1. 626.
    0
    malazgirt muharebesi, 26 ağustos 1071 tarihinde, büyük selçuklu hükümdarı alparslan ile bizans imparatoru iv. romen diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. alp arslan'ın zaferi ile sonuçlanan malazgirt muharebesi, "türklere anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince büyük selçuklu sultanı alp arslan türk müttefiklerinin ermenistan ve anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında romen diyojen türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat koçhisar şehrini geri almasına rağmen türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında türkler (alparslan komutanlığında), günümüzde muş'un bir ilçesi olan malazgirt'te manzikert (bizans dilinde malazgirt) ve erciş kalelerini ele geçirdi. daha sonra türk ordusu diyarbakır'ı (amid) aldı ve bizans yönetimindeki urfa'yı kuşattı. ancak alamadı. türk beylerinden afşin beyi de güçleri arasına katıp halep'i aldı. alp arslan halep'de konaklarken türk atlı birliklerinin bir kısmına ve akıncı beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. bu sırada da türk akınlarından ve son gelen türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan romen diyojeni çıkardılar. romen diyojen'de büyük bir ordu kurup konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. matthew of edessa bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    bizans ordusu düzenli rum ve ermeni birlikleri dışında ücretli slav, got, frank, gürcü, uz, peçenek, kıpçak askerlerinden oluşuyordu. ordu ilk olarak sivas'ta dinlendi. burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. şikayetler üzerine de şehrin ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. haziran 1071'de erzurum'a vardı. orada, diyojen'in generallerinden bazıları selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve alp arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. nikeforos bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    diyogen, alp arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve malazgirt'i ve hatta malazgirt yakınındaki ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek van gölü'ne doğru ilerledi. öncü kuvvetlerini malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. bu sıradada halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. elçileri halep'te karşılayan sultan teklifi reddetti. mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. casuslarının verdiği bilgiyle bizans ordusunun büyüklüğünü bilen alp arslan bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (bugünkü iran) girmek ve büyük selçuklu devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle erzen ve bitlis yolundan malazgirt'e varan alp arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için savaş meclisini topladı. romen diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. alp arslan ise "hilal taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı. malazgirt muharebesi, 26 ağustos 1071 tarihinde, büyük selçuklu hükümdarı alparslan ile bizans imparatoru iv. romen diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. alp arslan'ın zaferi ile sonuçlanan malazgirt muharebesi, "türklere anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince büyük selçuklu sultanı alp arslan türk müttefiklerinin ermenistan ve anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında romen diyojen türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat koçhisar şehrini geri almasına rağmen türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında türkler (alparslan komutanlığında), günümüzde muş'un bir ilçesi olan malazgirt'te manzikert (bizans dilinde malazgirt) ve erciş kalelerini ele geçirdi. daha sonra türk ordusu diyarbakır'ı (amid) aldı ve bizans yönetimindeki urfa'yı kuşattı. ancak alamadı. türk beylerinden afşin beyi de güçleri arasına katıp halep'i aldı. alp arslan halep'de konaklarken türk atlı birliklerinin bir kısmına ve akıncı beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. bu sırada da türk akınlarından ve son gelen türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan romen diyojeni çıkardılar. romen diyojen'de büyük bir ordu kurup konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. matthew of edessa bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    bizans ordusu düzenli rum ve ermeni birlikleri dışında ücretli slav, got, frank, gürcü, uz, peçenek, kıpçak askerlerinden oluşuyordu. ordu ilk olarak sivas'ta dinlendi. burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. şikayetler üzerine de şehrin ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. haziran 1071'de erzurum'a vardı. orada, diyojen'in generallerinden bazıları selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve alp arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. nikeforos bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    diyogen, alp arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve malazgirt'i ve hatta malazgirt yakınındaki ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek van gölü'ne doğru ilerledi. öncü kuvvetlerini malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. bu sıradada halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. elçileri halep'te karşılayan sultan teklifi reddetti. mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. casuslarının verdiği bilgiyle bizans ordusunun büyüklüğünü bilen alp arslan bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (bugünkü iran) girmek ve büyük selçuklu devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle erzen ve bitlis yolundan malazgirt'e varan alp arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için savaş meclisini topladı. romen diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. alp arslan ise "hilal taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  2. 627.
    0
    ya ananızı gibicem bi susun amk
    ···
  3. 628.
    0
    ikinci Dünya Savaşının Çıkışı ve Gelişmesi

    Almanya ile italya nın saldırgan siyasetleri giderek artmış ve 1938 yılına gelinmiştir. o yıl Almanya 1. dünya savaşı'ndan sonra kurulan Çekoslovakya’nın büyük bir bölümüne sahip çıkmış bu ülkeyi işgal ederek istediği yerleri ülkesine katmış geriye kalan bölgede de kendine bağlı bir yönetim kurmuştur. kurdukları Çekoslovakya’nın böylece yok oluşuna ingiltere ve Fransa barışı sürdürmek için razı olmuşlardı(29 Eylül 1938'de Münih konferansı sonucunda). 1939'a varıldığında italya da fırsattan yararlanarak çoktan beri göz koyduğu Arnavutluk’a saldırmış ve orayı işgale başlamıştır. ABD başkanın Almanya ve italya’ya artık daha ileri gitmemeleri ihtikârına hitler olumsuz cevap vermiştir. şimdi hedef Polonya idi.

    Hitler, Almanya’nın doğusunda kurulan Polonya’nın alman topraklarının bir bölümünü kapsadığını ileri sürüyordu. Polonya’nın doğusunda gözü olan SSCB de bunu destekliyordu. sonunda faşist diktatör hitler ile komünist diktatör Stalin Polonya’yı ve Baltık yöresini imzaladıkları bir antlaşma ile paylaştılar(23 ağustos 1939). Bunun üzerine Almanya birlikleri 1 eylül 1939’da Polonya’nın batısını Sovyetler ise Polonya’nın doğusunu işgale başladılar. Polonya’ya güvence vermiş olan ingiltere ile Fransa Hitler’in bu son hareketi karşısında artık suskunluktan çıktılar. Her iki devlet 3 eylülde Almanya’ya savaş ilan ettiler. Böylece birincisinden daha çok kanlı ve acılı ikinci Dünya Savaşı başlamış oldu.

    Bu iki devlet Almanya ile Sovyetler arasındaki yakınlaşmayı büyük bir kuşku ile karşılamıştı. Eğer Polonya olayı dolayısı ile Sovyetler’e de savaş açılırsa bu iki devlet iyice Almanya’ya yaklaşacak tehlike de büyüyecekti. Bunun için savaşın sadece Almanya’ya ilanı ile yetinilmişti.

    Hitler Polonya’yı Baltık bölgesini Stalin ile paylaştıktan sonra Norveç ile Danimarka’yı işgal etmiş (1940 yılı Nisan ayı) sonra Belçika’yı, Hollanda’yı ve Lüksemburg’u da alarak Fransa üzerine yüklenmiştir. Yıldırım hızıyla Fransa’yı çökerten Hitler’e bu devlet teslim oldu(22 Haziran 1940). Almanlar sonra da ingiltere ile savaşa tutuştular. Kuzey Afrika‘da da italyanlarla birlikte savaşan Almanlar başarılar kazanıp Mısır’a kadar ilerlediler(1940-1942).

    Arnavutluk’u işgal eden italyanlar Yunanistan’a da yüklendiler. Ancak başarılı olamadılar. Bunun üzerine bağlaşığına yardım etmek isteyen Hitler Yugoslavya’yı işgal ederek Yunanistan’a saldırdı ve bu ülkeyi de egemenliği altına aldı(1941 Nisan ayı).

    Hitler Stalin ile anlaştığı zaman, Polonya’nın işgaline karşı ingiltere ile Fransa’da uyanacak tepkinin bir bölümünü Rusların üzerine çekmeyi düşünmüştü. Ama onun ırkçı siyasetinin içine Sovyetler Birliği’nin de elde edilmesi giriyordu. Polonya ve Baltık işi amacına uygun biçimde çözülünce Hitler dostu olan Sovyetlere saldırmakta duraklamadı(1941 yılı Haziran ayı). Böylece Alman-Sovyet savaşı da başlamıştı. Almanlar kısa br süre içinde Avrupa Rusyası’nın büyük bir bölümünü ele geçirdiler.

    Daha 1940 yılı sonlarında Alman-italyan bağlaşmasına Japonlar da katılmıştı(27 Eylül 1940). Bundan aşağı yukarı bir yıl sonra (7 aralık 1941) Japonlar Uzak Doğu’daki çıkarlarının gelişmesine engel saydıkları ABD’nin donanmasına baskın yaptılar. Bunu üzerine ABD ve onlarla yakınlaşan ingiltere Japonya’ya savaş ilan ettiler. Japonlarla birlik olan Almanlar ve italyanlar da ABD’ye savaş açınca dünya felaketinin boyutları akıl almaz dereceye çıktı.
    Almanlar’ın Sovyetler Birliği’ne savaş açması bu devleti ingiliz-Amerikan ortaklığına itti. Böylece ikinci Dünya Savaşı’nın tarafları iyice belli oldu. Amerikalılarla ingilizler doğuda Sovyetlerle savaşan Almanların işlerini zorlaştırmak için bir yandan Kuzey Afrika’dan ingilizlerce kovulan italyanların da üzerine yürüdü. Diğer yandan Batı Avrupa’da ikinci bir cephe açıldı(Normandiya çıkartması, 1944 yılı haziran ayı başı). Almanlarla italyanlar artık savaşın sonuna gelmişlerdi. Almanya işgal ettiği yerlerden çıkarılmıştı; artık kendi ülkesi üzerinde savaşılıyor ve Sovyetler doğudan, ingilizler, Amerikalılar ve artık kurtulmuş olan Fransızlar batıdan Almanya içlerine ilerliyorlardı. italya savaş dışı olmuş kaçmaya çalışan Mussolini ulusunca linç edilmişti(1945 yılı nisan ayı). Başlangıçta Uzak Doğu’da Japonlar karşısında gerileyen Amerikalılar da büyük başarılar kazanmaya başlamışlardı.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 629.
    0
    özet geçiyom lan binler :
    katil bahçevan...
    ···
  5. 630.
    0
    ikinci dünya savaşının sonu
    II. DÜNYA SAVAŞI
    (1 Eylül 1939)

    1 Eylül 1939'da II. Dünya savaşı başladı.
    Mihver Devleti olarak görülen Almanya, italya ve Japonya (Berlin, Tokyo, Roma) üçlüsü yenildi.

    1942 yılının sonlarına doğru savaş talihi Almanya ve bağlaşıklılarının yüzüne gülmez oldu. Başlangıçta büyük başarılar elde eden Japonlar Pasifik’te elde ettikleri yerleri bırakarak Amerikan hava ve deniz güçleri karşısında çekilmeye başladılar. ABD ingiltere’nin de yanında Avrupa ve Kuzey Afrika cephelerinde savaşa girme hazırlığında idi. Bu bakımdan Amerikalılar Sovyetlerin de bağlaşığı durumuna geliyorlardı. Rusya’ya akan Amerikan yardımı ile Sovyet ordusu çok ilerleyen Almanları ilk önce durdurdu. Sonra da yavaş yavaş geri sürmeye başladı. ingilizler Kuzey Afrika’daki Alman-italyan varlığını da sona erdirdiler ve 1943 yılı ortalarında Amerikalılarla birlikte Sicilya üzerinden italya’ya ilerlemeye başladılar. italya teslim oldu ve diktatör Mussolini daha da önce belirtildiği gibi öldürüldü. Öte yandan Almanya’yı iyice sıkıştırmak için 1944 yılı ortalarında Avrupa’nın batısından ingilizlerle Amerikalıların yeni bir cephe açtıklarını biliyorsunuzdur. Almanya tam anlamıyla sıkıştırılmıştı. Fransa kısa bir süre içinde kurtarıldı ve Fransız yurtseverlerinden oluşan birlikler de Amerikan ve ingiliz ordularıyla Almanya’nın batısına akmaya başladılar. Savaşın sonucu belli oluyordu.

    1942 yılı içinde, bağlaşma antlaşması gereği özellikle ingilizler, Rusların isteği üzerine zorlamaya başladılar. Türkiye savaşa girerse Almanya önünde yeni bir cephe açılır ve ayrıca, Rusya’ya çok muhtaç olduğu malzeme yardımı çabuk gönderilirdi. Türkiye’yi 1939 yılı antlaşmasından doğan yükümlülüklerine zorlamak için ingiliz başbakanı Churchill(çörçil) inönü ile 1943 yılı Ocak ayı sonunda Adana’da görüştü. inönü ordunun istekleri tamamlanırsa savaşa gireceğine söz verdi. Ancak, gereken yardım yapılamadığı için, inönü’nün sözü yerine getirilemedi. Sovyetler’in sıkıştırması üzerine, inönü 4–6 Aralık 1944’de Kahire’de Churchill ve Amerikan Başkanı Roosevelt tarafından gene savaşa girmeye zorlandı. Bunu üzerine Türkiye daha çok savaş sonu dünyasındaki yerini alabilmek için, 1945 Şubatında(23 Şubat) Almanya ve Japonya’ya savaş ilan, ederek bağlaşıklarının isteğini yerine getirmiş oldu. Ama aynı yılın Mayıs ayı başında Almanya kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzaladı(9 Mayıs). Türkiye’nin artık eylemli bir savaş durumu içine girmesi gereksizdi. Japonya’ya açılan savaş ise çok daha sembolikti. Japonlar 2 Ağustos’ta teslim oldular.

    Böylece Türkiye tarihin en büyük felaketini büyük bir ustalıkla geçiştirdi. Türkiye eğer Almanya’ya karşı savaşa girse idi yıpranarak büyük bir ihtimalle savaş sonu bölüştürülmelerine konu olabilecekti. ismet inönü, Atatürk’ün kurduğu devleti böyle bir acı sondan kurtarış sayılabilir.

    Türkiye’nin savaşa girmemesi SSCB’nin işini zorlaştırmıştı. Türkiye büyük bir ustalıkla savaşa girme isteklerini savuşturmuştu. Sovyetler şimdi bunu hıncını almak ileride bu düşmemek yolunu benimsediler. Bunun için öncelikle 1925 yılından beri yürürlükte olan Saldırmazlık Antlaşması’nı tek yanlı olarak ortadan kaldırdılar(Mart 1945). Bir süre sonra da SSCB Boğazlar rejiminin değiştirilmesini buraların Türkiye ve kendisi tarafından ortaklaşa savunulmasını öneren ve Doğu Anadolu’da Kars, Ardahan ve Artvin’i de isteyen bir notayı Türk Hükümeti’ne gönderdi(7 Ağustos 1946).

    Sovyetler, bu isteklerini öne sürerlerken Doğu Avrupa ülkelerini birer-ikişer kendilerine bağlıyorlar savaş yorgunu olan ingiltere ile ABD de buna kayıtsız kalıyorlardı. Stalin kendisini bizden olan istekleri için zamanlamayı iyi yapmış sayıyordu. Bu durumda güvenilecek tek şey kendi gücümüzdü. Sovyetlere gereken cevap verildi. Stalin isteklerini 24 eylül 1946 tarihinde tekrarladı ise de olumlu cevap alamadı.

    Bu bekleyiş sonunda Türkiye’nin kararlığını gören ABD ile ingiltere Sovyet iddialarının karşısına dikildiler. 1947’de Amerikan yardımı Türkiye’ye de yöneldi. Böylece Türkiye bu son bunalımı da başarı ile atlattı. Artık tarafsızlık siyaseti de sona ermiş yeni kurulan Dünya’da yerimiz belirlenmeye başlamıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 631.
    0
    özet geçiyom lan binler :
    katil bahçevan.
    ···
  7. 632.
    0
    özet geçiyom lan binler :
    katil bahçevan.
    ···
  8. 633.
    0
    Malazgirt Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans imparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, "Türklere Anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Türkler (Alparslan komutanlığında), günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Manzikert (Bizans dilinde Malazgirt) ve Erciş kalelerini ele geçirdi. Daha sonra Türk ordusu Diyarbakır'ı (Amid) aldı ve Bizans yönetimindeki Urfa'yı kuşattı. Ancak alamadı. Türk Beylerinden Afşin Beyi de güçleri arasına katıp Halep'i aldı. Alp Arslan Halep'de konaklarken Türk atlı birliklerinin bir kısmına ve Akıncı Beylere Bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. Bu sırada da Türk akınlarından ve son gelen Türk ordusundan çok rahatsız olan Bizanslılar tahta ünlü komutan Romen Diyojeni çıkardılar. Romen Diyojen'de büyük bir ordu kurup Konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). Ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. Matthew of Edessa Bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    Bizans ordusu düzenli Rum ve Ermeni birlikleri dışında ücretli Slav, Got, Frank, Gürcü, Uz, Peçenek, Kıpçak askerlerinden oluşuyordu. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi. Burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. Şikayetler üzerine de şehrin Ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada, Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alp Arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    Diyogen, Alp Arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi. Öncü kuvvetlerini Malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. Bu sıradada Halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. Elçileri Halep'te karşılayan Sultan teklifi reddetti. Mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip Malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. Casuslarının verdiği bilgiyle Bizans ordusunun büyüklüğünü bilen Alp Arslan Bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (Bugünkü iran) girmek ve Büyük Selçuklu Devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    Ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle Erzen ve Bitlis yolundan Malazgirt'e varan Alp Arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için Savaş Meclisini topladı. Romen Diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı Türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. Alp Arslan ise "Hilal Taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı. Malazgirt Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans imparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, "Türklere Anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince Büyük Selçuklu Sultanı Alp Arslan Türk müttefiklerinin Ermenistan ve Anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve Türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında Romen Diyojen Türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat Koçhisar şehrini geri almasına rağmen Türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında Türkler (Alparslan komutanlığında), günümüzde Muş'un bir ilçesi olan Malazgirt'te Manzikert (Bizans dilinde Malazgirt) ve Erciş kalelerini ele geçirdi. Daha sonra Türk ordusu Diyarbakır'ı (Amid) aldı ve Bizans yönetimindeki Urfa'yı kuşattı. Ancak alamadı. Türk Beylerinden Afşin Beyi de güçleri arasına katıp Halep'i aldı. Alp Arslan Halep'de konaklarken Türk atlı birliklerinin bir kısmına ve Akıncı Beylere Bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. Bu sırada da Türk akınlarından ve son gelen Türk ordusundan çok rahatsız olan Bizanslılar tahta ünlü komutan Romen Diyojeni çıkardılar. Romen Diyojen'de büyük bir ordu kurup Konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). Ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. Matthew of Edessa Bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    Bizans ordusu düzenli Rum ve Ermeni birlikleri dışında ücretli Slav, Got, Frank, Gürcü, Uz, Peçenek, Kıpçak askerlerinden oluşuyordu. Ordu ilk olarak Sivas'ta dinlendi. Burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. Şikayetler üzerine de şehrin Ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. Haziran 1071'de Erzurum'a vardı. Orada, Diyojen'in generallerinden bazıları Selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve Alp Arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. Nikeforos Bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. Sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    Diyogen, Alp Arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve Malazgirt'i ve hatta Malazgirt yakınındaki Ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek Van Gölü'ne doğru ilerledi. Öncü kuvvetlerini Malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. Bu sıradada Halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. Elçileri Halep'te karşılayan Sultan teklifi reddetti. Mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip Malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. Casuslarının verdiği bilgiyle Bizans ordusunun büyüklüğünü bilen Alp Arslan Bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (Bugünkü iran) girmek ve Büyük Selçuklu Devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    Ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle Erzen ve Bitlis yolundan Malazgirt'e varan Alp Arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için Savaş Meclisini topladı. Romen Diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı Türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. Alp Arslan ise "Hilal Taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  9. 634.
    0
    Mısır (Arapça: مصر Mısr/Masr) adıyla bilinen Mısır Arap Cumhuriyeti (Arapça: Cumhûriyet Masr'al Arabiye) Kuzey Afrika'nın en kalabalık ülkesidir. Nüfusun büyük bir bölümü Nil Nehri boyunca yerleşmiştir.
    Asya kıtasında yer alan bölümü Sina Yarımadası ile birlikte 1.020.000 km²'lik bir yüzölçüme sahiptir. Batıda Libya, güneyde Sudan ve kuzeydoğuda Filistin ve israil'le kara sınırı bulunmaktadır. Mısır'ın kuzeyde Akdeniz'e, doğuda Kızıldeniz'e kıyısı bulunmaktadır.
    Mısır antik medeniyetiyle ünlü bir ülkedir ve dünyanın en çok ilgi çeken tarihsel anıtları yine buradadır. Gize Piramitleri, Karnak Tapınağı ve Krallar Vadisi en önemli tarihsel anıtlardır.
    Coğrafik olarak, Aşağı ve Yukarı şeklinde tanımlanan Mısır'da ekonomi; turizm, Nil ve aluvyonlu mümbit topraklarda yetişen Dünya'nın en kaliteli uzun elyaflı pamuğu Gize ile tekstil ürünleri ihracatına dayanmaktadır. Müslüman Kardeşler Örgütü'nün çeşitli dönemlerde Piramitlerde, Şarm El Şeyh'te gerçekleştirdikleri bombalı saldırılar turizm gelirlerini dönemsel olarak etkilese de Uzak Doğulu turistler için Mısır her zaman çekim merkezidir. Kahire dünyanın en büyük zincirlerinin 5 yıldızlı otelleriyle yoğun konaklama imkanına sahiptir. Nil boyunca dünyanın en önemli üç medeniyetinden biri olarak tanımlanan Eski Mısır'ın tapınaklarını görerek Assuan'a kadar gerçekleştirilen gemi turları ilgi çekicidir. Asvan Müzesi'nde Yukarı Mısır medeniyetinin örnekleri ve günlük yaşamın sergilenmesi, Sudan ile etkileşimin yerli figürlerle desteklenen sergilenişi enteresan gelebilir. Dünyanın en büyük barajlarından biri olarak Enver Sedat tarafından inşa ettirilen Asvan barajının yapımı esnasında yerinden taşınan Büyük Tapınak, Firavunların inşa ettirdikleri ile Nil boyunca göreceğiniz Roma etkisini taşıyan tapınaklar o günün mimari bilgisini değerlendirmek adına Gize piramitleri kadar değerlidir. Nil'in iki kıyısında kurulmuş şehirlerde yerel geleneksel ürünleri temin edebilecek pazarlarda özellikle dünyaca ünlü papirüs ürünlerinde hem kalite hem de fiyat pazarlığı konusunda son derece dikkatli olunmalıdır. Kendilerini papirüs enstitüsü olarak isimlendiren Gize bölgesindeki dükkanlarda yüksek fiyatlardan büyük indirim yapılarak satılan papirüslerin Khan El Halil gibi çarşılarda son fiyatın dörtte bir fiyatına alınması mümkündür.
    Kendisine yetecek kadar olan petrolünü halkına ucuz olarak sunan Mısır'da ücretler oldukça düşüktür. Ancak hayatın sürdürülmesi için gereken zorunlu ihtiyaçlar da son derece ucuzdur. Son yıllarda gerçekleştirilen özelleştirme işsizliği arttırdığı için sosyal patlama yaşanmaması amacıyla yavaş ilerlemektedir. Genelde istihdam devlet tarafından sağlanmaktadır. Çalışma saatleri; iklimsel özellikler nedeniyle genel olarak sabah 8 ile 15 arasındadır. Özel sektörde çalışma saatleri uzundur. Yeni yetişen üniversite mezunu nesil için iş olanakları kısıtlıdır. Yabancı yatırımı özendiren indirim ve vergi ayrıcalıkları ile önemli bir girdi sağlanmışsa da nitelikli çalışan temininde yaşanan güçlükler yatırımcı yönünden olumsuz etki yaratmaktadır. Son zamanlarda Türkiye'nin önemli tekstil gruplarının da Mısır'daki nitelikli serbest bölgelerde yatırım konusunda çalışmalar yaptığı gözlenmektedir.
    Sabahın ilk saatlerine kadar açık olan dükkanlardaki alışveriş, ailelerin doldurduğu kordonboyu kahvehaneleri Kahire, iskenderiye gibi büyük şehirlerde hayatın 24 saat sürdüğünün işaretidir. Çarşı olarak; Kahire'deki Khan El Halil görülmesi gereken bizdeki Kapalı Çarşı tarzında önemli bir mekandır. Tarihi turizm gelirine dönüştürmekte başarılı olan Mısır'da görülmesi tavsiye edilecek bir mekan da Kahire'deki Firavunlar Köyü'dür. Nil'in kenarında ayrılmış özel bölümde Firavunlar çağındaki yaşam canlı oyuncular tarafından tasvir edilmektedir. Mısır'ın liman kentleri; Port Said ve iskenderiye'dir. Ticaret kapasitesi (pamuk, gıda,tarım ürünleri) , endüstriyel işlevi (petrol rafinerisi, tekstil ürünleri, kağıt,plastik) ve limanıyla (taşımacılık) birinci önemdeki iskenderiye, Mısır'ın ikinci büyük kenti, düzen ve yaşam tarzı olarak izmir'i andırır. Uzun bir kordonboyuna sahip olan kentte yerleşim kıyı boyunca yayıldıktan sonra kıyıdan içeriye doğru gelişmiştir. Dünyanın yedi harikasından biri olarak nitelendirilen iskenderiye Feneri bugün sadece kartpostallarda yer almaktadır. Çok lezzetli Akdeniz balıklarını yeme şansını bulabileceğiniz modern balık restoranları (Balık Pazarı) özellikle öğle yemeği zamanı saat 15'ten gecenin ilerleyen saatlerine kadar doludur. Mısır'a özgü kebaplar ve aşure ile muhallebi karışımı tatlısı "Umm'ali" tadabileceğiniz oryantal restoranlarda (Abu Shakra) kaliteli servis sunulmaktadır. Şehrin valiliğince kordonboyundaki binaların dış yüzey yenilemesi yapılarak görüntü kirliliğine son verilmiştir. Özellikle tarihi dokuyu koruyan tedbirlerin alınmasıyla Mısır'ın tarih ve turizm ilişkisinin gücüne verdiği önem örnek alınasıdır. Büyük zelzelede yıkılmış tarihteki ilk kütüphane olan iskenderiye Kütüphanesi, Bayan Mübarek'in koruması altında Unesco desteğiyle eski yerinde yeniden inşa edilerek açılmıştır. Modern mimarisi ve açılan önemli sergiler yönünden gezilmesi önerilir. Gezilecek diğer yerler arasında Kral Faruk'un Yazlık Sarayı, Sanat Müzesi, kale, Pompey sütunu, Roma-Mısır dini sembollerini taşıyan Kom el Sukkfa adıyla bilinen katlı mezarlar ve Kom el Dikka Roma Hamamları yeralır.
    Uzun yıllar Osmanlı hakimiyetinde kalan Mısır'da Osmanlı Paşalarının sülalelerinden gelmekle öğünen birçok yerli aile sosyal hayatta önemli yerlerdedir. Osmanlı sonrasında yerleşen ingilizler'in getirdikleri "kulüp" anlayışı Mısırlılar için ayrıcalığın simgesidir. Nesilden nesile verasetle de geçen üyelikler kişinin sosyal statüsünü belirlemekte önemli role sahiptir.
    Herbiri ayrı mimari özellikler taşıyan camilerin yanında inşa edilmiş kilise ve sinagoglar ilginç bir dinsel doku görüntüsü vermektedir. Müslümanlar için hafta tatili Cuma günü olup Hıristiyan ve Yahudi Mısır vatandaşları Cumartesi ve Pazar günleri tatil yapmaktadırlar. Bankalar Cuma/Cumartesi kapalıdır.
    Tümünü Göster
    ···
  10. 635.
    0
    MISIR

    DEVLETiN ADI: Mısır Arap Cumhûriyeti
    BAŞŞEHRi: Kahire
    NÜFUSU: 55.979.000
    YÜZÖLÇÜMÜ: 1.001.449 km2
    RESMi DiLi: Arapça
    DiNi: islâm
    PARA BiRiMi: Mısır Lirası
    Kuzeydoğu Afrika’da yer alan, Kuzeyden Akdeniz ve doğudan Kızıldeniz’le kuşatılmış ve Sina Yarımadası ile Asya kıtasına da taşan bir ülke.

    Târihi

    Dünyânın zengin bir mâziye sâhip olan ülkelerinden biri de Mısır’dır. Mısır, târih boyunca birçok medeniyetin beşiği olmuştur. Arkeolojik kazılardan çıkarılan neticelere göre, bilinen ilk târihi M.Ö. 5000 yıllarında kurulmuş olan, Aşağı ve Yukarı Mısır Krallıkları ile başlar. Bunlardan en eskisi Firavunlar dönemidir.

    Bugüne kadar sır olarak kalan ve dünyânın yedi hârikası arasında birincisi olan piramitler, bunların zamanlarında yaptırılmıştır. Piramitlerin inşâsında kullanılan ve bâzıları 15 tona ulaşabilen dev taş blokların taşınması, hesaplarının “pi” sayısına uygun olması ve en ücrâ yerlerinin aydınlatılması gibi sırlar hâlen çözülememiştir. Ayrıca teşekkülleri ayrı bir muamma olan ve rüzgârlar tesiriyle çeşitli hayvan şekillerini alan sfenksler de, bugün hayretleri üzerlerine çekmektedirler. Bunu Menes Hânedanlığı ve arkasından Pers hâkimiyeti tâkip eder. Perslerin, Kiyaniyan şahlarının sonuncusu olan Dârâ; Erbil’de mağlup olunca Mısır, Makedonya Kralı Filip’in oğlu iskender’in eline geçti. iskenderiye şehrini kurdu. Elde ettiği zaferleriyle ahlâkı bozuldu. Sonunda işret ve sefâhetle öldü. Bundan sonra Mısır, 640 yılına kadar Roma ve Bizans hâkimiyetinde kaldı.

    Bu târihte hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmdan Amr ibni Âs komutasındaki bir orduyu Mısır’ın fethine gönderdi. Mısır feth edilerek burada El-Fustat (Eski Kahire) garnizonu kuruldu. Bu târihlerde bütün Mısır halkı islâmiyetle şereflendi.

    Halîfe hazret-i Muâviye zamânında Arapça, halkın dili hâline geldi. Din ve dil berâberliği sağlanmış olan Mısır, Abbâsiler döneminde refah ve huzur bakımından altın bir devir yaşadı. Abbâsilerden sonra 1171 târihine kadar Fâtımîlerin elinde kaldı. Bu târihte Selâhaddîn Eyyûbî tarafından fethedildi. Eyyûbîlerden sonra 16. yüzyıla kadar Mısır, Türk asıllı Memlük Sultanlarınca idâre edildi. Memlûkler zamânında idârî, askerî, iktisâdî ve daha birçok alanda yenilikler yapıldı. Mısır tüccarları, ülkenin stratejik ve iktisâdî mevkiinin verdiği avantajlardan geniş çapta faydalanarak Çin-Avrupa arası ticâreti ellerine geçirdiler.

    Aynı târihlerde Osmanlı Devleti yükselme devrini yaşamaktaydı. Pâdişâh Yavuz Sultan Selim Han, 1516’da Mısır Seferine çıktı. Önce Mercidâbık Ovasında Memlükleri kesin bir şekilde mağlup etti. Sina Çölünü 13 günde zâyiat vermeden geçti. Arkasından Ridâniye’de Memlükleri tekrar yenerek Mısır’ı Osmanlı topraklarına kattı. Böylece Osmanlı Devleti üç büyük kıtada topraklara sâhip olmuş ve buralarda islâmiyetin yayılmasına ve kuvvetlenmesine hizmet etmiştir.

    ingiltere’nin Hindistan yolunu kapatmak maksadıyla Fransa imparatoru Napolyon Bonoparte, 1798’de Mısır’ı işgâl etti. Fakat Akka Kalesinde Cezzar Ahmed Paşa tarafından hezîmete uğratıldı. Bunun üzerine Fransızlar geri çekildiler. Bu arada Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Mısır’a yardım için gönderildi. Fransızlar yenilerek, 1801’de tamâmen çekildi. Mehmed Ali Paşa ise Mısır’da kalarak vâli oldu. Batı ülkelerinden teknik malzeme ve uzman personel getirtti. Birçok medrese ve okullar açarak Mısır’ın en güçlü lideri oldu. Kurduğu Mısır donanmasını 1827 Osmanlı-Yunan Savaşında yardım için gönderdi. Ayrıca tarımın gelişmesi için kanallar açtırdı ve Mısır ekonomisini zenginleştirdi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa dînine bağlı iyi bir insandı. Bundan sonra Mısır bozuldu. Yerine büyük oğlu ve Cidde Vâlisi olan ibrâhim Paşa geçti. ibrâhim Paşa, Sultan Mahmûd Hanın emriyle Vehhâbilerle harp ederek başşehirleri Der’iyye’yi aldı. Sonra Mora isyânını bastırdı. Bu arada Sultan ikinci Mahmûd Hana isyan ederek Kütahya’ya kadar geldi. Suriye, Adana ve Mısır ona verildi. Halîfeden, müstakil vâli demek olan (Hidiv) ünvânını aldı. ikinci defâ isyan ettiyse de ingiltere işe karıştı ve Suriye tekrar Osmanlılarda kaldı. 1848’de vefâtından sonra yerine Birinci Abbas, bundan sonra da 1854’te ibrâhim Paşanın oğlu Saîd Paşa hidiv oldu. Saîd Paşa, Süveyş Kanalını ve Port Saîd şehrini yaptırdı. Bunun ölümünden sonra kardeşiismâil Paşa hidiv oldu. Bunun 1879’da azl edilmesi üzerine, oğlu Tevfik Paşa yerine geçti. ingilizler bunun zamânında Mısır idâresine karıştı.

    Bu yıllarda Cemâleddin-i Efganî’nin reisliğini yaptığı Kahire Mason Locası üyeleri, ingilizlerle işbirliği hâlinde faâliyette bulunuyordu. Din adamı olarak tanıtılan Abduh da bunların aralarındaydı. Ekonomik ve askerî açıdan iyice zayıflamış olan Mısır, böylece 1882’de ingilizlerce işgâl edildi.

    ingilizler, meşhur câsus yüzbaşı Lavrens kanalıyla halk arasında bölücü fitneler çıkartarak başta Mısır, Ürdün, Irak ve Suudi Arabistan’ı karıştırdılar. ittihatçıların bâsiretsiz ve kararsız siyâsetleri bu gelişmeleri önleyemedi ve bu ülkelerin yavaş yavaş Osmanlı Devletinden ayrılmasına sebep oldu. Böylece ingiliz kontrolüne geçen Mısır’da Tevfik Paşadan sonra sırayla Abbas Hilmi Paşa, Hüseyin Kâmil Paşa ve Ahmed Fuad Paşalar başa geçti. Fuad Paşa, Osmanlılardan tamâmen ayrılarak melik adını aldı. 1936’da ölümü üzerine oğlu Fâruk, melik oldu. ikinci Dünyâ Harbi esnâsında Alman ve italyan birlikleri Mısır’a saldırmışlardı. Mısır, 1945’e kadar harbe katılmadı. Bu târihte Japonya ve Almanya’ya karşı harp îlân etti. Aynı yıl bağımsızlığını da elde ederek BM’e üye oldu.

    iç isyanlar, dış borçlar, kanal problemi ve çeşitli harbler Mısır’a ağır külfetler getirmişti. Bu yüzden 1952 yılında askerî ihtilal oldu ve Melik Fâruk yurt dışına çıkarıldı. Ertesi yıl cumhuriyet ilân edildi ve general Necib Cumhurbaşkanı oldu. 1956’da Sudan, Mısır’dan ayrıldı. Askerî ihtilâl, genç subaylar tarafından yapılmıştı. Bunların içinde bulunan Cemal Abduh Nâsır, ordu içinde durumu en güçlü olanıydı. iki sene sonra Cumhurbaşkanı Necib’in askerî idâreye son vermek istemesi üzerine, zâten farklı fikirler taşıyan Nâsır, Necib’i tutuklatarak Mısır’ı ele geçirdi.

    Nâsır, uyguladığı politika ile sosyalizmi Mısır’a getirdi. Mısır’ı batı dünyâsından kopararak Rusya’nın kucağına düşürdü. Rus askerî ve teknik yadımlarına kapılarını açtı. Çeşitli sebeplerle yaklaşık 60 bin Müslümanı zindanlara attırdı. Bir çok kuruluşları devletleştirdi. Zehirli fikirlerini diğer Arap ülkelerine de bulaştırdı. 1958-61 yılları arasında Suriye ile birleşme faaliyetine girdiyse de, Suriye, 1961 yılında bundan vazgeçti. Bu arada israil’le anlaşmazlıklar başladı. Zamanla Mısır-israil münâsebetleri gerginleşti. Nâsır, Süveyş Kanalını millîleştirince, ingiltere, Fransa ve israil, Mısır’a saldırmış, fakat ABD ve Rusya’nın îkazları ile saldırı durmuştu. israil sınırına ve Akabe Körfezine BM gücü yerleştirilmişti. Nâsır, 1967’de bu kuvvetleri geri çektirdi. Kanalı israil gemilerine kapattı. Bunun üzerine israil, Mısır’a taarruz ederek, Mısır Hava Kuvvetlerini imhâ etti. Altı gün süren muhârebelerden sonra israil, Sina bölgesini işgâl etti.

    1970’te Nâsır ölünce yerine Enver Sedat geçti. Mısır, 1973’te israil’e taarruz etti. 1975 ve 1977 müzâkereleri sonunda Camp David zirvesi gerçekleşti. Buna göre, israil, Sina’dan çekilirken Mısır, Kanalı israil gemilerine açmayı kabûl etti.

    Sedat döneminde Mısır, Rus tesirinden ve sosyalizmden ayrıldı. israil’le barış yaparak, ABD’ye yanaştı. Nasır politikasının tersine, Mısır’ı liberal ve hür dünya sistemine getirdi, fakat Arap dünyâsındaki liderliği sarsıldı ve ordu desteği zayıfladı. Nihâyet Sedat 6 Ocak 1981’de bir suikast neticesi öldürüldü. Yerine eski Hava Kuvvetleri Komutanı Hüsnü Mübârek başkan oldu. Ocak 1991 Körfez harekatında müttefik kuvvetler yanında yer alan Hüsnü Mübarek dış borçlardan kurtulmak için çeşitli çarelere baş vurmaktadır.

    Fizikî Yapı

    Kuzeydoğu Afrika’da yer alıp, Sina Yarımadası ile Asya’ya bağlanan Mısır’ın
    Tümünü Göster
    ···
  11. 636.
    0
    @1 tam bir huur çocuğusun hikayenden çok arada yazılanlara gülüyorum yarıldım aq eğrelti otunu yazmışlar 1. dünya savaşını anlatmışlar vikipediacı binler gece gece yardınız beni aq. böyle daha güzel senin hikayede iyi gidiyo arada
    ···
  12. 637.
    0
    malazgirt muharebesi, 26 ağustos 1071 tarihinde, büyük selçuklu hükümdarı alparslan ile bizans imparatoru iv. romen diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. alp arslan'ın zaferi ile sonuçlanan malazgirt muharebesi, "türklere anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince büyük selçuklu sultanı alp arslan türk müttefiklerinin ermenistan ve anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında romen diyojen türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat koçhisar şehrini geri almasına rağmen türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında türkler (alparslan komutanlığında), günümüzde muş'un bir ilçesi olan malazgirt'te manzikert (bizans dilinde malazgirt) ve erciş kalelerini ele geçirdi. daha sonra türk ordusu diyarbakır'ı (amid) aldı ve bizans yönetimindeki urfa'yı kuşattı. ancak alamadı. türk beylerinden afşin beyi de güçleri arasına katıp halep'i aldı. alp arslan halep'de konaklarken türk atlı birliklerinin bir kısmına ve akıncı beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. bu sırada da türk akınlarından ve son gelen türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan romen diyojeni çıkardılar. romen diyojen'de büyük bir ordu kurup konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. matthew of edessa bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    bizans ordusu düzenli rum ve ermeni birlikleri dışında ücretli slav, got, frank, gürcü, uz, peçenek, kıpçak askerlerinden oluşuyordu. ordu ilk olarak sivas'ta dinlendi. burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. şikayetler üzerine de şehrin ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. haziran 1071'de erzurum'a vardı. orada, diyojen'in generallerinden bazıları selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve alp arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. nikeforos bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    diyogen, alp arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve malazgirt'i ve hatta malazgirt yakınındaki ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek van gölü'ne doğru ilerledi. öncü kuvvetlerini malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. bu sıradada halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. elçileri halep'te karşılayan sultan teklifi reddetti. mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. casuslarının verdiği bilgiyle bizans ordusunun büyüklüğünü bilen alp arslan bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (bugünkü iran) girmek ve büyük selçuklu devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle erzen ve bitlis yolundan malazgirt'e varan alp arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için savaş meclisini topladı. romen diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. alp arslan ise "hilal taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı. malazgirt muharebesi, 26 ağustos 1071 tarihinde, büyük selçuklu hükümdarı alparslan ile bizans imparatoru iv. romen diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. alp arslan'ın zaferi ile sonuçlanan malazgirt muharebesi, "türklere anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince büyük selçuklu sultanı alp arslan türk müttefiklerinin ermenistan ve anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında romen diyojen türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat koçhisar şehrini geri almasına rağmen türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında türkler (alparslan komutanlığında), günümüzde muş'un bir ilçesi olan malazgirt'te manzikert (bizans dilinde malazgirt) ve erciş kalelerini ele geçirdi. daha sonra türk ordusu diyarbakır'ı (amid) aldı ve bizans yönetimindeki urfa'yı kuşattı. ancak alamadı. türk beylerinden afşin beyi de güçleri arasına katıp halep'i aldı. alp arslan halep'de konaklarken türk atlı birliklerinin bir kısmına ve akıncı beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. bu sırada da türk akınlarından ve son gelen türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan romen diyojeni çıkardılar. romen diyojen'de büyük bir ordu kurup konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. matthew of edessa bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    bizans ordusu düzenli rum ve ermeni birlikleri dışında ücretli slav, got, frank, gürcü, uz, peçenek, kıpçak askerlerinden oluşuyordu. ordu ilk olarak sivas'ta dinlendi. burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. şikayetler üzerine de şehrin ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. haziran 1071'de erzurum'a vardı. orada, diyojen'in generallerinden bazıları selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve alp arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. nikeforos bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    diyogen, alp arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve malazgirt'i ve hatta malazgirt yakınındaki ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek van gölü'ne doğru ilerledi. öncü kuvvetlerini malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. bu sıradada halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. elçileri halep'te karşılayan sultan teklifi reddetti. mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. casuslarının verdiği bilgiyle bizans ordusunun büyüklüğünü bilen alp arslan bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (bugünkü iran) girmek ve büyük selçuklu devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle erzen ve bitlis yolundan malazgirt'e varan alp arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için savaş meclisini topladı. romen diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. alp arslan ise "hilal taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  13. 638.
    0
    iklim

    Mısır, sıcak ve kurak bir iklime sâhiptir. Yaz ve kış olmak üzere iki mevsim hüküm sürer. Kış ayları sert olmayıp, oldukça yumuşaktır. Akdeniz kıyılarında yıllık yaklaşık 200 mm civârındaki yağışlardan başka, yağış pek görülmez. Güney bölgelerde yaz günleri 43°C’ye kadar ulaşabilen sıcaklık, kış aylarında 15°C civârına düşer. Mısır’ın gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkı ise yüksektir. Meselâ çöl bölgesinde gündüz 37°C olan sıcaklık, gece 15°C’ye kadar düşebilmektedir. Ülkeyi etkileyen kuzey rüzgârlarından başka Nisan ve Mayıs aylarında ortaya çıkan “hamsin” rüzgârı, kum fırtınalarına sebep olur. Bu kavurucu rüzgâr, ülkenin % 80’ini kaplayan Batı Sahrası’nın uzantısı olan batı ve güney çöllerinden doğuya doğru eser.

    Tabiî Kaynakları

    Mısır’ın kurak ve sıcak iklimi, ormanlık alanlarının olmasına ve bitki örtüsünün zenginleşmesine mâni olmuştur. Kıyı bölgeleri de, Nil kıyıları ve havzasıyla çöllerde bulunan vaha ve kuyular çevresinde bitki örtüsü yemyeşil ve verimlidir. Diğer bölgelerdeyse çoğunlukla sarı çöldür. Çöller genellikle kurak bitki örtüsüne sâhiptir. Ülkenin tek hayat kaynağı Nil suları, en önemli tabiî kaynağı teşkil eder. Nil Nehri suları, bugün kontrol altına alınmış ve dolayısıyla ülkenin sâdece 1/28’ini teşkil eden Nil Vâdisiyle bereketli deltasından yılda tek ürün yerine üç ürün alınmaktadır. Nil sularıyla meydana gelen güneyindeki Assuan sun’î gölünün çevresi 3000 km, yüzölçümü 5000 km2 ve en derin yeri 70 m’dir.

    Bitki örtüsü gibi, hayvanlar bakımından da vasat olan Mısır’da daha çok evcil hayvanlar görülür. Çöl olan bölgelerde umûmiyetle ceylan, nubian keçisi, sırtlan, çakal, çöl tilkisi, yabânî tavşan ve vaşak yaşamaktadır. Ayrıca birçok tür kuş ve yabânî ördek de bulunur. Yaylalık bölgelerdeyse kaba çuha ve devekuşu yaşar. Nil suları ise, tatlı su levreği bakımından zengindir.

    En önemli yeraltı kaynağı petroldür. Batı ve doğu çölleri, Süveyş Körfezi ve Sina Yarımadası petrol bakımından oldukça zengindir. Demir filizi, fosfat, kireçtaşı ve tuz diğer önemli tabiî kaynaklarıdır.

    Nüfus ve Sosyal Hayat

    Afrika veAsya arasında köprü ve Avrupa ile Hindistan ve Uzakdoğu arasında deniz ulaşımında geçiş merkezi olan Mısır, târih boyunca birçok istilâlara sahne olmuştur. Stratejik mevkii onu, Afrika Birliği, Arap Milliyetçiliği veislâm Dünyâsı gibi büyük meselelerde büyük nüfûza sâhip kılmıştır. Ülke coğrafyası, târihin en eski devirlerinden bu yana çok çeşitli milletlerin kaynaşması ile meydana gelen Mısırlıların % 99’unu dar bir havzada yaşamaya zorlayarak, birlik ve berâberliğin kolayca meydana gelmesine sebep olmuştur.

    Mısır, 55.979.000’lik nüfûsuyla, Nijerya’dan sonra Afrika’nın en kalabalık memleketidir. Endüstrileşmedeki noksanlıklara rağmen, Nil Vâdisindeki nüfus yoğunluğu, Batı Avrupa milletlerinin en yoğun nüfuslu olanlarının yaklaşık iki katıdır. Nüfusun büyük çoğunluğu, Hâmi soyundan olan beyazlardan meydana gelir. Ayrıca Kıpti ve Nübyalılar da mevcuttur. Halkın % 99’u Müslümandır. Arapça, halkın esas konuşma dilidir. Yalnız köylerde yaşayan fellahların (köylüler) konuştuğu Arapça, şehirlerde konuşulandan biraz farklıdır. Ayrıca ingilizce ve Fransızca yaygın olarak konuşulur.

    Halk, yaşayış tarzı bakımından beş gruba ayrılabilir. Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Mısır’da nüfusun çoğunluğunu teşkil eden fellahlar (köylüler) ile, genellikle şehirlerde yaşayan, okumuş ve ticârî sınıf arasında, dilde olduğu gibi hayat tarzında da farklılıklar göze çarpar. Umûmiyetle Türkçe de bilen idârî kademeyi, çoğunlukla Araplar, Kuzey Afrikalılar, Türkler ve ingilizler teşkil ederler. Ayrıca bugün azınlıkta kalan arâzi sâhipleriyle vahalarda yaşayan Bedevîler, siyâsî güçlerini kaybetmiş durumdadırlar. Son yıllardaki Mısır liderleri, ekonomik ve politik birçok problemin eğitim ve öğretimle hâlledilebileceğine inandıklarından, özellikle 1952’den sonra okul, öğrenci, öğretmen ve uzman sayıları artmıştır. Sâdece ilk öğretim mecbûri, diğerleri isteğe bağlı ve ücretsizdir. Yabancı okullardan başka 7 üniversite mevcuttur. En meşhurları El-Ezher Üniversitesidir. Halkın % 50’si okur-yazardır.

    Afrika kıtasının en büyük şehri olan Kahire, Arap âleminin kültür merkezidir. Araplar tarafından 969’da kurulmuş olan bu şehirde eski ve târihî eserler bol olup, modern bir turizm merkezidir. Dünyânın 7 hârikasından biri olan iskenderiye Feneri’nin bulunduğuiskenderiye, Abu-Simbel tapınaklarının bulunduğu Assuan ve dünyânın en büyük sfenksiyle en büyük üç piramidinin bulunduğu Gize, diğer önemli büyük şehirleridir. Gize’deki üç piramitten Kefren piramidi yanındaki “Horus” isimli sfenks 73 m uzunluğunda ve 20 m yüksekliğindedir.

    Mısır Türk sanat eserleri: Mısır, 826 senesinden Osmanlıların son zamanlarına kadar Türk tesiri altında kalmıştır. Abbâsiler zamânından îtibâren Türk vâliler tarafından idâre edilmeye başlanan Mısır’da Türk mîmârî tarzında birçok eser yaptırılmıştır. Kahire’de bulunan Abbâsi halîfelerinin türbeleri, Türk mîmârisinin güzel örneklerindendir. Abbâsi Vâlilerinden Ahmed bin Tulun, bugün hâlâ duran ve ismini taşıyan ibn-i Tulun Câmiini yaptırdı. Bu câminin tuğladan yapılması, binânın kaleyi andıran bir tarzda olması, mîmârî stilinde Türkistan ve Samarra tesirlerini açıkça göstermektedir. Uygur yapılarında olduğu gibi, motifler büyük çapta ve sâdedir.

    Eyyûbîler zamânında ise dârülhadis, tekke ve eyvanlı medreseler, Türkistan mîmârî tarzında inşâ edilmiştir.

    Memlükler zamânında Türk hükümdarı, hâtunları ve beyleri Türk mîmârî tarzında birçok mescid, külliye, medrese, tekke, türbe ve hanlar yaptırmışlardır. Bugün bunların büyük kısmı Memlük sanat âbideleri olarak ayakta durmaktadır.

    Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethetmesinden sonra, Memlük mîmârî tarzı unutularak, Osmanlı mîmârî tarzı Mısır’a yerleşmiştir. Osmanlı devrinde vâlilerin yaptırdıkları mescidler, sebiller ve tekkeler, Osmanlı mîmârî tarzında yapılmıştır. Bunlara örnek olarak Süleymâniye Câmii, Mahmûdiye Câmii, Murâd PaşaCâmii, Mehmed Ali Câmii, Kethüdâ Abdurrahmân Sebili, Osmanlı eserlerinden en tanınanlarıdır. Mısır’daki Osmanlı câmileri büyük kubbeli ve ince minâreli klagib Osmanlı eserleri olup, çinileri Türkiye’den getirtilmiştir.
    Tümünü Göster
    ···
  14. 639.
    0
    malazgirt muharebesi, 26 ağustos 1071 tarihinde, büyük selçuklu hükümdarı alparslan ile bizans imparatoru iv. romen diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. alp arslan'ın zaferi ile sonuçlanan malazgirt muharebesi, "türklere anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince büyük selçuklu sultanı alp arslan türk müttefiklerinin ermenistan ve anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında romen diyojen türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat koçhisar şehrini geri almasına rağmen türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında türkler (alparslan komutanlığında), günümüzde muş'un bir ilçesi olan malazgirt'te manzikert (bizans dilinde malazgirt) ve erciş kalelerini ele geçirdi. daha sonra türk ordusu diyarbakır'ı (amid) aldı ve bizans yönetimindeki urfa'yı kuşattı. ancak alamadı. türk beylerinden afşin beyi de güçleri arasına katıp halep'i aldı. alp arslan halep'de konaklarken türk atlı birliklerinin bir kısmına ve akıncı beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. bu sırada da türk akınlarından ve son gelen türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan romen diyojeni çıkardılar. romen diyojen'de büyük bir ordu kurup konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. matthew of edessa bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    bizans ordusu düzenli rum ve ermeni birlikleri dışında ücretli slav, got, frank, gürcü, uz, peçenek, kıpçak askerlerinden oluşuyordu. ordu ilk olarak sivas'ta dinlendi. burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. şikayetler üzerine de şehrin ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. haziran 1071'de erzurum'a vardı. orada, diyojen'in generallerinden bazıları selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve alp arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. nikeforos bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    diyogen, alp arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve malazgirt'i ve hatta malazgirt yakınındaki ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek van gölü'ne doğru ilerledi. öncü kuvvetlerini malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. bu sıradada halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. elçileri halep'te karşılayan sultan teklifi reddetti. mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. casuslarının verdiği bilgiyle bizans ordusunun büyüklüğünü bilen alp arslan bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (bugünkü iran) girmek ve büyük selçuklu devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle erzen ve bitlis yolundan malazgirt'e varan alp arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için savaş meclisini topladı. romen diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. alp arslan ise "hilal taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı. malazgirt muharebesi, 26 ağustos 1071 tarihinde, büyük selçuklu hükümdarı alparslan ile bizans imparatoru iv. romen diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. alp arslan'ın zaferi ile sonuçlanan malazgirt muharebesi, "türklere anadolu'nun kapılarını açan temsili savaş" olarak bilinir.[kaynak belirtilmeli]

    1060'lar süresince büyük selçuklu sultanı alp arslan türk müttefiklerinin ermenistan ve anadolu'ya doğru göç etmesine izin verdi ve türkler buralarda şehirlere ve tarım alanlarına yerleştiler. 1068 yılında romen diyojen türklere karşı bir sefer düzenledi, fakat koçhisar şehrini geri almasına rağmen türk atlılarına yetişemedi. 1070 yılında türkler (alparslan komutanlığında), günümüzde muş'un bir ilçesi olan malazgirt'te manzikert (bizans dilinde malazgirt) ve erciş kalelerini ele geçirdi. daha sonra türk ordusu diyarbakır'ı (amid) aldı ve bizans yönetimindeki urfa'yı kuşattı. ancak alamadı. türk beylerinden afşin beyi de güçleri arasına katıp halep'i aldı. alp arslan halep'de konaklarken türk atlı birliklerinin bir kısmına ve akıncı beylere bizans şehirlerine akınlar düzenlemesine izin verdi. bu sırada da türk akınlarından ve son gelen türk ordusundan çok rahatsız olan bizanslılar tahta ünlü komutan romen diyojeni çıkardılar. romen diyojen'de büyük bir ordu kurup konstantinopolis (bugünkü istanbul)'ten ayrıldı(13 mart 1071). ordunun mevcudu 200.000 olarak tahmin ediliyor. matthew of edessa bizans ordusunun sayısını 1 milyon olarak veriyor [1].

    bizans ordusu düzenli rum ve ermeni birlikleri dışında ücretli slav, got, frank, gürcü, uz, peçenek, kıpçak askerlerinden oluşuyordu. ordu ilk olarak sivas'ta dinlendi. burada halkın çoşkuyla karşıladığı imparator halkın dertlerini dinledi. şikayetler üzerine de şehrin ermeni mahallesini yıktırıp, bir kısmını öldürüp önderlerini şehirden sürdü. haziran 1071'de erzurum'a vardı. orada, diyojen'in generallerinden bazıları selçuklu bölgesine ilerlemeyi sürdürmeyi ve alp arslan'ı hazırlıksız yakalamayı teklif etti. nikeforos bryennius da dahil diğer generallerin bazıları da bulundukları yerde bekleyip pozisyonlarını güçlendirmeyi önerdi. sonuç olarak ilerlemeye devam etme kararı verildi.[2]

    diyogen, alp arslan'ın çok uzakta olduğunu veya hiç gelmeyeceğini düşünerek, ve malazgirt'i ve hatta malazgirt yakınındaki ahlat kalesini hızlıca geri ele geçirebileceğini ümit ederek van gölü'ne doğru ilerledi. öncü kuvvetlerini malazgirt'e gönderen imparator ana kuvvetleriyle yola çıktı. bu sıradada halep'te bulunan sultana elçiler göndererek kaleleri geri istedi. elçileri halep'te karşılayan sultan teklifi reddetti. mısır'a hazırladığı seferden vazgeçip malazgirt'e doğru 50.000 kişilik ordusuyla yola çıktı. casuslarının verdiği bilgiyle bizans ordusunun büyüklüğünü bilen alp arslan bizans imparatorunun gerçek hedefinin isfahan'a (bugünkü iran) girmek ve büyük selçuklu devletini yıkmak olduğunu sezdi.

    ordusundaki yaşlı askerilerin yolda kalmasına neden olan cebri yürüyüşüyle erzen ve bitlis yolundan malazgirt'e varan alp arslan komutanlarıyla savaş taktiklerini görüşmek için savaş meclisini topladı. romen diyojen ise savaş planını hazırlamıştı. ilk saldırı türklerden gelecek ve bu saldırıyı kırmaları durumunda da karşı saldırıya geçeceklerdi. alp arslan ise "hilal taktiği" konusunda komutanlarıyla uzlaşmıştı.
    Tümünü Göster
    ···
  15. 640.
    0
    Siyâsî Hayat

    Başkanlık sistemine dayanan Mısır Cumhûriyeti, 25 idârî bölgeye (illere) ayrılır. En güçlü lider kabul edilen başkan, altı yılda bir halk tarafından seçilir. O da, hükûmeti kurar ve başkanlık görevini yürütür. Ayrıca kendisine yardım edecek bir başkan yardımcısı vardır. On üyesi devlet başkanınca tâyin edilen meclisin geri kalan 392 üyesi, beş yıl için halk tarafından seçilir. Mısır vilâyetleri, vâliye bağlı olup, müdürlerle idâre edilen kazâların temsilcilerinden meydana gelen “il konseyi” tarafından idâre edilir.

    Mısır’da 1952’de yapılan askerî darbe, Melik Fâruk’u devirmiş ve yerine yeni bir politik sistemin devri başlamıştır.

    Sedat döneminde daha çok barışçı ve ekonomik kalkınmaya dönük bir politika tâkip edilmiştir. Bunun neticesi ABD aracılığıyla gerçekleştirilen Camp David Barış Antlaşması ile israil’le barış sağlanmıştır. Ayrıca ekonomik kalkınma gerçekleştirilmiş ve nükleer santraller yapılmıştır. Enver Sedat’tan sonra yerine geçen Hüsnü Mübârek, liberal iktisad sistemi, özel teşebbüs, basın hürriyeti, çok partili demokrasi hayâtı olan Sedat modelinde bir değişiklik yapmadı.

    Ekonomi

    Mısır, kişi başına millî gelir bakımından Afrika’nın en zengin ülkesidir. Fakat dünyâ ülkeleri arasında ortalarda yer alır. 1980 yılından evvel Mısır, iktisâden dünyanın en kötü on ülkesi arasındaydı. Camp David Anlaşmasından sonra Enver Sedat’ın yeni ekonomik tedbirleri ile % 10 kalkınma hızı ile dünyânın en hızlı kalkınan ülkeleri arasında yer aldı.

    Mısır, sulama sistemlerinin düzenlenmesinden evvel oldukça fakir ve dengesiz bir ülkeydi. Daha sonra açılan kanallar ve inşâ edilen sulama sistemleriyle, Nil suları kontrol altına alınmıştır. Böylece yılda ancak bir defâ alınabilen ürün miktarı üçe çıkmıştır. Nil Vâdisi ve deltası tarıma elverişli olan bölgedir. Ekilebilir alanların artmasına sebep olan barajlar ve sulama sistemleri gibi su kontrol sistemlerinin en önemlisi, Büyük Assuan Barajıdır. Bu barajın inşâsı Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından plânlanmış ve ancak çeşitli sebepler yüzünden 1902 yılında tamamlanabilmiştir. En son olarak 1934’te yükseltilmiş olan baraj, 4 km uzunluğunda, 110 m yüksekliğinde olup, 500.000 hektarlık yeni bir arâzi bölümünü ekime müsâit kılmıştır. Barajın hemen güneyinde 554 km uzunluğunda, 5000 km2 yüzölçümündeki Nasır Gölü yer alır.

    Böylece on iki türbini olan barajlardan yılda 10 milyar KW’lık elektrik üretilebilmektedir. Yaklaşık 130 milyar metreküp su hacimli baraj, son yirmi yıl içerisinde tarım ürünlerinde üç misli bir artışa sebep olmuştur.

    Baraj çevresi, Nil vâdi ve deltası ve kıyı bölgelerde daha çok pamuk, fasulye, mısır, buğday, şekerkamışı, akdarı, pirinç, soğan, patates, sebze ve meyve yetiştirilir.

    Mısır, mâden bakımından zengindir. Petrol, manganez, çinko, demir, kurşun, fosfat, krom, altın, amyant, kükürt, volfram ve titan en önemli mâdenleridir. Ayrıca, kireç taşı, tuz, bazalt ve pembe mermer oldukça bol çıkarılır.

    En önemli ihraç ürünleri; pamuk, pirinç, petrol, tabiî gaz, fosfat, tuz, demir, manganez, sigara, post ve deridir. Buna karşılık dışarıdan buğday, makine, teknik malzeme, harp silahı, araç ve gereçleri satın alır.

    Mısır ekonomisi, tarımdan başka endüstri ve turizme de dayanır. Tekstil, kimyevî ürünler, petro-kimyâ ve çimento başlıca endüstri dallarıdır. Mevcut eski ve târihî eserler, her mevsim uygun iklimi ve kıyıları turistlerin ilgisini çekmektedir. Dünyânın yedi hârikasından olan piramitler ve iskenderiye feneri, kral mezarları, sfenksler önemli turizm gelir kaynaklarıdır. Bundan başka uzun ve çeşitli târihe sâhip olmasıyla Mısır, birçok milletin izlerini taşır. Özellikle Emevîler, Abbâsiler, Memlükler ve Osmanlılardan kalma câmi ve medreseler, han ve kervansaraylar önemli târihî yerlerdir.

    Mısır’ın diğer önemli gelir kaynaklarından biri de Süveyş Kanalı ve Sina Yarımadasındaki mevcut petrol kuyularıdır.

    Süveyş Kanalı Firavunlar devrinden beri mevcuttu. M.Ö. 600 yıllarında Nil ile Kızıldeniz birleştirilmişti. Sonraları kumla dolmuştu. Yavuz Sultan Selim Han, ikinci Selîm Han ve Üçüncü Mustafa Han zamanlarında kanal için teşebbüslerde bulunulmuş ve nihâyet 1859’da Mısır Hidivi Saîd Paşa zamânında 50.000’in üzerinde işçi kullanılarak kanal kazılmaya başlandı. 1869’da hizmete açıldı ve üç yıl sonra senetleri ingiltere’ye satıldıysa da, 1956’da millîleştirildi. Genişliği 150 m, derinliği 14 m ve uzunluğu 172 km olan kanal, Mısır ticârî dengesindeki pürüzlerin yarısından çoğunu karşılamaktadır. 1967 israil Harbi bu gelirlerin kaybına yol açtıysa da Enver Sedat’ın Camp David Antlaşmasını gerçekleştirmesinden sonra tekrar ekonomik kalkınma hızına katkıda bulunmaya başlamıştır.

    Ulaşım: Mısır’da yerleşim merkezleri arasında yeterli bir ulaşım ağı vardır. 5335 km’ye varan demiryolları, devlet tarafından işletilmektedir. Karayollarının uzunluğu ise 32.241 km’ye ulaşmıştır. Bu yolların % 52’si asfalt kaplıdır.

    Demiryolları ve karayollarının büyük bir kısmı yerleşim bölgesinin yoğun olduğu Nil Havzası boyunca yer almaktadır.

    Nil’in büyük kısmında, belli tonaja kadar olan gemilerle ulaşım yapılmaktadır. Aynı zamanda iki yanı denizle çevrili olan Mısır’da her türlü geminin yanaşabileceği limanlar vardır. Ülkenin büyük şehirlerinde ve büyük kısmında hava alanları bulunmaktadır. Hava ulaşımı Mısır Hava Yolları tarafından sağlanmaktadır.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 641.
    0
    Titanic White Star Line'ın bir transatlantik gemisiydi, Harland and Wolff tersanelerinde(Belfast, Kuzey irlanda) üretilmiş ve rakip firma olan Cunard Line'ın RMS Lusitania ve RMS Mauretania gemileriyle rekabet edebilmesi için tasarlanmıştır. Titanic 'in yanı sıra Olympic Sınıfı kardeşleride üretilmiştir. Bunlar: ilk üretilmiş olan RMS Olympic, daha sonra üretilicek olan RMS Britannic (diğer adı Gigantic). Gemi'lerin tasarımcıları hem Harland and Wolff ve White Star'da yönetici olan William Pirrie ve inşa yöneticisi ve dizayn bölümünün başı olan Alexander Carlisle ve gemi inşaatı mühendisi Thomas Andrewsdir.
    RMS Titanic'in üretimine 31 Mart 1909'da başlandı. Yapımında 26 ay boyunca 11.300 kişi çalışmıştır. IMMC'nin sahibi Amerikalı John Pierpont Morgan tarafından finanse ediliyordu. Geminin gövdesi 31 Mayıs 1911'da suya indirildi ve tamamen bitirilmesi için bir yıl daha harcandı. 31 Mart'ta gemi yüzer hale getirilmişti.
    Titanic 259 m uzunluğuna, 28.2 m genişliğe, 66,000 gros ton ağırlığa sahipti. Geminin 3 pervanesine güç sağlayan iki zamanlı dört silindir, üç aşamalı, buharlı itici motorlar ve düşük basınçlı tribünler bulunmaktaydı. Bu motorlara 159 kömür fırını tarafından ateşlenen 29 kazan enerji veriyordu ve buda geminin yaklaşık olarak 43 km/s maksimum hıza ulaşmasını mümkün kılıyordu. Gemideki dört bacadan sadece üçü işlevseldi, dörtdüncü baca sadece geminin daha çarpıcı gözükmesi için eklenmişti. Gemi toplam'da 3,547 yolcu ve mürettabat taşıyabiliyordu. Aynı zamanda posta'da taşımaktadıydı. Baş harfinin ilk kısmındaki ön ekte bu ifade bulunmaktadır. RMS (Royal Mail Steamer).

    Titanic Memorial (Washington, D.C. )

    Özellikler

    "Titanic" 'in içindeki Spor Salonu

    Gemi'nin bulunduğu zamanda, Titanic lüks, zenginlik ve ihtişam konusunda tüm rakiplerinin üzerindeydi. Gemi'de standart olarak ana güvertede yüzme havuzu, spor salonu, Türk hamamı, hem birinci sınıf hem de ikinci sınıfta kütüphane, tenis kortu sunulmaktaydı. Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti. Buna ilave olarak 'Café Parisien' birinci sınıf yolculara çardak biçiminde dekorasyon ile süslenmiş güneşli veranda altında mutfak hizmeti vermekteydi.
    Gemi bulunduğu zamana göre gelişmiş teknolojik özellikler ile donatılmıştı. Geminin ileri teknolojisinde kullanılan malzemeleri Osmanlı imparatorluğundan sağlanmıştı.[kaynak belirtilmeli] Buhar jeneratörleri tarafından desteklenen geniş bir elektrik altyapısı vardı, elektrik kabloları aynı zamanda elektrik lambalarını besliyordu. Gemi aynı zamanda iki Marconi radyo sistemi ilede gurur duymaktaydı. Vardiye halinde çalışan operatörler tarafından çalıştırılan 1500 watt'lik sistem sabit bir iletişim ve birçok yolcu mesajlarinin aynı anda transferine olanak sağlamaktaydı.
    Filikalar

    Titanic ’in dizayn aşamasında Carlisle Titanic ’in filikaları için kullanılacak matafora'ların daha yeni ve geniş bir modelini önermişti. Bu sayede Titanic 48 filika taşıyabilecekti ve geminin tamdıbına olmasa bile güverte üzerindeki herkese yetecek kadar filika sağlanmış olacaktı. White Star Line, daha geniş vinci kabul etmesine rağmen ancak geminin % 52’sini taşımasına kadar imkân verecek 16 ahşap filika ve buna ilaveten 4 adet daha taşınabilir filika konulmasına karar verdi.(Yasalara göre bu rakam bu tonajdaki bir gemi için minimum olması gereken rakamdı.) Ticaret kurulunun o zamanlardaki yönetmeliği, 10,000 ton’un üzerindeki gemilerin en az 155.724 m3 genişliğinde 16 filika taşımasını zorunlu kılıyordu. Yani, yasal olarak gereken filika sayısından daha fazlasını taşımaktaydı. 1894’de değerlendirilebilinen en büyük gemi sadece 13.000 ton’du, yönetmelik 1894’den beri değişmediği için büyük ve geniş gemiler için fazladan bir zorunluk yoktu. Carlisle, White Star Line yöneticilerinden J.Bruce Ismay ile konuyu resmi olarak tartıştığını söylemiştir. Bruce Ismay ise bunu reddetmiş, böyle bir görüşmeyi ne duyduğunu nede böyle bir uyarının kendisine gelmediğini ifade etmiştir.
    Olympic ile Karşılaştırma

    Olympic(solda) ve tersanedeki havuzdan dışarı çekilen Titanic(sağda)

    Titanic eski kardeşi RMS Olympic 'e çok benzemekteydi. Daha fazla yere ve kayıtlı tonajı daha fazla olmasına rağmen, omurgası Olympic ile neredeyse aynı idi. Bununla birlikte bazı farklılıklarda vardı. En belirgin iki tanesinden birisi bot güvertesi altındaki, ileri gezinti için kullanılan A güvertesinin yarısı dışarıdaki hava ile ilişkilendirilmişti. B güvertesi konfigurasyonuda Olympic den farklı idi. Olympic inşaa edildiğinde Titanic in sahip olduğu benzer bir Cafe Parisien yoktu. Bu özellik 1913'e kadar eklenmedi. Olympic 'de bulunan bazı kusurlarda Titanic 'de düzeltildi. Örneğin geminin arka kısmındaki ses çıkartan birleşme yeri Titanic 'de düzeltildi. Titanic 'deki A güvertesindeki doğal yan ışıklandırmalar daire biçimindeydi , Olympic 'de ise oval idi. Titanic 'in kaptan köşkü daha dar ve uzun yapılmıştı. Bu ve diğer değişiklikler ile kayıtlı fazladan 1,004 gross ton ağırlığı ile Olympic 'den daha genişti, ilk yolculuğunu yapacağı 1912'de en büyük gemiydi.
    Kaptan John Smith

    Kaptan Edward J. Smith Titanic 'in Kaptanı

    Edward John Smith Hanley 'de Edward Smith ve Catherina Hancock'in çocugu olarak dünyaya geldi.13 yaşına kadar Etruria ingiliz okuluna devam etti ve ardından Liverpool'da denizcilik kariyerine başladı. Daha sonra A Gibson şirketinin sahibi oldugu Senator Weber 'de ilk denizcilik kariyerine başladı, çıraklık dönemini Weber'de geçirdi. Smith ,Mart 1880'de ,White Star Line'a Celtic 'in dördüncü subayı olarak katıldı. Avustralya ve New York hatlarında uzun dönem çalıştı.1887'de Smith ilk White Star komutasını SS Republic ile devraldı. White Star Line'da 17 adet gemiye kaptanlık ettikten sonra R.M.S Titanic'e kaptan olarak atandı. Titanic'in ilk yolculugu için White Star'in en güvendigi isimlerden biriydi. Titanic'in batışı ile ilgili olarak, Kaptan Smith'in bir ihmalinin olup olmadıgı hususu günümüze kadar tartışılan bir konu haline gelmiştir. Smith'in bu olaydaki ihmaller zincirine katkısı ile ilgili çok fazla iddia mevcuttur ,Kaptan tarafında bir zaafiyet mevcut olsa bile aşagıdaki faktörlerde gözden kaçırılmamalıdır.
    1.)Smith ,White Star Line'da 30 yıldır çalışmaktadır, büyük bir tecrübeye sahiptir, bu durum kendisine aşırı güven vermektedir.
    2.)Titanic boyut olarak çok büyük bir gemidir, zamanına göre ciddi teknolojik üstünlüklere sahiptir ,kompartımanlar arasında su geçirmez levhalar yerleştirilmiş ve batmaz gemi olarak lanse edilmiştir.
    3.)Özellikle Atlantik'de kritik mesajlar köprüye iletilememiştir.
    4.)Titanic'in imal edildigi çelik metallerin çok kırılgan olduğu görüşüde birçok uzman tarafından ifade edilmiştir.
    Titanic 'in çarpmasından sonra ,Kaptan Smith'in nasıl öldügüde çok netlige kavuşamamıştır. Ballard'a göre Titanic filmindede görüldügü gibi, köprüye gittigi,son emri vermek için bekledigi ve Atlantik'in buzlu sularında kayıp oldugu söylenmektedir. Başka bir iddiaya göre ise Kaptan silahinı kafasına dayamış ve tetigi çekmiştir.
    ilk Sefer

    Titanic ilk seferine Southampton, ingiltereden, New York City'e doğru hareket etmek için 10 Nisan 1912 tarihinde Kaptan Smith'in komutasında ilk seferine başladı. Titanic bulunduğu iskeleden ayrılır iken, bıraktığı dümen suyu yakınl gittiği güney yolu üzerinde geniş ve büyük buzdağları olduğuna dair bir uyarı yaptı. Ancak bu uyarı USN Hydrographic (deniz haritacılığı) bölümüne gitti ve asla köprüye ulaşamadı. Buzdağı uyarıları gün boyunca alınmaya devam etti, ancak bu uyarılar yılın bu zamanları içinde oldukça normal idi. Daha sonra akşam saat 21:30'da, Mesaba gemisi tarafından Titanic'in takip ettiği yolda geniş ve büyük buzdağları olduğu ile ilgili yapılan uyarı, telsiz (Marconi)odasındaki Jack Phillips ve Harold Bride tarafından alınmasına rağmen, bir takım zaaflar nedeni ile köprüye ulaşamadı. Uyarılar olmasına rağmen, seyir ile ilgili bir değiştirmeye ve yavaşlamayı gerektirecek bir neden yoktu. Titanic'de gözcü olarak üç takım çalışmakta idi, her takım iki kişiden meydana geliyordu ve bu iki kişi iki saatte bir değiştirilmekteydi. Gözcüler köprünün üst kısmında kuş yuvası olarak ifade edilen direğin üzerinde duruyor ve karşıyı sürekli olarak gözetliyorlardı. Başka geceler buzdağının daha önceden görünmesi kesin gibiydi, ancak o gece birçok faktör beraber hareket etmek
    Tümünü Göster
    ···
  17. 642.
    0
    (bkz: incinin gibik iletişim formu capsliii)
    ···
  18. 643.
    0
    ilk Havadan ilaçlama

    Tarım ürünlerini zararlılardan korumak için ilk havadan ilaçlamayı 3 Ağustos 1921 günü Teğmen John B. Macready ABD'de, Ohio'nun Troy yöresinde gerçekleştirdi. Dünya yükseklik rekorunun da sahibi olan Teğmen Macready, Ohio Tarımsal Deneyler istasyonu adına, Curtiss JN6 tipi uçağıyla 24 dönümlük bir katalpa ormanını ilaçladı. Yerden yaklaşık 10 metre yüseklikte giden uçaktan bo- şaltılan 80 kilo toz kurşun arsenatla, 4 bin 815 ağaç ilaçlanmış oldu. Bu ilaçlama işlemi, bir dakikadan bile daha az sürmüştü.

    iki gün sonra, bu projenin fikir babası olan Ziraat Mühendisi C.R. Nellie, ağaçlar üzerinde bir inceleme yaptı ve katalpa ağaçlarına büyük ölçüde zarar veren böceklerden yalnızca yüzde birinin sağ kaldığını saptadı.

    Ticari amaçlı ilk tarımsal ilaçlama şirketi ise, ABD'nin Georgia eyaletinde C.E. Woolman tarafından 1925 yılında kuruldu. Daland Dustters inc. adlı bu şirket, Petrel türü tek uçağı ile boşalttığı kalsiyum arsenat sayesin- de, Georgia'daki pamuk tarlalarını büyük ölçüde zararlılardan kurtardı.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #3 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Kürtaja izin Veren ilk Ülke
    Kürtaja izin Veren ilk Ülke

    Sovyetler Birliği, kürtaja izin veren ilk ülkedir. Bu ülkede, 1920 yılında, çocuk aldırmak yasal olarak serbest bırakıldı. Ancak, tüm kadın doğum doktorlarına birer genelge gönderilerek, hastalarını, özellikle ilk hamilelikleriyse, ameliyattan vazgeçmeye ikna etmeye çalışmaları istendi. Ancak, hamilelik iki buçuk ayı geçmemişse, doktorun, hastanın arzusuna karşı çıkması olanaksızdı. Yani, son söz annedeydi. Kürtajın serbest bırakılması üzerine, Sovyetler Birliği'nde çocuk aldıran annelerin sayısı hızla arttı. 1934 yılında, yalnızca Rusya Sosyalist Cumhuriyeti'nde 700 bin kürtaj olayı kayıtlara geçti. Bu gelişmeden endişe duyar, yetkililer, 1936 yılında yasada yaptıkları bazı değişikliklerle, kürtaj için bazı koşullar getirdiler. Buna göre, bir annenin çocuğunu aldırabilmesi için, hamilelik nedeniyle yaşdıbının "ciddi bir tehlike" altında olması ya da bebeğin hastalıklı doğacağına ilişkin bazı belirtiler bulunması gerekiyordu. Bu koşullar, 1955 yılına kadar geçerliliğini korudu. O yıl, Kürtaj Yasası'nda bazı değişiklikler yapıldı. Bugün Sovyetler Birliği'nde, resmi kayıtlara geçen yıllık kürtaj sayısı. 6 milyon civarındadır.

    Mediko-sosyal nedenlerle, kürtajı yasal hale getiren ilk ülke ise, izlanda'dır. 28 Ocak 1935 günü kabul edilen 38 sayılı yasaya göre, eğer doğum annenin bedensel ya da ruhsal sağlığı açısından ciddi tehlikeler taşıyorsa ve hamileliğin ilk 28. haftası geçilmemişse, çocuk alınabiliyor. Batı Avrupa'da, yine medikososyal nedenlerle kürtajı yasal hale getiren pek çok ülke, kendilerine izlanda'daki uygulamayı örnek almıştır.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #4 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Havadan Uçakla ilk Propaganda
    Havadan Uçakla ilk Propaganda

    Havadan, uçakla ilk propaganda, 1911-1912 yıllarında, Türk-italyan savaşı şırasında ger- çekleşti. italyan havacılık teşkilatı olan"Italian Servizi Aeroriautici", Libya üzerinde iken uçakla Tripolili Araplara seslenen, "Tripoli, 15 Ocak 1912" tarihli ve "Cavena" imzalı bildiriler attılar. Bu bildirilerde, teslim olan herkese bir "Napolyon altını" ile bir çuval buğday ya da arpa vaat ediliyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 644.
    0
    Savaşta Görev Yapan ilk Uçak

    Türk-italyan savaşı sırasında, Tripoli'deki italyan Hava Kuvvetleri'nin komutanı Binbaşı Piazza, 23 Ekim 1911 günü "Bleriot XI" türü uçağıyla, Aziziye'deki Türk birliklerinin üzerinde bir keşif uçuşu yaptı. Bu, bir savaşta uçak tarafından yerine getirilen ilk görev oldu.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #6 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Savaşta Yaralanan ilk Havacı
    Savaşta Yaralanan ilk Havacı

    31 Mart 1912 günü. Tobruk'taki Arap siperlerini bombalayan bir uçağın ikinci pilotu Yüzbaşı Montu, yerden açılan bir ateşle vuruldu. Teğmen Rossi kumandasındaki uçak, yerden 600 metre yükseklikteyken, dört kurşun yarası aldı ve bunlardan biri Yüzbaşı Montu'ya isabet etti.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #7 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    Havadan ilk Askeri indirme
    Havadan ilk Askeri indirme

    Havadan ilk savaş operasyonları, italyan Ordusu’ndaki havacılık gönüllüleri tarafından yine 1911-1912 yılları arasında Türk-italyan savaşı sırasında, Libya üzerinde gerçekleştiril­di. Tripoli’ye gönderilen italyan hava birliğin­de (19 Kasım 1911), 10 subay, 29 er ve 9 uçak vardı (2 Bleriot, 2 Etrich, 2 Henri Farman ve 3 Nieuport). Bu birlik, daha sonra birkaç Deperdussin ve hava gemisi ile takviye edildi. italyanların Libya’daki hava kuvvetleri, kısa zamanda bir savaş uçağı taburu, bir hava ge­misi taburu (4 Mart 1912′de faaliyete geçti), bakım ve onarım için bir fabrika ve deneysel çalışmalar için bir laboratuvardan oluştu. Ha­vacı gönüllülerin görevleri ise, beş ana nok­tada odaklanıyordu. Havadan keşif, fotogrametri, topçulara hedef tayin etme, ha­vadan propaganda ve hava saldırılan. Görül­düğü gibi, bu birlik hava kuvvetlerinin günümüzdeki işlevlerinden yalnızca ikisini ye­rine getiremiyordu: Son derece hafif olan uçaklarla, asker ve cephane nakli mümkün de­ğildi ve havada başka uçaklarla savaş olanak­sızdı. Eğer o dönemde Türklerin de savaş uçaklan olsaydı, belki bu ikinci olasılık da ger­çekleşebilirdi.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #8 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    ilk Hava Saldırısı
    ilk Hava Saldırısı

    1 Kasım 1911 günü, Teğmen Giulio Gavotti, "Etrich" türü uçağıyla, Tripoli'den havalandıktan sonra, Ain Zara'daki Türk mevzilerinin üzerine, yaklaşık iki kiloluk "Citelli" tipi bir bomba attı. Mevzilerin üzerinde dolaşıp yaptığı tahribatı gördükten sonra, Tagiura üzerine yöneldi ve yanındaki üç bombayı da buraya fırlattı.

    Üç gün sonra, Ain Zara'ya düzenlenen ikinci bir hava saldırısı, Türklerin çok şiddetli protestolarına neden oldu. italya, Cenevre Konvansiyonu'na aykırı davranmakla suçlandı. Havadan yapılan bombardımanın tahrip gücü, yalnızca Türk ve italyan gazetelerinde değil, tüm dünya basınında günün konusu oldu.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #9 (mesaj-linki)
    CrasHofCinneT Bay-M
    CrasHofCinneT - avatarı

    ilk Esir Pilot
    ilk Esir Pilot

    Libya'daki Türk-italyan savaşı sırasında, italyan Hava Kuvvetleri'nden ölen olmadı. Ancak, Teğmen Moizo, 11 Eylül 1912 günü Nieuport türü uçağıyla Aziziye yakınlarında zorunlu iniş yapınca , "savaş tarihinde esir olan ilk pilot" unvanını kazandı. Tripoli'ye ilk gelen pilotlardan biri olan Moizo, 11 aylık görev süresi içinde 82 hava saldırısıyla birlikte bir rekor kırmıştı.
    Bu Mesajı Yetkililere Rapor Et Bu mesaja hızlı cevap gönder
    Eski 05-09-2008 #10 (mesaj-linki)
    NympH Bayan-F
    NympH - avatarı

    ilk Telsiz Telgraf
    ilk Telsiz Telgraf

    Irak Posta Direktörü Douglas Gumbley, ilk telsiz telgraf gönderen kişi olarak tarihe geçti. Gumbley, 1933 yılı Şubat ayında, buluşunu Londra'da kendi adına tescil ettirdi. Daha sonra telsiz telgraf, posta amacıyla 15 Temmuz 1933'ten itibaren Irak Postanesi'nde kullanılmaya başlandı.
    Tümünü Göster
    ···
  20. 645.
    0
    lamanı gibeyim amcık bi gibtir git amk
    ···