kalkıyor terminale. bindiğimde mesaj atıyorum vera'ya nerdesin diye. yolda olduğunu söylüyor. benden önce varacak. durakta minibüsten indiğimde içimde onunla ilk buluştuğum günkü his oluşuyor. hafif bi sıkışıklık, hafif bi tedirginlik, sonsuz bi mutluluk. ben daha minibüsten inmeden yazdığı mesajda gelip ikea'nın önünde beklediğini söylemişti. hızlı adımlarla üstgeçide çıkıp karşıya geçiyorum onu bekletmemek için. üstgeçitten indiğimde biri arkadan gelip gözlerimi kapatıyor. ellerinin sıcaklığı hiç değişmemiş. aylar sonra sesini ilk kez duyduğumda bana sarfettiği ilk cümle 'bil bakalım ben kimim' oluyor. kim olduğunu o kadar iyi biliyorum ki.
-
155.
0ikea'ya geçiyoruz. her gördüğüm kahvaltılığa atlıyorum vera bunu ister misin, bak bundan da alalım, aaa bak bunlar çok güzel oluyo diye. tepsilerimizi hazırlayıp bi masaya oturuyoruz. ben çay almaya gittiğim sırada onun aynaya baktığını farkediyorum, hoşuma gidiyor bu durum. çayları alıp dönüyorum masaya. havadan sudan muhabbetler ediyoruz. sanki daha dün görüşmüşüz gibi devam ediyoruz kaldığımız yerden muhabbete. çenem düşüyor benim de konuştukça konuşuyorum. ne kadar boş muhabbet varsa ediyorum, ne kadar saçmalanırsa saçmalıyorum. kahvaltıdan sonra ikea'da şöyle üstünkörü bi gezinti yapıp anatolium avm'ne geçiyoruz. vera kahvaltıda sinemaya gidelim mi diye sormuştu. gidelim demiştim. anatolium'a girer girmez sinema biletimizi almak istiyoruz. avm'de sinema yokmuş o sıralar. çıkıp minibüse biniyoruz kent meydanı avm'ye gitmek için. vardığımızda ilk önce sinema katına çıkıyoruz. onu ilk kez gördüğüm yerde duruyoruz film seçmek için. şirinler'e gitmek istiyor. seans başlayalı 20 dakika olmuş. bi sonraki seansa alıyorum biletleri. o arada biraz dolaşıyoruz avm'nin içinde. filme girdiğimizde yine pür dikkat filmi izliyor. ben yine onu izliyorum. neredeyse filmde sadece tek fiil geçiyor; şirinlemek. 'aşçı şirin pasta şirinleyelim mi?' , 'sakar şirin dikkat et, yere şirinleyeceksin' , 'gözlüklü şirin olarak şirinler köyünün en çok kitap şirinleyen şirini benim' tarzında cümleler geçiyor sürekli filmde. film arasından hemen sonra, filmin ikinci yarısında fazlaca dikkatimi çekiyor bu durum. vera'nın kulağına eğilip 'seni şirinliyorum' diyorum. hiç tepki vermiyor. hoşuna gitmedi herhalde diye üzülmektense, acaba duymadı mı endişesine kapılmayı tercih ediyorum. lan diyorum kulağına girip söyledim kızın, nasıl duymasın? ilk ihtimal daha ağır basıyor. ben bu şekilde için için yerken kendimi vera birden elimi tutuyor. kulağıma yaklaşıp 'ben de seni şirinliyorum' diyor. elimin terlediğini hissediyorum. suratımda engelleyemediğim salak bi ifade oluşuyor. pollyanna gibi sürekli gülümsüyorum.
-
156.
0http://tinyurl.com/p7voz5o siz dinleyedurun, ben de bi sabah kahvesi kapatayım kendime beyler.
-
157.
0beyler şimdilik bu kadar. yine devam ederiz.
-
158.
0ulan bi iki yorum paslayacak bi allahın pampası yok mu şu sözlükte?
-
159.
0devam panpa takipteyiz.
-
160.
0devam et panpa.
-
161.
0pampalarım şu ara biraz yoğunum. bi iki güne devam edicem.
başlık yok! burası bom boş!