-
651.
0@299 aq bir altına, buğdaya osmanlıyı satıyor aq arapları şerefsiz lan bu binler
-
652.
0özet geçiyom lan binler :
katil bahçevan. -
653.
0PREVEZE DENiZ ZAFERiTümünü Göster
Osmanlıların Akdeniz'de kuvvetlenmeleri ve tüm Ege denizine hakim olmaları Avrupa'yı telaşlandırmıştı. Ayrıca devam eden Avusturya ve Macaristan seferleri büyük bir Haçlı donanması hazırlanmasına neden oldu. Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasında Venedik ve Cenevizliler'den başka Malta, Portekiz ve ispanya'ya ait gemiler de bulunuyordu.
Haçlı donanması 602, Osmanlı donanması ise sadece 122 parçaydı. Preveze körfezinde 27 Eylül 1538'de yapılan savaşta, Barbaros Hayreddin komutasındaki Osmanlı donanması büyük bir zafer elde etti.
Tarihe Preveze Deniz Zaferi olarak geçen bu savaş sonunda Akdeniz bir Türk Gölü haline geldi.
KAPiTÜLASYONLAR
ilk defa 1352 yılında Cenevizlilere verilen Kapitülasyonlar, darülharb kabul edilen yabancı ülke tüccarına Osmanlı topraklarında ticaret yapma hakkı veriyordu. Ancak Osmanlı Devleti ticaret imtiyazlarını siyasi ve diplomatik menfaatleri çerçevesinde kullanarak ittifak yapacağı devletlere vermişti.
1535 yılında Fransa ile dostluk havası içerisinde iken Fransızların hazırladığı Kapitülasyon taslağı Osmanlı padişahınca tasdik edilmemişti. Bu taslağa göre eşit şartlar ve mütekabiliyet esası getiriliyordu. Halbuki Osmanlı Devleti padişahın tek taraflı yemini "Ahdi" ile verildiğinden Ahidname diye adlandırılmıştı ve her padişah değiştiğinde yenilenmesi gerekiyordu.
ilk Fransız Kapitülasyonu, Kıbrıs seferi öncesinde 1569 yılında verildi. Katolik dünyasına ve Papa ambargosuna karşı ittifak sağlamak için Protestan olan ingiltere'ye 1580'de, Hollanda'ya 1612'de Kapitülasyonlar verildi.
Kapitülasyonlarda ticaret yapma hakkının yanı sıra, tüccarın hakları, gümrük vergileri, mahkeme usülleri, yol izinleri, emniyetlerine dair hususlar detaylı olarak belirtildi.
Osmanlı devleti zayıfladıkça Kapitülasyon verilen devletlerde giderek çoğaldı ve bunu bir baskı aracı haline getirdiler.
Birinci Dünya Savaşı'nın ilanı ile birlikte 1914 yılında tüm protestolara rağmen Kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırılmıştır.
SAFEViLER
Kanûnî Sultan Süleyman Avrupa'da başarılar kazanırken, Anadolu'da iç isyanlar baş göstermiş, iran'da ise yıkılan Akkoyunlu devletinin yerine kurulan Safevi Devleti, doğuda Osmanlı imparatorluğu için ciddi tehlike olmaya devam etmişti.
Kanûnî Sultan Süleyman, Avrupa'da istanbul Antlaşmasıyla geçici de olsa barışı sağladıktan sonra, iran üzerine ilk seferine çıktı. Safevi Devleti'nin izlediği düşmanca politikalar ve Anadolu'da yaşayan Şiileri kışkırtmaları bu seferin düzenlenmesine neden oldu. Tebriz, Azerbaycan ve Hamedan istila edildi. Irakeyn seferiyle de Bağdat alındı (1534).
Kanûnî'nin Avusturya'ya sefer düzenlemesinden yararlanmak isteyen Safevi Şahı Tahmasb, kardeşinin Osmanlılara sığınmasını da bahane ederek, Tebriz, Nahçıvan ve Van'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Kanûnî Sultan Süleyman ikinci defa iran seferine karar verdi. Çıkılan iran Seferinden Van ve Tebriz geri alınarak dönüldü (1548). Safeviler (1553) tekrar saldırıya geçtiler. Doğu Anadolu'da ilerleyen düşman kuvvetleri Muş'a kadar gelip Erzurum'u kuşattılar. Kanûnî Sultan Süleyman üçüncü iran seferine çıktı. Revan, Nahçıvan ve Karabağ alındı. Zor duruma düşen Şah Tahmasb'ın isteği üzerine barış yapıldı ve Amasya Antlaşması imzalandı (1555).
Bu antlaşmayla, Yavuz döneminden beri süren iran sorunu çözüme kavuştu. Doğu Anadolu, Tebriz ve Bağdat Osmanlı hakimiyetinde kaldı. Amasya Antlaşması, Osmanlı imparatorluğu ve iran arasındaki ilk resmi antlaşmadır. Ayrıca islam dünyasında yapılan ilk din barışı özelliği de taşımaktadır.
MiMARi ESERLER
Kanûnî Sultan Süleyman 46 yıl saltanatta kaldı. Babası Yavuz Sultan Selim'den 6.557.000 km kare olarak devraldığı Osmanlı topraklarını 14.893.000 km kareye çıkardı. Kanûnî Sultan Süleyman döneminde imar faaliyetleri devam etti ve ilk iş olarak babası Yavuz Sultan Selim tarafından temelleri atılan istanbul Sultan Selim Camii'ni tamamladı.
Bunun dışında yaptırdığı eserlerden bazıları şunlardır;
Gebze'de Çoban Mustafa Paşa Camii ve Külliyesi,
Afyon Sincanlı Sinan Paşa Camii,
Bozöyük Kasım Paşa Camii.
MiMAR SiNAN
Osmanlı imparatorluğunun en parlak devrinin büyük mimarı ve dünya çapında bir sanatkar olan Mimar Sinan, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde bir çok eserler verdi.
Bunlardan en önemlileri şunlardır;
Halep Hüsrev Paşa Camii,
istanbul Haseki Külliyesi,
istanbul Şehzade Camii ve Medresesi,
Üsküdar Mihrimah Camii,
istanbul Süleymaniye Camii ve Külliyesi,
Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi,
Silivri Kapı ibrahim Paşa Camii,
istanbul Rüstem Paşa Camii,
istanbul Sinan Paşa Camii,
Topkapı Kara Ahmet Paşa Camii ve Külliyesi,
Fındıklı Molla Çelebi Camii,
Babaeski Semiz Ali Paşa Camii,
Büyükçekmece Kanûnî Sultan Süleyman Külliyesi ve Köprüsü,
Süleymaniye Tekkesi.
KANUNi SULTAN SÜLEYMAN(Tuğrası)
Kanuni�nin Doğu seferinde geçtiği yerleri gösteren harita
Kanuni Sultan Süleyman�ın ölümünde Osmanlı Devleti�nin sınırlarını gösteren harita -
654.
0özet geçiyom lan binler :
katil bahçevan. -
655.
016 Mayıs'ta Mısır Silahlı Kuvvetleri alarm durumuna geçirildi. Esasen 14 Mayıs'tan itibaren Mısır kuvvetleri, 1956'dan beri Birleşmiş Milletler barış gücünün kontrolünde olan Sina'ya girmeye başlamıştı. Yine 16 Mayıs'ta Mısır, gerek Sina Yarımadası'nda ve Gazze'de bulunan ve gerek Akabe Körfezi'nin Kızıldeniz'e çıkış noktası olan Tiran Boğazı'ndaki Şarm el-Şeyh'deki Birleşmiş Milletler askerlerinin buralardan çekilmesini istedi. B.M. askerleri, 19 Mayıs'tan itibaren buralardan çekilmeye başladı ve yerlerini Mısır askerleri aldı.Tümünü Göster
Bu olay, Arap-israil gerginliğinde önemli bir tırmanma teşkil etmekteydi. Mısır, bu hareketi ile iki cepheden israil'e karşı pozisyon alıyordu. Biri, Sina'yı tamamen kontrolü altına almak suretiyle, israil'e karşı doğrudan hareket imkânını kazanması ve arada B.M. Kuvvetleri'nin mevcut olmamasıydı. ikincisi ise, Şarm el-Şeyh'e askerini sokmakla, israil'in Kızıldeniz'e çıkışı olan Tiran Boğazı'nı kontrol altına alıyordu.
Nasır, bununla da yetinmedi ve 22 Mayıs'ta Tiran Boğazı'nı israil gemilerine ve 24 Mayıs'ta da bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile, israil'e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini önlemiş olmaktaydı.
22 Mayıs'tan itibaren Tiran Boğazı'nın ve arkasından Akaba Körfezi'nin kapatılması, Orta Doğu'daki havayı birdenbire gerginleştirdi. Çünkü, israil Mısır'ın bu hareketini, kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etti. Bu sebeple, 23 Mayıs'tan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek, bir savaşı önleme çabalarına giriştiler.
Vietnam Savaşı'nın Kongre'de uyandırdığı tepkiler dolayısıyla Başkan Johnson, israil meselesinde fazla ileri gitmekten korkuyor ve ellerini bağlı hissediyordu. Onun için, Sovyet Rusya'nın da Orta Doğu'da herhangi bir avantaj elde etmesini önlemek için, bu devletle beraber hareket etme kararı aldı. Bu, Sovyetlerin de işine geldi. Çünkü 7 Nisan'daki hava muharebesinde Suriye'nin israil karşısında hiç bir şey yapamaması, Sovyetlerin Araplara olan güvenini sarsmıştı.
Fakat Sovyetler, bir yandan da Arapların güvenini kaybetmek istemiyorlardı. Bu sebeple, bir yandan Amerika israil'i, öte yandan da Sovyetler Suriye ve Mısır'ı yatıştırmaya çalıştılar. iki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetinin hiç bir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde, daha da gerginleşti. Nasır, 26 Mayıs'ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz de israil'i yoketmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi israil ile savaş için hazırız. Bu sefer 1956'daki gibi olmayacak. O zaman israil ile değil, ingiltere ve Fransa ile savaşmıştık".
Al Ahram Gazetesi'nin başyazarı muhafazid Heykel de, yine aynı gün, "Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini israil'e kabul ettirebileceklerdir" diyordu. Bu arada, Güvenlik Konseyi de 23 Mayıs'tan itibaren toplantılar yaparak ve bir takım kararlar alarak bir krizin patlamasını önlemeye çalıştı. Fakat bunlar da savaşı önlemeye yetmedi.
30 Mayıs'ta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya 4 Haziran'da Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır, bu katılım dolayısıyla yaptığı konuşmada, "1956 ihanetinin intikdıbını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, israil'in de ne olduğunu anlatacaktır" diyordu.
Krizin başlangıcında Sovyetler, israil'in ilk önce Suriye cephesinden harekete geçeceğini tahmin etmiştir. Daha sonraları Başkan Nasır, israil'in Sina cephesinde harekete geçeceğini, ancak cepheden saldırmayıp, Gazze koridorundan girmesini beklemiştir. Halbuki bunların hiç biri olmadı. Arapların istediği gibi ilk saldırıyı israil yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 7:30'dan itibaren havalanan israil uçakları, Mısır, Suriye ve Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar.
Mısır'a yapılan baskında, israil uçakları, Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, Mısır'ın Batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır. Sina üzerinden değil. O kadar ki, israil uçakları Irak'a da ulaşarak Habbaniye Havaalanı'nı bile bombardıman ettiler.
5 Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılmaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve bir çok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti. Sonradan görülmüştür ki, tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı o gün 400'ü aşmış bulunuyordu.
Havaların kontrolu artık israil'in elindeydi. Araplar, 5 Haziran günü 160 israil uçağını düşürdüklerini iddia etmiş iseler de, bu iddianın gerçekle hiç bir alakası olmadığı görülmüştür. Havalardaki üstünlük, israil'in kara harekâtını da kolaylaştırmıştır. Bilhassa Sina Yarımadası'ndaki muharebelerde Mısır'ın zırhlı kuvvetleri, israil zırhlı kuvvetlerinden ziyade, havadan israil uçaklarından ağır darbeler yemiş ve perişan olmuşlardır. Bundan dolayı, israil kuvvetleri üç gün içinde bütün Sina'yı ele geçirip, 7 Haziran akşamı Süveyş Kanalı'nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantaro, ortada ismailiye ve güneyde de Port Tevfik'e ulaşmışlardır.
Bu durumda Mısır'ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran'da israil ile ateşkesi kabul ederek, israil kuvvetlerinin Kanal'ın diğer yakasına geçmesini önlemiştir.
israil için 1967 Savaşı'nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri, gerçekten israil'i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır'dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip, şehir, israil kuvvetlerinin eline geçince, israil bütün Batı Şeria'yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de israil ile ateşkesi kabul etti.
8 Haziran'dan itibaren Suriye cephesinde Golan Tepelerinde muharebeler şiddetlendi. Suriye, Golan Tepelerinden aşağıdaki israil yerleşim merkezlerini 1956'dan beri 11 yıl süre ile bombalamıştı. Yani bu tepelerin, israil'in Suriye'ye karşı savunması bakımından stratejik bir önemi vardı. Suriyeliler de israil karşısında fazla dayanamadılar. israil kuvvetleri, Golan Tepelerini aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. israil kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam'dı.
işte tam bu sırada, 10 Haziran günü Sovyetler, Amerika'ya başvurarak, israil ilerlemesi durdurulmadığı takdirde, "askeri harekât" da dahil gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada israil kuvvetleri, Şam'a 40 mil mesafedeki Kuneitra'ya girmiş bulunuyordu. Dolayısısıyla israil, Kuneitra'da durdu ve o gün saat 16:30'da da israil ile Suriye arasında ateşkes başladı. Altı Gün Savaşı böylece sona ermiş oluyordu.
Savaşın sonu Araplar için tam bir hezimetti. Savaştan sonra bir Arap askeri gücü kalmamıştı. Mısır, Sina'ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. Mısır, 600-800 tank kaybetmişti. 100'den fazla kullanılabilir Sovyet yapısı tank israil'in eline geçmişti. Yine Mısır'ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı Sina'da tahrip edilmişti. Tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde Sovyet yapısı 280 Mig ve 60 Ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. Başka bir deyimle, 1967 Arap yenilgisi, aynı zamanda Sovyet silahlarının da yenilgisi idi.
Arapların bu silah kaybı, Sovyetlerin bu ülkeleri tekrar silahlandırmak için daha sıkı kontrolü altına alması ve Orta Doğu'da daha fazla söz sahibi olmak için de bir fırsat olmaktaydı.
1967 zaferi ile israil, topraklarını dört misli daha genişletmiştir. Gazze ve bütün Sina Yarımadası israil'in eline geçtiği için israil, Süveyş Kanalı'na dayanmış ve güneyde de Şarm-el-Şeyh'i alarak Tiran Boğazı'nın kontrolüne sahip olmuştur. Yine Sina'nın kuzeydoğusundaki Gazze Bölgesi de israil'in eline geçmiştir.
israil, Ürdün'den Şeria Nehri'nin batısındaki bütün toprakları alarak, Şeria Nehri, Ürdün ile israil arasında sınır olmuştur. Keza, Ürdün'ün elindeki Doğu Kudüs de israil'in eline geçmiştir ki, bu suretle 2000 yıldan beri ilk defa olarak Yahudiler Kudüs'e tekrar sahip oluyorlardı. Osmanlı Devleti'nin 400 yıl elinde tuttuğu kutsal Kudüs'ü, Araplar, 50 yıl ellerinde tutamamışlardı.
israil, Golan Tepeleri denen ve Kuneitra'ya kadar uzayan Suriye topraklarını da işgal etmişlerdi. israil, bu toprakları elde etmekle, kendisi için gerekli güvenlikli sınırlara sahip olmaktaydı. Fakat, israil'in bu güvenliğine karşı da, Sovyetler bilhassa Mısır ve Suriye üzerindeki nüfuzunu daha da arttırarak, bir bakıma bu güvenliği belirli ölçüde zayıflatmış olmaktaydılar. Zira, 1967 Savaşı'ndan sonra Sovyetler, Arap ülkelerini yeniden silahlandırmaya başlayarak israil karşısında bir silah dengesi kurmaya çalıştıkları gibi, bundan da daha önemlimi, Akdeniz'deki varlıklarını arttırdı. -
656.
0yaz bende okuyorum
-
657.
0@280 naber dayı ben kimim tahmin et yaz yaz okuyoruz gülceyle
-
658.
0devam et lan sen ben takip ediyorum
-
659.
0@282 mal adam isimlerin gerçek olmadığını söyledi zaten yanındaki mal kandırmış seni
-
660.
0özet geçiyom lan binler :
katil bahçevan. -
661.
0Altı Gün Savaşı (Arap-israil Savaşı)Tümünü Göster
1960-1980 arası Orta Doğu gelişmelerinde, 1967 Arap-israil Savaşı bir dönüm noktası teşkil eder. Çünkü, bu savaşta israil'in Araplar karşısında kazandığı kesin zaferler neticesinde, topraklarını savaştan öncekinin dört misli genişletmesi, Arap-israil meselesine çok büyük boyutlar kazandırmış ve neticelerini günümüze kadar getirmiştir.
1948 Arap-israil Savaşı'nı Araplar tahrik etmiştir. 1956 Arap-israil Savaşı ise ingiltere, Fransa ve israil'in Mısır'a saldırıları dolayısıyla meydana gelmiştir. Ancak 1967 Arap-israil Savaşı ise, israil değil, Araplar istediği için çıkmıştır. Şu farkla ki, Savaşı çıkarmak isteyen Araplar, ilk saldırganlığı israil'in yapmasını istemişler ve bu da olmuştur.
Ancak Araplar için, daha Savaşın ilk gününde bir hezimet oldu. Arapların 1967 Savaşı'nın çıkmasını istemelerinde ve savaşı kışkırtmalarında üç önemli neden rol oynamış görünmektedir:
• Başkan Nasır'ın gerek 1948, gerek 1956 Savaşı'nın ve her iki savaştaki yenilginin intikdıbını almaya kararlı olması. Bu, Nasır için bir prestij meselesi idi. Eğer israil'i yenecek olursa, intikdıbını gerçekleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda kazandığı prestijle bütün Orta Doğu'da Mısır'a büyük bir üstünlük sağlamış olacaktı ki, bunun siyasi neticeleri de çok geniş olabilirdi.
• 1956'dan beri Sovyet Rusya, Mısır ve Suriye'yi o kadar silahlandırmıştı ki, israil ile yapılacak bir savaşın neticesinden sadece Mısır ve Suriye değil, Sovyetler dahi gayet emin görünüyorlardı. Bu sebeple, 1967 Arap-israil Savaşı'nı Sovyetlerin de tahrik ettiklerini söylemek mümkündür.
• Bu sırada Amerika'nın Vietnam bataklığına saplanmış olması ve dolayısıyla israil'in arkasında yer alamıyacağı düşüncesi.
Altı gün sürdüğü için Altı Gün Savaşı adını alan 1967 Arap-israil Savaşı'nın başlangıç gelişmelerini, 1966 yılının son aylarında oluşmaya başlayan Suriye-israil gerginliği teşkil eder. Çoğunluğu Ürdün'de bulunan ve diğer Arap ülkelerine de dağılmış bulunan Filistinlileri teşkilatlandırarak, bunları mücadeleye sevketmek için 1964 Mayısı'nda, Ürdün'ün elinde bulunan Doğu Kudüs'te Birinci Filistin Kongresi toplandı ve burada Filistin Kurtuluş Örgütü kurularak bir de 33 Maddelik Filistin Milli Misakı kabul edildi.
Bu Misak'a göre, ingiliz mandası altındaki Filistin toprakları, Filistinlilerin anavatanı ve 6'ıncı maddeye göre de, "Siyonist istilasından önce", yani 1917 Balfour Deklarasyonunu'ndan önce, Filistin topraklarında devamlı oturan Yahudiler de Filistinli sayılacaktı.
Bunun dışında, 1947 ye kadar Filistin topraklarında yaşayan "Arap vatandaşları" ile, bu tarihten sonra, ister Filistin topraklarında, ister bu toprakların dışında doğmuş olsun, Filistinli babadan olanlar Filistinli sayılacaktı.
9'uncu madde, Filistin topraklarının kurtarılması için silahlı mücadeleyi öngörmekteydi. 15'inci madde, "Büyük Arap Vatanı"ndan siyonist, emperyalist istilanın kovulmasından ve Filistin'deki siyonist varlığının tasfiyesinden söz etmekteydi.
19'uncu madde, Filistin'in 1947'deki taksimini ve israil Devleti'nin kurulmasını geçersiz sayıyordu. 21'inci madde, Filistin topraklarının tamamen kurtuluşu yerine geçecek her türlü çözümü reddediyordu.
Kudüs Kongresi'nde, 9'uncu maddenin öngördüğü silahlı mücadeleyi yürütmek üzere fedayin denen gerillalardan meydana gelen bir askeri teşkilat olan El-Fetih (Al-Fatah) teşkilatı kurulmaktaydı.
1966 Şubatı'nda Suriye'de iktidarda bulunan Baas Partisi'nin sol kanadı bir darbe yaparak, iktidarı ele geçirdi. Bu sol iktidar ile birlikte, Suriye-israil sınırında olayler çıkmaya başladığı gibi, bu yeni Baascılar, Başkan Nasır'ı israil'e karşı yumuşak davranmak ve Birleşmiş Milletler'in kanadının altına sığınmakla suçluyordu.
1966 Ekimi'nden itibaren de Suriye topraklarından hareket eden El-Fetih fedayini, israil topraklarına saldırılara başladılar. israil, bu saldırıları Güvenlik Konseyi'ne şikayet ettiğinde, oradan Suriye aleyhine bir karar çıkarmak mümkün olmadı. Zira her kararı Sovyet Rusya veto etmekteydi. Bu ise Suriye'yi daha da tahrik etti.
Suriye Başbakanı Ekim ayında "Biz israil'in güvenliğinin bekçisi değiliz" diyordu. Kasım ayında ise, Suriye ile Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu gelişmeler üzerine israil, fedayin saldırı ve akınlarına karşı, Kasım ayının ortalarından itibaren, "mislile mukabele" taktiğini tatbike başladı. Yani, yapılan en küçük bir saldırıya karşı, en ağır bir şekilde ve ağır silahlarla karşılık verilmeye başlandı. Bu suretle, bir yandan Suriye-israil, bir yandan da Ürdün-israil sınırlarında gerginlik her geçen gün biraz daha artmaya başladı.
Ocak-Nisan 1967 döneminde Suriye-israil sınırlarında küçük çatışmalardan, tank, topçu ve hava çatışmalarına kadar her türlü faaliyet ortaya çıktı. 7 Nisan 1967 günü Suriye ile israil arasındaki hava muharebesinde israil uçakları Şam üzerinde uçtuğu gibi, altı tane de Suriye uçağını düşürdüler.
7 Nisan olaysi, Suriye ve Araplar için haysiyet kırıcı olmuştu. Bilhassa düşürülen uçakların Sovyet yapısı olması, Sovyetler için de olaynin prestij kırıcı olmasına sebep oldu. Bundan dolayı Sovyetler, Suriye'yi daha silahlandırdıklarından başka, Suriye üzerindeki kontrollarını da arttırdılar. Öyle görünür ki, 7 Nisan'dan sonra meydana gelen en küçük bir olay, israil'e komşu Arap ülkelerinin israil ile münasebetlerinin gerginleşmesine, kendi çapından daha büyük katkıda bulunmuştur.
Mayıs ayından itibaren Suriye'den israil topraklarına fedayin akınları daha da yoğunlaşmaya başladı. israil Başbakanı Levi Eshkol, 11 Mayıs'ta radyoda yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "israil hükümeti gayet iyi biliyor ki, teroristlerin merkezi Suriye'dir. Fakat biz prensibimizi tesbit ettik: Saldırgana mukabil darbeyi vurmanın zamanını, yerini ve vasıtasını biz seçeceğiz"
Eshkol'ün bu sözlerinden sanıldı ki, israil Suriye'ye karşı harekete geçmeye karar vermişti. Sonradan görüldü ki, israil'in seçtiği hedef Mısır'dır. Bu yanılgı dolayısıladır ki, Mısır Genelkurmay Başkanı 14 Mayıs'ta Şam'a giderek görüşmelerde bulundu. Bundan sonra olaylar hızla akmaya başladı. -
662.
002:05 - Pervaneler Ortaya ÇıkıyorTümünü Göster
Okyanus suyu ilerledikçe ,Titanic'in bronz pervaneleride su yüzünden yukarı dogru yükselmeye başlamıştı ,okyanus suyu ileri bot güvertesini yavaş yavaş dolduruyordu. Kaptan Smith Harold Bride ve Jack Phillips'i görevlerinden azil etmiştir. Bundan sonra Bride bitişigindeki yatakhaneden yedek parasını almaya gitmiş, ancak Phillips çalışmaya devam etmiştir. Bride döndügünde ,bir ateşçinin yavaşça ve gizlice Philips'in can yelegini çalmaya çalıştıgını fark etmiş ve ateşçiyi yakalamıştır.Tam o anda üçüde küçük odada boguşmaya başlamıştır, boğuşma esnasında Bride ateşçiyi belinden yakalamış ,Phillips 'de ateşçiye yumruk atmıştır.Her ikiside o anda suyun odaya girdigini görüp şapkalarını alıp çıkmışlardır. Bride taşınabilir B flikasına yardım etmiş ,Phillips ise kurtulma ümidi ile geminin arkasına dogru koşmuş ve gözden kaybolmuştur. Tam o sırada Atlantic’in buzlu sularının ulaştıgı sağ güvertenin açıgında ise iki flika yüzmekteydi. Taşınabilir flika B yukarıdan aşagıya inmiş ve A flikasının yarısı su ile dolmuştu. Kaptan Smith köprüde her zamanki pozisyonunda dikilmekteydi ,gemi batar iken kaptan ya dümenci odasında sıkışıp kalmıştı yada buzlu suların arasında yokolmuştu,bu konuda tam bir kesinlik ortaya konulamamıştır ,genel kabul köprüde hayatını kayıp ettigi yönündedir.Su ilerledikçe verdigi ilk önemli hasarlardan biri ilk bacanın devrilmesidir, baca devrilmesi ile birlikte sancak tarafında kalan köprü kanatlarını parçalamış ve su üzerinde bulunan birçok insanın ölümüne neden olmuştur ,bunların arasında zengin ve meşhurlardan Charles Williams ,Hugh McElroy ve muhtemelen John Jacob Astor IV ‘de vardı. Güvertede bulunan insanlar geminin arkasına doğru bagırıyorlardı veya bir umutla flikalara ulaşabilmek için suya atlıyorlardı, içeride ise durum daha vahimdi su camları kırmaya başlamış ve birinci sınıf merdivenleri yutmuştu. Peder Byles bu son kritik anlarda çevresindeki insanlar ile birlikte dua okumaktaydı,tam o esnada bronz pervaneler tamamen ortaya çıkmış ve gemi başaşagı egilmişti. Bu arada ikinci bacada yere yuvarlanmış, elektrik sistemide iflas etmiş ve ışıklar tamamen kapanıp gemi tamamen karanlıga bürünmüştü. Kısa bir süre sonra Titanic’in gövdesinin üzerindeki stres artmış ve son iki baca arasından ikiye bölünmüştür. Bölünmeden sonra baş taraf tamamen suyun altına gitmiş ,gemi’nin arka tarafı ise tek başına bir süre kaldıktan sonra yatay olarak saat 02:20 civarlarında okyanusun karanlık sularının gömülmüştür. Gemi tamamen battıktan sonra açıklardan bulunan 18 flikanın sadece 2 tanesi geri dönüp insanları kurtarmaya çalışmıştır. Bunlardan biri olan 4 numaralı flika batış yerine oldukça yakın idi ve bu sayede suda bulunan dört kişiyi daha kurtarmıştır ,kurtarılanlardan ikisi daha sonra ölmüştür. Aşagı yukarı bir saat sonra 14 numaralı flika enkaz alanına tekrar geri gitmiş ve dondurucu su üzerinde bulunan dört kişiyi daha kurtarmıştır. Geride kalan diger flikalarında bir müddet sonra kurtarma işlemine katıldıgına dair dair ifadeler de bulunmaktadır ,ayrıca su üzerinden kalan insanların can havli ile flikalara doğru yüzerek tırmandıgı ve flika üzerindeki insanların ise flikanın batmasını engellemek için su üzerindeki kurbanlar ile mücadele ettigide kayıtlarda yer almaktadır. Batışın hemen sonra gemi derinlere doğru süzülüyordu ancak iki kısım birbirinden çok farklı idi. Arka taraf yüzeyden 609 m yükseklikte süzülmekteydi ve bir şekilde yavaşlayıp yavaşça iniş yaptı. Baş taraf ise okyanus suyuna şiddetli bir şekilde dalmış içeride sıkışmış hava büyük bir patlamaya neden olarak gövde üzerinde büyük bir yırtık’a neden olmuş ve zemine oturmuştur.
Titanik Laneti
Titanik'in dedikodulara yol açan numarasının tersten okunuşu"No Pope".
Titanik'in sulara gömülmesi, hakkında ki "lanetli" söylentilerini de beraberinde geitrdi. Basın "Titanik Laneti",olayını hemen White Star Line'ın gemilerini vaftiz etmemeleriyle ilişkilendirdi.
En çok tartışılanlardan biri ise, geminin inşaa edildiği şehir olan Kuzey irlanda'da ki Belfast'ın tarikatçı bir şehir olmasıydı. Buna işaret olarak, gemiye verilen "390904" numarasının suya yansımasında ki tersten okunuşnda "No Pope" (Papa Yok) ifadesi gösteriliyordu.Çünkü bu;aşırı protestan tarikatçıların Romalı katoliklere saldırmak ve onları provake etmek için kullandıkları bir slogandı.
Tabii ki bu hikaye yalnızca bir şehir efsanesiydi. Aslında RMS Olympic ve Titanik'e yarda numarası olarak 400 ve 401 verilmişti. Hikayenin kaynağı büyük olasılıkla, geminin kömürlüğünde ki anti-katolik graffitiye karşı olan kömürcüler olarak tahmin ediliyor.Bu numarayı da gemide çalışmaya başladıklarında kendilerinin uydurduğu varsayılyor. -
663.
0bir varmış am yokmuşş
-
664.
0reserved
-
665.
-1burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
-
666.
-1burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
-
667.
-1burada yazılmışı var beyler okuyun (bkz: bodrumda yaşadığım sex hikayemi anlatıyorum)
-
668.
-1Fâtih, ordu ve donanmasini iyi bir sekilde tekâmül ettirmisti. Ordunun silâhlari birkaç senede yenilenir ve daha gelistirilmis olanlari eskilerinin yerine konurdu. Osmanli donanmasinin tekâmül etmis sekilde kurucusu Fâtih’tir. Topçuluga gerekli ehemmiyeti veren ilk padisâhtir. Fâtih’ten önce, top, bütün dünyâda, daha çok sesi ile düsmani ürkütmek için kullanilirdi. Büyük kaleleri yerle bir edebilecegi ve meydan muhârebelerinde rol oynayacagi hiç düsünülmemisti. Fâtih, bütün bunlari akil ederek, o târihe kadar görülmeyen sayi ve çapta top yapilmasina yöneldi. Toplarin balistik ve mukâvemet hesaplarini kendisi yapti. Piyâdeye de, öncesine nisbetle, büyük önem verdi. Osmanli ordusu esas bakimindan bir süvârî ordusu olmaya devâm etmisse de, yeniçeri ve azab gibi piyâde siniflari, Fâtih devrinde önem kazandi.Tümünü Göster
Fâtih Sultan Mehmed, ilme, sanata ve ilim adamlarina çok kiymet verirdi. Zihniyeti ve tabiati îtibâriyle ileri hamleden hoslanan, terakkî ve medeniyetten zevk alan bir pâdisahti. Tipki askerî fetihleri gibi, ilim adina açtigi savasta da bir âlimler, sanatkârlar ordusu kurdu ve bu muhtesem orduya kendisi serdâr oldu. Yeni devletin kurulmasi plâninin icrâsinda egitim ve ögretimin tesir ve önemini her seyden üstün tuttu. Maârif sistemini kânunla tanzim ederek ulemâ sinifi diye taninan ve idârenin temelini meydana getiren diyânet ve hukuk kurumlarini teskilâtlandirdi. Devlet idâresini ve bunun ilmîlestirilmesini esas aldi.
Aklî ve naklî ilimlerde söz sâhibi olan âlimleri Istanbul’a topladi ve onlarin talebe yetistirmesi için medreseler kurdu. Devrinde yetisen büyük âlim ve sanatkârlar mühim eserler verdiler. Fikih ilminde Molla Hüsrev, tefsirde Molla Gürânî, Molla Yegan, Hizir Çelebi, matematikte Ali Kusçu, kelâmda Hocazâde, zamâninin büyük âlimlerindendi ve ülkesine dünyânin dört bir tarafindan âlimler akin ederdi. Hattâ Molla Câmî bile Istanbul’a gelmekteyken, Pâdisâh’in ölüm haberi üzerine geri döndü.
Iyi bir komutan ve devlet reisi olan Fâtih, ayni zamanda iyi bir ilim adami ve sâirdi. Latince ve Rumca ile Arapça, Farsça ve Türkçeye bütün incelikleriyle vâkifti. Siirde, devrin üstatlari arasinda yer aldi. Hattâ sarayda dîvân sâhibi olan ilk pâdisâhti. Çünkü o, medeniyetin, sanatsiz olarak fertlerin gönüllerinde yer alacagina ihtimâl vermiyordu. Dedelerinin devlet kuruculuk kudretini, irâdeli bir idârecilik suuruyle gelistirmesini bilen Fâtih, çevresinde devrin üstad sâirlerini topladi. Avnî mahlâsiyla edebî degeri yüksek beyit ve gazeller söyledi. Aruzu, usta sâirlerden farksiz bir hâkimiyetle kullandi, siirlerinde ince hissiyât ve düsüncelerini dile getirdi.
Bizümle saltanat lafin idermis ol Karamanî
Hudâ fursat virürise, kara yire karam-ani
beyti, Karamanoglu’nun çikardigi fitne ve fesatlar karsisinda sahlanan celâlini gösterdigi gibi, asagidaki siiri de ince duygular sâhibi hassas bir gönlün Türk edebiyâtina nâdide bir armaganidir:
Sevdün ol dilberi söz eslemedün vay gönül
Eyledün kendözüni âleme rüsvây gönül
Sana cevr eylemede kilmaz o pervây gönül
Cevre sabr eyleyimezsin n’ideyin hay gönül
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
Bilmedüm derd-i dilün ölmek imis dermâni
Öleyin derd ile tek görmeyeyin hicrâni
Mihnet ü derd ü game olmagiçün erzânî
Avnîyâ sencileyin mihnet ü gam-kes kani
Gönül eyvây gönül vay gönül eyvây gönül
Istanbul’un fethinden sonra Fâtih, hocasi Aksemseddîn’in elini öpüp, tahti tâci birakip dervis olmak istedi. Aksemseddîn bu teklifi reddederek, devlet islerine memur edilen pâdisâhin asil vazîfesini yapmamis olacagini, dîn-i Islâm ve adâletle memleketi ve dünyâyi idâre etmenin daha makbul oldugunu; aksi hâlde din ve devletin zarar görecegi için, ikisinin de Allah indinde mesul olacaklarini bildirdi. Bunun üzerine Allah aski ile yanan kalbinin atesini de siirleriyle ortaya döktü.
Fâtih SultanMehmed, kelâm ve matematik ilminde devrinin en büyük otoritelerinden biriydi. Bizansli târihçi Kritobulos’un hayranlikla anlattigi, balistik sâhasindaki kesifleri, ortaçagin surlarini yikmistir. Bu sûretle Avrupa’nin timsâli olan derebeyi satolari toplarla yikilarak büyük devletler kurulmus; netîcede büyük güç kaynaklari biraraya toplanarak ortaçaga son verilmistir. Bu sûretle Türkl -
669.
-1Uzun süren bu büyük savaslar 1463’te Fâtih tarafindan baslatildi. VenedikCumhuriyeti Osmanlilara savas îlân etti. Macaristan da Venedik’in yaninda savasa girdi. Kisa zamanda Osmanlilarakarsi savasa girenlerin sayisi artti. Her cephede düsmani yipratan, diplomatik yollarla bezdiren Fâtih, 1470 yazinda ordu ve donanmasi ile Egriboz Adasina yöneldi. Venedik’in Bati Ege’deki bu alinmaz dedikleri üssünü fethetti. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan, Avrupalilarin,Osmanlilarla basa çikamayacagini anlayinca, Tokat’a hücum ederek burada bir cephe açti, kuvveti bölmeye çalisti. 18 Agustos 1472’de Sehzâde Mustafa, Akkoyunlu ordusunu yenerek isgâl edilenOsmanli topraklarini kurtardi. Fâtih, 11 Nisan 1473’te Üsküdar’dan hareket etti. 11 Agustosta Erzincan yakinlarinda Otlukbeli’nde Akkoyunlu ordusunu yendi.Tümünü Göster
Fâtih’in akinci kuvvetleri, Venedik varoslarina Almanya içlerine kadar seferler düzenleyerek Avrupa’yi alt üst ettiler. 23. seferini Bogdan, 24.sünü 1476’da Macaristan üzerine yapti. Pâdisah, 1478’de Üçüncü Arnavutluk Seferine çikti. KirimHanligi Osmanli birligine katildi. 1480’de üçüncü Rodos Kusatmasi netîce vermedi. Iyonya Adalarini aldiktan sonra, donanmayi Italya’ya gönderdi. Temmuz 1480’de Otranto’yu fethettirdi.
1481 senesi ilkbaharinda Fâtih SultanMehmed 300.000 kisilik bir ordunun basinda oldugu hâlde sefere çikti. 27 Nisan 1481 Cumâ günü kapikulu askerleriyle Üsküdar’a geçti. Pâdisah Üsküdar’a geçtiginde hasta oldugu için birkaç gün dinlendi. Daha sonra araba ile hareket etti. Gebze yakinlarindaki Tekir Çayiri veya Hünkâr Çayirina geldigi zaman hastaligi artti. Bunun üzerine hekimler tarafindan konsültasyon yapilarak, verilen ilâcin dozu arttirildi. Fâtih’in özel doktoru, Yâkub Pasa isminde bir Yahûdî dönmesiydi. Venedikliler, Fâtih’in zehirlenmesi karsiliginda bu dönme Pasa’ya büyük bir servet vâdetmisler Yâkub Pasa da bu isi gerçeklestirmisti. Fâtih zehirlendigini anladigi zaman is isten geçmisti. Birden bire müthis sancilar basladi ve 3 Mayis 1481 Persembe günü ögleden sonra saat dörtte, 49 yasinda iken vefât etti. Fâtih’in ölümü bir müddet halktan ve askerden saklandi. Ölüm hâdisesi duyulunca, Sultan’in bir zehirlenme olayina mâruz kaldigi anlasildi ve Yâkub Pasa, asker tarafindan parçalanarak öldürüldü.
Fâtih’in ölümü, Türk milletini büyük mâteme gark etti.Ölüm haberi Roma’ya ulasinca, Italya’da toplar atilip günlerce senlikler yapildi. Papa bütün Avrupa kiliselerinde üç gün çanlar çaldirip, sükür âyini yapilmasini emretti.
Fâtih’in nâsi Istanbul’a nakledilerek Muhyiddîn Seyh Vefâ hazretleri tarafindan kildirilan cenâze namazindan sonra Istanbul’da yaptirdigi Fâtih Câmiinin bahçesine defnedildi. Daha sonra üzerine türbe insâ edildi.
Fatih Sultan Mehmed Han orta boylu, kirmizi beyaz yüzlü, dolgun vücutlu, sakallari altin telleri gibi kalin, yanaklari dolgun, kollari kuvvetli, burnunun ucu hafif kivrik, saçi siyah ve gib olup, kuvvetli fizîkî bir yapiya sâhipti. Londra’da, NationalGallery’de, Fâtih SultanMehmed’in bir portresi bulunmaktadir. Bu portrenin Centile Bellini tarafindan yapildigi, delil olmadigi hâlde iddiâ edilmektedir.Hâlbuki, National Gallery’de bu portreyle ilgili dosyadaki bilgilerden anlasildigina göre, her seyden önce portre üzerindeki Centile Bellini adi kesin olarak okunamamistir. Ayrica Bellini’nin Istanbul’a gelip, Topkapi Sarayi için manzara resimleri yaptigi bilinmekle berâber, Pâdisah’i gördügü de belli degildir.
Türk târihi, sayilamayacak kadar çok kahraman ve cihângirlerle doludur. Fâtih SultanMehmed de bunlarin basinda gelenlerdendir.Çünkü o kiliçla kesfi yanyana yürütmüs, çag açip, çag kapatmistir. Istanbul’u bütün ganîmetleri içinde firûze bir yüzük tasi gibi parmaginda tasimis, bu güzel sehri torunlarinin torunlarina birakmistir. Onun için, asirlar boyu her cephesiyle yazilmis, çizilmis, hakkinda Garp’ta ve Sark’ta çok seyler söylenmistir. Tedkîk edildikçe derinlesen, derinlestikçe deryâlasan bu cihângirin sayisiz vasiflarindan bâzilari sunlardir:
Fâtih Sultan Mehmed, soguk kanli ve cesurdu. Bu özelliginin en güzel misâlini, Belgrad Muhâsarasi sirasinda, askerin gevsedigini gördügü zaman önlerine geçip düsman hatlarina girerek gösterdi. Istanbul Muhâsarasinda da donanmanin basarisizligi yüzünden atini denize sürmesi bu cesâretinin büyük örnegidir.
Ne istedigini, ne yapacagini, ne yapabilecegini bilen ve bu büyük isleri basarabilmek için gerekli tedbirleri, yorulmak bilmeyen bir azim, sabir ve sükûnetle hazirlayan bir insandi.
Çok merhametli ve müsâmahaliydi. Kendisine elli gün mukâvemet eden, birçok Müslümanin sehid edilmesine sebeb olan Istanbul sehri ve onun sâkinleri hakkinda gösterdigi merhamet, aklin alamiyacagi genisliktedir.Hâlbuki o devir Avrupa’sinda muzaffer bir kumandan, zaptettigi sehrin halkina görülmedik zulüm ve iskence yapmakta kendini hakli görürdü. Fâtih vicdan hürriyetine büyük kiymet verirdi. Istanbul’a girdigi vakit ayaklarina kapanan Istanbul patrigini yerden kaldirmakla âlicenapligini gösteren cihângîr, su sözlerle patrigi tesellî etti: “Ayaga kalkiniz. Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki: Su andan îtibâren artik ne hayâtiniz ne de hürriyetiniz husûsunda gazâb-i sâhânemden korkmayiniz!”
Fâtih, gayri müslim tebeasinin din ve mezheplerine aslâ dokunmadi, herkesi vicdânî inanisinda serbest birakti. Fâtih, Istanbul’un îmârinda ücret karsiliginda daha çok Rum esirlerini kullandi. Bu sirada biriktirdikleri paralarla hürriyetlerini satin alma imkânini sagladi. Bu müsâmaha o devir dünyâsinin hâyâlinden bile geçirmedigi bir olgunluk eseriydi.
Batililarin iddiâlarina göre sehre giren Türkler, mâbedleri yikmislar veya yakmislar, hiçbir sey birakmamislardir.Hâlbuki bunlari yikan ve yakan yine kendileridir. Bizanslilar surlarda açilan gediklerin tâmirinde kullanilmak üzere yüzden ziyâde kilise yikmislardir.Öyle ki, Fâtih SultanMehmed, Ayasofya’yi yakindan seyrederken, bir yeniçeri neferinin kilisenin taslarindan birini sökmek üzere oldugunu görünce, mâni oldu ve; “Size malca alinacak seylere izin vermistim, mülk ise benimdir demistim.” diyerek yeniçeriyi siddetli bir sekilde cezâlandirmistir.
Askerî ve siyâsi sâhada essiz bir dehâ idi. Askerî alanda basarisinin ilk özelligi kiliçla kalemin isbirligidir. Ordunun disiplinine çok dikkat ederdi. En küçük itâatsizligi ve buna sebeb olan subaylari siddetli bir sekilde cezâlandirirdi. Ordusunu, plânsiz, düzensiz hareket ettirmez, mâcerâ hevesiyle kan dökmezdi. Kendi devrine kadar atalarinin yer yer, ada ada yapmis olduklari akinlarini, plânli bir fütûhât hâline getirdi ve devletini, sistemli bir idârecilik suûruyla istikrarli, yerlesmis bir devlet yapti. Otuz senelik saltanat devresinde düzenledigi küçük, büyük seferler, memleketin cografî isbirligini saglamaya dayanir. Bu gâyeye ulasmak için de at geçmez kayaliklardan, geçit vermez nehirlerden geçerek; durup dinlenmeden, kis yaz demeden savasti. Bütün bu seferleri bir plâna göre yaptigindan nereye gitmesi, nerede durmasi lâzim geldigini bilerek hareket etti. Yapacagi seferlerin muvaffakiyetle netîcelenmesini saglamak için aylarca bu seferin bütün teferruâtini hazirlardi. Kumandanligi ile diplomatligi dâimâ berâber hareket ederdi. Hangi devlet üzerine sefer düzenleyecekse, o devletin iç ve dis münâsebetlerini, zaaflarini, kuvvetini, diger devletlerle olan münâsebetlerini en ince noktasina kadar tetkik eder ve sefere hasminin en zayif ve kendisinin en kuvvetli zamâninda çikardi. Yapacagi seferlerden en yakinlarina bile haberdâr etmez ve bunlarin gizli kalmasina çok dikkat ederdi.“Sirrima sakalimin bir tek telinin vâkif oldugunu bilsem, onu yolar, atarim” sözü meshurdur. Böyle hareket etmeyi muvaffakiyetlerinin baslica sebeblerinden sayardi. Nitekim böyle hareket etmesinin netîcesinde Isfendiyâr Beyligi ve Trabzon Rum Imparatorlugunu kolayca ele geçirdi. -
670.
-1(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 18)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 19)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatçam gelin artı 20)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 21)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 22)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 23)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 24)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 25)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 26)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 27)
(bkz: beyler yaşanmış bişi anlatcam gelin artı 28)
-
ccc rammstein ccc günaydın diler 28 01 2025
-
vikings şu acayipe çaylak at artık sol frameyi
-
dünyadan 100 bin kilometre uzaklıkta kuş
-
öyle boş şeylerle enerjimi harcıyorum ki
-
geldim suku icin sende biraz
-
tırrık kafayı tırlatmış kişiye denirr
-
iki gündür yataktan ilk defa kalktım
-
zalinazurt tayyibin adayı kim
-
adamın suratı taşağa benziyor ama
-
inci sözlük internetin göd deliğidir
-
zakinazurt sen şeriat istiyorsan
-
üveyit baba burda servet yatıyor
-
bugun puberte gibiyim
-
elimizde bir fatih altaylı kaldı
-
dünyada yaşam başlamadan önce
-
beyler bazen lanetlendiğimi düşünüyorum
-
kız arkadaş yanında osbir çekmenin raconu nedir
-
benim ne zaman sevgilim olacak ybaaaa
-
ağzına ampul sokann karı
-
gececi tayfa nerede lan bugün
-
zalinazurt chp bu sefer kazanırsa
-
nizami 24 barfix
- / 1