1. 176.
    -2
    @115 yanlış anlama panpa şantaj falan yok hikaye sonunu bekle.
    ···
  2. 177.
    -2
    Saat 01.30 olmuştu ve Jale artık kıvama gelmişti fazladan para harcamak gereksiz olduğundan son kalam yüz liram varken dışarı çıktık. Bir taksi tuttum ve gece tarifesiyle 20 lira verip bunu eve getirdim ( ev yakın) Jaleyi koltuğa yatırdım ve bir kahve verip biraz ayılttım zira nekrofili bana göre değil Buna tekrar saçma bir muhabbet açtım ve dudağına yumuldum. Jale artık benim istediğimden bile fazla kıvama gelmiş bildiğin kendisi altıma yatmaya çalışıyordu. Bu kezbanlarda hep olur arkadaşlar. Yani uzun süre namuslu takılıp ilk fırsatta amı zütü dağıttırma. Baktım bu bana vericek hemen televizyonun üstüne önceden ayarladığım kamerayı çalıştırdım.
    ···
  3. 178.
    -2
    @70 ahahah
    ···
  4. 179.
    -2
    Koltuğa gittim ve bu Jale kezbanını yavaş yavaş soymaya başladım. Bildiğin koltuğa yatmış çırılçıplak uzanmış gib beni diye inliyordu artık. O an kendimle gurur duydum işte ben insanı böyle yatağa düşürürüm dedim ama tabi kanındaki alkol oranından dolayı anlamadı bu hala inliyor ve hatta yalvarıyordu. Kameraya zafer işareti yaptım ve dıbına yumulup yalamaya başladım. BU arada size hayati bir bilgi panpalar bir kezbanı asla amından gibmeyin zira ekseriyetle bakire olurlar ve evlenelim diye tuttururlar. Bu sebele bu havaya sokup zütünü parmaklamaya başladım.
    ···
  5. 180.
    -3
    Beyler işte ders saati gelmişti derse girmeden önce randevuyu koparmam gerekiyordu kahveyi nasıl sevdiğiyle ilgili tüyo edinmiştim nasıl olsa hemen kahve içmek için vaktin var mı diye sordum. Bu da ağzını yaya yaya

    -Yanii olabilir tabii dedi çıkışta boşum zaten.

    Ben artık sevinçten uçuyordum bugün bu kezbanı kıçının üstüne oturamayacak hale getirmek üzere kedi kendime bir yemin ettim ve derse indim. Ders boyunca Jaleyi yatağa zütürecek yolları düşündüğüm için pek çok soruyu çözemedim. Gerçekten odaklandığım da ise çok rahat çözüyordum.

    Dersten çıkış saati gelmişti merdivenlerde bekledim ve Jaleyi görünce hemen peşime takıp ilerledim. Bunu biraz büyülemek gerek diye düşündüm ve lüks bir kahve restoranına zütürdüm. Sırt bu iş için başka bir arkadaştan borç almıştım. Zaten vaktiyle dersine girdiğim arkadaştan aldığım borçta bir kezban işi içindi.
    ···
  6. 181.
    +2 -9
    @1 kezban nedir ya artık şu cinsiyetçi ve eril dili brakın.. postmodern eleştirinin temel handikaplarından biri bu ve ülkemizde benim kişisel olarak 90'larda yakaladığım siyasi islamcılar da bu hatayı kendi tahayyül evrenlerinin doğası gereği çok sık yapıyor... şöyle ki, modernitenin evrenselci, yerelin olasılıklarına karşı kör ve sağır o tepeden inmeci tahakkümcü pratiğini bir sivil iktidar eleştirisi örerek, ve ne yazık ki bu itirazın tüm sivil eleştirisinin meşruluğunu da sonuna kadar siyasileştirerek kullanıyorlar... oysa aynı iktidar olgusu bireyin kendi içindeki melekle şeytanı arasındaki mücadeleden başlayıp yatak odasında, yemek sofrasında, evin salonunda, sonra apartmanda, mahallede, cemaatte, cemiyette, camiada, kısacası yerelde de kendi iktidar ilişkisini üretiyor ve bunun tu kaka bir iktidar olarak yaftalanması için ille de bach ve mozart sosuyla gelmesine hiç gerek yok... aynı şey mehter marşı ve salavat ile de bir tahakküm olarak yağmur gibi yağıyor. ama insan aklı şablonlara ve şemalara ve görselliğe ve çağrışıma ileri derecede bağımlı ve bundan 1, 10, 50, 80 ya da 100 yıl önce gündemimize girmiş bir tahakküm ile bundan 1000 sene ya da 10 bin sene evvel gündemimize girmiş bir tahakküm arasındaki fark ncedir, şayet aradan özümüz, yerelimiz, milli manevi değerimiz gibi üst yapısal kavramları çıkarırsak? çünkü doğamız da değişken. doğamızın evrenselliğini sorgulayacaksak iktidar dediğimiz olgunun yerelde de evrenselde olduğu kadar ezici ve hatta çoğu kez yerelde icra edilir bir menem olduğunu unutmasak herkes için çok iyi olacak... bir de modernitede vücut bulan tasarımcı, tanımlayıcı, şabloncu kafayı yeriyoruz. evet, hayatın ve dünyanın olasılıklarına kör ve sağır şablonlar istemiyoruz. ancak neyin dayatmacı tasarım, neyin kendini ve dünyayı değiştirme çabası olduğunun sınırları o kadar belirsiz ki... tasarımcı, dayatmacı, şabloncu olmayalım derken kendi umutsuzluğunun kişide bir tür kaderci kabulleniş ve teslimiyete evrilip kendiyle ve dünyayla hiçbir mücadelesi kalmamış bir noktaya çekilmesini görmek ne en azından çok üzücü. bir teslimiyet uğruna ya rab, ne güneşler batıyor. kavramları hayatın ve dünyanın yerçekime maruz kalıyor, ama aynı anda buharlaşıyorlar da. bence çıkış noktamız kendine ve dünyasına müdahil insanda. bunun için de eleştiriyi ve özeleştiriyi yüceltmemizde fayda var.
    Tümünü Göster
    ···