+2
tabi dinlerseniz.
bi zamanlar biz de küçüktük...
hatırlıyorum da, babam beni okula zütürürdü. asla ayrılamazdım babamdan. korkardım çünkü. okulda beklemesini isterdim hep.
bi keresinde, bizim sınıfın balkonunun karşısında, sırf ben korkmayayım diye yağmurun altında beklemişti be.
baba olmak zor. daha zor bişey varsa o da babanın yokluğudur.
annem kaldırırdı her sabah. ekmeğe reçel sürer, zeytin peynirle ağzıma tıkardı. sonra giy önlüğü, tak yakalığı. hadi okula.
ha bi de, öğlenci olduğumuz zamanlar, sabahları boş vaktimiz olurdu. o zamanlar böyle değiliz tabi, 7 dedin mi 8 dedin mi kalkarız. okul olsa kalkmazdık öyle aq.
geçerdik tv'nin karşısına. beklerdik ki tsubasa başlasın, beklerdik ki pokemon, beyblade başlasın.
iyice izlerdik. vuruşların, beyblade'lerin adını ezberlerdik. çünkü okuldan dönünce o isimler bizim olacaktı.
çizgi filmler bitince, ateri gözümüzün içine bakardı aç hadi diye. süper mariolar, adventure islandlar, 99999999 in 1'ler..
hiç unutmam, abimin sakız biriktirip aldığı bi sega vardı. ah ulan bi çocuğun en mutlu olduğu an sega oynadığı andır be.
abisi yeni kaset getirince, yeni oyun olmasa bile içinde, açıp teker teker baktığı andır.
tabi kendimize göre topçuyduk da. asosyal değiliz be olum, ateride saatler harcamazdık, biliyosun.
hafta sonları, yine klagib çocuk ritüellerini yerine getirdikten sonra, karşı apartmanın arkasında top oynardık. tabi büyük abiler bizi almazdı. belki adam ekgibse kaleci olarak girerdik. ya da normal mevkiye girsek bile sen burda bekle adam gelirse dal derlerdi.
sonra bi süre geçer, onlar gidince sıra bize gelirdi, yeşil sahalar bizimdi artık..
ey gidi o 1 lira bulup top almaya çalışmalar.. topu o iplik gibi şeyden söküp sektirerek, yumurta mı lan bu diye bakmalar..
ben ronaldoyum, sen ronaldinho ol, bu taraf benim tribünlerim, bu taraf senin.
televizyonda gördüğümüz gol sevinçleri, takla atmaya çalışırken çizilen dirsek ve dizler.
yaşını biraz aldığın zaman, mahalle takımı kaptanı seçmeleri çok ciddi bişeydi bizim için, neyin neye süksesiyse artık.
hatırlıyorum bi keresinde kim ronaldo olacak diye arkadaşımla tartışmıştık. ikimizde atletlerin arkasına 10 çizmiştik çünkü. top onun olduğu için o maça alınmamıştım, kenarda beklemiştim.
akşama kadar koş allah koş, terle eve gel. tabi anneden azar yemeden olmaz. klagib anne tribidir "ne kadar terlemişsin sen, geç bakim banyoya"
bi arada boncuklu tabanca modaydı.
bi ara tasolar,
kasa yıkıp yakalanılan güvercinler,
su tabancaları,
mahallenin önünde oyuncaklarını veya evden gizlice kaçırılan eşyaları satmalar.
ulan ne kralmışız be.
sonra biraz daha büyüdük...
büyüdük dediysek, 10 yaşlarına geldik.
artık aterinin yerini playstationlar almıştı, bilgisayarlarda mayınlar patlardı.
1 teyzemin oğlunda playstation, diğer teyzemin oğlunda bilgisayar vardı. bizim sega da babamın arkadaşının çocuğunda, bekliyoruz, verecekler de bizde oynıcaz.
ama nerde.. seganın yokluğunu 37 ekran tv giderirdi biraz.
bi akşam bi teyzeme giderdim, diğer akşam diğerine. bilgisayarı olan kuzenim asla dokundurtmazdı, oyun da oynamazdı ki oturup izleyeyim. ama küçüğüz, bilgisayar açık. ne olursa bakıp izlememiz lazım. ulan adamın mirc sohbetlerini izlerdim be. telefon çalınca internetin gitmesine sövüşüne çok gülerdim.
diğer kuzenim en azından öyle değildi. playstation oynamama izin verirdi. medal of honor 1, resident evil, parasite eve vs vs... ama bi kuralı vardı. playstationu çok açmayacaktım. 45 dakika maksimum süreydi.
mutluyduk tabi. bi çocuk nasıl mutlu olamaz?
sonra babamı kaybettim. 26 kasım 2001'di. hayatımın hiçbi gibim anlamadığım döneminde, tek düşündüğüm şeyin tasolar, playstation ve top olduğu dönemde hayat büyümem gerektiğini anlattı bana.
çünkü babam kanser iken 7 ay gözlerimin önünde erimişti, ama ben arkadaşlarımla o içerde hasta yatarken doğumgünü kutlamıştım.
hay ben aklımı gibeyim...
(allah size annenizin çığlıklarını duyurmasın beyler. en büyük duamdır, annem ölmeden inşallah ben ölürüm.)
işte başladı o an sıkıntılı dönemler. işte başladı o an hayatın gibik yüzünü göstermesi.
o çocuğun babası öldü, ona vurma. o çocuğun babası öldü, takıma alalım da oynasın. o çocuğun babası öldü, ona taso verelim..
çok kötü bişeydi be.
tabi maddiyat sıçtı haliyle, zaten çok da düzgün değildi. düzgün olsa babam, scooter için ağladığımda balkona çıkıp sigara içmezdi.
hep oturur, diğer çocukların babası işten geldiğinde koşup sarılmalarını, babalarının onlara aldıkları cipsleri, çikolataları vermesini izlerdim. kimse evde yokken babamın cüzdanını alır, cebime koyar, babam gibi davranmaya çalışırdım. saatini takar, oğluma işten dönerken cips alacağım günü hayal ederdim.
bu dönem benim çocukluk dönemimin bitişiydi.
diğer arkadaşlarım okulda tostun yanına kola mı alsam derken, ben 1 simit 1 ayranla idare ederdim. annem bimden aldığı ufak kekleri koyardı çantama bazen. onlar benim için velinimetti mesela..
işte o zaman anlıyosunuz, hayatın bi gibe benzemediğini.
millet bigiblete binerken, biri yorulsa da 1 tur da bana verse dediğiniz an, hayatın çoktan size bindiğini...
bu her zaman içimde yaradır. şu gibtiri taktan hayatın en güzel yıllarını, tadına tam varamadan, üstüne bir de baba olmadan yaşadığım için mutlu değilim beyler.
çünkü bunun her zaman, her yerde ekgibliğini çekiyorsunuz.
belki de şu an babam hayatta olsaydı, 10 numara mutlu bi hayatım olacaktı.
belki de üniversitede kep atma törenime gelecekti, ya da ne bileyim arayıp oğlum harçlığın var mı diye soracaktı.
bir ölüm beyler, insanın hayatını böyle gibiyo işte. allaha şükür, iki tane dağ gibi abim var. işleri gayet güzel, yüksek mevkiler. para desem atar, gel desem gelirler.
ama işte baba yok beyler. arayıp baba diyebileceğiniz, gidince elini öpebileceğiniz babanız yok.
ananı gibeyim be hayat.
ne olurdu babamla beraber mangal yapsam..
Tümünü Göster