1. 51.
    0
    hiçbişey diyeme n'olur.
    ···
  2. 52.
    0
    macerasını anlatıcam.

    baştan söylim anlatacaklarım kelimesi kelimesine doğrudur, bi kaç yeri atlayabilirim ona bi şey diyemem ama.
    ···
  3. 53.
    0
    laayyynnn
    ···
  4. 54.
    0
    kızlı erkekli kalabalık bi grup oturuyolar. ortaya da 2 şişe tequila açmışlar. tanıştrdı arkadaş beni ortamdakilerle oturdm yanlarına. muhabbetlerini dinlemeye başladım öyle kendi çapımda.
    dahil olamasam da öyle mal mal dinliyodum işte. kızları kesmeye çalışıyorum bi yandan da ama kötü bi amacım yok maksat arkadaş olmak ortamlarına girebilmek.
    neyse aradan bir saat falan geçti, içeri 2 tane hatun girdi ama yok böyle bi hatunlar. 2 si de 1,80 boylarında. bi tanesinin üzerinde beyaz bir elbise var, kafada meşhur tiky büyük beyaz gözlüklerden, saçlar sapsarı.
    teni de hafif esmer solaryum güzeli ama belli halinden. diğerinde de dar bir kot üstünde askılı bir bluz var. ama havalarını görmeniz lazım tüm barın dıbına koydular desem yeridir.
    yavaş yavaş bara doğru yürümeye başladılar sonra ben tabi resmen ağzım açık kaldım öyle. nasıl kaldıysam artık arkadaş yavaşça kulağıma eğildi bizim dönemim en havalı kızları onlar iş çıkmaz boşa bakma dediyse de gözümü alamadım ikisinin de üzerinden.
    ···
  5. 55.
    0
    sonra uyandım deme de
    ···
  6. 56.
    0
    benim arkadaş şok tabi kızın böyle benimle konuşacağı aklının ucundan bile geçmiyor. neyse sora hatun benim tekilayı tak vurdu kafaya. önümdeki limonu da aldı. içtikten sonra, içebilirim di mi diye sordu ben de tabiki tarzında gülümsemdim.
    neyse biz bunla muhabbeti ilerlettik bu arada masaya bi şişe daha söylediler onu da içiyoruz. benim kafa bi anda güzel oldu. hatun da içtikçe garip garip muhabbetler açmaya başladı içim ne kadar gıcıklansa da belli etmemeye çalışıyorum tabi.
    neyse bir süre sora kız kulağıma eğildi beni lavobaya kadar zütürebilir misin dedi düşme ihtimalim var yanımda dur. tabi dedim. bu girdi tuvalete. ben de kapıda bunu bekliyorum. ama içim içimi yiyor. bi yandan kafam güzel bi yandan taş gibi bi hatun yanımda
    onu milletin içinde lavaboya zütürmek bile afedersiniz züt ister. ne şanslı günümdeymişim dedim a.q.
    ···
  7. 57.
    0
    @24 anca yazıyorum hacı yazdıkça yolluyorum işte
    ···
  8. 58.
    0
    lan olm sen de yaz bi kerede beğenirsek alırsın şukunu. diziye bağlama olayı
    ···
  9. 59.
    0
    sonra masadan (sonradan adının selin olduğunu öğrendiğim) bi kız kalktı bar a onların yanına gidip selam verdi. aradan bi süre geçtikten sonra selin o iki taş hatunla beraber masamıza geldi. tanımayanlarla tanıştırdı falan. kızlar masaya oturdu bizim.
    sonra kırmızılı olan bana bakıp ben seni bu yaz didim de gördüm mü dedi. ben direk şok oldum tabi. eeevet diye kekeledim resmen. meğersem hatun otel sahibinin kızıymış. ama ben hiç görmedim böyle bir hatun o otelde.
    ···
  10. 60.
    0
    tamam devam ediyorum yazmaya. 1 kişi bile okusa ona en ufak bi şey kazandırabileceksem yeter bana
    ···
  11. 61.
    0
    aga vermemiş işte kızlar o yüzden sonunu yazmıyor bir de sarhoşken arada gibmişler bunu galiba oraları atlıyor
    ···
  12. 62.
    0
    uraşıyom burda yazıyom binler taşak geçiyo.
    ···
  13. 63.
    0
    gibecem sen de bi seferde yaz işte. yazar burada kendi okuyucu kitlesini gibiyor.
    ···
  14. 64.
    0
    buna karşılık, batılı merkantilist hükümetler osmanlı devleti'nden farklı kılan şey, avrupa devletlerinin zenginlik-güç-zenginlik denkleminde sanayi ve manifaktüre büyük ağırlık tanıması, böylece tüccar sınıfının ve merkantilizmin toplumda önderlik konumuna yerleşmesiydi. başka bir deyişle, batı, kapitalist bir sistem altında biteviye genişleyen sanayi ve pazar aracılığıyla gelişen bir ulusal zenginlik ekonomisine doğru yol alırken, osmanlılar fetihle toprak kazanmayı vurgulayan bir imparatorluk politikasına bağlı kalıyorlar ve manifaktür alanında lonca sistemine, toprak tasarrufu ve tarım alanında miri devlet kontrolü yöntemine önem veriyorlardı.










    para ve kredi̇
    kıymetli metallerin piyasadaki arzının kısıtlı olması sonucu, altın ve gümüş gibke bulmak kolay olmadığından, özellikle 1580'ierde batı'dan gelen bir gümüş seli osmanlı i̇mparatorluğu'nu basıncaya kadar alım satım işlemlerinin büyük bölümü kredi veya takas yoluyla gerçekleştiriliyordu. takas kırsal alanlarda da çok yaygındı: köylüler, muhtaç oldukları mal ve hizmetlerden (örneğin köy imdıbının, kır bekçisinin ve çobanların hizmetlerinden) çoğunun karşılığını buğdayla ödüyorlardı. keza takas, büyük yerli ve yabancı tüccar arasında da yaygındı. özellikle, i̇ranlı ipek tüccarı, bahreyn'den ithal edilen incilerle ödeme yapılmasını seve seve kabul ediyordu, çünkü hem küçük, hem çok pahalı olan incilerin taşınması da, gümrük görevlilerinden kaçırılması da kolaydı

    satılan mallar için açılan krediler, alıcının malları elden çıkarmasına ve borcunu ödeyecek nakdi toplamasına olanak tanıyacak şekilde, genellikle dört, altı ay veya bir yıl vadeli olurdu. daima kefil aranıp gösterilir ve kadı sicillerine titizlikle kaydedilirdi. örneğin, 1485'te muslihüddin adında bir bursalı sarraf, tebrizli tacir muzaffer'e 64.500 akçe değerinde yakut ve inciyi altı ay vadeyle satmış, bu kredili işlem için muzaffer'e başka bir tebrizli tacir kefil olmuştu.2 faizi gizlemek için, gerçek kredi miktarı faiz eklenmek suretiyle şişirilir ve tamamı baştan kredi gibi gösterilirdi. bu miktar dönem sonunda ödenmediği takdirde, borç faiziyle birlikte yenilenirdi. ii. mehmed döneminde, dolaşımdaki bütün osmanlı gümüş gibkelerinin toplanıp yeni kestirilen gibkelerle değiştirilmesi emredildiğinde, bu yolla elde edilen toplam gümüş gibke stoku 218 milyon akçe'yi bulmuştu. dolaşımdaki gibkelerin hatırı sayılır bir bölümünün değiştirilmek üzere darphaneye getirilmediğini hesaba kattıktan sonra dahi bu rakam, piyasadaki toplam gümüş stokunun ne kadar sınırlı olduğunu yansıtmaktadır. her ne kadar büyük miktarda bakır gibke de çıkartılıyor ve halkın günlük çarşı-pazar ihtiyaçlarını karşılıyorduysa da, tüccar arasındaki işlemlerde bunlar asla kullanılmıyordu.

    kapsamlı fiyat listelerinin derlenip yayınlanmamış olması nedeniyle, gerek osmanlı i̇mparatorluğu'nun belli başlı ticaret bölgeleri, gerekse avrupa ülkeleri ile osmanlı i̇mparatorluğu'nda fiyat yapıları arasındaki farklara ilişkin soruları cevaplandırmak bugün için olanaksızdır. bu gibi materyaller olmadan, osmanlı-avrupa ticaretinin örüntüleri, üretimdeki kaymalar, yaşam koşullarındaki değişiklikler, devletin vergi politikaları ve genel olarak ekonomik koşulların değişimi gibi konularda kesin sonuçlara varılamaz. ö. barkan ile berov'un bu alandaki öncü çalışmaları osmanlı arşivlerindeki uçsuz bucaksız malzeme deryasının sistematik kullanımı yoluyla genişletilebilir. barkan sadece yiyecek maddelerini ele aldığından, fiyat değişikliklerine ilişkin hesaplamaları berov’unkileri tam tutmamaktadır.

    doğu-batı ticaret dengesini belirleyen temel faktörlerden biri olarak fiyat yapısındaki değişikliklere eğilen berov, onbeşinci yüzyıl ile onaltıncı yüzyılın ilk yarısında, kara taşıma maliyetlerinin yıldırıcı boyutları nedeniyle --buğday, et, yün, deri ve balmumu gibi-- bir kısım temel yiyeceklerin ve hammaddelerin i̇stanbul fiyatlarının, balkanlardaki fiyat düzeyini katladığı savındadır. i̇stanbul, bu mallar için avrupa'yla rekabet halinde olan başlıca osmanlı pazarıydı. berov, bu dönemde "buğday ve diğer en önemli maddelerin gümüş ağırlığı olarak hesaplanan fiyatlarının, aynı malların i̇talya, fransa, i̇ngiltere ve hollanda gibi türkiye'yle ticaret yapan belli başlı ülkelerdeki fiyat düzeylerine nisbeten yakın olduğu" sonucuna varır. dolayısıyla, der berov, sözkonusu dönemde imparator luğun avrupa ile ticareti bir bütün olarak azalmış olmalıdır. ne var ki, grafiklerine yakından bakıldığında, osmanlı fiyatlarının, örneğin 1570'li yıllarda ve 1610 - 20 arasında olduğu gibi, daha keskin zigzaglar çizmelerine karşın, genellikle en düşük avrupa fiyatları düzeyinde kaldığı görülür. genel olarak 1550 - 1640 döneminde buğday fiyatlarında sürekli bir artış söz konusudur. buna rağmen osmanlı buğday fiyatları i̇talya'dan hayli düşük kaldığındandır ki, 1560'tan sonra ve özellikle l580'li yıllarda türkiye'nin ihracatı "hatırı sayılır bir artış" göstermiştir. zeytinyağı ve pirinç ihracatının karlı hale gelmesi de, gene aynı nedenledir. i̇mdi, ihracatın ancak türkiye ile i̇talya arasındaki fiyat farkı l'e 2 düzeyine yükseldiğinde kar getirdiğini biliyoruz. i̇hracatçı ülkenin (düşük) fiyat düzeyinin, taşıma maliyetlerinin, vergi ve resimlerin, nihayet ya sigortanın ya da korsanlığın yol açtığı zararın eklenmesini kaldırabilmesi için, böyle bir marj gerekliydi. bu faktörler, özellikle hacimli malların ihracı açısından önem taşıyordu. berov, her 10 kilo malın kara yoluyla 100 km taşınmasının ortalama nakliye ücretinin 5 ile 47 gram gümüş arasında oynadığını söylüyor; oysa çoğu zaman bu maliyet 100 ila 120 gram gümüşü buluyordu. i̇stanbul'dan i̇talya'ya sırf nakliye masrafı kilo başına 10-15 gram gümüştü ve vergilerle resimler de, kilo başına bir 7-29 gram gümüş daha ekliyordu. sonuçta, onaltıncı yüzyılın ikinci yarısı ile on yedinci yüzyılın başlarında -diyor berov- osmanlı i̇mparatorluğu'nun avrupa ile ticareti "başlangıçtaki canlılığını yavaş yavaş yitirdi on yedinci yüzyılın başlarında türkiye'deki fiyatlar rekor düzeye ulaştı ve avrupa'ya yaklaştı. dolayısıyla, türkiye'nin özellikle yün, deri, balmumu ve ipek açısından ihracat olanakları olumsuz yönde değişime uğradı."

    öte yandan, osmanlı i̇mparatorluğu'nun görece düşük nüfus yoğunluğunun, toprak bolluğunun ve ucuz işgücünün, batı'da kapitalist ekonominin yükselişiyle birlikte ticarete belirli bir yapılanma kazandırdığı; bu yapılanmanın temelinde, doğu'nun batı'ya yiyecek ve hammadde satıp karşılığında kumaş ve metaller almasının yattığı öne sürülmüştür.2 başka bir deyişle, iki bölgenin farklı toprak rantları ve emek maliyetleriyle belirlenen fiyat düzeyleri arasındaki açıklık, doğu ile batı arasında bir tür işbölümü yaratmış olmaktadır. ne var ki avrupa, imparatorluğun kuzeybatı karadeniz bozkırı, batı anadolu, tesalya ve mısır'dan oluşan tahıl ambarından ithalat için i̇stanbul'la rekabet etmek zorundaydı. bu bölgelerin hepsi i̇stanbul'a deniz yoluyla bağlıydı. i̇stanbul'un ve ordunun ikmalini bir ölüm-kalım meselesi olarak gören imparatorluk bürokrasisi, özellikle büyük mülk ve vakıfların kontrolünü elinde bulunduran askeri sınıftan spekülatörlere cazip gelen yüksek avrupa fiyatlarına karşı sürekli mücadele halindeydi. özellikle ege adalarındaki yaygın kaçakçılık faaliyetine karşı yasaklamalar etkisiz kalıyordu.

    bir tür kredi mektubu, havale olarak biliniyordu. havale, uzak bir gelir kaynağından, yazılı emirle bir fon tahsisi demekti. bu yöntem gerek devletin, gerekse özel kişilerin malı işlerinde, nakit naklinden doğması kaçınılmaz tehlike ve gecikmeleri bertaraf etmek için kullanılıyordu. arapça'da suftace veya sakk denilen gerçek bir kredi mektubu ise, i̇slamiyet'in ilk yüzyıllarında bilinmekte ve kullanılmaktaydı. ortodoks görüşteki müslüman fıkıhcılar, taşıdığı spekülasyon ve haksız kazanç potansiyeli nedeniyle bunu meşru ve yasal kabul etmekten kaçınmışlardı. ancak kadı'dan alınan bir belgeyle uzak yerlerde yaşayan kişilerin birbirlerine olan borçlarını ödeyip alacaklarını temizlemek, yani kredi transfer etmek mümkündü ve bu yöntem osmanlılarca kullanılıyordu. sahillioğlu, bursa kadı sicillerinden örneklerle bu kadı belgesinin bir çeşit kredi mektubu olduğunu ortaya koymuştur.

    bu son uygulamanın çok sık görülmemesine karşılık, birbirinden uzak yerlerde oturan tacirler arasında vekiller aracılığıyla ödeme genel bir nitelik kazanmıştı. on yedinci yüzyıl ortalarından itibaren ise, i̇talyanca polizza'dan türkçede poliçe denilen kredi mektupları, tüccar arasında ve hükümet ödemelerinde artık yaygın olarak kullanılıyordu.


























    a
    Tümünü Göster
    ···
  15. 65.
    0
    dinliyorum pardon okuyorum ben devam
    ···
  16. 66.
    0
    anlatmıyorum a.q. gibtirin gidin
    ···
  17. 67.
    0
    macerasını anlatıcam.

    baştan söylim anlatacaklarım kelimesi kelimesine doğrudur, bi kaç yeri atlayabilirim ona bi şey diyemem ama.
    ···