0
Kaside
Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün
1 Sun ey sâki güle güle bize ol revh-i reyhânı
Ki gül yine bezemiştir bugün sahn-ı gülistânı
revh: iç açıklığı, rahat, rahmet, tatlı ve hafif rüzgâr
revh ü reyhân:Rahat ve rızık, bolluk ve hoşluk
reyhân: Güzel koku, rızık, rahmet, fesleğen
Ey saki, gül bugün yine gül bahçesini bezemiştir. Sen de bolluk ve hoşluk veren şarabı güle güle bize sun!
Gül bahçesini bezeyen güller olabileceği gibi gül’e benzer sevgili de olabilir. Tevriye’li kullanılıyor. Ayrıca bu benzeyen kullanılmadığı için de açık istiare’dir. Revh ve reyhan kelimeleri de tevriye’li kullanılmıştır. Aslında mecazımürsel sanatı yoluyla şarap anlatılmak isteniyor.
Gül ve Güle kelimeleri arasında şibhiiştikak düşünebiliriz. Gül, gülistan kelimeleri arasında iştikak vardır.
Sun, saki, sahn; güle güle, gül, gülistan; revh, reyhan; bezemiştir, bugün kelimeleri ile s, g, r, b konsonantları art arda tekrarlanıyor. Sun, saki, reyhan, gül, bezemiştir, sahn-ı gülistan arasında tenasüp vardır. Gül’ün gülistan’ı bezemesi teşhis’tir.
Şair, beyitte rengârenk bir gül bahçesini tasvir ederken, tabloyu, adım attığı her yeri neşeye gark eden, taraveti ve güzel kokusuyla da fesleğen ve güllerle boy ölçüşen saki ile tamamlıyor.
2 Cemâl-i sûret-i Leylî kelâmın verdi Mecnûna
Ki bülbül göğe irürdi bu dem derdinden efgânı
cemâl-i sûret-i Leylî: Leylâ’nın dış güzelliği.
Leylî: Leylâ, geceye mensup.
kelâm : Söz.
Mecnûn: Mecnun, deli.
irür-: Ulaştır-, eriştir.
dem: an.
efgân: Çığlıklar.
Leylâ’nın dış (veya görünen) güzelliği Mecnun’a ondan söz etme gücü verdi. Nitekim bülbül de şu sıralarda derdi yüzünden feryadını göğe ulaştırdı.
Divan edebiyatında mazmun olarak bülbül güle âşıktır. Onun derdiyle inler, çığlıklar koparır. Goncanın başında onun açışını gözler. Ne çare ki sabahleyin gözüne gelen gaflet goncanın güle dönüşmesini görmekten onu mahrum eder. Artık bülbül için ahtan ve iniltiden başka çare kalmamıştır. Bu ah ve inilti bülbülün şakıması şeklinde tecelli eder. Bülbül böylesine güzel ötüşünü güle borçludur.
Bu mazmunun diğer bir şekli de şöyledir: Gül, dalına konan bülbüle dikenlerini saplar, onun kanını emmek suretiyle ya da onun sızan kanlarıyla rengini daha da kırmızılaştırır. Dikenler de kızıla boyanır, böylece gül bahçesi oluşur. Bülbül’e derdiyle feryat ve figan kalmıştır. Bülbül, kelâm gücü Mecnun’a verildiği için kıskançlık içindedir. Bu yüzden figan ediyor. Bu, hüsnütalildir.
Burada tabiat gerçek varlığından soyutlanmıştır. Hakikatte var olan hadise güllerin açılması, bülbülün coşkusuyla nağme döktürmesidir.
Mecnun da bülbül gibi güzel söz söyleme güçünü, gazel irat etme yeteneğini sevgilisinden Leylâ’dan almıştır. Aslında bahçedeki gül daha doğrusu her şey Mecnunla Leylâ’yı hatırlatır. Her şeyde ondan bir iz vardır. Böyle bir sevgili ancak ilâhî olabilir. Kâinattaki her varlık Cenabıhakk’ın isim ve sıfatlarının tecellisi mahiyetindedir.
Bülbül’ün ilhdıbını gül’den, Mecnun’un Leylâ’dan alması gibi şair de muhtemelen üst beyitte gördüğü, anlattığı güzellikle çoşmuş, Mecnun’a dönmüştür. Bülbül zaten bülbül-i şeyda’dır, çılgın bülbüldür.
Dehhanî beyitte Leylâ ile Mecnun hikâyesine telmihte bulunuyor.
Mecnun’un asıl adı Kays b. el-Mülavvah Amirî, sevgilisinin ise Leylâ binti Mehdî b. Saad el-Amirî’dir. Milât yıllarında yaşadıkları söylentisinin yanı sıra, Mecnun’un bir Emevî halifesi olduğu da ileri sürülür. Zenginleşen hikâye X. yy.da Araplar arasında anlatılmaya başlandı. Konu ilk defa iran’da Nizâmî tarafından 1188’de eser hâline getirildi. Daha sonra Emir Husrev Dehlevî (ö. 1325) ve Camî (ö. 1493) de aynı konuyu işledi. Türk edebiyatında ilk Leylâ ve Mecnun 1478’de Şâhidî yazdı. Nevaî ve Hamdullah Hamdî’ninkiler de ön sırada olmak üzere edebiyatımızda en çok sevilen Leylâ ve Mecnun 1535’te Fuzulî’nin yazdığıdır.
Şairin XIII. asırda yaşadığı düşünülürse en azından Nizâmî’nin Leylâ ve Mecnun’dan haberdar olduğu anlaşılır.
Birinci mısradaki Leylî ve Mecnun kelimelerinin ikinci mısradaki karşılıkları gül ve bülbül’dür. Fakat sıralanış düzenli olmadığından gayr-i nürettep bir leffüneşir dir.
Dem kelimesi “ah, nefes, an, kan” manalarında Tevriyelidir. Bülbül figanlarını ah veya kan derdiyle göğe eriştirir.
Bübül dem çeker. Mecnun’un başında kuşlar yuva yapar. Bülbül Mecnun, dem, efgan; Leylî cemâl kelimeleri tenasüplü kullanılmıştır. Bülbül ağlıyor gösterilerek teşhis yapılmıştır. Dem sözü tevriyeli olarak kan manasına da gelir.
irür- fiili günümüzde erdirmek şeklinde kullanılır.
3 Acep değil eğer bülbül kılarsa nağme-i Dâvud
Ki gül üstüne tutmuştur söğüt çetr-i Süleymânı
acep değil: Şaşılmaz.
çetr: Çadır, güneşlik.
Söğüt gülün üzerine Hz. Süleyman’ın çadırını veya gölgeliğini tutmuştur. Bu yüzden bülbül Hz. Davud’un nağmelerine benzer tarzda ötmeye başlarsa şaşılmamalı.
Hz. Davud daha sonraları davudî diye anılan kalın, gür ve güzel bir sese sahipti. Zebur okurken çevresindekileri kendisine hayran bırakırdı. Bülbül de en güzel öten kuştur. Sesi bundan dolayı Davud’unkine benzetiliyor.
Hz. Süleyman M.Ö. IX. yy.da Beni israil hükümdarıydı. Saba melikesi Belkıs’la evlendi. Burada anılan Hz. Süleyman’ın söğüt dallarından yapılan gölgeliğinin bir gül güzelliğinde olan Belkıs’ın üzerine tutmasıdır. Ayrıca Hz. Süleyman kuşların dilinden anlardı ve onlara da hükmederdi. Hz. Süleyman yürürken kuşlar ona gölge ederlerdi.
Söğüt tarafından böylesine bir gölgenin gülün üzerine tutulması gülün güzelliğinin gölgede kalması ya da gülün yetişmesi için gereken güneş ışınlarının engellenmesi anldıbına gelir.
Dehhanî bu harika tabloyu çizerken söğüdün gülü sarmasının bülbülün kıskançlığına yol açtığını söylüyor.
Bülbül’ün gül’ün üzerini örten söğütten öteye sesini duyurmaya çalışması hüsnütalildir.
ikinci mısrada gül kelimesinden sonra duralarsak söğüt’ü çetr-i Süleyman gibi tutan gül’ün kendisi olur.
Bülbül’ün Hz. Davud gibi nağme çıkarması, söğüt’ün çetr-i Süleyman tutması teşhistir.
4 Çü Yûsuf Mısr şehrinde azîz oldu gül ü bülbül
Uş eder gece vü gündüz figân çün pîr-i Ken’ânı
çü/çün: Çünkü, için, niçin, gibi, şayet, -den beri
azîz: Şerefli, sevgili, dost
uş : işte, şimdi, çünkü, ancak.
Gül, Mısır diyarında Yusuf gibi aziz olunca bülbül, gece gündüz Kenan ilinin piri Yakub için gece gündüz feryat eder.
Beyitte Tevriyeli kullanılan çü/çün kelimelerini “için” anlamında düşünürsek beytin manası şöyle olur.
Hz. Yusuf Mısır diyarına aziz olduğu için gül ve bülbül Kenan ilinin piri gibi (için) gece gündüz feryat eder.
Buradaki gül ve bülbül seven ve sevilendir, yani Hz. Yusuf ile babası Hz. Yakub’dur. Birbirinden ayrılıkları sebebiyle ah vah etmektedirler.
Beni israil’in ilk peygamberi olan Hz. Yakub’un on iki oğlu vardı. Bunların en küçüğü ve güzeli Hz. Yusuf’tu. Babası onu diğer kardeşlerinden çok severdi. Hz. Yusuf’u kıskanan kardeşleri, onu öldürmek maksadıyla bir kuyuya attılar, babalarına da Yusuf’u kurt yedi dediler. Çocuğu bir yolcu kafilesi buldu. Yusuf’u kurt yedi dediler. Çocuğu bir yolcu kafilesi buldu. Yusuf’u takip eden kardeşleri “Bu bizim kaçak kölemizdir” diye onu az bir fiyatla tüccarlara, onlar da çocuğu zütürüp Mısır’da hükümdarın vezirine sattılar. Bazı hadiselerden sonra Yusuf vezir oldu. Oğlunun öldürüldüğüne inanan Hz. Yakub “Külbeiahzen”ine çekildi. Burada ağlaya ağlaya gözleri kör oldu. Daha sonra bir kıtlık senesinde Hz. Yusuf kendisinden zahire istemiye gelen kardeşlerini tanıyarak onlara buğday verdi ve oğlunun hasretinden gözlerine ağ düşen Hz. Yakub’a gömleğini gönderdi. Oğlunun kokusunu alıp, gömleğini gözüne süren Hz. Yakub’un gözleri açıldı.
Ken’ân (Kenan) Filistin’de Sayda ve Sur dolayları ile Suriye’nin bir kısmını içine alan bölge. Hz. Yakub ve Hz. Yusuf kıssalarındaki bazı hadiseler buralarda geçmiştir. Bu yüzden Hz. Yusuf’a “Mahıken’ân”, Hz. Yakub’a da “Pîriken’ân” denir.
Gül’ün aziz olması, bülbül’ün Kenan piri için ağlaması teşhistir. Beyitte işlenen gül ve bülbül mazmunu istiare yoluyla âşık ve maşuk’a delâlet eder.
Gece x gündüz tezadı vardır. Bu iki kelimenin bülbül’de toplanması cemdir. Bülbül, figan.
Yusuf, pîrikenan arasında tenasüp vardır.
5 Eğer ok urmadıysa gül yine bülbül yüreğine
Niçin kana bulaşıptır ser-â-ser cümle peykânı
peykân: Temren, okun ucundaki sivri demir
ser-â-ser: Baştan başa
Eğer gül, bülbülün yüreğine yine ok vurmadıysa, gülün temreni niçin baştan başa kana bulaşmıştır.
Tümünü Göster