1. 1.
    0
    okuyun yorum yapın beyler. olmuş mu

    Kırk Yıllık

    Kalabalıkta yüzünü kaybettim. Sağ yanağındaki kegib izinden seçmeye çalışıyordum nereye gittiğini. Biran yüzünü görür gibi oldum “işte orada!” diye bağırdım istemsizce. Kalabalığın şaşkınlığı arasında adamı kaybetmemeye çalışıyordum. insanlara çarpa çarpa ilerliyordum. Derken protesto alanından uzaklaştım, kalabalık azaldı. Yolun kenarında gözlüklü, kısa boylu bir adam bekliyordu.
    Soluk soluğa yanına yaklaştım “Sağ yanağında kegib izi olan uzun boylu bir adam gördünüz mü?”
    Biraz düşündükten sonra
    -”Hayır. Kimseyi görmedim”
    Kahretsin! Neredeydi bu adam.
    Elindeki çanta benim için çok önemli. Aslında 2 ay önce aldığım o adi çanta değil içindeki önemliydi. Babamın kırk yıl çalıştıktan sonra bana bırakabildiği tek şey o çantanın içindeydi. Yıllar boyunca muhafaza edip kolumda taşıdıktan sonra geçen hafta eve giren hırsızın endişesiyle artık bankada bir kasa kiralayıp orada saklamaya karar verdim. Saat hala çalışıyordu. Ama artık evde başına bir şey gelmesinden korkuyordum. Evin iki cadde aşağısındaki meydandan da eskiden beri müşterisi olduğum bankaya gitmeye karar vermiştim. Sabah kalkıp ilk işim banka müdürü Necdet beyi aramak oldu. Çalıştığım Hukuk bürosundan izin alıp erkenden yola koyuldum. Ama atladığım bir şey vardı. Sabahın erken saatlerinde bankanın olduğu meydanda hükümetin otobüs bilet fiyatlarına yaptığı zammı protesto etmek için üniversite öğrencileri toplanacaklardı. Olay o kalabalığın içine girip bir merakla insanları seyretmeye koyulmakla başladı. Bendeki de boş merak işte. Kahretsin nasıl bir dalgınlık içerisindeydim ki çekip aldı elimden o çantayı.
    Yol kenarındaki adamın umursamaz cevabından sonra hemen bir karar vermek zorundaydım. Önümde iki seçenek vardı. Ya adamın düz devam ettiğini varsayıp yoluma devam edecektim ya da sağ köşedeki pastanenin oradan dönüp kalabalık meydana giden yola tekrar girecektim. Ben hırsız olsam tekrar kalabalığa girerdim herhalde. Bu yönde karar verip koşmaya devam ettim. Koşmaya devam ederken eski aile dostumuz tamirci Orhan usta’ya denk geldim. Her zaman ki gibi saçları arkaya taranık, yıllardır adeta imzası olmuş göbeğinden aşağı sarkan yağlı pantolonu askıyla omuzlarına tutturmuştu.
    “Sedat nereye koşturuyorsun böyle?”
    “Abi anlatması uzun sürer. Sen sağ yanağında yara olan elinde çantayla koşturan bir adam gördün mü? Onu söyle bana. Çantamı çaldı şerefsiz”
    “Yüzünü göremedim ama bir adam koşturuyordu. Meydana doğru çıktı”
    “Tamam Orhan amca çok sağol” deyip yola devam ettim.
    Arkamdan “Polise uğra Sedat polise” diye seslendi. “Tamam” diye geçiştirip artık koşmaktan acıyan ayaklarımla meydana daldım. Kalabalık seyrekleşmişti. Adamı ararken bir taraftan “ya adamı bulamazsam?” diye kendi kendime soruyordum. Yıllar boyunca gözümden sakındığım, babamdan kalan tek hatıra ya yok olursa?
    Kendime sorular sormaya devam ederken gözlerim protestocu kalabalığından faydalanıp su tezgahı açan bir adamın yanında su almaya çalışan birine takıldı. Evet! işte çantam da elinde. Çantayı benden çaldığı yerin tam karşısındaydı. Artık beni atlattığını düşünüyor olacak ki durup su almaya cesaret edebiliyor. Ne yapayım şimdi? Hızla gidip üzerine mi atılmalıydım yoksa etrafa ”yakalayın, o hırsız, çantamı çaldı” diye bağırıp adamı durdurmalarını mı istemeliydim. Bunları düşünürken zaman geçiyor. Biran önce hareket etmeliyim. Bağırmamaya, yavaşça yanına sokulup herifi enselemeye karar verdim. Tam harekete geçecektim ki oda ne! Telefon çalıyor. Kahretsin tam da zamanı.
    -“Efendim Zeynep”
    -“Ahmet koştururken görmüş seni. Merak ettim ne oldu?”
    -“Sonra anlatırım. Şimdi kapatmam lazım”
    Al işte. Adam tezgahın önünde yok. Tam adamı kaybettim derken; heh tamam az ileride elinde çantamla yürüyor. Kalabalığa tekrar karışmadan yakalamam lazım. Arkasından yaklaşıp üzerine atıldım. Etrafta meraklı gözler bizi izliyordu.
    -“işte yakaladım seni bin kurusu. Ver şu çantayı”
    Ben bağırdıkça yerdeki bin sessiz kalmaya devam ediyordu. Etraftaki kalabalık beni adamın üstünden almaya çalışırken, ben bizi ayırmaya gelenlere adamın hırsız olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Yakından suratındaki yara izi daha iyi belli oluyordu. Belli ki bıçak yarasıydı. Oldukça derindi.
    Kalabalık adamı tutarken bende pislenmiş siyah pantolonumu temizleyip çantayı kontrol ettim. Saat mavi kutusuyla beraber çantanın içindeydi. Kafamı kaldırıp adamın suratına uzun uzun baktım. Suratında hiçbir pişmanlık ibaresi göremedim. Daha genç biri. Üstünde eskimiş kısa kollu kareli bir gömlek, kahverengi kadife pantolon ve tabanları aşınmış eski ayakkabılar vardı.
    “Neden çaldın çantamı?” diye sordum hiç ifade olmayan suratına bakarak.
    Surat ifadesi hiç değişmeden Montaigne’in “Kral da, dilenci de aynı iştahla acıkır.” sözüyle cevap verdi. Bir hırsızdan bu sözleri duyunca aynı donuk yüz ifadesine ben de büründüm.
    Sonuç olarak;
    içinde para olduğu ümidiyle çaldığı çantada kendisi için bir çöp ama benim için dünyadaki tüm paralardan daha değerli bir şey vardı.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 2.
    0
    okuyun lan zütler
    ···
  3. 3.
    0
    upupp ulan
    ···
  4. 4.
    0
    @10 saolasın panpa okuduğun için. dediklerini dikkate alıcam.
    ···